Tarihi araştırma kitaplarıyla tanınan gazeteci, çevirmen ve yazar Niyazi Ahmet Banoğlu, Atatürk’ün 27 Mayıs 1938, Cuma günü Ankara’dan İstanbul’a 31. ve son gelişini (27 Mayıs 1938 – 10 Kasım 1938, 167 gün) eserinde şöyle aktarmıştır ;
…”27 Mayıs 1938, Cuma: Atatürk, beraberindeki bilinen kişilerle bugün Ankara’dan İstanbul’a gelmiştir.
Atatürk daha önce 19 Mayıs 1938 Perşembe günü Ankara’dan Mersin’e hareket etmiş,
20 Mayıs Cuma günü Mersin’e varmış,
21 Mayıs Cumartesi günü Mersin’de Viranşehir harabelerini ziyaret etmiş,
22 Mayıs Pazar günü motorla deniz gezintisi yapmış,
23 Mayıs Pazartesi günü Vali Konağına giderek Vali ile görüşmüş,
24 Mayıs Çarşamba günü Mersin’den ayrılarak Tarsus’a gelmiş, aynı gün oradan ayrılarak Adana’ya varmış, oradan da Ankara istikametinde yol çıkmış, aynı gün Ankara’ya gelmiştir.
26 Mayıs Perşembe günü de Ankara’dan İstanbul’a hareket etmiştir.” (Bakınız: Niyazi Ahmet Banoğlu, “Atatürk’ün İstanbul’daki Hayatı (1933-1937) II.”, İtimat Matbaası 1974-İstanbul, Büyük İstanbul Derneği Yayınları:2, Sf:411)
Atatürk’ün 27 Mayıs 1938, Cuma günü Ankara’dan İstanbul’a gelişini, 28 Mayıs 1938 Cumartesi tarihli Akşam gazetesi ki o gün on altı sayfa olarak çıkmış, birinci sayfasında: “Atatürk, coşkun tezahüratla karşılandı” manşeti altında şu bilgiler verilmiştir:
Atatürk coşkun tezahüratla karşılandı: …”Büyük Önder neşeli ve sıhhatli bir yüzle trenden indi, halka iltifat etti. Dün sabah (27 Mayıs 1938 Cuma) Ankara’dan şehrimize gelen Reisicumhur Atatürk çok parlak tezahüratle karşılanmıştır. Atasını tekrar ve yakından görmek arzusu ile binlerce halk, Haydarpaşa rıhtımını ve garın içini, dışını doldurmuştu. İlk ve orta mekteplerle lise talebeleri Haydarpaşa rıhtımında karşılıklı olarak yer almışlardı. Üniversite ve yüksek tahsil gençleri de garı doldurmuşlardı. Herkesin yüzünde Atasını biran evvel görmek arzusu seziliyordu. Hususi tren saat 10,30 da gara girerken istasyon şiddetli alkışlarla çınlıyordu. (Devamı 9 uncu sahifede)”
Atatürk (Baş tarafı 1 inci sahifede): …”Atatürk küçük Ülkü ile trenden indikten sonra neşeli ve sıhhatli bir yüzle kendilerini karşılayan zatların ellerini sıktılar. Atatürk, garda yürüdükleri sırada şiddetli ve sürekli alkışlar devam ediyor, halk ve talebeler kalplerinden kopup gelen sevgi ve heyecanla: —“Varol, yaşa…”
Diye bağırıyorlardı. Atatürk garda bir halk birikintisinin önünde durdular ve yanlarına gelen kimselere iltifatta bulunduktan sonra yollarına devamla gardan çıktılar.
Haydarpaşa rıhtımını dolduran halk ve talebeler de bütün coşkunluklar ile Atatürk’ü candan alkışladılar. Atatürk kendilerini bekleyen Acar motörüne geçtikten sonra Atasını bir kere daha yakından görmek isteyen binlerce insan rıhtımın kenarına koştu.
Atatürk motörle doğruca Dolmabahçe sarayına gitmiştir. (Akşam Gazetesi, Sene 20 — No.7044)”
Ünlü tarihçi ve yazar Cemal Kutay ise Atatürk’ün 27 Mayıs 1938, Cuma günü Ankara’dan İstanbul’a son gelişi hakkındaki bilgilerini şöyle aktarmıştır: …”Atatürk, Ankara’dan 27 Mayıs 1938 tarihinde demiryoluyla İstanbul’a geldiğinde artık çok hastaydı, yürümekte hayli zorlanıyordu. Bir taraftan da karnı su topluyordu. Kendisi de tehlikeyi anlamıştı, hatta hekimlere hissettirmeyen yabancı bir ansiklopedinin bu hastalıkla ilgili kısımlarını tercüme ettirip okumuştu. Nitekim bir akşam göz hekimi Şakir Ahmet Bey’e ansızın sordu:
…”Doktor, şimdi ben hastalığın kaçıncı devresindeyim?”
—“Efendim, bunun devresi yok. Hastalık tabii seyrini izliyor,” cevabını alınca da gülerek cevap verdi:
…”Doktor, bırak bunları! Su almak ameliyesi güç ve tehlikeli midir? Sen bunları bana anlat.” (Bakınız: Cemal Kutay, “Ardında Kalanlar”, Cem Ofset, İstanbul, 1988, Sf:96)
Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün önceleri mutemedi, sonraları da özel kalem müdürüydü. Dolayısıyla Atatürk’ün yakın çevresindekiler arasında bile Atatürk’e en yakın kişiydi. Atatürk’ün belki başkalarının da çeşitli vesilelerle bilincine varabildikleri hüzünlerini, sevinçlerini, sıkıntılarını, heyecanlarını daha yakından ve ayrıntılı bir biçimde gözlemlemiş, Atatürk’te bu duygularını zaman zaman, uzunlu kısalı diyaloglar biçiminde kendisiyle paylaşmıştır.
Hasan Rıza Soyak’ın anılarından anlaşıldığına göre, kendisi 11 Mayıs 1938 günü çiftlikteki Marmara Köşkü’nde çiftlikler ile Ankara’daki bazı Emlak’ın hazırlanmış olan hazineye ve belediyeye devri muamelesi yapıldıktan sonra Savarona yatının teslim alma işlemlerini tamamlamak için Hamburg’a gitmiş, 27 Mayıs 1938, Cuma günü İstanbul’a dönmüştür:
…”Hastamız bu vaziyette iken benim Hamburg’a gitmem icap etti; Amerika’daki sahiplerinden Washington Büyükelçimiz delaletiyle satın alınıp, Hamburg’daki “Blum und fos” şirketi tersanelerinde bazı kısımları tadil edilmiş bulunan Savarona yatını teslim alacaktım. Yat esasen vaktiyle bu şirket tarafından inşa edilmişti.
Hamburg’a muvasalatımın üzerinden ancak bir, iki gün geçmişti ki, İngiliz gazetelerinde, Suriye’den çekilip, “Atatürk’e inme indiğini ve Devlet Erkânının başı ucundan ayrılmadıklarını” bildiren bir telgraf intişar etmişti. Hatay’ın yeni son safhasına girdiği günlerdeydik. Bu meselenin Atatürk’ün şahsi meselesi olduğu da herkesçe biliniyordu. Bu itibarla Suriye kaynaklarından çıkan bu haberin müzakere üzerinde müessir olup, uyuşmayı geciktirmek amacını güden uydurma bir haber olduğu aşikârdı.
Böyle olmakla beraber durumunu kati olarak öğrenmek istedim. Ankara’da Başyaveri aradım, karşıma şehirlerarası telefon santralinden bir memur çıktı. Benim kim olduğumu öğrenince Başyaverin, Atatürk’le beraber Mersin’de olduğunu, mamafih telgraf teliyle –çünkü o zaman Mersin’e henüz telefon hattı yapılmamıştı (!)- derhal irtibat temin edebileceğini söyledi. Bir dakika sonra Başyaverle makine başında görüşmüştük: …”Orada bulunmanıza sebep, Suriye’den yayılan haber midir?” diye sordum. Başyaver, …”Evet” dedi, “seyahatimizin saiki odur. İki gündür çok yorulduk; fakat dönüyoruz.”
Anlamıştım; kendini bildiği günden beri, bütün hayatı boyunca, her memleket vazifesine hudutsuz bir feragat ve fedakârlıkla atılan, Sakarya’da günlerce kaburga kemikleri kırık, sargılar ve ateşler içinde dövüşen Eşsiz Kahraman, bu sefer de memleket ve vazife uğruna sıhhat ve hayatını hiçe sayıyordu.
İlk trene atladım; yolda hep O’nu ve geçmiş güzel, mesut günleri düşündüm; gözümün önünde bilhassa tatlı bir hatıra, muhteşem bir tablo halinde canlanıyordu… İstanbul’a vardığım gün (27 Mayıs 1938) O da, Mareşal rahmetli Fevzi Çakmak ile buraya gelmiş bulunuyordu. Arkadaşlar: …”Seyahat esnasında çok kuvvet sarf ettiğini, Mersin’de ve Adana’da yaptırdığı geçit resimlerinde, saatlerce ayakta durup çok yorulduğunu, bir gün otomobille Silifke yolu üzerindeki Viran şehir harabelerine kadar gittiğini, ayrıca sıcaktan da son derece rahatsız olduğunu” hikâye ettiler.
O günü Dolmabahçe Sarayı’nda istirahatle geçirdi. Fakat ertesi gün akşamüzeri (28 Mayıs 1938), otomobille Florya’ya gitti; avdetinde yolda bir fenalık geçirmiş, yanında bulunanlar bunu bir kalp krizine benzetmişlerdir. Vaziyeti derhal Kadıköy’ünde bulunan Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’e bildirdik. Profesör, gönderilen vasıta ile Saraya geldiyse de Atatürk, Florya’dan döner dönmez yatıp uyuduğu için o gece muayenesi kabil olmadı…” (Bakınız: Hasan Rıza Soyak, “Atatürk’ten Hatıralar”, Yapı Kredi Yayınları (YKY) – 2131 Tarih – 23, 7.Baskı: İstanbul, Nisan 2014, Sf:700)
Atatürk’ün sırdaşı Kılıç Ali Bey’in anılarını gazeteci ve yazar Hulusi Turgut’a teslim eden oğlu Altemur Kılıç tarafından anıların yer aldığı eserde 27 Mayıs 1938 Cuma günü Atatürk’ün Ankara’dan İstanbul’a gelişini şöyle aktarılmıştır;
…”İstanbul’a her gelişinde özel tren gara geldiği zaman, Atatürk, trenin sonunda bulunan vagondan iner, gara serilen halılar üzerinden, oldukça uzun bir mesafeyi yürüyerek geçer, motora giderdi.
Son kez gelişimizde ise bu mesafeyi yürümesinin mümkün olmayacağını anlamıştık. Kendisi de bunu bildiği için, önceden alınan bir tertibatla vagonu trenin önüne, lokomotifin hemen arkasına alınmış ve gardan motora kadar yürüyeceği yol mümkün olduğu kadar kısaltılmıştı.
Son seyahati sırasında uğradığımız her yerin halkı gibi İstanbullular da Atatürk’ün hastalığından ve yayınlanan resmi bildiriden dolayı endişe ve ıstırap içindeydiler. Bunun etkisiyle olacak, Atatürk’ü yakından görmek için garda toplanan halk her zamankinden kalabalıktı.
Atatürk’te halkın üzüntüsünün, ıstırabının farkındaydı. Bu üzüntüyü gidermek için mümkün olduğu kadar neşeli ve zinde görünmeye çalıştığını seziyorduk. Motora girdikten sonra, çevrede toplanan halkı tatmin için, özel eşyalarının naklini ayakta durarak bizzat izliyordu. Bu eşya nakli yirmi dakika kadar sürmüştü. Bu kadar süre ayakta durmak için doğal olarak büyük bir enerji sarf etmesi gerekiyordu. Çok yorulduğunu ve acı çektiğini yakından görüyorduk ve içimiz kan ağlıyordu.
Saraya geldik. Atatürk dinleneceğini bildirerek özel dairesine çekilmişti. Yatağa girdiğinden emin olduktan sonra, bizler de bu dinlenme süresinden yararlanarak evlerimize dağılmıştık. Akşam tekrar saraya dönecektik.
Öğleden sonra, saraydan ayrılışımızdan hemen bir-iki saat sonra, Atatürk’ün kakıp otomobille Florya’ya gideceğini yaveri haber verdiğinde hayret etmiş ve hemen saraya koşmuştum. Fakat hareket anına yetişemedim. Atatürk kalkar kalkmaz hemen hareket etmişti. Mamafih yalnız değildi. Salih Bozok ile Cevat Abbas yanındaydı. Bir otomobille peşlerine takıldım ve Florya’da sonradan yapılan otelin bulunduğu yerde otomobilden inmiş, orada inceleme yaparken yetiştim.
Atatürk, araziyi bir süre inceledikten sonra Cevat Abbas’ı benim otomobilime verdi ve Salih Bozok’u yanına aldı. Birlikte sahildeki deniz köşküne gittik. Köşkü ayaküstü şöyle bir gözden geçirdikten sonra, köşkün karşısındaki benim eve çıktı. Evin girişinde bir koltuğa oturdu. Çok yorgun ve bitkin görünüyordu. İstemeye istemeye konuştuğu, konuşurken yorulduğu belli oluyordu. Herhalde o gün bir ıstırabı vardı. Fakat bizden saklıyor, söylemiyordu.
O sırada İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ hakkında bir lüzum-u muhakeme kararı vermişti. Muhittin Bey bunu anlatıyor, Atatürk’te bazı sorular soruyordu. Atatürk o kadar halsizdi ki, soruları yanındaki arkadaşa söylüyor, o da yüksek sesle, kulakları biraz ağır işiten Muhittin Üstündağ’a tekrarlıyordu. Bu halsizlik yüzünden orada fazla kalmak istemedi ve …“Haydi gidelim, yatalım” dedi.
Akşam saat 20.00 sularında Florya’dan ayrılmıştık. Atatürk, Salih Bozok’la bir otomobilde, ben de Cevat Abbas’la ikinci bir otomobilde saraya dönüyorduk. Bahçelievler’e yaklaşmıştık. Bakırköy Hastanesindeki kaviste Atatürk’ün otomobili birdenbire durdu. Otomobilin içerisinde bir telaş vardı. Bizde hemen koştuk. Atatürk fena halde sancılanmıştı. Sancı o kadar şiddetliydi ki, otomobili durdurmaya mecbur olmuşlardı. Sancı göğsüne vurduğu için Salih Bozok da şaşırmıştı. Kendisi de kalp krizi geçirmiş olduğu için yanında daima Trinitrin taşır, gerektiğinde bu ilacı kullanırdı. Atatürk’ün sancısını da kalp sancısı sanarak hemen bu ilaçtan bir komprime vermişti. Sancı nispeten hafifledikten sonra yolumuza devam ettik. Karagümrük-Şişhane-Altıncı Daire yanından Tünel’e, oradan da İstiklal Caddesi’ni takiben saraya geldik.
Atatürk, sancıdan o kadar bunalmıştı ki, elbiselerinin bütün düğmelerini çözmüş, öylece serbest oturuyordu. Saraya indiğimizde ayakları adeta birbirine dolaşarak yürüyordu. Kendisine yardıma mecbur olduk. Kollarına girerek asansöre kadar götürdük. Asansöre bindirdik. Yukarı çıkar çıkmaz hemen soyunup yatağa girdi. Her zamankinden daha solgun ve halsiz görünüyordu.
Atatürk’ün bu durumu bizi her zamankinden çok telaşlandırdı. Başyaver Celal Bey, hemen Neşet Ömer Bey’i arattı ve buldurup saraya getirtti. Biz bu sancıyı kalp krizi sanmıştık. Keşke öyle olsaymış. Neşet Ömer Bey gelir gelmez uzun uzadıya muayene etti. Olayın kesinlikle bir kalp krizi olmadığını, karaciğerin gösterdiği bir arıza olduğunu söyledi…” (Bakınız: Derleyen Hulusi Turgut, “Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 17.Basım, Haziran 2015-İstanbul, Genel Yayın:859, Sf:620…622)
Atatürk kitaplığımda bulunan birçok değerli eserlerin arasında Atatürk’ün 27 Mayıs 1938, Cuma günü Ankara’dan İstanbul’a gelişi ve İstanbul’daki karşılama hakkında şüphesiz en fazla bilgi “Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları” adlı eserdir. Özellikle genç kuşaklara anıları ulaştırdıkları için, hem İş Bankası Kültür Yayınları’na, hem de titiz ve içten çalışması için Hulusi Turgut Bey’e teşekkürü bir borç biliyorum. Ancak, yukarıda okuduğumuz o güne ait anı sayfasında dikkatimi çeken bir hususu sizlerle paylaşmak isterim: …”Saraya geldik. Atatürk dinleneceğini bildirerek özel dairesine çekilmişti. Yatağa girdiğinden emin olduktan sonra, bizler de bu dinlenme süresinden yararlanarak evlerimize dağılmıştık. Akşam tekrar saraya dönecektik. Öğleden sonra, saraydan ayrılışımızdan hemen bir-iki saat sonra, Atatürk’ün kakıp otomobille Florya’ya gideceğini yaveri haber verdiğinde hayret etmiş ve hemen saraya koşmuştum. Fakat hareket anına yetişemedim. Atatürk kalkar kalkmaz hemen hareket etmişti. Mamafih yalnız değildi. Salih Bozok ile Cevat Abbas yanındaydı. Bir otomobille peşlerine takıldım ve Florya’da sonradan yapılan otelin bulunduğu yerde otomobilden inmiş, orada inceleme yaparken yetiştim…”
Neşredilen anıya göre, Atatürk, 27 Mayıs 1938 günü Ankara’dan İstanbul’a gelmiş, aynı gün Florya Köşkü’ne gidilmiş ve saraya tekrar dönülmüştür. “Atatürk’ün Berberi” Mehmet Tanrıkut Mete Bey ise anılarında Florya Köşkü’ne gidiş-dönüş tarihini 28 Mayıs 1938 günü olarak anlatmıştır:
…”Atatürk, 26 Mayıs Perşembe günü özel treni ile son olarak Ankara’dan İstanbul’a hareket etmişti… Yıl 1938 idi. Memlekete bahar çoktan gelmiş, yaza giriliyordu. Atatürk, mahiyetindekilerle birlikte İstanbul’daydı. 27 Mayıs Cuma günü Haydarpaşa’dan Dolmabahçe Sarayı’na geçilmişti. Dolmabahçe’de kasvetli bir hava hâkimdi. Berber Mehmet dâhil tüm hizmetlilerin ağzını bıçak açmıyordu. Atatürk, 28 Mayıs sabahı sakal tıraşını olurken biraz düşünceliydi. Birden aynada Mehmet’le göz göze gelmiş, …”Tıraşı bitirdikten sonra git söyle yaver beye Florya’ya geçiyoruz. Biraz deniz havası alalım Memo…” demişti. Berber Mehmet, o gün o emri alırken Atasının yüzündeki mutluluk ifadesini yıllarca unutamayacak, hatta verdiği kararından cayar diye düşünerek tıraşını her zamankinden daha titiz ve hızlı yapacak ve koşar adım gidecekti yaver beyin odasına…
Akşamüstü olmuş, Dolmabahçe’den otomobille Florya’ya Köşkü’ne gidilmişti…
Florya Köşkü, Atatürk için İstanbul Belediyesi tarafından 1935 yılında açılan proje yarışmasını kazanan Seyfi Arkan’a yaptırılmıştı. Köşk, yazlık bir konut olarak deniz tabanına çakılan sütunlar üzerine inşa edilmiş ve karaya bağlanarak 1935 yılının 14 Ağustos tarihinde kullanıma açılmıştı.
…”Florya Köşkü hizmete girdiğinden o yana Atatürk hiç böyle keyifsiz olmamıştı. Istırabı yüzüne yansıyordu. Kahvesini yudumlarken engin denize dalıp gitmişti. Yanında bulunanlar hiç gürültü etmeden kendisinden gelecek emirleri bekliyor, hatta bir şeyler istese de yapsak ve mutlu etsek diye sabırsızlanıyorlardı.
Akşam yemeğine geçildiğinde de Atatürk’ün sıkıntısı geçmemişti. Saat 21.00’i gösteriyordu. Atatürk, yemeğinin tamamını bitiremeden sofradan kalkarak, …”Dönüyoruz çocuklar!” diye seslenmişti. Atatürk’ün emri üzerine herkes hareketlenmiş, yol durumuna geçilmiş, araçlar birbiri ardına dizilerek Dolmabahçe’nin yolunu tutulmuştu. Samatya’ya doğru gelindiğinde Atatürk, Salih Bozok’un elini tutarak, …”Fenalaşıyorum Salih!” diyebilmişti. Salih Bozok, çocukluk arkadaşının durumunu görünce hayrete düşmüştü.
Atatürk’ün alnında ter taneleri birikmiş yanaklarından süzülüyordu. Sıkıntısı gözle görülür bir hal almıştı… Salih Bozok telaşla, -Hızlı sür aslanım! Daha hızlı…”
Saray’a dönüldüğünde kendilerini Dr. Neşet Ömer İrdelp karşılamıştı. Atatürk hiç vakit kaybedilmeden muayeneye alınmıştı. Karnındaki şişlik gözle görülebiliyordu. Doktor Neşet Beyi endişesini dile getirmeden Atatürk’ün karnındaki su miktarının bir an önce ölçülmesini düşünerek acılarını kısmen de olsa azaltacak bir sakinleştirici vermişti.”(Bakınız: Yaşar Gürsoy, “Hoşçakalın Çocuklar… Atatürk ve Berberi”, İnkılâp Kitapevi, İstanbul 2012, Yayımcı ve Matbaacı Sertifika No: 10614, Sf:414…416)
Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın tarihi araştırmalarına büyük katkıları olan Utkan Kocatürk, geniş kaynak bilgisini yanı sıra Atatürk döneminin fotoğraflarında yer alan kişilerinde tanınmasında engin bir ihtisas sahibidir. Bizlere ışık tutan Türk Kaynakçalı Atatürk Günlüğü eserinde, 28 Mayıs 1938; …”Atatürk’ün akşamüzeri Dolmabahçe’den otomobille Florya’ya gidişi, gece saat 21.00’de tekrar Dolmabahçe Sarayı’na dönüşü. Atatürk’ün gece Florya’dan Dolmabahçe Sarayı’na dönerken bir fenalık geçirmesi,” olarak tespit etmiştir.
FOTO GALERİ
Fotoğrafların detayı için, üstüne tıklayın: