Görmekte olduğumuz yağlı boya tabloyu ünlü Türk ressamlarımızdan İbrahim Çallı (13 Temmuz 1882, Çal – 22 Mayıs 1960, İstanbul) 1928 tarihinde imzalamıştır. Günümüzde Halaskargazi Caddesi No: 250 Şişli / İstanbul adresinde bulunan Atatürk Evi Müzesi’nin toplantı salonunun duvarını süslemektedir. İbrahim Çallı, büyük kompozisyon türündeki bu resminde; “Yunan Kuvvetleri Başkomutanı General Nikolaos Trikupis’in Başkomutan Atatürk’e kılıcını teslim ettiği anı” canlandırmıştır.
Atatürk, Yunan Kuvvetleri Başkomutanı General Nikolaos Trikupis’in kendisine teslim ettiği kılıcını dönemin Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa’ya armağan etmiş, Özalp Paşa’da günümüzde İstanbul’un Harbiye semtinde bulunan Harbiye Askeri Müze’sine armağan etmiştir: “Kılıç: Başkumandanlık Meydan Muharebesinde esir edilen Yunan Başkumandanı Trikupis’e aittir. İngiliz. 20. yy.”
Cumhuriyet tarihimizin ilk Milli Savunma Bakanı olan Kâzım Özalp (T.C. M.S.B. Görev Süresi: 10 Ocak 1922 – 30 Ekim 1923 / 10 Ocak 1922 – 21 Kasım 1924 / 1 Mart 1935 – 18 Ocak 1939), Atatürk’ün en çok güvendiği gençlik ve silah arkadaşlarındandır. Bir askeri ve tarihi şahsiyet olan Kâzım Özalp, Millî Mücadele ve Kurtuluş savaşlarının kazanılmasında, Cumhuriyetin kurulup gelişmesi döneminde önemli bir siyaset ve devlet adamıdır. Soyadı kanununda Atatürk, kendisine “Sakarya” soyadı vermek istemişse de adı ‘Alp Kâzım’ olduğu için Atatürk “Özalp” soyadını uygun bulmuştur.
Kâzım Özalp Paşa, “Milli Mücadele” adlı hatıralarını yazmış, özel günlerde gazete ve dergilere tefrika halinde yazılar yazmış, Atatürk’ü anlatmış ve tarihe ışık tutmuştur:
—“26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz 30 Ağustos’ta başarı ile sonuçlandı. Düşman ordularının Başkumandanı Nikolaos Trikupis esir edildi. Mustafa Kemal Paşa bu kumandanın kılıcını ekli bir mektupla bana yolladı. Bu kılıcı daha sonra Askeri Müze’ye hediye ettim. Mektupta şunlar yazıyordu:
…”Müdafaa-i Milliye Vekili Kazım Paşa Hazretlerine,
Muharebe meydanında Birinci Kolordu ve Cenup Ordusu Kumandanıı General Trikopis’in eşyası arasında iğtinam olunan kılıcını, zat-ı âli-i biraderlerine takdim ediyorum efendim. M.Kemal.”
Ünlü Türk ressamlarımızdan İbrahim Çallı, kılıç teslim olayını karargâh çadırının önünde canlandırmıştır. Ancak, Atatürk esir olarak alınan Yunan Ordusu Başkomutanı Nikolaos Trikupis ve arkadaşlarını günümüzde Uşak’ta bulunan Atatürk ve Etnografya Müzesi binasında karşılamış, silah ve kılıcını kurmayları İsmet Paşa (İnönü), Halit Akmansu (Dadaylı Halit), Asım Paşa (Asım Gündüz) ile birlikte teslim almıştır. (Bakınız: Bayram Keskinbalta, Sosyal Bilgiler Öğretmeni, “Yaşadığı Toprakları Sevenlere Uşak”, 2020, Sf:61)
Başkomutan Nikolaos Trikupis esir olmasına rağmen, Atatürk tarafından Türk misafirliğiyle karşılanmıştır. Yunan Ordusu Başkomutanı Nikolaos Trikupis, Anadolu harekâtı ile ilgili anılarını yazdığı kitabında (İstanbul, 1967) Türk askerleri tarafından esir alındıktan sonra Atatürk ile karşılaşmasını şöyle anlatmıştır:
—“Uşak dışında esir olup o zamanki Türk Ordusu Kumandanı İsmet Paşa’nın dairesine götürüldüm; O da beni Mustafa Kemal’e götürdü. Mustafa Kemal’in odasına girdiğim zaman O, ayağa kalkarak dostane bir şekilde beni karşıladı. Ve Fransızca hitap ederek şunları söyledi:
-…”Unutmayın ki, koca Napoleon da esir olmuştu. Siz vazifenizi tam olarak ve sonuna kadar yaptınız, biz de sizi takdir ve size hürmet ediyoruz. Siz burada esir değil misafirsiniz.”
Sonra bana sordu:
-…”Küçük Asya Orduları Kumandanlığına tayin edildiğinizi biliyor musunuz?”
Ben cevap verdim:
—“Hayır!.”
Malum olduğu üzere Türk ordusunda telsiz vardı. Ve taarruz esnasında dışarıdan haber alınıyordu. Ne olursa olsun 23 Ağustos 1922 tarihli Atina gazeteleri şu haberi veriyordu: “Tuğgeneral Trikupis Küçük Asya Orduları Komutanlığına tayin edilmiştir. Kendisi harp cesaretinden dolayı Tümgeneral tayin ettirtilmiştir.” (Atilla Oral, “Kuvayı Milliye” Jotun Boya San. ve Tic. A.Ş., İstanbul, Şubat 2007, Sf:444)
Türk yazar, düşün insanı, iktisatçı ve tarihçi Şevket Süreyya Aydemir, 1927 sonrasında Kemalist rejimin savunucusu ve kuramcısı sıfatıyla çalışmış, Atatürk dönemini üç cilt üzerinden “Tek Adam Mustafa Kemal” olarak yayımlamıştır (Remzi Kitabevi 1963-1965). Atatürk’e ait kitaplığımda bulunan eserin ikinci cildinde yazar Aydemir, Yunan Ordusu Başkomutanı Nikolaos Trikupis Türk askerleri tarafından esir alındıktan sonra Atatürk ile karşılaşmasını şöyle anlatmıştır (Sf:534):
Esir Generaller Bir Üstün İnsanla Karşılaşıyorlar!;
…”Garp cephesi muhabere raporuna göre, Uşak’ta esir edilenler, Kolordu Kumandanı General Trikupis, II. Kolordu Kumandanı General Diyenis, Kurmay Başkanı Albay Yuvanis, 13. Tümen Kumandanı Albay Vandelis, 120 subay, 3000 erdir. Diğer bir raporda er miktarı 4.000 gösterilmektedir. Yunan kaynaklarına göre ise esir verilenler 300 subay, 5000 erdir.
Teslim sahnesi 69. Alayın öncü taburu Kumandanı Yüzbaşı Nihat Bey tarafından düzenlenir. Hikâye şöyle anlatılır:
…”Öncüler, düşmana yaklaştığı zaman Trikupis, teslim olmak için büyük rütbeli bir subay istemiştir. Nihat Bey, kendisini Tümen Kumandanı göstererek müzakereye girişmiş ve teslim muamelesi tamamlanmıştır.”
Nihat Bey’in ilk aldığı esir partisi, 25 üstsubay, birçok subay, 1.000 kadar erdi. Bunlar 23. Tümen karargâhına götürüldüler. Tümen karargâhı, Uşak’ın 7 kilometre kuzeyinde, çamlık bir tepede bulunuyordu. Hava soğuktu. Üst rütbeli esirler burada ateşler etrafına toplanarak konuşurlarken, içeri giren Nihat Bey’in Tümen Kumandanı olmadığını anlayabilirler. Çünkü o içeri girince, Nihat Bey’inde vaziyet aldığını gördüler ve işi anladılar.
Askeri yazarlara göre, Trikupis’in esareti, Süvari Kolordusunun, Murat dağı kuzeyinden Gediz ve IV. Kolordunun da güneyden Uşak üzerine yaptıkları hareketin hazırladığı bir netice olarak mütalâa edilmektedir.
Esir generaller ve üst rütbeli subaylar derhal Uşak’a sevk edildiler. Eski kurmay başkanları, Garp Cephesi Kurmay Başkanı Albay Asım Bey (General Asım Gündüz) önüne çıkarıldılar. Harp sahasındaki hareketlerin, olayların ve bu arada Yunanlıların yarattığı nice faciaların, yangınların, katliamların raporları hep kendi elinden geçen Asım Bey, haklı olarak çok kızgındı. Gelenlere:
—“Sizi çağdaş bir ordunun Erkânı Harbiye Reisleri diye mi, yoksa adi bir çetenin kan içici birer ferdi diye mi karşılayayım, mütereddidim!..” sözleriyle hitabetti. Daha fazla meşgul olmaya lüzum görmeyerek onları, hazırlanan evlere sevk etti. Rahatlarını sağladı. Esirlerin başları önlerine eğikti.
General Trikupis ve Diyenis’in karargâha götürülüşleri daha bazı tedbirler istiyordu. Çünkü esirler, Uşak sokaklarından geçirilirken Uşak hâlâ yanıyordu. Nice insanlar eşlerini, evlatlarını kaybetmişlerdi. Esirlerin Gazi tarafından kabulüne şahit olanlar (Halide Edip Adıvar, Ruşen Eşref Ünaydın, Cevdet Kerim İncedayı, Salih Bozok, Cevat Abbas Gürer, Muzaffer Kılıç, Mahmut Soydan, Şahap Gürler,vs…) çeşitli makale ve kitaplarda hatıralarını anlatmışlardır.
Mesela Halide Edip Adıvar, “Türkün Ateşle İmtihanı” adlı eserinde şöyle yazar:
…”Eylülün ikinci günü Mustafa Kemal Paşayı, Fevzi ve İsmet Paşaları Uşak’ta bir masanın başında bulduk. General Trikupis’le, General Diyenis Türklere teslim olmuşlardı. Mustafa Kemal Paşanın huzuruna, Nurettin Paşayla (I. Ordu Kumandanı), Kemalettin Sami Paşa’nın (IV. Kolordu Kumandanı) arasında geldiler. Eğer muhafaza edilmeselerdi, Uşak halkı onları parçalayacaktı.
Yunan generalleri getirildikleri zaman, Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa ile İsmet Paşanın arasında duruyordu. Büyük bir ilgiyle onları seyrettim ve dinledim… Bizimkilerin üniformaları, neferlerinki kadar sade, yüzleri sakin, hareketsizdi. Buna karşılık Yunanlılar sırmalı üniformaları giymişlerdi. Yüzleri ve elleri, son derece asabi olduklarını gösteriyordu. Fevzi Paşa ise bir Buda heykeli gibi sakindi. Fakat belki de içinden: —Bu herifler hakiki asker olamaz. Adeta dans eder gibi sıçrayıp selam veriyorlar!..— diyordu. İsmet Paşa gözlerindeki öfkeyi göstermeye çalışıyordu. O, askerlerden daha başka bir şeydi.
Fevzi Paşayla İsmet Paşa eğildiler. Fakat ellerini vermediler. Mustafa Kemal Paşa bu sahnenin hâkim karakteriydi. Siyasi muhaliflerini, hiçbir şey düşünmeksizin ezen bu asker, askerlik alanında bir büyük sanatkâr ve oyunun kaidelerine uygun bir sporcuydu.
Sırtını yere getirdiği pehlivanın elini sıkan galip bir pehlivan gibi, Trikupis’in elini yakaladı. Alelade bir el sıkışı müddetinden fazla tuttu:
-…”Oturun General, yorulmuş olacaksınız,” dedi. Sonra sigara tabakasını uzattı. Kahve ısmarladı. Diyenis’e de nazik muamele etti. Fakat gözleri Trikopis’in gözlerindeydi. Trikopis ona açık bir hayranlıkla bakıyordu. Elli yaşına kadar, asabi, hastalıklı, tiyatro sahnesindeymiş gibi giyinmiş bir adam. Mustafa Kemal’e:
—Ben sizin bu kadar genç olduğunuzu bilmiyordum General,— diyebildi.”
Yazar Ruşen Eşref Ünaydın’a gelince; o Gazi’nin İstanbul’dan beri tanıdığı bir hayranıdır. Sivas Kongresi’nde gazeteci olarak bulunmuştur. Ankara günlerinde, kendini tamamen Mustafa Kemal’in emrine vermiş, oraya yerleşmişti. Büyük taarruzda gene onun hizmetindeydi. Ruşen Eşref “Özleyiş” isimli eserinde bu sahneyi, kendine has heyecanlı üslubuyla şöyle anlatır (Sf: 102 – 104);
…”Bugün üç’lere (M. Kemal, Fevzi, İsmet Paşalar) Ordu Kumandanı Nurettin Paşayla, iki düşman generalini esir alıp buraya, cephe kumandanına getirmiş olan Kemalettin Sami Paşa da katılmışlardı.
Uşak’ta iki generali, bir eşraf konağının üst kat sofasında huzuruna getirdiler. Dediler ki, işgal zamanı, Kral Konstantin de bu konakta oturmuş.
O konak, gerçekten bir düğün evi gibiydi. Gireni, çıkanı, sayısız tabak dolusu kehribar sarısı çekirdeksiz üzümler, bal sızan tepeleme incirler, koca zerde, pilav sahanları taşıyan Uşaklılar. Ve müşirliğini giymiş (Birinci Ferik ‘Orgeneral’) Fevzi Paşaya, bir yan odada, evin kızının gelinlik sırmasından, saç örgüsü gibi öre öre kendi eliyle çabucak bir müşir rütbesi hazırlayan Ali Bey…
Bulunduğumuz yan sofadan görüyorduk. Ortaya bir masa hazırlanmıştı. Asker disiplini ve teşrifatı gereğince kademe kademe daha üstün makamlar huzuruna çıkarılan esir generallerle Cephe Kumandanı İsmet Paşa konuştuktan sonra, onları alıp senin huzuruna getirmişti.
Sen onlara hal hatır sorup söz açtın. General Trikopis, kederden ve yorgunluktan sönmüş yüzünde yarasını belirten bir hüzünle, başına bir felaketin geldiğini, vazifesini sonuna kadar yaptığını, fakat en son vazifesini, kendisini çekip öldürmek vazifesini yapamadığını çünkü vakit kalmadığını anlattı.
Sen ona, eğer sonuna kadar vazifesini yaptığına eminse, vicdanı müsterih olabileceğini, kazanmakla kaybetmenin değişir harp talihi iktizası olduğunu, Napolyon gibi bir büyük kumandanın başına bile mağlubiyet ve esaret acısı gelmiş olduğunu, bu sefer kendinin başına gelenin zıddı olabilirliğini, kaderin hükmüne eğilmek gerek olduğunu söyledin. Ve sonra sordun ki:
— Nasıl oldu anlatın?..
General Trikopis olanları anlatır. Etrafıyla anlatır. Taarruzun pek ani ve patlak vereceği dakikaya kadar iyi gizlenebilmiş olduğunu itiraf eder. O kadar ki kendileri topun patlayacağı saate kadar Afyon’da balodaymışlar!.. Nihayet, onu teslime mecbur kılan durumu da özetler:
—“O zamana kadar toplarımızı az çok kullanarak geri çekiliyorduk. Fakat sırtımız o yamaca (Kızıltaş yamacına) dayatıldıktan sonra kıpırdamamıza mecal kalmadı. Artık toplar da işleyemez bir dara girdik. Nihayet öyle oldu ki, tüfeklerin bile işlemeyeceği bir dara düşürüldük. İşte o zaman karşımızda süngüler parıldamaya başladı. Arkamız, önümüz her yanımız süngü… Böylece iş bitmişti. Atımı bile bulamıyordum. Ormanlar içine yaya düştük. Sonu malum…”
Fakat Trikupis’in de soracağı bir sual vardı. Nitekim birkaç gün öncesi esir edilen dört Yunan generalinin de, ilk sorgulardan sonra ve karşılarındaki basit kıyafetli zatın kim olduğunu sorup da onun Mustafa Kemal olduğunu öğrendikleri, yani cephenin bu kadar ileri bir noktasında bir Başkumandan bulunabileceğini gördükleri zaman, düştükleri şaşkınlık, Trikupis’i de bekliyordu. Trikupis sualini sordu:
—“Siz bu muharebeyi nereden idare ediyorsunuz?”
-…”İşte, tam o süngülerin parıldadığını söylediğiniz yerde, askerlerin yanındaydım…”
—“İşte harp böyle kazanılır. Yoksa 550 kilometre uzakta, durum gözle görülüp hüküm verilmeksizin bir harita üzerinde pergelle ölçülerek, İzmir körfezinde bir yattan idare edilmez. Edilir ama netice böyle olur…”
Fakat bu arada garip bir şey oldu. Trikupis Mustafa Kemal’e kendi başkumandanlarından bahsederken Mustafa Kemal, bir şey hatırlamış gibi sordu:
-…“Bundan birkaç ay evvel Başkumandanınız Anesti, cepheyi teftişten avdetinde, gazetecilere verdiği beyanatta: -‘Mustafa Kemal mi? Ben bu isimde bir kumandan tanımıyorum! Cephede hiçbir yerde rast gelmedim,’ demişti. Şimdi bir haftadır muharebe meydanındayım. Evet, Başkumandanınız nerededir?”
Trikupis sadece iki ellerini yana açtı. Başını öne doğru eğdi. Dudaklarını büktü ve öylece kaldı.
Ama ortada gene bir Yunan Başkumandanı vardı: Çünkü son muhaberenin başlangıcında Yunan hükümeti Hacı Anesti’nin yerine General Trikupis’i Başkumandan tayin etmişti. Fakat daha ilk günden İzmir’le muharebe hatları kesilince, Trikupis bu emri alamadı. Ama bu emir Türk kurmayının eline geçmişti. Başkumandan Gazi Mustafa Kemal, karşısındakinin:
—“Kim bilir, Başkumandanımız nerededir, bilmiyorum ki?..” gibi hazin bir şaşkınlık ifade eden hali üzerine, Yunan hükümetinin bu emrini ve kendisinin Başkumandan tayin olduğunu Trikupis’e bizzat tebliğ etti!
Esir generaller, Gazi Mustafa Kemal’in huzurunda hem teessür, hem şaşkınlık içinde ayrıldılar. Şaşkınlıkları şundan ileri geliyordu: İntikamcı bir muzafferle karşılaşacaklarını sanmışlardı. Hâlbuki karşılarında, insanüstü bir varlık vardı: