Arkeolog ve Müzeci Kimliğiyle Osman Hamdi Bey
Tarihe tutkulu, müzelere hayran biri olarak Osmanlı’nın son döneminde tarihe sahip çıkmanın ve sanatın bir toplumun ilerlemesi ve çağdaşlaşması için önemini tüm çalışmalarıyla ortaya koyan bir Osmanlı aydınından Osman Hamdi Bey’den bahsetmek isterim. “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosu ile tanıdığımız ressam kimliği öne çıkan Osman Hamdi Bey, Türkiye’nin ilk müzesinin kurucusu ve Osmanlı topraklarında ilk Türk arkeolojik kazılarını yapan ve yöneten kişidir.
Osman Hamdi beye gelene dek Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Avrupa ülkeleri arkeoloji konusunda peş peşe yeni keşiflere imza atmaya ve kendilerine ait olmayan topraklarda da kazılar yapmaya çoktan başlamışlardı. Osmanlı’nın geniş toprakları da Avrupa ülkeleri tarafından arkeolojik kazı maksatlı parsellenmişti. Yaptıkları kazılarda çıkarılan birçok eseri kendi ülkelerine kaçırıyorlardı. Zaten birçok noktada savaşan, yoğun göçler alan yorgun, yoksul Osmanlı devleti topraklarındaki tarihi değerlerine yeterince sahip çıkamıyordu ya da öneminin farkında değildi, bu kısmını bilemiyorum maalesef.
Osman Hamdi Bey özetle; İlk müzecimiz, ilk arkeolog, eserlerin kaçırılmasını engelleyen kanunu çıkaran, ressam, güzel sanatlar fakültesi kurucusu ve öğretim görevlisi, dış işleri bakanlığı görevinde bulunmuş, birkaç dil bilen Osmanlı aydınıydı. Bu özelliklere sahip olmasında elbette o dönem yaşadığı çevre ve aldığı eğitimler de oldukça etkiliydi. Biraz kendisini tanıyalım;
Osman Hamdi Bey’in babası Sakız Adası’ndan küçük yaşta devşirilen Rum asıllı Osmanlı sadrazamı (Başbakan) İbrahim Ethem Paşa’dır. Paşa, Osmanlı Devleti’nin yurt dışına eğitim için gönderdiği ilk dört gençten biriydi. İbrahim Ethem, bir süre Sultan Albülmecit’in Fransızca öğretmeni de olmuştur. İbrahim Ethem Bey’in Pasteur’ün sınıf arkadaşı olduğu da rivayet edilir.
Osman Hamdi Bey 30 aralık 1842 tarihinde istanbul’da doğdu. Ailenin 5 çocuğundan en büyüğüdür. İbrahim Ethem Paşa, bir görev nedeniyle Viyana’ya giderken 16 yaşındaki oğlu Osman Hamdi’yi de götürür. Osman Hamdi Viyana’da zamanının çoğunu müzeleri ve sergileri gezerek geçirir. Sanatın beşiği sayılan o dönemin Avrupa ülkelerinde gördükleri onu çok etkiler. O yıllarda özellikle varlıklı ailelerin çocukları öğrenimlerine yurt dışında devam ediyorlardı. Birkaç yıl sonra Osman Hamdi Paris’e giderek babasının isteğiyle Hukuk Fakültesinde okumaya başlar. Bu sürede hukuk öğrenimi görmenin yanı sıra, o dönemin ünlü ressamlarından olan Jean-Léon Gérôme ve Boulanger’in atölyelerinde çıraklık yaparak resim eğitimi de alır. Onun Paris’te bulunduğu dönemde Osmanlı Devleti resim öğrenimi için Şeker Ahmet Paşa ile Süleyman Seyyid’i Paris’e göndermişti. Bu üç kişi, Türk resim sanatının ilk kuşağını oluşturur.
Erkek kardeşlerinden Mustafa Bey İstanbul Gümrük Müdürü, İsmail Galip Bey Türkiye’de nümizmatik (sikke ve madalyonların tarihi ve tanımı işi) biliminin kurucularından, Halil Ethem Bey ise müzecidir.
12 yıl Fransa’da yaşayan Osman Hamdi Bey İstanbul’a döndüğünde Osmanlı topraklarında da tanınan bir ressamdır. Birkaç dil biliyordur. Güzel sanatlar ve müzecilik dallarında da iyi eğitim görmüş olduğundan sarayda bir görev alıp işe başlaması istenir. İlk görevi Bağdat’ta Yabancı İşler Müdürlüğü olur. Bağdat’ın zengin tarih ve arkeolojisi o dönemler yeni keşfedilmiş, bir bir kazılar yapılmaktadır. Bu durum kendisini arkeoloji konusunda da geliştirmek isteyen Osman Hamdi Bey için bir fırsat olur. Bir yandan görevini yaparken, bir yandan bölgenin tarihi ve arkeolojisiyle ilgilenir. İlk arkeolojik çalışmalarını Bağdat’ta yapar. Kazılar sonucu bulduğu bazı önemli arkeolojik eserleri İstanbul’a gönderir.
İstanbul’a döndüğünde Saray Protokol Müdür Yardımcısı olur.
1875 yılında Kadıköy’ün ilk şehremini (belediye başkanı) olarak görevlendirilir ve bu görevi bir yıl sürdürür.
Tüm görevlerini layığıyla yapsa da Osman Hamdi Bey’in asıl tutkusu resimdir. Resme daha çok zaman ayırmak ister ve devlet memurluğundan erken emekliliğe ayrılarak Gebze’ye bağlı Eskihisar köyünde bulunan evinde kendisini resim yapmaya adar. Ancak 1881’de Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi / Saray Müzesi) müdürü Anton Dethier’in ölümü üzerine müze müdürü olarak tekrar göreve çağırılır.
Eş zamanlı olarak padişah II.Abdülhamit tarafından Türkiye’nin ilk güzel sanatlar okulu olan Sanayi-i Nefise Mektebi’nin müdürlüğü ile görevlendirilir. Binanın inşası ve akademik kadronun kurulmasının ardından okulu 2 Mart 1883’te öğretime açar. Okulda sanatın bütün dallarında öğrenciler yetiştirmeye başlanır. Kendisi de resim dersleri verir. Burası günümüzdeki ismiyle Mimar Sinan Üniversitesi’nin Güzel sanatlar Akademisidir.
Osman Hamdi Bey’den önce bilinen anlamıyla müzecilikten bahsedilemez. Müze-i Hümayun müzecilik değil daha çok depolamak işlevi görüyordu. O dönemde devlet büyüklerine gelen hediyeler, ganimet ve silahlar bu müzede muhafaza edilir daha sonra Aya İrini Kilisesi’nde sergilenip halkın görmesi sağlanırdı. İmparatorluk topraklarında yapılan kazılarda elde edilen arkeolojik eserler de burada sergilenirdi. Bu müzenin idaresi, Osman Hamdi Bey’den önce yabancı görevlilerce yürütülürdü. Yabancılara imparatorluk topraklarında kazı izni de verilmişti. Bu görevliler imparatorluğun geniş topraklarının dört bir yanından toplattıkları arkeolojik eserleri Saray Müzesi’nde sergileyerek müzeciliğin gelişmesine katkı da olurlar. Hatta “Asar-ı Atika Nizamnamesi” ile bu eserlerin koruma altına alınmasını da sağlarlar. Ancak bu nizamnamede eski eserlerin yurt dışına çıkışını yasaklayan bir madde olmadığı için değerli eserler kazı yapan ülke arkeologları tarafından ülkelerindeki müzelere götürülürler, buna engel olunamaz.
Osman Hamdi Bey’in Müze-i Hümayun müdürü olarak ilk işi 1874 tarihli “Asar-ı Atika Nizamnamesi”ne eski eserlerin yurt dışına götürülmesini yasaklayan madde ekletmek olur. Kanunu 1883 yılında yeniden düzenler ve yürürlüğe alınmasını sağlar. Bu yeni düzenleme ile Osmanlı topraklarında kazı yapan batılı ülkelerin eski eserleri yurtdışına çıkarması yasaklanır. Fransa’dayken batılı devletlerin güzel sanatlara ve eski eserlere verdikleri öneme hayran kalmıştır. Bu görüşü ülkemize adapte etmek ister. Yapılan tüm arkeolojik çalışmaların kontrolünü üstlenir. Daha önce yabancılar tarafından başlanmış ve yarım bırakılmış kazıları da ele alır. Kazıların kendisinin görevlendirdiği kişilerce yapılmasını sağlayarak ilk Türk bilimsel kazılarını başlatır. Yabancı bir grup tarafından yapılan Nemrut Dağı kazılarını kendisi yönetir. O tarihte çıkarılan heykellerin yurt dışına götürülmesini engelleyerek ülkemize günümüzde her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Nemrut Dağı heykellerini kazandırır.
İmparatorluğun dört bir yanından getirilen eserler bir süre sonra Müze-i Hümayun binasına sığmamaya başlar. Çağdaş anlamda müzecilik bu noktada Osman Hamdi Bey’in müze için yeni bir yer arayışı sonrası gelişir. Eserler, önce Aya İrini’ye sonra Çinili Köşk’e (şimdiki İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin 3 binasından biri) taşınmıştır ancak burası da yetersiz gelir. Devrin yöneticilerini ikna ederek bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi ana binasını inşa ettirir. Böylece burası ilk Türk müze binası olur. 1891 yılında ziyarete açılır. Avrupa’daki modern müzeleri örnek alarak müze içine kütüphane, fotoğraf stüdyosu ve onarım atölyesi de yaptırır. Kazılardan elde edilen tüm eserler bu müzede sergilenmeye başlanır.
Koleksiyondaki silahlar ve askeri teçhizatlar Aya İrini’de bırakılır ve “Esliha-i Askeriye Müzesi” adıyla düzenlenir. Bugünkü Askeri Müze’nin temeli olan bu yeni müze, 1908’de ziyarete açılır. Sanayi-i Nefise Mektebi öğrencilerinin eserlerini okulun büyük salonunda toplayarak Güzel Sanatlar Müzesi’nin çekirdeğini oluşturmaya başlar. Tüm bu çabaları, onu çağdaş Türk müzeciliğinin kurucusu yapmıştır.
Osman Hamdi Bey tarafından kurulan İstanbul Arkeoloji Müzeleri (aynı bahçe içinde 3 binadan oluşuyor bu nedenle çoğul isim), içinde bulunan eserlerin değeri nedeniyle günümüzde Dünyanın ilk 10 müzesi arasında kabul edilmektedir.
29 yıllık Müze müdürlüğü sırasında ilk Türk bilimsel kazılarını başlattığını yukarıda belirtmiştim. Osman Hamdi Bey, Nemrut Dağı, bir önceki yazımda anlattığım Lagina Hekate kutsal alanı (Muğla, Yatağan) ve Sayda (Lübnan)’da arkeolojik kazılar gerçekleştirir. Sayda’da yaptığı kazılarda bulduğu antik eserler arasında arkeoloji dünyasının başyapıtlarından sayılan İskender Lahiti de bulunmaktadır. Söz konusu eserler, günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergilenmektedir. Osman Hamdi Bey hem ressam hem de arkeolog olarak tüm dünyada tanınır. Arkeolog Salomon Reinach ile birlikte “Une necropole a Sidon (Sayda Kral Mezarlığı)” adlı bir kitap yazar ve 1892’de Paris’te yayımlatır.
Osman Hamdi Bey döneminde Avrupa’nın önünü çektiği arkeolojik kazı seferberliğine biz onlarca yıl sonra katıldık. Birçok noktada kazılar vardır. Gidemediği kazılara da güvendiği yakın çevresinden arkeologlara görev verir. Oğlu Mimar Ethem Bey’in Tralles antik kentinde (Güzelhisar, Aydın) yaptığı kazılarda Antik Yunan tanrısı Artemis’e atfedilmiş bir tapınağın frizleri ile daha birçok eser ortaya çıkarılır ve Müze-i Hümayun’a getirilir. Aydın’da Alabanda ve Sidamara antik kentlerindeki kazılarının başında kardeşi Halil Ethem Bey’i görevlendirir. Müze memurlarından Makridi Bey, Rakka, Boğazköy, Alacahöyük, Akalan, Langaza, Rodos, Notion ve Taşöz kazılarını yürütür.
İlk uygarlıklara vatan olan, asıl zenginliğin ve tarihin yattığı Mezopotamya’nın bir kısmı ve Anadolu o dönemde Osmanlı imparatorluğu toprakları içindeydi. Bu bölgelerde yapılan kazılardan bir anlamda tarih kaynağı fışkırıyordu. Dolayısıyla çıkarılan eserlerin sadece İstanbul’daki müzelerde sergilenmesi olanaksızdı. Osman Hamdi Bey eserlerin çıkarıldığı bölgede sergilenmesi gerektiğine inanıyordu. Bu nedenle onun döneminde birçok ilde çıkarılan eserlerin depolanması için yapılan binalar o kentlerin ilk müzelerinin temelini oluşturmaktadır. Bu amaçla, önce Selanik, Sivas, Bursa ve Konya’da birer eser deposu açtırır. O bölgelerden çıkarılan eserler öncelikle bu depolarda toplanır, sonra depolar müzeye dönüştürülür. Açılan her müzenin modern anlamda bilime hizmet verecek şekilde tasnif, koruma ve sergileme yeri olmasını sağlamıştır.
Osman Hamdi Bey, müzecilik ve arkeoloji çalışmalarını sürdürürken resim yapmayı hiç bırakmaz. Resimlerini genellikle Eskihisar’daki evinde geçirdiği yaz aylarında yapar. Türk resminde ilk kez figürlü kompozisyonu kullanan ressamdır. Resimlerinde okuyan, tartışan, özlemini duyduğu Türk aydın tipini ve dışarıya açılmış kadın imgesini ele alır. “Kaplumbağa Terbiyecisi” ve “Mihrap” Osman Hamdi’nin en ilgi çeken ve tartışılan eserlerindendir. Bu tablolarda kaplumbağa simgesi ile ‘bürokrasinin ağır ve baskı altında olduğunu ve müzikle yani sanatla değişimin mümkün olduğunu’, “Mihrap” eserinde de kadının ayağının altındaki dini kitaplardan yola çıkarak, ‘dini baskılar kadının ilerlemesinin önünde engeldir’ mesajlarını vermiş olabileceği sanat tarihçileri tarafından tartışılmaktadır. Sonuç olarak kadınıyla erkeğiyle çağdaş, aydın, okuyan, düşünen, tartışan bir Türk toplumu hayali içindeydi. Kaplumbağa Terbiyecisi tablosu İstanbul, Pera Müzesi’nde sergilenmektedir. Mihrap, kayıptır.
Resimlerindeki modelleri genellikle yakın çevresinden seçerdi. Örneğin silah tüccarı tablosunda kendisi ve oğlunu çizmiştir. Kadın tablolarında ise çoğunda model karısıdır.
Osman Hamdi Bey, 24 Şubat 1910 tarihinde İstanbul Kuruçeşme’deki yalısında hayatını kaybetmiş ve vasiyeti üzerine Eskihisar’a defnedilmiştir. Gebze Eskihisar’daki konağı 1. Dünya Savaşı sıralarında karargâh komutanının emrine verilmiştir. Atatürk ve İsmet İnönü Kurtuluş Savaşı’nın çeşitli evrelerinde bu köşkte kalmıştır. Köşk 1987’den bu yana “Osman Hamdi Bey Müzesi” olarak hizmet vermektedir.