Atatürk ile birlikte olduğu zamanlarda olaylarla ilgili özel notlar tutan Ahmet Mazhar Müfit Kansu, 1946 seçimlerinden sonra siyasi hayatına veda etmiş ve mukaddes bir sır gibi kalbinde sakladığı çok özel notlarını zamanı geldiğine inanarak “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” başlığıyla 4 Mart 1948’de Son Telgraf gazetesinde yayımlamıştı.
Türk Tarih Kurumu, Yeni Çağ Kolu’nun 26 Nisan 1963 tarihli toplantısında Mazhar Müfit Kansu’nun Son Telgraf gazetesinde 1948’te yayımlanan çok özel notlarını, Kurtuluş Savaşımızın en önemli belgelerinden olduğuna kanaat getirmiş (Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum’a (3 Temmuz 1919) varışıyla Ankara’da Birinci Türkiye Büyük Meclisi’nin açılışı (23 Nisan 1920) arasında geçen evre için) ve 1966’da “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” başlığıyla iki cilt olarak yayımlamıştır.
Yayımlanan eserde, Sayın Kansu’nun hemen hemen günü gününe tuttuğu özel notları arasında dikkati çeken Atatürk’ün, Erzurum Kongresi (23 – 7 Ağustos 1919) toplanmadan önce, -…”Hükümet şekli zamanı gelince Cumhuriyet olacaktır! (7 – 8 Temmuz sabaha karşı Erzurum.)” sözünü kaydetmesidir.
Yakın tarihimizle ilgilenenler hatırlayacaklardır ki, İstanbul kaynaklı yayın yapan kimi Yunan gazetelerinde; “Mustafa Kemal’in Samsun’da Cumhuriyet ilan ettiği” haberleri yer almıştır. Yine o dönemde Atina’da yayımlanan gazeteler de, “Tahminlere göre, Cumhuriyet’in ilanı kararı, Erzurum’da toplantıya davet edilen Milli Meclis tarafından alınmıştır” şeklinde yazmaktadır. Oysa, henüz Erzurum Kongresi’nin toplanmasına yaklaşık 10 gün vardır ve doğal olarak hiçbir karar da alınmamıştır(!)
Görüyoruz ki, Yunan gazeteleri Ahmet Mazhar Müfit Kansu’nun deyimiyle; “Sadece Atatürk’ün yakınındaki birkaç kişinin bildiği Cumhuriyet’in ilan planını (7 – 8 Temmuz sabaha karşı, Erzurum.)” daha önceden öğrenmişler veya haber almışlar ancak ayrıntılarını öğrenemeden yayımlamışlardır.
Yunan gazetelerinden sonra Le Temps adlı Fransız gazetesi de, Mustafa Kemal’in “Cumhuriyet ilan edeceği” haberini verdi. Yunan basını “edildi” derken, Fransız basını “edilecek” diyordu.
Henüz Türkiye’nin bilmediği çok önemli bir bilgiyi yabancı basından almıştı!..
12 Ağustos’ta (1919) İstanbul’dan Paris’e bu haberi geçen Le Temps’e göre, “Mustafa Kemal 8 Ağustos’ta Damat Ferit’e bu ihtarda bulunmuştu!”. Fransız gazetesi ise haberi nedense 12 gün sonra 24 Ağustos’ta yayınlandı. Haber Türk basınında 25 Ağustos’ta yer aldı (İstiklal Gazetesi, 25 Ağustos 1919).
Fransız gazetesi haberi şöyle duyurdu:
…“Geçen Cuma günü (8 Ağustos) Mustafa Kemal’in bir ihtarı İstanbul’a ulaşmıştır. Mustafa Kemal bu ihtarında, Anadolu hareketine karşı İstanbul Hükümeti tarafından silahlı birlikler sevk edildiği takdirde, Anadolu’da Cumhuriyeti ilan edeceğini bildirmiştir.
Bunun üzerine kabine acele olarak toplanarak konuyu görüşmüş ve bundan sonra da Anadolu hareketine karşı silahlı birlikler sevkinden vaz geçilmiştir.
Selanik’te doğmuş olan Mustafa Kemal, Talat ile Enver’in eski arkadaşlarındandır. Mustafa Kemal, siyaset arkadaşları ön plana geçerken bir türlü sivrilememiş, ihtiras sahibi bir kimsedir. Enver’e düşman olduğu söyleniyorsa da, koyu bir ittihatçıdır ve onun yönetimi altında Anadolu’da İttihatçılık yeniden dirilmektedir.”
Aynı gazetede, “Cumhuriyet’in ilanından korktuğu için asker göndermediği” ileri sürülen Damat Ferit’in bir röportajı da yayımlandı. Ferit Paşa, yine Anadolu Hareketi’ni küçük göstermeye çalışıyor, bu hareketin “millete dayanmadığını” ve “saman alevi gibi söndüğünü” ileri sürerek “psikolojik savaş” taktiği uyguluyordu:
…”Bu hareketin askeri hiçbir bünyesi yoktur ve millete dayanmamaktadır. Bunlar, harp içinde rütbe almış ve herhangi bir iş peşinde Anadolu’ya sığınmış subaylardır ki, bir hareket yaratabilmek için çırpınmaktadır.
Anadolu Hareketi bir saman alevidir ve alevleri de sönmüştür.
Fakat bu hareketi yaymak için Anadolu’da büyük ölçüde para harcanmaktadır. Ve burada da, harp içinde muazzam servetler toplanmış olan İttihat Terakki’nin parmağı görülmektedir. Bu nedenle Anadolu Hareketi gerçekten bir İttihat hareketidir.
Yalnız her taraftan aldığımız telgraflar, halkın merkezi hükümete sadık kaldığını, emirlerine itaat ettiğini göstermektedir. Kuşkusuz bu durum, Konya’dan bu yana mevcuttur. Yerel makamlara itaat etmeyen çeteler de var. Fakat İzmir’e Yunan işgalinin sınırlarını belirleyecek çeteler de var. Fakat İzmir’e Yunan işgalinin sınırlarını belirleyecek komisyonun ulaşmasından beri durum hızla düzelmektedir. Ve çok yakında asayiş sağlanacaktır.”(Bakınız: Hulki Cevizoğlu, “İşgal ve Direniş 1919 ve Bugün”, Ceviz Kabuğu Yayınları, 2.Baskı 2007)
Ahmet Mazhar Müfit Kansu imzalı “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” adlı eseri okuduğumuzda görüyoruz ki, Sayın Kansu; “Atatürk’ün Cumhuriyet’in İlanı planı (7 – 8 Temmuz sabaha karşı, Erzurum.)” hakkındaki düşüncesini kayıt ettiği o meşhur not defterine : “- IV. Erzurum ve Sivas Kongreleri Arasındaki Devre “ başlığı altında yer vermiştir. (Erzurum Kongresi Bitiş Tarihi: 7 Ağustos 1919 / Sivas Kongresi’nin Başlangıç Tarihi: 4 Eylül 1919’dur) İlgili bölümü aşağıya alıyorum:
…”Kongrenin bittiği gece Paşa hem çok neş’eli hem de çok düşünceliydi. Neşeliydi çünkü Şark vilayetlerinin bütünlüğünü ve birliğini sağlayan bir teşekkül vücude gelmiş, kongre, Paşa’nın muhafaza ettiği emel ve niyetlere uygun bir tarzda sona ermişti. Düşünceliydi, çünkü gittikçe ağırlaşan işgal şartları ve memleketin umumi siyasi ahvali karşısında ağır bir madde ve mâna mes’uliyeti bütün sıkleti ile omuzlarına yüklenmişti..
Filhakika, kafasının içinde daha ilk günden tasarlayıp tertiplediği bir plan vardı amma, memleketin maruz kaldığı vaziyet ve şartlar içinde bilhassa içli dışlı binbir husumet dalgasını kırarak ve şahısların çeşitli görüşlerine kâh mukavemet ederek, kâh onları yenerek bu planı tahakkuk ettirmek için bir dev kuvvete, Eyüp sabrından daha üstün bir sabıra, bitmez tükenmez bir enerjiye ihtiyaç vardı. Fakat o, muhakkak ki, bunların hepsine bir arada ve tahminimizin çok ilerisinde ve tasavvurumuzun ulaşılmaz hudutları ötesinde sahipti.
Geceleyin arkadaşlar odalarımıza çekildikten sonra emirber Ali oda kapımı vurdu:
…”Kim?..
Diye seslendim.
—“Benim, Ali. Beyrefendi..
Dedi..
…”Ne var, ne istedin?..
Diyerek kapıyı açtım. Ali:
—“Paşa Hazretleri ve Süreyya Bey oturuyorlar. Eğer uykunuz yoksa sizi de istiyorlar, kahve içeriz diyorlar.
Haberini verdi.
…”Peki geliyorum…
Dedim. Gündüzün akşamına kadar kongrede yorulan ve gecenin yarısına kadar bizimle oturan Paşa’nın, herkes yatmaya çekildikten sonra hâlâ uyumamış olmasını sırf tabiat ve bünye iktidarı bakımından hayret ve takdirle karşılamakla beraber; “Hastalanacak” diye üzüntü ile karşılamaktan kendimi alamıyordum.
…”Peki geliyorum.
Dediğim zaman içimden:
…”Gideyim de Paşa’ya birazcık olsun çıkışayım… Geceli gündüzlü bir faaliyet hayatı, durmadan sigara ve kahve. Buna can dayanmaz!..
Diyordum. Ve nitekim de yanına gider, gitmez düşündüğümü söyledim.
Güldü:
-…”Sen bunları bırak. Korkma, ben bu hayata alışığım..
Diyerek devam etti:
-…”Bak, Süreyya ile oturuyor ve kongrenin mukarreratı hakkında konuşuyoruz. Kahve de ısmarladık. Sen de bir tane içersin değil mi?
Benim tiryakiliğim de Paşanınkinden eksik değildi.
…”Tabii..
Dedim. Sordu:
-…”Söyle bakalım, kongre kararlarını sen nasıl buluyorsun?..
Düşünmeden:
…”Muhakkak ki çok iyi. Ancak, Şark vilayetlerine mahsus bir program halinde. Bakalım Sivas’ta ne olacak, ne şekil alacak?.. Diye cevap verdim.
Ayağa kalktı. Bir elini pantolonunun cebine soktu. Bir eli ile de bıyıklarını burarak:
-…”Evet, düşüncen doğrudur. Ancak, umumi milli kongre mahiyetinde bir bünyeye sahip bulunacak olan Sivas kongresi için bir esas hazırlanmış oldu.
Diyerek izahatına devam etti:
-…”Bu esaslar tabii Sivas’ta işlenecek ve genişletilecektir. Fakat ana dava, aynıdır. Erzurum Kongresi her şeyin başında Şark vilayetlerinde muhtelif amillerle teşekkül etmiş bulunan cemiyetleri “Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” sakafı altında bir araya toplamış oldu. Bu çok mühim bir noktadır. Sivas’ta da aynı hedefi tahakkuk ettirmek, memleket müdafaasına ait olarak teşekkül etmiş bulunan bütün cemiyetleri tevhit etmek muvaffakıyetini elde etmek lüzumu var. Biliyorsunuz ki bugün muhtelif yerlerde kurulu olarak faaliyette bulunan ondan fazla cemiyet vardır. Münferit çalışmalar yerine toplu mesaiyi ikame etmekle hem muvaffakıyet gücümüz artacak, hem de milli irade ve milli mücadele ruhunun sevk ve idaresi bir dimağ noktasına bağlanmış olacaktır. Erzurum Kongresi’nin en bariz vasıflarından biri de milli iradeyi her şeye hâkim ve her şeye üstün kılma kararıdır.
Erzurum Kongresi’nin en bariz vasıflarından biri de milli iradeyi her şeye hâkim ve her şeye üstün kılma kararıdır.
Vatanın müdafaasını ve milli istiklali İrade-i Milliyeye tabi kılmak ve Kuvayı Milliye’yi bu hüküm altında tutmak prensibi belki birden ehemmiyeti kavranmayacak basit bir ifade zannolunur. Hakikatte bu, büyük, her türlü zan ve tahminin üzerinde büyük bir davadır.”
Paşa odanın içinde bir aşağı bir yukarı dolaştıktan sonra tam karşıma geldi, durdu ve bakışlarını gözlerime dikerek:
-…”Memlekette irade-i milliye hakim olacak. Kuvayı milliye de bu iradeye tabii. Hakikat bu olunca, neler olmaz?
Dedi ve tekrar sükûn bulmuş bir volkan gibi hafifleyerek kongre hakkında birkaç noktayı kritik etti:
-…” ‘Asrî’ kelimesi hoca efendilerin taassubuna dokundu. Yanlış tefsirlere yol açmanın manası yoktu. ‘Asrî’ kelimesi şu manaya mı, bu manaya mı gelir, diye saatler harcamanın ve yanlış tefsirlere yol açmanın manası yoktu. Kongrenin siyasi partiye inkılap hakkındaki teklifi reddetmesi de mükemmel oldu. Ben siyasi partilerin bugünkü vaziyet içinde aleyhindeyim. Biz siyasi partilere değil, milli birliğe muhtacız. Böyle felaketli anlarda siyasi partiler millet beraberliğini bozar. Ömer Fevzi ve bir arkadaşının takriri Bolşeviklik yolunu açıyordu. Onun da ittifakla reddi çok iyi oldu.
Bunlar küçük sanılan, hakikatte mühim olan noktalardır.
Demin de söyledim: En mühimi ‘İrade-i Milliye’ prensibinin kavranması ve benimsenmesidir. İrade-i Milliye’yi millet işlerinde hâkim kılmak birinci gayemizdir.
Bu şuur, kongrede bütün hâkimiyetiyle kendisini gösterdi.
Paşa, bu sözlerini söylerken tekrar coşmuştu:
-…”Erzurum’da ve kongrede gördüğüm samimiyet, mertlik ve fedakârlık, azim ve iman, beni doğrusu çok cesaretlendirdi. Memleketimi kurtarmak yolundaki cesaretimi arttırdı. Erzurum’a ilk geldiğim günkü vaziyetimi biliyorsunuz. Ben burada rütbemi, Yaver-i Hazreti Şehriyâriliği, remi mevkiimi, üniformamı attım ve bütün kâinata sine-i millette bir ferdi olduğumu ilan ettim.
Arkadaşlarım da böyle. Üniformalı olanlar üniformalarını, memur olanlar memuriyetlerini terk ettiler. Hepsine minnettarım ve hepsinin takdirkârıyım. Şu halde ihtirassız, yalnız vatan ve memleket selâmetini gaye edinen insanlar olarak çalışıyoruz. Allah koruyucumuzdur. Mutlaka muvaffak olacağız.
Paşa, emirber Ali ‘ye seslendi:
-…”Ali, kahve yap bize..
Ali kahveleri getirinceye kadar, Süreyya Yiğit’in;
—“Muvaffak olduktan sonra dahi iş bitmiyor Paşam, memleketin namütenahi çalışmaya ve inkılâplar vücude getirmeye ihtiyacı var.
Şeklindeki mütalâası ile mevzu, memleketin sosyal bünyesine intikal etti. Paşa, vatanın kurtulmasından sonra Cumhuriyet ilanının şart olduğu hakkındaki mütalâa ve inanını bir kere daha sağladıktan sonra:
-…”Mazhar not defterin yanında mı?..
Diye sordu.
…”Hayır Paşam. Dedim.
-…”Zahmet olacak amma, bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel.” Dedi.
Nerede ise sabah olacaktı. Fakat onun yanında iken dünya, gecesi gündüzü olmayan bir âlemden ibaretti. Binaenaleyh, uyku ihtiyacı da yoktu. Hemen aşağıya indim. Not defterini alıp geldim.
O, hatıra defterime ve günü gününe her hadiseyi not edişime hem memnun olur, hem de bazen latife etmekten kendisini alıkoyamazdı.
-…”Hafızalarımız zayıfladığı zaman Mazhar Müfit’in defteri çok işimize yarayacak…” Derdi. Defteri getirdiğimi görünce, sigarasını birkaç nefes üst üste çektikten sonra:
-…”Amma bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar mahrem kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu…” Dedi.
Süreyya da, ben de:
…”Buna emin olabilirsiniz Paşam… Dedik.
Paşa, bundan sonra:
-…”Öyle ise önce tarih koy!.. Dedi.
Koydum:
7 – 8 Temmuz 1919. Sabaha karşı.
-…“Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce de bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim. Bu bir.
İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.
Üç: Tesettür kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.”
Bu anda gayri ihtiyari kalem elimden düştü. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme baktı. Bu gözlerin bir takılışta birbirine çok şey anlatan konuşuşuydu.
Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim.
-…”Neden durakladın?”
Deyince:
…”Darılma amma Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var.
Dedim, gülerek:
-…”Bunu zaman tayin eder. Sen yaz.” Dedi.
Yazmaya devam ettim:
-…”Beş: Latin huruf u kabul edilecek.”
Paşam kâfi… kâfi… Dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan edası ile:
…”Cumhuriyet ilanına kadar muvaffak olalım da üst tarafı yeter! Diyerek, defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım. İnanmayan bir adam tavrı ile:
…”Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edeceksiniz hoşça kalın… Diyerek yanından ayrıldım. Hakikatten gün ağarmıştı. Süreyya da benimle beraber odadan çıktı. Fakat burada ve bu anda hadiselerin beni nasıl tekzip ve Mustafa Kemal’i teyit ettiğini, daha doğrusu Mustafa Kemal’in beni nasıl bir cümle ile hapt ve mahcup ettiğini itiraf etmeliyim.
Çankaya’da akşam yemeklerinde birkaç defa:
-…”Bu Mazhar Müfit yok mu, kendisine Erzurum ‘da tesettür kalkacak, şapka giyilecek, lâtin huruf u kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman defterini koltuğunun altına almış ve bana hayalperest olduğumu söylemişti… Demekle kalmadı, bir gün mühim bir ders de verdi;
Şapka inkılabını ilan etmiş olarak Kastamonu’dan dönüyordu. Ankara’ya avdet ettiği anda otomobille eski Meclis binası önünden geçiyor, ben de kapı önünde bulunuyordum. Manzarayı görünce gözlerime inanmadım. Kendisinin yanında oturan Diyanet İşleri Reisinin başında bir şapka vardı. Kendisi neyse ne?.. Fakat kendisini karşılamaya gelenler arsında bulunan Diyanet İşleri Reisine de şapkayı giydirmişti. Ben hayretle bu manzarayı seyrederken, otomobili durdurttu, beni yanına çağırdı ve birden:
-…”Azizim Mazhar Müfit Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun? Deyiverdi!
Bu bir latifeydi, fakat mahcup den bir latife. Ve hakikatten bu büyük adam geceleri gündüzlere katarak düşünmeyi, milli bünyenin tahammülünü bilmiş, her şeyin zamanını hesaplamış ve zamanı iradesine râm edebilmişti. Benim o gün hayal ve masal diye karşılayarak not ettiğim her madde, zamanla birer hakikat abidesi olarak karşımda bütün endam ile boy gösteriyordu!..” (Bakınız: Mazhar Müfit Kansu, “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber I. Cilt”, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1997, Sf: 127…132)