Bugün 14 Şubat Sevgililer Günü.
Sevgililer günü, demokratik, laik, sosyal ve bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti ile birçok dünya devletleri tarafından kutlanan özel bir gündür. Bu vesile ile bugünkü yazıma başta Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtarıcısı ve kurucusu, insan haklarına saygısıyla ilke ve inkılaplarıyla yarattığı toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde yaşamasını temin eden, gerçek ve tek aşkı Türk milleti olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün söyleviyle başlamak isterim;
-…”Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben, milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım!
Çocukluğumdan bugüne kadar ailevi, hususi ve resmi hayatımın her safhasını yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması, mutlaka o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben şahsen, bu saydığım özelliklere çok ehemmiyet veririm ve bu özelliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için milletimin de aynı özellikleri taşımasını şart ve esas bilirim.
Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım!
Bu sebeple milli bağımsızlık, bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketten menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet gereğinden olan dostluk ve siyaset münasebetlerini, büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım!”
Atatürk’ün özel yaşamı, duygu dünyası, siyasi ve askeri yaşamının genelde gölgesi altında kalmıştır. Ancak günümüzde Atatürk’ün özel yaşamına ait eserler sayesinde Latife – Fikrîye hanımların haricinde hayatına giren kadınlar hakkında bilgilere sahibiyiz. Yakınlık teminde basının rolünün çok büyük olduğuna inanan Atatürk demiştir ki; …”Gazeteciler, gördüklerini, düşündüklerini, bildiklerini samimiyetle yazmalıdırlar. (Bkz: Ayın Tarihi, Cilt: 20, Sayı: 65, Yıl: 1929)” Bu ifade ve özel gün (14 Şubat Sevgililer Günü) nedeni ile samimiyetle yazıldığına şüphe duymadan, Atatürk’ün hayatına giren kadınlar hakkında anekdotlara bir göz atalım:
Türk gazeteci, yazar ve milletvekili Falih Rıfkı Atay (d:1894 – ö:20 Mart 1971), Cumhuriyet döneminin en etkili gazetecilerinden kabul edilmiş, İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşundan sonra Atatürk ile tanışıp dostluğunu kazanmış, özellikle Atatürk’ü yakından tanıtan anılarıyla ünlenmişti. Falih Rıfkı Atay, Atatürk ile bir anısını şöyle anlatır:
(—)”Coşkun ve cümbüşlü bir geceden sonra, Çankaya’daki evine gitmiştim. Kendisine dedim ki:
—“Şimdiye kadar sizin için ecnebi dillerde yalnız Frenkler yazdılar. Biz yanındayız. Sizi onlardan daha iyi tanıyoruz. Müsaade eder misiniz, Yakup Kadri ile ben hayatınız ve eserleriniz hakkında bir kitap hazırlasak?
Bilardo istekasını bırakarak yüzüme baktı:
-…”Dün geceyi yazacak mısınız?”
—Canım Efendim, bu kadar hususiyetlere girmeye ne lüzum var?
-…”Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılmam ki… (Bkz: İbrahim Sarı, “Çocuklarla Başkomutan Atatürk’ün anıları”, 2018, Nokta E-Book Publishing, Sf: 112)”
Atatürk’ün hayatına giren kadınlar;
…”Çay sofrası iki akasya ağacının altına kurulmuştu, ağaçların gölgelendiği masanın beyaz örtüsünün üstünde incecik porselen fincanlardan demli çay tütüyor, sıcacık poğaçaların kokusu akasyaların kokusuna karışıyordu.
Sofya’nın seçkin semtindeki iki katlı konutun geniş bahçesinde Mustafa Kemal iki kadınla sohbet ediyordu. Kadınlardan büyüğü anneanne, küçüğü torundu. Mustafa Kemal bir ara fırsatını buldu ve torunun kulağına “Sizinle evlenmek istiyorum,” diye fısıldadı…
Sofya’da askeri ateşe olarak görev yapan genç adam, ardından da şartlarını dile getirdi: “Ben 33 yaşındayım; 50 lira altın para maaşım var. Bunun 20 lirasını size cep harçlığı olarak verip, ben de kalan 30 lira ile evi idare edeceğim. Yalnız benim bir şartım var, nikâhımızı hoca değil Sofya Büyükelçimiz Fethi Bey (Okyar) kıyacak.”
İlk görüşmede evlenme teklifi Vidinli Kurtbey Ailesi’nin güzel kızı Nazmiye Atiç’i çok şaşırtır. Anneannesi ile Vidin’den İstanbul’a gitmek üzere yola çıkmıştır, oradan da tıp tahsili için Fransa’ya gidecektir. Sofya’da Mustafa Kemal’in çay davetini kabul ettiklerinde Nazmiye henüz 17 yaşındadır ve böyle bir teklif (hele hocanın kıymadığı bir nikâh) asla kabul edebileceği bir şey değildir.
Genç kız evlenme teklifini reddeder ama Mustafa Kemal ile görüşmeye devam eder, hatta İstanbul’a gelip gidişlerinde annesine “Zübeyde Teyze” demeye başlar…
Müjgân, Selanikli Hatice, Şevki Paşa’nın kızı Emine, Romen Fani, Mara Dimitrina, Nicolina Radoslavof, Elana Akçov, Hilda Christiaunus, Nazmiye Atiç, Madam Corinne, Matmazel Edith, Fikrîye, Evelyn Barrett, Latife Uşşakizade, Afet İnan…
Yaşamının neredeyse tümünü asker ve devlet adamı olarak geçiren Mustafa Kemal Atatürk, çok sevmesine rağmen az katılabildiği ‘monden’ hayatta bu kadınları tanımış, bazılarına âşık olmuş, bazılarının sadece elinden tutmuş, kimisine açılamamış, kimilerine duygularını kâğıt üstünde yaşamış, Latife Uşakizade ile ise evlenmişti…
Atatürk’ün Gönül Galerisi adlı kitabın yazarı Süleyman Yeşilyurt’a göre*;
…”Mustafa Kemal, askeri ateşe olduğu yıllarda (1913 – 1914) Nazmiye Atiç’e evlenme teklifini izleyen süreçte Pansiyoncu Hilda, Harbiye Nazırı’nın kızı Mara Dimitrina, Bulgar Başbakanı’nın kızı Nicolina Radoslavof, milletvekili Dino Akçof’un tek kızı Elena Akçof’la Sofya gecelerinde aşkın doruklarına ulaşmıştı.
Müjgân, Atatürk’ün ilk göz ağrısıydı. Askeri okulun ilk yıllarındaki Mustafa, ne yazık ki Müjgâna hiç açılamamış, ondan en küçük bir ümit ışığı bile alamamıştı.
Askeri Rüştiye’den mezun olduğu yıl ise karşısına belki de hayatı boyunca en sevdiği kadın olan Hatice çıkmıştı. Ancak, Hatice’nin annesi zabite kız vermemekte kararlıydı ve genç Mustafa ilk büyük düş kırıklığını yaşamıştı.”
Yeşilyurt, Afet İnan’ın Atatürk’ün manevi kızı olduğu iddialarının da asılsız olduğunu kanıtlamaya çalışıyor ve “Sabiha Gökçen’le ölmeden önce Tunalı Hilmi’deki evinde görüştüğümde, Paşa’nın Afet İnan ile birlikteliğine ‘Evet, olabilir ama her doğru söylenmez,’ diye yanıt vermişti,” diyor…
Atatürk 57 yıllık yaşamı boyunca birçok kadından hoşlanıyor ama şartlarından dolayı tek bir kadınla evleniyor, bu kadını da kalbi doğrultusunda değil, mantığı doğrultusunda seçiyor! (Bkz. (*): Süleyman Yeşilyurt, “Atatürk’ün Gönül Galerisi”, 2001.)”
Atatürk’ün kadınları ile ilgili bildik öykülerin ötesine geçmek, birinci dereceden tanıkların yazmadıkları anılara ulaşmak istiyorum.
Eriş Ülger**, Atatürk’ün özel eşyalarının çoğuna sahip bir mimar. Moda’daki evine gittiğimde karşımda bulduklarım göz yaşartıcıydı: Fikriye’nin intihar ederken kullandığı gümüş kabzalı, üstünde isminin baş harfi işlenmiş küçük tabancası, Cemil Salih Bozok’un yine intiharında kullandığı tabanca, sayfaları arasında Fikriye’nin hediyesi kurutulmuş karanfil ile Nutuk, giysileri, geceliği, kemerleri, Kurtuluş Savaşı sırasında çektiği telgraflar, Balıkesir Komutanı’na Fikriye’nin korunması için yazdığı özel telgraf, mektupları, Muammer Bey’in Paşa’nın kızından boşanması üzerine yolladığı telgrafı vs. …
Eriş Bey, Atatürk’ün eşyalarını biriktirmekle yetinmemiş, birinci dereceden tanıkların anılarına da yönelmiş. Latife Hanım’ın Atatürk’ü rahatsız ettiğini bizzat yaşayanlardan dinlediğini iddia eden Ülger’e göre:
…”Atatürk ile birlikte anılmaya değer tek kadın Afet İnan.
Atatürk, ‘Vatandaş İçin Medeni Bilgiler’i tane tane anlatmış ve tamamını Afet İnan’a dikte ettirmiştir. İnan’ın tarih profesörü olmasını O istemiştir. Nutuk’u yine bizzat ona not ettirmiştir. Atatürk, Afet İnan’ı bir anlamda genel sekreteri yapmış ve bir Türk hanımefendisini onda görmüştür. Afet İnan güzeldir, bilgilidir onu sevmiş ve beğenmiştir ve başka hiçbir kadına vermediği yetkileri vermiştir.
Bunun kanıtları da var:
Örneğin İstanbul’da Pera Palas’ta bir akşam yemeğinde Atatürk, Afet İnan, Cemil Salih Bozok, Eşref, Peker ve Zühtü Bey’ler oturmaktadırlar. 1937’in sonudur. Yemekten sonraki sohbet sırasında bu beylerden birisi İsmet İnönü’nün aleyhinde birkaç söyler. Recep Peker de söylenenleri onaylar şekilde başını sallar. Atatürk’ün cevap vermesine fırsat vermeden Afet İnan, …”Paşamızın en yakın arkadaşı, uzun yıllar başbakanlık yapmış bir devlet büyüğümüz hakkında bu şekilde konuşmanızı hiç uygun bulmadım” diyerek medeni bir çıkış yapar. Peker’in ‘bir yerde doğru söylüyor’ demesi üzerine ne de …”Böyle bir konuşmayı hiç yakıştıramadım” diyerek yemek masasından kalkar. Atatürk, İnan’a saygı duyduğu için hiç müdahale etmez.
Afet Hanım, Ankara Kız Lisesi’nde tarih öğretmenliği yaparken bilgisi, görgüsü ile Ata’nın ilgisini çekmiştir ve ölümüne kadar hep Atatürk’ün yanında olmuştur.
Atatürk’ün sevdiği ve onu seven kadınlar içinde Afet İnan’ın yeri ayrıdır diyorum çünkü İnan, Paşa’nın kültürel mirası için çalışan tek kadındır. Ne kaldı Fikriye’den, Latife’den geriye, ama İnan büyük bir inançla Atatürk’ü anlatabilmek için çalışmıştır; notlarını tutmuş, yazılarını dikte etmiş, fikirlerini aktarmış ve bunları kişisel hukuk gözetmeksizin yapmıştır. Resim Heykel Müzesi’nin açılmasında büyük katkıları vardır, kültüre, sanata doğrudan yatırım yapmıştır. Bunların dışında giyimi kuşamı, olaylara hâkimiyeti, Ata’nın sağlığı dâhil her şeyi ile yakından ilgilenmesi ile de Türk kadınını temsil edecek güçtedir.
Ayrıca tüm kaynaklar gösteriyor ki Mustafa Kemal ne Latife’ye ne de Fikriye’ye âşık olmuştur. Latife, Paşa’yı hırpalayan bir eş olmuştur. Fikrîye ise âşıktır, melankoliktir ve Paşa’yı hiçbir zaman incitmemiştir. Atatürk’e Zsa Zsa Gabor dâhil birçok kadın âşık olmuştur. Paşa’da kadınlardan hoşlanan bir erkekti. Ancak, size hayalî ve aşırı romantik gelebilir ama ben “Atatürk’ün gerçek aşkı Türk milleti” olduğunu düşünürüm. (Bkz. (**) S. Eriş Ülger, Latife Gazi Mustafa Kemal, 2004.)
Atilla İlhan’a göre Atatürk, Batıcılığı’na kurban gitti:
Meraklıları bilir, Atilla Bey sabahları mutlaka bir kafe’de birkaç saat otururdu. Bu kafe 80’lerin başında Taksim’deki Bulvar’dı, sonra çok uzun yıllar Divan’da kabul etti konuklarını. Son yıllarda The Marmara’ya yerleşmişti…
Ilık bir haziran sabahı Atilla Bey ile kahvelerimizi yudumlayıp Atatürk’ün kadınlarını konuştuk:
“Hayatına giren kadınlara, mektuplaşmalarına bakınca Atatürk’te rahatlıkla ecnebi zaafı olduğunu söyleyebiliriz. Atatürk bir Tanzimat subayıdır, onları eğitenlerin büyük bir bölümü yabancıdır. Örneğin Enver Paşa tam bir Almancıdır. Atatürk bu anlamda hiçbir millete hayranlık beslemez. Ama O’nu dönemin subaylarından ayırmak mümkün değil. Atatürk’ün esas özelliği; babasının küçük yaşta ölmesi, dayısı bir yanaşma olduğu için annesinin evlenmek zorunda kalması ve Mustafa Kemal’in bu sebepten annesine çok kızmasıdır. (Paşa’nın annesinin cenazesine gitmemesi de ilginçtir!)
Mustafa Kemal’in asker olmasının, Manastır Rüştiyesi’ne gitmesinin sebebi annesinin evlenmiş olması, kendisini evsiz barksız hissetmesidir. O, ev yerine garnizonda büyümüştür. Ali Fuat Paşa’nın konağı Mustafa Kemal’in girdiği ilk görkemli evdir. Ondan sonra İstiklal Savaşı’nda yine yalnızdır, yine garnizondadır.
Fikriye’nin kalkıp Atatürk’ün yanına gitmesi bence çok iyi olmuştur. Zübeyde Hanım bu kızı istememiş, Atatürk ona aşık olmamış belki ama bence bu fedakar Türk kızı aslında tam istediği kadın tipidir. Latife Hanım’ın Paşa’ya bakış açısı ise neredeyse levanten bakışıdır. Uşakizadeler halı tüccarı bir aile… Paris’e halı satıyorlar, İzmir işgal edilince soluğu hemen Fransa’da alıyorlar. İzmir’in kurtarılacağı anlaşılınca da geri geliyorlar…
Mustafa Kemal zafer kazanmış bir komutan, önünde Türkiye ufku var, inanılmaz şeyler tasarlıyor, buna uygun bir kadın modeli arıyor. Malum, Atatürk gösterişli giyinmeyi seviyor, Mc Farren yağmurluklar falan, karısını da böyle batılı bir modelde istiyor. Latife Hanım’ın yabancı dil bilmesi, Paşa’ya gazeteleri okuması ilgisini çekiyor. Latife Hanım Paşa’nın bir asker olduğunu ve subaylarla, siyasilerle muhabbet etmekten hoşlandığını anlamıyor. Asker olmak ayrı bir durumdur. İsmet İnönü’nün koruma polislerinden biri anlatmıştı. Adam iki sene korumalık yapmış, İsmet Paşa bir kere bile hatırını sormamış, ama sokakta rastladığı erlere bile “Merhaba, memleket nere?” diye sorarmış. Zübeyde Hanım’ın, …”Bu kız benim oğlumu değil Paşa’yı seviyor,” saptaması doğrudur. Latife, Köşk’e yerleşir yerleşmez fasıl heyetini kaldırıyor, bir piyano ve viyolonsel buluyor, yemek müziği için böyle uygun görüyor. Paşa rakısını piyano eşliğinde içmek zorunda kalıyor. Sonunda dayanamıyor fasıl ı geri istiyor. Atatürk’e çalan sazcılardan Burhanettin Ökte’den dinlemiştim. Latife inanılmaz şımarıklıklar yapıyor. Kimdir Latife, çağdaş Türk kadını mı? Bence değildir. Yurtdışında eğitilen İstanbul kompradorlarının kızları gibi Türkleri küçümseyen, medeniyet sadece Batı’da var zanneden Batı’da var zanneden bu kadın çağdaş Türk kadını olamazdı. Atatürk ise uygar bir insan olmakla birlikte çok doğal bir tiptir. Koruma polisi anlatmıştı. Dolmabahçe Sarayı’nda yaşarken bir akşam sıkılıyor ve gizlice dışarıya çıkıyor, çıkarken de korumaya “Bu saatte Beşiktaş’ta açık meyhane var mıdır? Gittiğimi kimseye söyleme” diyor.
Ata’nın Latife’yi seçmesi aşikâr olduğu gibi hata idi. Fikrîye ile evlenseydi her ikisi de mutlu olurlardı. Halide Edip, Fikrîye için şöyle demişti: …”İki şey aklımda, gözleri ve sesi. İkisi de çok hüzünlüydü. Evet, hüzünlüdür, çünkü hem âşıktır hem de verem.” Ben Latife Hanım’ı bir kere uzaktan gördüm… Çankaya kadınları deyince benim aklıma Latife Hanım değil, öncelikle asker eşleri geliyor, onlar da genellikle haysiyetli ve gururludur… (Bkz: Ayça Atikoğlu, “Cumhurbaşkanı Eşleri – Çankaya’ya Dokunan Kadın Elleri”, 2006, İnkılâp Kitapevi, Sf: 29…34)
Atatürk’ün özel hayatına ilişkin araştırmalar genişledikçe, yeni metinler ve belgeler yayımlandıkça bu gibi derlemelerin, şüphesiz daha mükemmelleri meydana gelecektir. Bununla beraber, yaşadığımız (covid 19) pandomi imkânları içerisinde kitaplığımda bulunan Kemal Atatürk’e ait eserlerde O’nun gerçek ruhunu yansıtan fikir ve düşüncelerini sunarken görevimizi yapmış olduğumuz inancıyla Sevgisiyle Kalın Efendim.