Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Büyük Millet Meclisi Orduları Muzaffer Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa 28 Eylül 1922’de İzmir’den İngiliz General Sir Charles Harington’un 27 Eylül tarihli telgrafına verdiği cevapta:
”… Büyük Millet Meclisi ile doğrudan doğruya temasta bulunmak üzere Ankara’ya avdet ediyor isem de sizinle görüşmek şerefine nail olmak üzere ilk fırsattan istifade edeceğim” demişlerdir.
Mustafa Kemal Paşa, İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey (Orbay), Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey (Tengirşenk) ve Avrupa’dan dönen Dâhiliye Vekili Fethi Bey (Okyar) ile beraber 28/29 Eylül gece yarısı trenle İzmir’den hareketle, 2 Ekim 1922 günü Milli Mücadelenin karargâhı Ankara’ya gelmiş ve bir vatan kahramanı olarak karşılanmıştır.
Türk gazeteci yazar Taha Akyol, Atatürk hakkında bugüne kadar yapılmış en kapsamlı ‘araştırma-inceleme’ eseri “Ama Hangi Atatürk” de, Atatürk’ün 2 Ekim 1922 tarihinde İzmir’den Ankara’ya dönüşünü “Ankara’da yeni bir Mustafa Kemal” başlığı altında yayımlamıştır.
Ankara’da yeni bir Mustafa Kemal;
…”Hükümet, 30 Eylül günü Rauf Bey’in Başkanlığında (12 Temmuz 1922 – 4 Ağustos 1923) Bakanlar Kurulu kararıyla “Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi, Başkumandanı Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne” yapılacak resmi karşılama için 13 maddelik bir program hazırlanmıştır. (Not: Rauf (Orbay) Bey, cepheye gitmek üzere 1922 Ağustos’unda Ankara’dan ayrılırken Mustafa Kemal’in kendisine ‘Cephenin gerisi sana emanet” dediğini iddia etmektedir. / Bakınız: Orbay, (ed. Kutay), Yüzyılımızda Bir insanımız, V,52.) Ayrıca; Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları, cilt:1-4, 1980. s.3, s.841; Emperyalizme Karşı Türkiye (1922-1924), Naşit Hakkı Uluğ, 1971. s.95; İslam Ansiklopedisi, Atatürk Maddesi, 10.Cüz, 1960. s.766; Tek Adam Mustafa Kemal, Üçüncü cilt, Şevket Süreyya Aydemir, 1969. s.26’da Rauf Orbay Bey, İzmir’dedir ve 2 Ekim günü Atatürk ile birlikte Ankara’ya dönmüştür.)
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi, Başkumandanı Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne” yapılacak resmi karşılama için 13 maddelik bir program hazırlanmıştır;
Millet Meclisi adına kura ile belirlenecek on mebus, Meclis Reis Vekili Konya Mebusu Vehbi Efendi Başkanlığı’nda, vali ve belediye reisi il birlikte, Gazi’yi uzakta (Polatlı’da) karşılayacak, Ankara’ya trenle beraber geleceklerdir. Gazi Paşa Hazretleri, İstasyon ’da bando ve askeri birlik tarafından resmi bir törenle karşılanacaktır…
İstasyondan Meclis’e kadar olan cadde, Gazi’nin Meclis’e gelmek üzere geçeceği güzergâhtır; bu caddede üç tane zafer takı kurulmuştur… Halkın izdihama yol açmadan, cadde kenarlarında Gazi’yi karşılamaları rica edilmektedir.
Merasim istasyon ile Türkiye Büyük Millet Meclisi binası arasındaki sahada cereyan edecek ve bunu müteakip Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Hazretleri tarafından Meclis’te riyaset odasında kısa bir resm-i kabul icra olunacaktır.
İstasyon dışında kumandan ve subaylar Gazi Paşa’yı “gaza-yı ekber” münasebetiyle tebrik edecek, hoş geldin diyeceklerdir.
Köprü ile dört yol ağzındaki zafer takı arası, Ankara ve civar köylerden geçecek eşraf-ı memleket, ahali ve esnafa tahsisi kılınmıştır. Bu mıntıkanın başında umum belde namına belediye reisi tarafından tebrikler sunulacak ve hoş geldin edilecektir…
Millet Bahçesi münhasıran hanımlara tahsis edilmiştir…
Program bu şekilde düzenlemelerle devam ediyor. Halkın sevinç heyecanını, cadde kenarında durarak yolu kapatmamaları, izdihama sebebiyet vermemeleri için yapılan uyarılardan anlamak mümkündür.”(Bakınız: Doğan Kitap, Ocak 2008, Sf:344-45)
Aşağıda görmekte olduğumuz Osmanlıca yazılı belge, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine Ankara’da Yapılacak merâsim-i istikbâliye programıdır”;
Belgenin, .C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, “Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk”, 1916 – 1922, Ankara 2003, Sf: 213 -214’te tercümesi ise şöyledir:
Gazeteci, yazar Taha Akyol eserinde ayrıca:
…”Elbette Gazi’yi geldiğinde, o zamana kadar Anadolu’nun görmediği bir kalabalık halk kitlesi karşılayacaktır.
Muazzam bir karşılama…
Bütün Ankara onu karşılıyor. Meclis’i Osmanlı tarihinde örneği görülmemiş bir İslami tezahüratla açan Mustafa Kemal Paşa, şimdi muzaffer Başkumandan olarak Ankara’ya dönerken, kafasındaki “Batı ideali’nin işaretlerinden birini daha veriyor… Mahmut Esat Bozkurt’tan dinliyoruz:
…”Meclis’te müezzin beş vakit ezan okur, imam cemaate namaz kıldırırdı. Dikkate değer ki, Kurtuluş Savaşları zaferle sonuçlandıktan sonra, Atatürk Ankara’ya döndü. Meclis kapsı önünde resmi üniformasıyla, bekleyen imam efendi Atatürk’ü durdurdu, ellerini kaldırdı, fakat dini duaya başlar başlamaz, Atatürk hiddetle:
-…”Burada böyle şeylere lüzum yoktur. Bunları camide yapabilirsiniz! Biz savaşı dua ile değil, Mehmetçiğin kanıyla kazandık!” dedi ve imamı kovdu.“
Esasen, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne İzmir milletvekili olarak seçilen Prof. Dr. Mahmut Esat (Bozkurt) Bey, yukarıda bahsi geçen Atatürk ve İmam anekdotu hakkında, …”Din bir vicdan meselesi olduğuna göre Atatürk bunda pek haklı idiler” demiştir.
1924’te Adliye Vekilliği’ne getirilen Mahmut Esat Bey, 1925 yılında Ankara Hukuk Mektebi’nin kurmuş ve ilgili çalışmaları sürdürmüştür. 17 Şubat 1926’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde oybirliğiyle kabul edilen Medeni Kanun’un mimarıdır. Bu kanunun tarihi gerekçesi onun eseridir. 4 Nisan 1926’da Resmi Gazete ’de yayımlanan Medeni Kanun’un 6 ay gibi kısa bir geçiş döneminden sonra kesin olarak uygulanmasını kabul ettirmiştir. Bu sürenin çok kısa olduğunu ileri süren İsviçre’de bile 4 yıllık bir geçiş döneminin öngörüldüğünü hatırlatarak, —“din kaynağına dayanan hukuk sisteminin kolay kolay değiştirilmeyeceğini “— öne sürenlere karşı, “Türk hukukçuları için 6 aylık sürenin yeterli olacağına dair inancını” belirtmiştir. Kanunun uygulamaya geçişindeki başarı Mahmut Esat Bey’in haklı olduğunu göstermiştir.
Mahmut Esat Bozkurt’tan tekrar dinliyoruz:
Atatürk’ün taktiği:
İhtilallerde zaman ve fırsat, taktik bakımından büyük öneme sahiptirler.
Fırsatı kollayan, zaman seçmekte isabet eden ihtilaller kaybetmezler. Atatürk bu noktalar çok dikkat ederdi. Zamanı çok güzel seçer, fırsatı asla kaçırmazdı. Zamanı gelmedikçe, acele etmez, sabrederdi. Koruk sabırla helva olur. O kadar sabrederdi ki, yerinden kıpırdamayacağına hükmedebilirdi. Hakikatte prensiplerden bir zerresini feda ettiği görülmemiştir. O, sabreder, sabreder, fakat bir de fırsatı eline geçirince, ihtilalin prensibini tatbikat alanına koymakta dakika gecikmezdi. Prensip tatbikata girince, onun aksi olan eskiliğin yerinde yeller eserdi. Cumhuriyet’in ilanı böyle oldu. Şapka giymek, laik devlet hep böyle oldu.
Laik devlet misaliyle, görüşümüzü biraz izah etmeyi faydasız bulmuyoruz. Atatürk öteden beri devletin laikleşmesini, Türk ihtilalini için bir prensip olarak benimsemişti. Dinin devlet, devletin din işlerine karışmaması, bunların birbirinden ayrı kalması, onca talep edilmekte ve gerekli idi. Din bir vicdan meselesi olduğuna göre Atatürk bunda haklı idiler, zaman ve mekâna göre değişiklik kabul etmediklerine, devlet işleri, hatta günü gününe değiştiğine göre, laiklik prensibinde çok isabet ediyordu. Bu bahse ileride geniş ölçekte yine döneceğiz. Şimdilik şu kadarcığını kaydedelim ki, zamanı gelmeden Atatürk bunu ortaya sürmedi. Fakat aksine hareket ettiği görülmüştür.
Mesela; Birinci Millet Meclisinin açılma merasiminde, önce, Ankara’da Hacı Bayram Camii’ne gidilmiş, kurbanlar kesilmiş, dualar edilmiş, tekbirler getirilmiş, bu dini merasimle Meclis açılmıştır. Birinci Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun iki maddesini din prensibi teşkil etmiştir. Bu maddelere göre, “Türkiye devletinin dini, İslam dini”; “şer’i hükümlerin infazına Millet Meclisi memur idi” idi.
Atatürk ve İmam; Meclis’te müezzin beş vakit ezan okur, imam cemaate namaz kıldırırdı. Dikkate değer ki, Kurtuluş Savaşları zaferle sonuçlandıktan sonra, Atatürk Ankara’ya döndü. Meclis kapısı önünde resmi üniformasıyla, bekleyen imam efendi Atatürk’ü durdurdu, ellerini kaldırdı, fakat dini duaya başlar başlamaz, Atatürk hiddetle:
-…”Burada böyle şeylere lüzum yoktur. Bunları camide yapabilirsiniz! Biz savaşı dua ile değil, Mehmetçiğin kanıyla kazandık!” dedi ve imamı kovdu.“
Atatürk ve Rize Hocaları; Bir defa da Rize seyahatinde medreselerin açılması için kendisine müracaat eden hocalara; hiddet ve şiddetle ve herkesin önünde:
-…”Para istiyorsanız size millet yetecek kadar verecektir. Açsanız karnınızı doyuracaktır. Medreseler bir daha açılmayacaktır, anladınız mı?” diye bağırdı. Laikliğe doğru ilk adım atılmıştı.” (Bakınız: Mahmut Esat Bozkurt, “Atatürk İhtilali I-II”, Kaynak Yayınları, İstanbul, Nisan 2003, Sf:93)
Gazeteci, yazar Taha Akyol eserinde ayrıca: …”2 Ekim 1922 akşamı düzenlenen baloda da; Milli Şairimiz Mehmet Akif’in (Ersoy) yazdığı “İstiklal Marşı ilk defa Zeki Üngör’ün bestesi ile çalındı” demektedir.
Bazı anekdotlara göre, Osman Zeki (Üngör) Bey, İstiklal Marşı’nı 9 Eylül 1922’de İzmir’in Yunan işgalinden kurtuluşundan sonra bestelemiş ya da Osmanlı padişahı Vahdettin’in tahta çıkışı şerefine hazırladığı marşı sonradan İstiklal Marşı’na uyarladığı iddia edilmiştir. (Bakınız: Zeki Saruhan, “Kurtuluş Savaşı Günlüğü” Sf:724. / Milliyet Gazetesi 16.06.1992, “İstiklal Marşı için ilginç iddia”)
Bilineni odur ki; İstiklal Marşı, 12 Mart 1921 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nce kabul edildiği sırada, ayakta alkışlayanlar arasında bulunan Atatürk, İstiklal Marşı’nın önemini şu sözleriyle anlatır:
-…”Bu marş, bizim inkılabımızın ruhunu anlatır… İstiklal Marşı’nda davamızı anlatması bakımından büyük manası olan mısralar vardır. En beğendiğim yeri şu mısralardır:
‘Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet, hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal.’
Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar işte bunlardır…
Bu demektir ki efendiler Türk’ün hürriyetine dokunulamaz!” (Bakınız: Muhittin Nalbantoğlu, Mehmet Akif ve İstiklal Marşı”, Zümrüt Yayınları, İstanbul 1986, Sf:11-13)
İstiklal Marşı’nın 12 Mart 1921 tarihinde kabulünden bir gün sonra Meclis Başkanvekili Adnan Bey (Adıvar), marşın bestesi için yarışma açılması gerektiğine dair bir takrir verir. Maarif Vekâleti, Hâkimiyeti Milliye gazetesinin 17 Mart 1921 tarihli sayısında bu defa da marşın bestesi için bir yarışma duyurusu ilan eder:
…“Matbuat ve İstihbarat Müdüriyetinden Burdur mebusu şair-i muhterem Mehmet Akif Bey tarafından yazılıp Büyük Millet Meclisi’nce kabul ve gazetelerde ilan edilen İstiklal Marşı’nın bestesi Maarif Vekâletince müsabakaya konulmuştur. Notanın mayıs ortasına kadar gönderilmesi ve kabul edilecek beste için beş yüz lira mükâfat-ı nakdiye verileceği ilan olunur.”
Marşın ilk gayrı resmi bestesi Ali Rıfat (Çağatay) Bey tarafından bestelenir ve 1 Nisan 1921 tarihinde Kadıköy Apollon Tiyatrosu’nda çalınır. Yarışmaya yirmi dört eser katılır; hatta bestelerden biri de Prag Konservatuarı’nda görevli olan Bedri Bey’e aittir. Marşın bestelenmesi konusu 1 Kasım 1921 tarihinde Meclis’te görüşülür. Görüşmelerde Meclis’ten, marşın İstanbul’da özel bir heyet tarafından bestelenmesi için izin istenir. Konunun Maarif Encümeni’nde görüşülmesi talep edilir. Bolu Vekili Tunalı Hilmi Bey bestenin de güfte gibi seçilmesinin uygun olduğunu dile getirir.
Ancak, resmi bestenin seçimi konusunda 1922 yılı ortalarına kadar herhangi bir gelişme kaydedilemez. Maarif Vekili olarak Hamdullah Suphi Bey’in yerine atanan Mehmet Vehbi Bey, 9 Haziran 1922 tarihinde Meclis’e bir tezkere verir ve İstiklal Marşı’nın yurtdışında bestelenmesi konusunu gündeme getirir.
Milli Mücadele’nin sürdüğü zor ve çalkantılı dönemlerde İstiklal Marşı’nın bestelenmesi gecikir. İstiklal Marşı’nın bestelenmesi konusu, ancak 12 Şubat 1923 tarihinde İstanbul Maarif Müdürlüğü’ne gönderilir. Müdürlük, üyelerinin çoğunluğu makamsal müzik eğitimi almış olan bir komisyon kurar ve Marşın bestesi için bir yarışma açar. Komisyon, 19 Temmuz 1923 tarihinde yarışmaya katılan elli beş beste içerisinden Ali Rıfat Bey’in (Çağatay) eserini tavsiyeye uygun görür ve eseri notları ile birlikte Ankara’ya gönderir. Komisyon aynı zamanda Rauf Yekta Bey, Zati (Arca) Bey, Kazım (Uz) Bey ve Dr. Suphi (Ezgi) Bey’in bestelerini de beğenmiştir.
Mehmet Akif’in şiiri İstiklal Marşı’nın güftesi olarak, Meclis’in oylaması sonucu alınan kesin bir kararla belirlenmiştir. Ancak, Ali Rıfat (Çağatay) Bey’in bestesi kesin değil, tavsiye niteliğindedir. Bu durum, başkanlığını Divan Müziği besteleri yapan kanuni Ziya Paşa’nın yaptığı komisyonca seçilen bestenin milli duyguları tetikleyecek coşkudan yoksun olması ile açıklanmıştır. Beste yeterince enerjik bulunmamaktadır ve icra edildiği bakanlıklar, okullar gibi kurumlardan itirazlar gelmektedir. Her ne kadar resmi olarak kabul edilmemişse de, yasal süreç tamamlandığından ve bir komisyonca tavsiye edilmiş olduğundan, Ali Rıfat (Çağatay) Bey’in eseri 1930’lara kadar İstiklal Marşı’nın bestesi olarak çalınmıştır.
Bu arada, saraya bağlı Muzikayı Hümayun’un şefi olan Osman Zeki (Üngör) Bey de İstiklal Marşı için bir beste yapmıştır. Osman Zeki Bey, İstiklal Mahkemeleri hâkimlerinin de katıldığı, İstanbul’daki yardım konserlerinde İstiklal Marşı’nı kendi bestesi ile icra eder. Osman Zeki Bey’in bestesi duyulunca, Hükümet kendisini kadrosu ile beraber Ankara’ya davet eder. Ankara’da göreve başlayan Osman Zeki Bey 1924-1934 tarihleri arasında Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti Şefliği görevini yürütecektir.
6 Nisan 1924 tarihli bir belge ile Osman Zeki Bey’in idaresinde bulunan orkestra, Riyaset-i Cumhur Musikiyyesi olarak resmileşmiştir. 14 Mayıs 1924 tarihli, Türkiye Reis-i Cumhuru Gazi Mustafa Kemal imzalı bir başka belge ile de Osman Zeki Bey’in, orkestranın kurulması hususundaki çalışmaları takdir edilir ve kendisine İstiklal Marşı bestesi yarışmasında takdir edilen 500 liralık bir ödüle eş miktarda para ödülü verilmesi uygun görülür.
İstiklal Marşı 1924’ten 1930’a kadar Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi ile çalınmıştır. Ancak 1930’da yeni bir emirle, o tarihte Cumhurbaşkanlığı Orkestrası şefi olan Osman Zeki Bey’in bestesi İstiklal Marşı’nın resmi bestesi olarak kabul edilir. Toplamda dokuz dörtlük ve bir beşlikten oluşan marşın armonisini Edgar Manas, bando düzenlemesini ise İhsan Servet Künçer yapmıştır. İstiklal Marşı’nın sadece ilk iki dörtlüğü bestelenmiştir ve icra edilmektedir. (Bakınız: Dr. Nihan Altınbaş, “Milli Mücadele’de Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşı”, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yayın No: TBMM 2016 / 54 – BYHİB / 24, Sf: 47.48.49)