Atatürk’ü görüp O’nunla görüşüp de O’na hayran olmamak, O’na canla başla bağlanmamak acaba mümkün müydü?
O cezbeder, ikna ederdi. O’nun için nice krallar, şahlar, emirler, yabancı edebiyatçılar, yazarlar, devlet adamları ziyaretine gelmişler, hepsi de aynı hayranlık hisleriyle yanından ayrılmışlardı. Hele İran Şahı Rıza Pehlevi, Atatürk’e o kadar sevgiyle bağlanmıştı ki, …“Menim birader” demişti.
İran Şahı Rıza Pehlevi, Atatürk’ün konuğu olarak 8 Haziran 1934’te Türk sınırına gelmiş, kendisine mihmandar olarak (misafir ağırlayıcı: konukçu) Atatürk tarafından Orgeneral Fahrettin Altay görevlendirilmiştir.
Rıza Şah Pehlevi:
14 Haziran’da Trabzon’a,
16 Haziran’da Trenle Samsun’dan Ankara’ya varmış, Atatürk tarafından karşılanmıştır. Aynı akşam Çankaya Köşkü’nde Şah onuruna bir ziyafet verilmiştir.
17 Haziran’da Atatürk’le İran Şahı Ankara’da geçit resmini izlemişlerdir.
18 Haziran’da Şah, Meclis Başkanımızın öğle yemeğinde bulunmuştur. Akşamüzeri de Atatürk, İran Şahı’nın İran Büyükelçiliği’ndeki akşam yemeğinde bulunmuştur.
19 Haziran’da Şah, Ankara Halkevi’nde Atatürk’le birlikte opera seyretmiştir.
20 Haziran’da Atatürk, konuğu İran Şahı ile birlikte İstanbul’a gelmek üzere Ankara’dan İzmir yönüne hareket etmiştir.
21 Haziran’da Atatürk, İran Şahı ile birlikte Eskişehir Hava Meydanı Mektebi’ni gezmiştir. Afyon’da Kolordu Karargâhı’nı ziyaret etmiş ve sonra Uşak yönüne hareket etmiştir.
22 Haziran’da Uşak’ta topçu birliğini denetlenmiş, Manisa üzerinden İzmir’e gelinmiş ve Kız Öğretmen Okulu ile Halkevi ziyaret edilmiştir.
23 Haziran’da Seydiköy civarındaki askeri manevralar izlenmiştir.
24 Haziran’da ise Menemen’de Piyade Alayı’nı denetlemişler, Soma üzerinden Balıkesir’e gelmişlerdir.
25 Haziran’da Atatürk’le Şah Balıkesir’e gelmiş, Gülcemal Vapuru ile İstanbul’a hareket etmişlerdir.
Şah’ın Ankara’ya gelişi (16 Haziran), Ankara’dan ayrılışları (20 Haziran) ve İstanbul’a gelişleri (26 Haziran) ile ilgili olarak Şah’ın konukçusu Orgeneral Sayın Fahrettin Altay “On Yıl Savaş ve Sonrası” eserinde değerli bilgiler vermiştir.
–Orgeneral Altay, Şah’a Konukçu Atanıyor, Şah Geliyor;
…”1934 yılı Haziran ayı başlarında aldığım emirle Ankara’ya gelecek olan İran Şahı Rıza Pehlevi’ye konukçu atandım. Şah Rıza Pehlevi’yi Trabzon’dan karşıladım ve Yavuz Zırhlısı ile Samsun’a doğru hareket ettik. Karadeniz’de ilerlerken Şah gemimizin 28’lik koca koca toplarının bulunduğu tarete (zırhlı kuleye) girmek istiyordu, giriş yeri de ufak bir delikten ibaretti. Kendilerine elbiselerinin lekelenebileceğini hatırlattığım vakit:
—“Top lekesi bana ziynet (süs) tir,” deyip ellerini yukarı deliğin içinde bulunan bir top erine uzatarak onun yanına çıktı, biz de onun arkasından girdik.
İran Şahı Rıza Pehlevi’ye konukçuluk günlerinden kalan diğer anıları şöyle topluyorum ki bunlar bende tatlı anı olarak kalmış ve bazıları da birer belge niteliğini korumuştur. O zaman gazetelerde yazılanları yinelemeyeceğim. Yalnız bir olayı yazıyorum.
-Şah’a Sürpriz;
Şah, Ankara’dan ayrılmadan önce Atatürk onuruna İran Büyükelçiliği’nde mükellef bir veda ziyafeti verildi (18 Haziran). Devlet ileri gelenleri ve elçiler davetliydiler. Ziyafeti bir suvare izledi. Kordiplomatik ve büyük adamlar salonu doldurdu. Çok neşeli bir gece geçiyordu. Atatürk, Şah ile konuşurken çocuklarını sordu. O da en büyük oğlu veliaht Mehmet Rıza Şah’ın öğrenim için İsviçre’de bulunduğunu ve henüz 16 yaşında olduğunu, bu ayrılığın kendisine bir hayli zor geldiğini söyleyince Atatürk, başyaverine şu emri verdi:
-…”Şimdi telefonla veliaht hazretlerini bularak pederleriyle konuşmalarını sağlayınız.”
On dakika sonra veliahdın telefon başında olduğunu söyledikleri vakit Şah, büyük bir heyecanla telefonu alarak oğlu ile konuştu. Atatürk’e teşekkür ederken gözleri dolu dolu idi.
-Poker Partisi;
Atatürk de buna sevinerek Şah’ın heyecanını yatıştırmak amacı ile bir poker oyunu önerdi. Hemen yan odada bir masa hazırlandı. İngiliz Büyükelçisi ile Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nı da alarak oyuna oturdular. Atatürk oyunu seviyordu, fakat düşkünü değildi (!). Eğlenmek için oynar, ne yapar yapar oyunda bir olağanüstülük gösterir, bundan da zevk duyardı.
Şah’ın sağında kendisi, kendi sağında İngiliz Sefiri, onun da sağında Dışişleri Bakanı Saraçoğlu, Şah’ın solunda da Başbakan İnönü yer almıştı. Ben iki hükümdarın arkasında ayakta duruyordum.
Şehinşah, oyunda pek kuvvetli görünmüyor, Atatürk’ü hoş tutmaya çalışıyordu.
Yavaş yavaş oyun büyüdü. Sonuna doğru bir hayli para toplandı. İngiliz Büyükelçisi kâğıtlarına baktı ve oyunu açtı. Atatürk:
-…”Elimde bir şey yok, pas,” dedi. Sola dönerek Şah’ın eline baktı. Şah da:
—“Kaçmak lazım değil mi? der gibi onun yüzüne baktı. Atatürk, iki yedili görünce:
-…”Haydi, ortak girelim,” dedi. Girdiler.
Ötekiler çekildiler. Büyükelçi kâğıt istemedi. Atatürk:
-…”Bize üçkâğıt verin,” diyerek aldıkları kâğıtlara Şah’la beraber elleri bir arada yavaş yavaş bakmaya başladılar. İngiliz Büyükelçisi “bob” dediği sırada bunlar yeni gelen iki yedilinin uçlarını gördüler ve Atatürk:
-…”Rest,” dedi. Elçi bir durakladı, başını sallayarak:
—“Hayır… İki büyük hükümdar blöf yapmaz. Kareyi buldunuz,” dedi. Üç as, iki ruvadan ibaret ful majörle kaçıyordu.
Atatürk, yedili kareyi yere açtı ve paraları Şah’ın önüne çekip İngiliz Büyükelçisi’ne Fransızca dedi ki:
-…”Ekselans, anlayışınızı takdirle kutlarım. Görüyorsunuz ya, biz Şehinşah Hazretleri’yle birleşince şanş bize nasıl gülüyor. Eğer siz de bizimle olursanız ne büyük kuvvet oluruz.”
Atatürk’ün bu sözlerine İngiliz Büyükelçisi ayağa kalkarak ve eğilerek teşekkür etti.
-Dünyaya Yayılan Espri;
Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşlarında senelerce İngilizlerle dövüşmüş olduğumuzdan İngiliz düşmanlığı üstünden on bir sene kadar kıs bir süre geçmiş iken Atatürk’ün bu dostluk sözlerinin çok etkili olduğu sonradan duyulmuştur.
Ve işte; yukarıda söylediğim gibi Mustafa Kemal Atatürk, bu oyunda da bir olağanüstülük yapmış ve hiç şüphesiz dünya politika kulislerinde günlerce konuşulan bir çıkış göstermişti.
-“Acem” Deyimi ve Atatürk;
Ankara’dan İzmir’e gidildi. Orası gezildikten sonra İzmir’den trenle Balıkesir’e gidiyorduk. Oradan da otomobille Çanakkale’ye gidilecekti. Bir ara Atatürk, maiyetinin bulunduğu salona geldi ve onlara:
-…”Aman çocuklar dikkat edin. Şah’ın yanında “Acem” kelimesini kullanmayın. Hep “İrani” demek lazım. Bu “Acem” kelimesi Araplardan bize gelmiştir ki bu sözden hoşlanmazlar.”
Sabahleyin Soma İstasyonu’nda bir Piyade Alayı karşılamada bulundu. Atatürk’le Şah, trenden inip askeri denetleyerek bir geçit resmi izlediler. Askerler geçerlerken aralarında bazılarının ayak uyduramadıklarını görünce Atatürk, Şah’a:
-…”Askerlerimizin bir kısmı “ACEMİDİR” de, bu ondan oluyor,” deyiverdi.
Ertesi akşam bir araya geldiğimizde Salih Bozok , Atatürk’e:
—“Abe Paşam, bize verirsin talkımı…” deyince Atatürk gülümseyerek:
-…”Sus Salih sus, öyle bir pot kırdık ki…” diyerek yanımızdan ayrıldı.
-Türk Ordusu ve Şah;
Otomobille Çanakkale’ye yaklaşıyoruz. Kirazlı yaylasındaki birlik tatbikat sırasında görülmek istenildi. Bir Piyade Alayı ile bir Batarya, Balabançeşme’den Kirazlı’ya doğru yürüyordu. Biz bu birliğin yanından geçerken Kirazlı gediğinden bir düşman kolunun çıkmaya başladığı haberi alınmıştı ki Müfreze Komutanı derhal Alay’a taarruz emri veriyordu. Yol, bir takım dik sırtlardan dolaşıyor ve bir ormandan geçiyordu. Şah’a dedim ki:
—“Bakalım, komutan bataryasına nerede mevzii bulacak?”
Şah, yolu göstererek:
—“İşte! Değil mi?” dediği anda komutanın yüksek sesle verdiği komut işitildi ve her top yol üzerinde bulunduğu yere indirilerek orada yer aldı. Batarya dürbünü de yolun üst köşesine yerleştirildikten sonra hızla ateş açıldı. Şah, bana:
—“Gördün mü Komutan! Takdirinize liyakat gösterdi,” dedi.
Ben de kendilerine:
—“Takdir zat-ı şahanelerinindir,” yanıtını verdim.
Şah sonra Atatürk’e dönerek:
—“Ordunuzun kıymet ve kudretini her suretle takdir ediyorum. Böyle bir orduya sahip olduğunuzdan dolayı sizi tebrik ederim.”
Şah’ın bu takdirine Atatürk’ün cevabı şu oluyordu:
-…”Benim en büyük şansım değerli kumandanlara sahip olmaktı.”
-İstanbul’a Doğru;
Atatürk, Çanakkale’den ayrılarak karadan Ankara’ya döndü (*). Biz vapurla İstanbul’a gittik. Vapurda Şehinşah bizlerle çok alçakgönüllü biçimde konuşmuş, gördükleri ilerlemeden, yapılan devrimlerden takdirle söz etmişti.
Özellikle laikliği, din ile devlet işlerinin ayrılmış olmasını çok faydalı bulduğunu söylüyor, Türklerle İranlılar arasında soğukluk doğuran mezhep kavgalarının ortadan kalkmasını sağlayacak bir duruma çok önem veriyordu. Şehinşah bu sorun üzerinde, kendilerinin de İran’da bu yolu izlediklerini ve bir takım aşırı mezhep geleneklerini yaşadıklarını ve her iki millet arasındaki mezhep soğukluklarının ortadan kalkacağını ve gerçek Türk-İran kardeşliğinin meydana geleceğini kendisine özgü bir incelikle söylüyordu.
Gene bu konuşmalar arasında bir ara dedi ki:
—“Gazi Hazretleri için İsmet Paşa gibi bir başbakana sahip olmak büyük bir şanstır.”
Marmara Denizi’nin güney kıyısını yalayarak Yalova’dan kuzey tarafa geçtik. Yavaş yavaş İstanbul’a yaklaşıyorduk. Şah haritaya bakarken ben bir subaya:
—“Bir pertavsız getirin, rahat görsünler,” diye emir verdiğimi duyunca:
—“Ne dedin, ne dedin? Pertavsız mı dedin? Allah Allah! Bizim dilimizi alıp başka türlü kullanırsınız. Bu da doğru ama biz buna “Zerrebin” deriz, diyerek gülümsedi.
-İstanbul’a Hayranlık:
Kızkulesi’ne yaklaştığımız sırada İstanbul’un muhteşem paranoması karşısında Şehinşah:
—“Bunun hammusi (hepsi) İstanbul’dur?” diye hayretle sordu. Allah sahibine bağışlasın. Hakikatten çok güzel ve çok büyük bir şehir. İşitmiştim ama bu derecede olacağını tasavvur edemezdim., demekten kendini alamadı.”
(*): Burada Orgeneral Fahrettin Altay Paşa’nın anılarına ara vererek konuğu İran Şahı Rıza Şah ile Atatürk’ün İstanbul’da nasıl karşılandığını günlük gazetelerden Akşam Gazetesi’nden izleyelim:
Niyazi Ahmet Banoğlu, “Atatürk’ün İstanbul’daki Hayatı” adlı eserinin 407 sayfasında o günü şöyle alıntılamıştır:
…”Gazi’nin İran Şahı Pehlevi ile İstanbul’a Gelişi
26 Haziran 1934, Salı:
…”Atatürk beraberinde İran Şahı Rıza Pehlevi olduğu halde Çanakkale’den Gülcemal vapuru ile saat 11.00’de İstanbul’a adaların açıklarına gelmiş, denizde çoşkun gösterilerle karşılanmıştır. Oradan Kavaklar’a kadar bir gezinti yaptıktan sonra Atatürk, Şehinşah Hazretleriyle birlikte saat 15.00’te Sarayburnu’ndan karaya çıkmışlardır.
İran Şehinşahı alâ Hazret-i Hümayun Rıza Pehlevi Hazretleriyle Cumhurbaşkanımız Atatürk’ün gelişleri, bütün şehri saygı ve sevgiyle yerinden oynatmıştır. Ve böylece İstanbul şehri bir bayram, zafer ve onur gününün yüksek neşesi içinde iki devlet başkanının gelişini selamladı.
İlk saatler:
…”Sabahın erken saatlerinden itibaren şehirde görülmemiş bir kalabalık başladı. En kuytu sokaklara kadar İstanbul’un her tarafı Türk ve İran bayraklarıyla süslüydü. Büyük konuğun geçeceği yollar da daha önceden silinip süpürülmüş, temizlenmiş sulanmıştı.
Dakikalar geçtikçe halk akını başlıyordu. Kalabalık arttıkça artıyor, caddelerin iki tarafları, meydanlar ve köşeler tutuluyordu. İki büyük başkanı yakından görmek ve alkışlamak üzere yollara düşenlerin hepsi, bu emellerine kavuşmak için saatlerce ayaküstü beklemeyi göze almışlardı. Yayımlanan program gereğince Şehinşah ve Cumhurbaşkanı Atatürk’ün gelmelerine daha çok vakit olduğu halde hiç kimse yerinden kıpırdamıyordu. Bu durum İstanbul halkının daha sabahın ilk saatlerinde büyük başkanların geçeceği yollara toplanmış olduğunu bütün parlaklığı ve görkemiyle gösteriyordu.”
Gülcemal Ada Açıklarında: …”Taklar, bayraklar, armalar ve sayısız insan yığınlarıyla süslü şehrin kara manzarası bu kadar heybetliydi. Bu saatlerde denizin üstünde de büyük bir heyecan ve sevinç gösterileri çalkanıyordu.
Türk ve İran bayraklarıyla süslü yüzlerce kayık limana bir çiçek bahçesi şeklini vermişti.
Saat tam 11.00’de deniz büyük bir kaynaşmaya sahne oldu; Gülcemal vapuru ada açıklarında görülmüştü.
Denizyolları İşletmesi’nin ege vapuru ile Akay şirket idarelerinin vapurları Şehinşah Hazretleriyle Cumhurbaşkanı Atatürk’ü karşılamak için köprüden açıldılar. Bu vapurlardaki binlerce kişi dışında çeşitli kurumlar tarafından kiralanmış römorkörler, istimbotlar ve motorlar da Gülcemal’i karşılamaya koştular. Bu arada şehrimizdeki İran kolonisi tarafından tutulmuş olan şirketin 68 numaralı vapuru ‘da hareket etti.”
Denizdeki Gösteriler:
…”Gülcemal Ada açıklarında bir süre demirli durduktan sonra saat 13.00’e doğru Kızkulesi yönüne gelmiş, karşılayıcı vapurların aralarından geçmiştir. Bu sırada Cumhurbaşkanımızla Şehinşah Hazretleri Gülcemal’in kaptan köprüsünde bulunuyorlar, vapurlardaki halkın coşun gösterilerine karşılık vererek halkı selamlıyorlardı. “Zindebat” ve “Yaşa” sesleri denizin her tarafını kaplamıştı.
Boğazdaki Gezinti:
…”Gülcemal’i Kocatepe ve Adatepe muhripleri takip ediyordu. Ağır ağır Boğaza doğru uzanan Gülcemal, Dolmabahçe önüne yaklaştığı zaman, donanma tarafından mızıka ve top atımı ile selamladı. Yavuz harp gemisinden de “Yaşa” sesleri yükseliyordu.
Boğazın sağlı sollu sahilleri Türk ve İran bayraklarıyla donatılmıştı. Halk sahillere dökülmüş, bundan başka yüzlerce sandal ve kayık da kıyı sularda sıralanmıştı.
Gülcemal, sandallardan ve kıyılardan yükselen saygı sesleri arasında Kavaklar’a kadar ilerledi. İki torpidodan başka diğer karşılayıcı vapurlar ve motorlar da Gülcemal’in izi üzerinde düzgün bir hat teşkil etmişti.
Gülcemal Sütlüce önünde bir süre durdu ve geri döndü. Sarayburnu açığına gelindiği vakit ağır ağır Selimiye yönüne doğru ilerledi. Bu sırada limandaki bütün deniz araçları tarafından düdük sesleriyle selamlandı. Daha sonra bütün deniz araçları tekrar Gülcemal’e yaklaşarak gösterilerde bulundu.
Kınalıada Vapurunda:
…”Saat 15.00’ii geçiyordu. Kınalıada vapuru Gülcemal’e yaklaştı. Evvela büyük misafirimiz İran Şehinşahı Haşmeti Rıza Pehlevi Hazretleri, Başvekilimiz İsmet Paşa, İran Hariciye Nazırı Akay Kazım Han, Hariciye Vekilimiz Tevfik Rüştü (Aras) Bey, ordu müfettişleri Ali Sait, Fahrettin (Altay) ve İzzettin (Çalışlar) paşalar; Donanma Kumandanı Şükrü (Okan) Bey, mebuslarımızdan Kılıç Ali, Salih (Bozok) ve Nuri (Conker) beylerle Gazi Hazretlerinin maiyetleri Gülcemal’den Kınalıada vapuruna geçtiler.
Kınalıada vapuru, hıncahınç dolu olan İstanbul’daki bütün araçların sonsuz gösterileri, selamları ve düdük sesleri arasında Sarayburnu iskelesine doğru ilerledi.
İran Şahı ve İstanbul:
…”Kınalıada vapuru, büyük konukları onuruna süslenmiş ve donanmış… Konuk Şehinşah ile Gazi güvertede ayakta duruyorlar ve halkın coşkun, candan sevgi gösterilerine karşılık veriyorlar. Bu arada Şehinşah Hazretleri İstanbul’un görülebilen bölümleri hakkında Gazi’nin verdiği bilgileri dikkat ve ilgi ile dinliyorlar. Bu görüşme sırasında foto muhabirleri de bu tarihi ziyareti saptamak için durmadan fotoğraf çekiyorlar.
Kınalıada vapuru saat 15.30’da Sarayburnu iskelesine yanaştı.
Sarayburnu’ndaki Karşılama Töreni:
…” Sarayburnu’ndaki karşılama töreninde davetliler ve gazeteciler, krokide gösterilen yerlerini almışlardı. Rıhtımdan şimendifer köprüsüne kadar ihtiram ve mızıka birlikleri yerlerini aldılar. Şehrimizdeki İran kolonisiyle Debistan-i İraniyan öğrencileri de köprü yanındaki alanda bulunuyorlardı. İskeleden demiryolu köprüsüne kadar yol halılarla örtülmüştü. Parkın her tarafından Türk ve İran bayrakları dalgalanıyordu. Kınalıada vapuru iskeleye yanaşırken karşılayıcılardaki heyecan son haddini bulmuştu. Şehrimizde bulunan Milletvekilleri, Parti, Halkevi ve Şehir Meclisi ileri gelenleri, İran Büyük Konsolosluğu erkanı ile diğer kişiler saygı durumuna geçtiler. Birçok yabancı gazeteci ve muhabiri de bu önemli olay saptamak için gelmişlerdi. Ayrıca karşılama törenini filme alacak olan makineler de hazırlanmış bulunuyordu.
Evvela Şehinşah Hazretleri, sonra da Cumhurbaşkanı Hazretleri iskeleye çıktılar. Kendilerini Vali Muhittin (Üstündağ) Bey ve Kolordu Komutanı Halis (Bıyıktay) Paşa karşıladı. Vali Muhittin Bey, İran Şahı’na İstanbul şehri adına, “Hoş geldiniz,” dedi. İran Şahı, İstanbul’u onurlandırdıkları için duyduğu sevinci belirten Vali Muhittin Bey’e memnunluklarını dile getirmiştir. Mızıka, Türk ve İran ulusal marşlarını çalmıştır. Cumhurbaşkanı Hazretleri, Şehinşah Hazretleri’ne;
-…”Müsaade buyurursanız Atina elçimizi takdim edeyim,” dediler ve Enis (Akaygen) Bey’i Şehinşah Hazretlerine takdim ettiler.
Birlikleri Denetleme:
-…”Gazi ile Şehinşah Hazretleri, saygı durumunu almış olan birlikleri denetlemiştir. Şehinşah, Cevat, Fuat, Zihni ve Fehim Paşalarla diğer askeri erkânın ve subayların ellerini sıkmış, birliklerin önünden geçerken de:
—“Merhaba asker!” diye Türkçe seslenmiştir.
Bir Öğrencinin Okuduğu Şiir:
…”Gazi’ye konuk İran Şahı’na buketler sunulmuş, üzerlerine çiçekler serpilmiştir. Debistan-i İraniyan öğrencilerinden küçük bir kız tarafından Farsça bir şiir okunmuştur.
Bir yandan da ”Yaşa! Zindebat! Pavendebat!” sesleri ve alkışlar yükseliyordu. Bu büyük halk gösterisi ve şiddetli alkışlar arasında ilerleyen Gazi ve konuğu, parkın deniz yolu köprüsü yanında bekleyen otomobillerine bindiler. Maiyetleri de diğer otomobillere bindiler.
İzlenen Yol:
…”Gülhane Parkı’nın iki yanına okul öğrencileri, işçler, askeri birlikler sıralanmıştı. Konvoy parkın Soğukçeşme tarafındaki kapısından çıkarak Alemdar Caddesi’ni takip etti. Türbe’den Cağaloğlu’na saparak Cumhuriyet Halk Partisi, Vilayet Konağı, Ankara Caddesi, Dördüncü Vakıf Hanı’nın önü ve Eminönü’nden geçilerek köprüye varıldı. Buradan Karaköy, Şişhane, Tepebaşı, Galatasaray, Taksim, Harbiye, Maçka ve Akaretler yoluyla Dolmabahçe Sarayı’na inildi.
Büyük iki devlet başkanı bu yollardan geçerken halkın muazzam sevgi gösterileri de aralıksız devam etti. Bu yolun iki yanı ile sokaklar ve meydanlar yoğun bir halk kalabalığı ile dolmuştur. Köprü üstünde ve terasta halk, Haliç tarafında ise askeri birlikler saygı duruşu almışlardı. Eminönü’nden başlayarak da mızraklı süvari ve bahriye müfrezeleri selam törenini yerine getirdiler. Karaköy’deki tak’ın etrafında CHP İstanbul Örgütü, ellerinde parti bayrakları olduğu halde selam durmaktaydılar. Karaköy Meydanı ile bu meydana çıkan caddeler müthiş bir insan kalabalığı ile hıncahınç dolmuştu. Yüksekkaldırım’ın merdivenleri üzerindeki halk yığınları, buraya canlı bir dağ sırtı manzarası vermişti.
Yolun iki yanında ne bir taş, ne bir kaldırım, ne bir toprak görmek mümkündü. Halk her tarafı öylesine kaplamıştı. Bu müthiş kalabalık Dolmabahçe Sarayı avlusuna kadar bütün yol boyunca aynı yoğunlukta devam etti. Her adımda:
-…”Yaşa, var ol, zindebat!” sesleri yükseliyor, alkışlar dinmiyor, yollara çiçekler serpiliyordu.
Dolmabahçe meydanından sarayın kapısına kadar olan alanda Harbiye öğrencileriyle diğer askeri birlikler ve bir mızıka bölüğü saygı duruşu almıştı. Gazi ve İran Şahı, bütün şehri yüksek sevinç ve heyecanla yerinden oynatan bu muazzam sevgi gösterileri arasında saraya vardılar.
Gazi ile konuğu Şah Hazretleri Dolmabahçe Sarayı’na vardıktan sonra Şehinşah Hazretleri dinlenmeye çekilmişlerdir. Gazi de, yanındakilerle birlikte saray rıhtımından motorlara binerek doğruca Beylerbeyi Sarayı’na gitmiştir. Gazi, Beylerbeyi Sarayı’nda bir süre dinlendikten sonra yanlarında Başbakan İsmet Paşa ile Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü (Aras), Kılıç Ali (Kılıç), Nuri (Conker) ve Salih (Bozok) olduğu halde İstanbul tarafına geçmişler ve saat 20.00’ye doğru Tokatlıyan’ı şereflendirmiştir. Gece geç vakit de Beylerbeyi Sarayı’na dönmüşlerdir.
Foto Galeri: