-…”O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. O’nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonuca kadar O, ölümsüdür.”
Mustafa Kemal Atatürk, İslâm tarihini okumuş, öğrenmiş ve değerlendirmiş gerek “Nutuk” ‘ta gerekse “Söylev ve Demeçleri” ‘nde İslâm tarihine ait görüşlerini bildirmiştir. Atatürk’ün İslâm tarihi hakkında görüşleri, esas itibarıyla İslâm Dini ve İslâm konularını kapsamaktadır.
Atatürk, İslâm Peygamberi Hz. Muhammed hakkında oldukça hürmetkâr ve sitayişkâr ifadeler kullanır; …”Mazhar-ı nübüvvet ve Risâlet olan Efendimiz” sözcüğünde de olduğu gibi O’nun insanlık tarihinin en seçkin ve dahi kişisi olduğunu söyler, daveti ve tebliğ hizmeti mücadelesi hakkında geniş bilgiler verir. Atatürk, 1 Kasım 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki söylevinde:
…”Son peygamber olan Muhammed Mustafa (s.a.s) 1394 yıl önce Rûmi Nisan ayı içinde Rebiuevvel ayının On ikinci Pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu. Gün doğmadan… Bugün o gündür. İnşallah büyük tesadüftür. Gerçekten Arap tarihiyle bu akşam doğum gününün yıl dönümüne rastlıyor. Hz. Muhammed, çocukluk ve gençlik günlerini geçirdi. Fakat henüz Peygamber olmadı. Yüzü nurlu, sözü ruhani, olgunluk ve görünüşte eşsiz, sözünde doğru, yumuşak huylu ve insanlıkta ötekilere üstün olan Muhammed Mustafa önce bu özel vasıflar ve seçkinliğiyle kabilesi içinde “Muhammedü’l-emin” oldu. Muhammed Mustafa, Peygamber olmadan önce kavminin sevgisine, saygısına, güvenine ulaştı. Ondan sonra kırk yaşında nübüvvet ve kırk üçüncü yaşında risâlet geldi. Fahrialem Efendimiz sonsuz tehlikeler içinde bitmez sıkıntı ve zorluklar karşısında yirmi yıl çalıştı ve İslâm dinini yerleştirmek için peygamberlik görevini yapmayı başardıktan sonra cennetin en yüksek tabakasına ulaştı. Kendisinin irşadına ulaşmış olan Müslümanlar ve özellikle sahabe pekçok gözyaşı döktüler. Fakat insanlık gereği olan bu üzüntülü durumun faydasız olduğunu hemen anlayan anlayışlı kişiler, Peygamberin arkasından ağlamak değil, ümmetin işlerini bir an önce güzel yürütmeye ulaştıracak tedbiri almak inancıyla toplandılar. Resûl-i ekrem’e halife olacak bir emir seçilmesi söz konusu edildi. Hazreti Peygamber, dostu olan Hz. Ebubekir’den çok hoşlanırdı. Son nefeslerini yaşarken Ebubekir’in kendisine halef olmasının uygun olacağını değişik şekillerde işaret de buyurmuşlardı.”
Atatürk bu söylevinde İslâm Peygamber’inin hayatını ve dini tebliğ çalışmalarını veciz bir şekilde ortaya koymaktadır. Siyer kitapları ve İslâm tarihi kaynaklarının genel anlatımı çerçevesinde kalan bu açıklaması ile Hazreti Muhammed’in hayatını ve ilk devir İslâm tarihini teferruatıyla bildiğini göstermektedir. Ancak O’nun bu bilgilerinin de bir takım kaynakları vardır.
Atatürk, bir gün kendisine Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.S)’nın yüksek kişiliğine yaraşır bir şekilde belirtilmeyen bir eser hakkında şöyle demiştir:
-…” Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.S) ’yı bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu gibi cahil adamlar, O’nun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesi’nde en büyük bir planı nasıl düşünür ve tatbik edebilir? Tarih gerçekleri değiştiren bir sanat değil, belirten ilim olmalıdır. Bu küçük harpte bile askeri dehası kadar siyasi görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Muhammed Mustafa (S.A.S), bu harp sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülmezdi.”
Üstte görmekte olduğumuz çok ufak boyutta basılmış Kur’an-ı Kerim’i Atatürk’e aittir. Yrd. Doç. Güler, Atatürk’ün cebinde taşıdığı mercekli Kur’an-ı Kerim’in detayları hakkında şu bilgileri veriyor:
…”Atatürk’ün üzerinde, göğsünün üzerindeki cebinde küçük bir Kur’an-ı Kerim taşıdığını biliyoruz. Daha sonra Manevi Kızı Rukiye Erkin’e hediye ettiği bu Kur’an-ı Kerim; 1980 yılında Rukiye Erkin tarafından Anıtkabir Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi’ne bağışlanmıştır. Ön tarafında bir mercek bulunan gümüş mahfaza içindeki Küçük Kur’an-ı Kerim, 3,5 cm. uzunluğunda, 2,8 cm. genişliğinde, 1cm. yüksekliğindedir. Kur’an-ı Kerim’in kapağı yaldız süslüdür. Gümüşten yapılmış mahfazası üzerinde bezemeler vardır. Gümüş kutunun içindeyken bile hangi sayfası açıksa gümüş kapaktaki mercek yardımıyla rahatlıkla okunabilmektedir.”
Atatürk diyor ki;
-…”Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimize göre, Muhammed Mustafa (S.A.S) hiç değişmeden yaşamış bir insan değildi; O da hayat ve hadiselerin zaruri icapları karşısında her gün değişmiştir.”
-…”Kur’an-ı Kerim’in tercüme edilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak tercüme ediliyor. Muhammed Mustafa (S.A.S)’nın hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim. Halk tekrarlanmakta bulunan bir şey mevcut olduğunu ve din işleriyle ilgili kimselerin derdi ancak kendi karınlarını doyurup, başka bir işleri olmadığını bilsinler.”
-…” Muhammed Mustafa (S.A.S), ibtida Allah’ın resulüyüm diye ortaya çıkmamıştır; bunu düşünmemiştir. Bu düşünce senelerce mücadele ettikten sonra kendisinde hâsıl olmuştur.”
-…”Musa, cahiliyet devrinde “Evâmir-i aşere” siyle fazilet dersleri vermiştir. Musa ile Muhammed’in arasını asırlar doldurmuştur. İnsanlık son bedeviyet devrinde, ne de olsa ilerlemiştir. Hazret-i Muhammed, Musa devrinin din telâkkilerindeki hurafeleri kısmen atmaya muvaffak olmuştur.”