“La vie est breve;
Hayat kısadır,
Biraz hayal,
Biraz aşk,
Ve sonra Allahaısmarladık.
Hayat boştur.
Biraz kin,
Biraz ümit,
Ve sonra Allahaısmarladık.”
-…”Vatanımızda yeni bir aile hayatı yaratmak için önce kendim olmalıyım,” diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1922 senesinin 11 Eylül günü İzmir’de tanıştığı Latife (Uşaklıgil) Hanımla 29 Ocak 1923’te evlendi. 2,5 yıl süren evlilik 5 Ağustos 1925 günü bitti. Latife Hanım, Atatürk’le geçirdiği 1000 günün ardından derin bir mutsuzluğa gömülürken, Atatürk şapka yeniliği için 24 Ağustos 1925’te Kastamonu’ya hareket edecektir.
Latife Hanım, yaşamının sonuna kadar (12 Temmuz 1975, İstanbul.) derin bir kederle yaşayacak, yıllarca odasına kapanıp uzun süre ağlayacak, Atatürk’ün kendisine maaş bağlama isteğini reddedecektir. O kadar üzgündür ki uzun süre insan içine çıkmak istemez, hatta kız kardeşi Vecihe (Dilmen)’in düğününe bile katılmaz, huzur bulmak için bir süre Nice’de kalır ve yurda döner.
Bunu izleyen yıllarda Latife Hanım’ın sağlığı bozulmaya başlamıştır, biraz tedavi, biraz gözlerden uzak olma isteği içinde Avusturya’da bir sanatoryuma “Fatma Sadık” takma isim ile yatar.
Latife Hanım Çekoslovakya Büyükelçisi olarak görev yapan Hüseyin Vasıf (Çınar) Bey’e 10 Aralık 1926’da şu mektubu yazar:
…”Bugün karşınıza kemal-i cesaretle çıkıyorum… Çünkü beni düşünenlerin beni yaşatmak isteyenlerin sözünü dinlemeye, kendimi ciddi surette tedavi ettirmeye karar vermiş bulunuyorum. Son zamanlarda fazlaca rahatsızlandım. Sonunda seyahate çıkıp, tedavi olmaya razı oldum. İcap eden emirler gelmiş… Seyahatimde iz’ac edilmemek için incognito (gizli hüviyetle) kalacağım. Mamafih, sizi bizzat haberdar etmekten, men-i nefis edemedim. Pazartesi günü hastabakıcı ile Viyana’ya müteveccihen hareket edeceğim. Otel Bristol’e inmeyi düşünüyorum. Orada azami bir hafta kalacağım. Mütehassıs profesörlerin fikrini aldıktan sonra, bir sanatoryuma çekilip, bir an evvel iyileşmeye gayret edeceğim.
Karpatlar’daki meşhur Tatra’nın eteğinde, son sistem inşa edilmiş bir müesseseyi çok methettiler. Adı Sonntag, Sanatorium Palace Tatra… Benim sirayet devresine dâhil olmuş hastalara bulunmaklığımı tavsiye etmediklerinden, bu sanatoryumu bilhassa tavsiye ediyorlar. Karar Viyana’da profesörlerindir.”
Bunu 26 Ocak 1927’de yazdığı bir diğer mektup takip eder:
…”Bir haftadan beri yatıyorum. Hafif bir enflüanza (nezle) geçiriyorum. Bu sabah ikinci bir radyografi yapıldı. Beş haftalık ciddi tedavi gördüğüm için, müstefid olduğumu temin ediyorlar. Şimdilik yegâne emelim, bu muhitten uzaklaşmaktır… Maarif Vekili Necati Bey’in sıhhatini gazetelerden öğrendim. Eğer sıhhatim avdet ederse, kendilerine uzun uzun çalışarak vücuda getirdiğim ve memleket için çok müfid olacağını zannettiğim mini mini bir eser hediye edeceğim. Tabii eserim de, kendim kadar küçüktür. Fakat yavrularımıza, vatan ve millet aşkını telkin hususunda, mürebbilere çok yardım edecektir. Yeter ki, Vekamet-i Celile (Milli Eğitim Bakanlığı), bizlerin tefekkürat ve tahassüsatından affı ehemmiyet etmeyi faideli bulsun… Fatma Sadık.”
Latife Hanım, takma isimle üçüncü mektubunu bir ay sonra yazacaktır:
…”Muhterem Muazzez kardeşim,
Telefonda vaad ettiğiniz habere intizar ettim. Geciktiğini görünce yine rahatsız etmeye mecbur oldum… Geldiğim günden beri sıhhatime, istirahatime çok itina eden Doktor Sintag, Mart ve Nisan aylarını bu rahatsızlık için pek ziyade tavsiye edilen ve ilkbaharda letafetine doyulmayan Meran’da (İtalya) geçirmekliğimi istiyor. Kardan, yeşillik ve çiçek içine gitmek benimde hoşuma gidiyor. Esasen Mart’ın 5’inde Doktor Sintag’ın refikası gelecek. Arzu ettiğimi takdirde bana refakat edeceğini söyledi. Hakiki bir anne olan yaşlı be tecrübe kâr madamın refakatinden istifade etmeyi doğru buluyorum.
Sıhhatim çok iyileşti. 4 kilo aldım. Güneşte de yattım. Meran’ın güzel, ilkbahar havasını, 6-7 hafta teneffüs etmekle, keder hayatına nihayet verebileceğimi söylüyorlar. Sevgili yurduma avdet edeceğim gün yaklaşıyor demektir. Bilseniz nasıl seviniyorum. Bazen çocuk gibi ağlıyorum. Artık hastane hayatı yaşamaktan sıkıldım.”
Latife Hanım, sanatoryumdan son mektubunu 1927 Mart’ında yazar. Ayın 7’sinde Viyana’ya geçer. Orada bir süre dinlenip İtalya’ya uzanacaktır. Sağlığı düzelmiştir. Ama mektuplarının sonuncusunda yaşamaktan şikâyet etmekte ve …”Hayatı hakiki çehresi ile görmek, her zaman nasibimdir. Bu benim talihimin ica’batından” demektedir.(Bakınız: Ayça Atikoğlu “Cumhurbaşkanı Eşleri, ‘Çankaya’ya Dokunan Kadın Elleri’, İnkılâp Kitapevi 2006, Sf:53-54)
Not: Hüseyin Vasıf (Çınar) Bey, Milli Eğitim Bakanlığı istifasından sonra Dışişleri Bakanlığı kadrosuna girerek 3 yılda 3 büyük kentte elçilik ve büyükelçilik yapmıştır. 16 Haziran 1925 günü Prag elçisi olarak atanmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Çekoslovakya’daki ilk elçisi olmuştur. 2 yıl Prag’da görev yaptıktan sonra 11 Aralık 1927’de Budapeşte Elçisi olarak atanmış ancak bir yıl bu görevde kalmıştır. 3 Kasım 1928’de Moskova Büyükelçisi olarak atanmış, bu görevinde de sadece 3 ay kalabilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı yapmakta olan yakın arkadaşı Mustafa Necati Bey’in ani ölümü üzerine boşalan İzmir Milletvekilliği ’ne seçildi ve ikinci kez Milli Eğitim Bakanı olarak atanmıştır.
Hüseyin Vasıf Bey, 1932’de Milli Eğitim Bakanlığı’ndan tekrar ayrılıp dışişleri bünyesinde çalışmaya başladı; bakanlık tarafından İtalya Büyükelçisi olarak görevlendirildi. 28 Mayıs 1931’de başladığı Roma’daki görevinden Moskova’ya atanması nedeniyle ayrıldı. 10 Eylül 1934 günü Moskova’daki görevine başladı. Bu göreve ek olarak Litvanya yanında Türkiye’yi ortaelçi olarak temsil etti.
Soyadı Kanunu çıktığında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, …”Çınar gibi dallı budaklı bir aileye mensup olmasından ötürü” kendisine “Çınar” soyadını verdi. Ani bir hastalık sonucu 2 Haziran 1935 günü Moskova’da hayatını kaybetti, cenazesi Ankara’ya getirilerek Cebeci Mezarlığı’na defnedildi.