Milli Mücadele tarihimizin en çok tartışılan konularından birisi de, aralarında Musevi cemaatinden İstanbul mebusu Mişon Efendi’nin de bulunduğu “Felah-ı Vatan Grubu‘nun kuruluş tarihi olmuştur. “Vatanın Kurtuluşu” anlamına da gelen bu gurubun kuruluş tarihi hakkında bugüne kadar literatürde bilinen tek gerçekse, çağdaş Türkiye’nin kuruluş belgelerinden biri olduğuna, İstiklal Savaşı’nın bu belgenin verdiği ruh ile kazanıldığına ve yeni devletin varoluş beyannamesi kimliği taşıdığına inandığımız Misak-ı Millî (28 Ocak 1920) kararlarındaki imzaları olmuştur.
Büyük Atatürk, Nutuk’ta :
…“24 Ocak 1920’ye kadar “Felah-ı Vatan Grubu‘nun henüz kurulmadığını, fakat bu konuda çalışmalara devam edildiğini… (Nutuk, C.3. Vesika No: 227);
…”27 Ocak 1920 tarihinde ise henüz kurulmadığını… (Nutuk, C.3. Vesika No: 232).” belirtmiştir.
“Felah-ı Vatan Grubu”nun kuruluş tarihi konusunda çeşitli kaynaklar değişik ifadeler kullanmaktadır. Bu ifadeleri özetle irdeleyecek olursak:
-4 Şubat 1920 tarihli bir belgede; “Kurulmasına çalıştığımız gruba çaresiz olarak Felâh-ı Vatan adı verilecektir” denmektedir. (Atatürk Özel Arşivinden Seçmeler, Haz. T.C. Genelkurmay Askeri ve Stratejik Etüd Başkanlığı. Ankara: 1981. Sf: 122 – 123).
-5 Şubat 1920 tarihli diğer bir belgede ise; “Grup Nizamnamesinin oluşur gibi olduğu ertesi günün nizamname-i dâhili” ve idare heyetinin seçileceği Mustafa Kemal Paşa’ya bildirilmiştir.” denmektedir. (Atatürk Haftası Armağanı, 10 Kasım 1977, G.K.H.T. Baş Yayını Sf:25).
-Hüseyin Rauf (Orbay) Bey, İstanbul’dan Ankara’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya 6 Şubat 1920 tarihli bir telgrafla …”Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda 70 kişiden oluşan bir “Felah-ı Vatan Grubu” oluşturulduğunu” bildirmiştir. (Belgelerle Türk Tarih Dergisi, C.XI. Sf:61. / “Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Felah-ı Vatan İttifakı”, Tülay Duran, 1972, Sf:14.)
-Ünlü vatan şairimiz Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem Bolayır da, …”Felah-ı Vatan Grubu’nun 6 Şubat 1920 tarihinde kurulduğunu…” söylemiştir. (Bakınız: Kemal Zeki Gençosman, “İhtilal Meclisi İstanbul”, 1980, Sf:179).
-Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’in İstanbul’dan 6 Şubat 1920 tarihli bildirisi üzerine, 15. Kolordu Komutanı Musa Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği telgrafında: …”Müdafaa-i Hukuk’tan olan mebuslardan söz verenlerin büyük kısmının bile, bu isim etrafında toplanmaktan kaçınıp, mecburen gruba “Felah-ı Vatan” adının verildiğini” bildirmiştir. (7 Şubat 1920 tarihli telgraf için bakınız: “Atatürk Haftası Armağanı”, 10 Kasım 1977, Sf: 33.)
-Hüseyin Rauf (Orbay) Bey, bu defa Yakın Tarihimiz adlı dergide yayımlanan anılarında, “Grubun 80 kişiyle 7 Şubat 1920’de kurulduğunu” söylemektedir ( Yakın Tarihimiz, C.3. Sf: 32).
-Mustafa Kemal Paşa, Şubat ayı içerisinde Cemal Paşa’ya yazdığı mektubunda: …”Meclis’te seksenden fazla mebustan oluşan Felah-ı Vatan adı altında çoğunluk grubu vücuda getirdik; bu grup seçilen dokuz kişilik bir idare heyeti tarafından yönetiliyor. Heyet-i Temsiliye üyesi olan mebus arkadaşları tamamen Meclis’e gönderdim… Ben de mebusum. Fakat genel kuvvetleri muhafaza ve olumsuz ihtimaller karşısında serbest sevk ve idare edebilmek için İstanbul’a gitmedim… Şimdilik Ankara’yı merkez seçtim. Hem Kuva-yı Milliye hem de yönetimdeki delegelerimiz vasıtasıyla grup (Felah-ı Vatan) ile irtibat münasebetindeyim.” (Emel Akal, “Mustafa Kemal İttihat Terakki ve Bolşevizm”, Türkiye Sosyal Tarih ve Araştırma Vakfı, İstanbul, 2002 Sf: 259 / Aktaran: Taha Akyol, “Ama Hangi Atatürk” , Sf:124.)
Belgeli ifadelerden de anlaşılacağı üzere 6 Şubat 1920 tarihinde kurulmuş olan Felah-ı Vatan Grubu’nun kurucu ve öncüleri İstanbul’daki siyasi şartlar altında çalışan vatansever bir gruptur ve Mustafa Kemal Paşa’nın arkadaşları Felah-ı Vatan Grubu’nun kurucu ve öncüleridir. Nitekim Türk tıp doktoru ve siyasetçi (17. Dönem Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, görev süresi: 17 Kasım 1974 – 31 Mart 1975) Mahmut Sadi Irmak’a göre:
…”İstanbul’da toplanmış olan son Osmanlı Meclisi’nin tek başarısı ve tek şerefli hatırası Atatürk’ün hazırladığı ve “Felah-ı Vatan Grubu”nun meclise sunduğu altı maddeden oluşan Ulusal And (Misak-ı Millî) beyannamesinin kabul ve ilanıdır. Bu 28 Ocak 1920’de olmuştur…” (“Atatürk’ün Yaşamı ve Eseri”, Pamukbank T.A.Ş. Sf:64).
Grubun kuruluş tarihi dışında (6 Şubat 1920), Sayın Irmak’ın ifadesinde dikkati çeken husus Ulusal And (Misak-ı Millî) Beyannamesinin kabul ve ilan tarihidir. Çünkü literatüre göre beyannamenin metni önce Meclis’in 28 Ocak 1920 deki gizli toplantısında görüşülmüş, 17 Şubat’taki oturumunda da Edirne Mebusu Şeref Bey’in verdiği önerge ile okunarak kabul edilmiş ve 18 Şubat’ta bütün dünyaya ilan edilmiştir.
Yazar Osman Selim Kocahanoğlu’da Grubun kuruluş tarihi dışında (6 Şubat 1920), bu ifadeyi destekler. Yazara göre; …”1920’nin siyasal ortamı bir halk ayaklanmasına benziyor, sorun devletin geleceğinde düğümleniyordu. Osmanlı Devleti’nin egemenlik coğrafyası işgal altına girdiğine göre, devletin birlik ve beraberliği nasıl sağlanacak, bağımsızlığı nasıl kurtarılacaktı? Müdafaa-i Hukuk listesinden Sivas Mebusu seçilen Rauf Bey, Anadolu hareketini temsil eden Grubun başında görünüyordu. Bu Meclis’in Anadolu hareketini destekler görünen ve bu nedenle tarihe geçen en olumlu icraatı Misak-ı Millî Beyannamesi’nin kabulüdür. Bunun arka planını görebilmek için görüşme zabıtlarının aslına uygun olarak verilmesi önem arz ediyor.
Hemen belirtelim ki Beyannamenin metni önce Felah-ı Vatan grubunun 28 Ocak 1920 günlü toplantısında görüşülmüş, 17 Şubat oturumunda da kabul edilmiştir. Reisvekili Hüseyin Kâzım (Kadri) oturumu açtığında, gündemde Arıza-i Cevabiye görüşmesi vardı. (Arıza-i Cevabiye: Osmanlı parlamento geleneğinde padişahın açılış nutkuna Meclis’in yazılı olarak verdiği cevaptır.) Reisvekili Hüseyin Kâzım (Kadri) Bey: …”Münasip görürseniz bir çeyrek tatil edelim” diyerek oturumu kapattı ve ikinci oturumu …”Efendim ekseriyetimiz var. Celseyi küşad ediyorum. Edirne mebusu Şeref Bey’in bir takriri var okutuyorum” diyerek açtı. Zabıtlardan izleyelim:
…“Meclis-i Mebusan Riyaset-i Celilesine;
-“Ahd-ı Milli’nin parlamentolara ve umum matbuata tebliğ edilmesini ve tercihan müzakeresini teklif eylerim.
17 Şubat 1336 (1920)
Edirne Mebusu Şeref. (Mehmet Şeref Aykut)”
“… Muhterem arkadaşlar; devâir-i intihabiyeden müntehiplerimiz bizi gönderdiği zaman hepimizin duş-u tahammül ve hamiyyetine bir yük yükletti. Altı asırdır Makam-ı satvetinde seyf-i sarım-ı adaletine dayanarak kaimen duran bu mebna-yı Saltanat, etrafında bütün efrad-ı ümmeti ve tarihi ve dini ve her veçhile mahfuz kılan hukuku ile beraber, şuraya gelen milletin zübte-i irfan ve kemalatı olan rüfeka-yı muhteremenin bütün vicdan ve imanı ile müdafaa etmesini teklif eyledi ve siz de kabul ettiniz ve öyle geldiniz.
İşte buraya geldiğimiz gün hepimizin hararetle çarpan tekmil yüreklerinde, dimağlarında bir fikir hasıl oldu. İçimizden herhangi bir hamiyetli arkadaşımız sulh deyince bütün yüreklerinden kopan sada hepsini bir yere topladı ve nihayet bütün vicdanlar hep bir yere geldi. Ortaya şu Peyman-ı Müebbed-i Milli çıktı. Bu bir Misak-ı Millî dir ki altı asrın şehname-i mevcudiyetini sırtında taşıyan tarihimizin vakayi-i ahiresinde şimdi Meclis-i Milli öyle bir azim ve iradetle bunu kaydereken mazisinin metin, parlak günleri kadar istikbalin de inşallah milletimiz için ümid ettiğimiz ve devletimiz için beklediğimiz en parlak günlerini ihzar etmiş olacağız. (İnşallah sadaları).
Efendiler biz Türkler ve Müslümanlar esasen ‘demokrat’ bir milletiz. Hiçbir vakit yükselip aşağıda kalmış bir tabakayı çiğnemek katiyyen bir Türk’ün aklından geçmemiştir. Şu halde nasıl ki bizim inanıp iman ettiğimiz din, bir mihrap arkasında, bir imanın arkasına düşerek, bir mukteda bihin ardına geçerek bizi böyle bünyan-ı marsus gibi toplarsa işte orada, bütün Türklerde cari olan bu, aynı müsavattur. Bu kadar müsavat ve adalete riayetkâr olan ve böyle en derin hislerle daima yanyana ve birlikte yürümeye azmetmiş bir ümmet, bir millet şu son günlerde çırpınan, şu son günlerde ezilen hukukun tebahimi, emin olunuz efendiler, ne Allah ne de İnsaniyet terviç eder. Biz hiçbir şey istemiyoruz; ancak hakk-ı sarihimizi istiyoruz. En tabii, en bedihi hakkımız olan yaşamak hakkımızın bizden nez’ edilmesini Cenab-ı Hak takdir etmemiştir.
Onun için Peyman-ı Milli olmak üzere bütün Meclis-i Mebussanı teşkil eden umum rüfeka-yı muhteremin meydana getirdikleri şu Peyman-ı Milliyi şimdi okuyacağım ve bunun bütün mustarib beşerriyede bir yevm-i huzur vermek için bu cidal-i mühimmi meydana getiren ve nihayet galiplerin neticede insanları çiğnemek ve esir yaşatmak istemediklerini ilan eden bütün düvel-i mütemeddine parlamentolarına tevdini teklif ediyorum. (Bravo, Alkışlar)”. (Kocahanoğlu, “Atatürk – Rauf Orbay Kavgası Milli Mücadele ve Sonrası”, Temel Yayınları, Yayın No: 168, Sf: 220-221)
“Felah-ı Vatan Grubu”nun kuruluş tarihi konusunda diğer çarpıcı bir bilgi de yazar Yalçın Toker’in Malta Sürgünleri’nden Portreler” adlı eserinde yer almaktadır. Yazara göre, Hüseyin Rauf (Orbay) Bey;
…”12 Ocak 1920 günü açılan ve 28 Ocak’ta Misak-ı Millî kararını alan Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na Sivas milletvekili olarak katıldı. Meclis’te Kuvvai Milliyeyi temsil edecek olan “Felah-ı Vatan” grubunu kurdu ve Meclis başkanlığına seçilerek (!) Misak-ı Millî kararının çıkmasına etken oldu…”
Son Osmanlı Parlamentosu 12 Ocak 1920 Pazartesi günü saat 14.00’te İstanbul Fındıklı’daki Meclis binasında toplanılarak açılmıştır. Meclis’in üye tam sayısı 170’tir. Ancak işgal altındaki yerlerde seçim yapılamadığından 140 milletvekili seçilebilmiştir. Açılışta ise 140 üyeden sadece 72’si hazır bulunmuştur. Padişah Vahdettin rahatsız olduğunu ileri sürerek, Meclis’in açılışına katılmamıştır. (Not: Ünlü tarihçi yazar Cemal Kutay; …”Mabeyn Başkâtibi Ali Fuat Bey’in hatıralarında, “Padişahın hiçbir şeyi yoktu!” dediğini belirtir.) Padişahın Meclis açış nutkunu, onun adına İçişleri Bakanı Damat Ferit Paşa okumuştur. Açılıştaki yemin töreni 55 dakika sürmüş, Anadolu’dan gelecek milletvekillerinin katılımını sağlamak için ikinci oturum 10 gün sonraya yani 22 Ocak’a bırakılmış ve nihayet Meclis planlanan günde ikinci oturumunu gerçekleştirmiştir. O günkü oturuma yeni gelen 25 milletvekili arasında Hüseyin Rauf (Orbay) Bey’de katılanlar arasındadır ve yemin etmiştir.
Meclise 22 Ocak 1920 günü katılan, Rauf Bey Mustafa Kemal Paşa’nın 14 Ocak tarihli İstanbul’da Meclis-i Mebusan’ın açılışı nedeniyle Heyet-i Temsliye adına Meclis Başkanlığına tebrik telgrafını okumuştur. Mustafa Kemal Paşa telgrafta:
-…”Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Örgütü altında kuvvetlerini, emellerini ve ruhlarını birleştirmiş olan millet, bugünden itibaren yalnız kendi iradesini temsil ve bilfiil hâkim kılacak olan Meclis’in koruyucusu vaziyetindendir ve bağımsızlık ve varlığının sonuna kadar savunulması yolunda onun en fedakâr bir dayanağıdır” demekle; “Milli bir niteliği olan Temsilciler Kurulu’nun yetkilerinin Meclis’e bırakmaktan mutlu olduğunu” ifade etmiş, 23 Ocak 1920’deki telgrafında Rauf Bey’e:
-…”Milletin haklarını korumayan hükümetin güvensizlik oyu ile düşürülmesini, milletin güvenini kazanmış bir hükümetin iş başına getirilmesini” istemiştir. Rauf Bey, 24 Ocak 1920 günü Mustafa Kemal Paşa’ya, Albay Kara Vasıf ve Bekir Sami Beylere yanıt vererek, …”birkaç gün içinde Meclis çalışmalarının başlayacağını ve konuların o zaman değerlendirileceğini” bildirmiştir.
Yazar Yalçın Toker’in eserinde değindiği diğer bir husus ise “Rauf Bey’in Meclis Başkanlığına (!) seçilmesidir” ki; Osmanlı Parlamentosunda “Meclis Başkanlığı seçimi” 31 Ocak’ta yapılacaktır. Nitekim, 26 Ocak’ta Celaleddin Arif Bey geçici başkan seçilmiş, 31 Ocak 1920’de Meclis’te yapılan dördüncü seçime Saray’ın önerdiği İstanbul Milletvekili Reşad Hikmet Bey 115 milletvekilinin 65 oyuyla başkan, vekilliklerine de Hüseyin Kâzım Bey ve Abdülkadir Mecdi Efendiler seçilmiştir.”
Türk yazar ve siyasetçi Sabahattin Selek’e göre, ; …”Meclis, ilk iş olarak başkanlık divanını seçmişti. Fakat mutabık kalındığı halde, milletvekilleri, meclis Başkanlığı’na Mustafa Kemal Paşa’yı değil bir başkasını seçmişlerdi. Yine mutabakat gereğince, Meclis’te bir grup teşkil etmişti. Fakat bu grubun adı “Müdafaa-i Hukuk grubu değil, ‘Felah-ı Vatan Gurubu’ idi” demektedir. Selek’in görüşüne bir başka Türk hukukçusu, yazar ve siyaset adamı Alev Coskun’da bir bölümüne katılmaktadır:
…”Anadolu’da Kuvayı Milliye örgütlerinin desteği ile seçilen milletvekilleri bir süre sonra Meclis’te ‘Felah-ı Vatan Gurubu’ adıyla bir grup oluşturdular. Milletvekilleri hem başkanlığa Mustafa Kemal Paşa’yı seçmiyor, hem de Sivas’ta alınan kararların tersine “Müdafaa-i Hukuk Grubu” yerine “Felah-ı Vatan Gurubu” adını alan bir grup kuruluyordu.” Sayın Coşkun konunun arka planını şöyle aktarır:
…”Meclis’in 12 Ocak günü yapılan bir törenle açıldığını, Padişah Vahdettin’in katılmadığını, ancak açılış konuşmasını İçişleri Bakanı Damat Ferit Paşa’nın okuduğunu bir kez daha hatırlattıktan sonra; Padişahın konuşma metninde barışa kavuşulacağı ümidi veriliyordu.
Padişah Vahdettin’e göre barışa kavuşmanın yolu şuydu: “Her türlü ayrılık ve karışıklıktan (şikak) kaçınılarak ulusal emeklerin Felah-ı Vatan noktasında birleşmesi son derece gereklidir.
Milletvekilleri, Padişah adına okunan açış nutkunda kullanılan “Felah-ı Vatan (Vatanın Kurtuluşu)” deyimini beğenmişlerdi. Meclis Başkanlığı için Padişah’ın önerdiği ismi kabul eden milletvekilleri, kurulan gruba da Padişahın konuşmasında geçen bir “Felah-ı Vatan” kelimesini uygun bulmuşlardı.” (Alev Coşkun, “Samsun’dan Sonra En Zor 19 Ay”, Nisan 2021, Cumhuriyet Kitapları, C.I.,Sf: 458). (Not: Sayın Coşkun’a göre de Felah-ı Vatan adlı grup, ismini Padişah Vahdettin’den almış ve 31 Ocak 1920 seçimlerinde kurulmuş olmaktadır.
Büyük Atatürk, Nutuk’ta Felah-ı Vatan Grubu’ndan bahsederken “fellah-ı vatan” (vatanın fellahları) deyimini kullanır, onları bu şekilde aşağılar! Bunun dizgi hatası olmadığı için de dipnotta uyarır: “L” harfi şeddelidir!.. “L” harfi çifttir yani!)
Prof. Dr. Sina Akşin’inde belirttiği gibi, …”Atatürk mebuslardan şunları istiyordu:
Misak-ı Millî ‘nin kabulü ile Atatürk’ün isteklerinden biri yerine getirilmiş bulunuyordu. Fakat ilginçtir ki, Atatürk’ün isteklerinden öbür üçü yapılmamıştır. ARMHC ‘den seçilen mebusların büyük bir bölümünün oluşturduğu gruba, nesebini reddeder gibi, Müdafaa-i Hukuk adı verilmemiş, fakat bambaşka bir isim Felah-ı Vatan adı verilmiştir. Reis olarak Mustafa Kemal Paşa değil, fakat Felah-ı Vatan üyesi bile olmayan Reşat Hikmet ve o ölünce (ö: 28 Şubat 1920) yine Felah-ı Vatan dışından Celalettin Arif Bey seçilmişlerdir. Oysa sonradan alınan bir kararla, mebusları çekip çevirmek için Rauf Bey İstanbul’a gelmişti. Anlaşılan ya o da İstanbul’daki havaya uymuş ya da mebuslar onu umursamamışlardı. Sonradan Nutuk’ta Atatürk, mebusların bu tutumunu ağır bir dille eleştirmiştir;
-…”Efendiler, milletin âmal ve makasıdını da, kısa programa esas olacak surette toplu bir tarzda ifadesi de görüşüldü. Misakı Millî unvanı verilen bu programın ilk müsveddeleri de, bir fikir vermek maksadiyle kaleme alındı. İstanbul Meclisinde bu esaslar, hakikaten toplu bir surette tahrir ve tesbit olunmuştur.
Efendiler, her görüştüğümüz zat veyahut zevat, bizimle, fikir ve kanaatte müttehit kalarak ayrılmışlardı. Fakat İstanbul meclisinde, “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu” diye bir grup teşekkül ettiğini işitmedik. Niçin? (!) Evet, niçin? Buna bugün cevap isterim!
Çünkü efendiler; bu grubu teşkil etmeyi, vicdan borcu, millet borcu bilmek vaziyet ve kabiliyetinde bulunan efendiler, imansız idiler… cebîn idiler… cahil idiler.
İmansız idiler; çünkü, âmali milliyenin ciddiyet ve katiyetine ve bu âmalin mesnedi olan teşkilâtı milliyenin salâbetine inanmıyorlardı.
Cebîn idiler; çünkü, teşkilâtı milliyeye mensubiyeti daii mehalik görüyorlardı.
Cahil idiler; çünkü, yegâne istinatgâhı halâsın millet olduğunu ve olacağını takdir edemiyorlardı. Padişaha tekâpu ederek, ecanibe hoş görünerek, mülayim ve nazik davranarak, büyük gayelerin istihsal olunabileceği gafletini gösteriyorlardı.
Bundan başka, efendiler; nankör ve hodperst idiler… Fikri millî ve teşkilâtı milliyenin kısa bir zamanda temin ettiği şeret ve mevcudiyeti istisgar ediyorlardı. Vücut bulmuş olan vaziyet ve varlığın sehlülistihasıliyeti olduğunu zan ve vehmetmekle çirkin gururlarını tatmin sevdasına düşüyorlardı…
Erzurum’da, Sivas’ta telâffuz olunmuş, tesbit olunmuş bir unvanı aynen kabul etmek zül olmaz mıydı ?(!) O unvandan daha mânalı unvan mı yoktu?
Evet, işittik efendiler; varmış: “Fellâhı(*) Vatan Grubu.” (Prof. Dr. Sina Akşin, “İmparatorluktan Ulusa”, Yayıma Hazırlayan; Fahri Özdemir, İstanbul 2017, Sf: 184 /“Nutuk Kemal Atatürk”, Cilt:I, 1919 – 1920, Türk Devim Tarihi Enstitüsü, Milli Eğitim Basım Evi – İstanbul 1970, Sf: 360.361.)
Sonuç: -…”Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” (Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK).