Osmanlı İmparatorluğu’nun 36’ıncı ve son Padişahı VI. Mehmet (Sultan Vahidettin veya Vahdettin, d. 4 Ocak 1861 – ö. 16 Mayıs 1926 San Remo) I. Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu ve müttefiklerinin yenilgisiyle sona ermek üzereyken 4 Temmuz 1918‘de son Osmanlı padişahı olarak tahta çıkmıştır. Bir taraftan Birinci Dünya Savaşı mağlûbiyetinin getirdiği problemlerle (Mondros Mütarekesi, Sevr Anlaşması ve sonuçları) uğraşırken, bir taraftan da İttihat ve Terakki Partisi mensuplarının işbaşından uzak tutulması ile uğraşmak mecburiyetinde kalmıştır. Bu arada Mustafa Kemal’in önderliğinde Anadolu‘da başlayan Milli Mücadele Hareketine de dört defa sadrazamlığa getirdiği Damat Ferit Paşa ile karşı koymaya çalışmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, 1 Kasım 1922’de saltanatla hilâfetin ayrılmasına ve saltanatın kaldırılmasına karar verildiği zaman, istifasını veren Sadrazam Tevfik Paşa‘nın yerine yeni bir Sadrazam atama girişiminde bulunmayan Sultan Vahdettin, 17 Kasım 1922‘de halife sıfatı üzerinde olduğu halde (!) bir İngiliz savaş gemisi (Malaya zırhlısı) ile Türkiye‘yi terk etmiştir. Büyük Atatürk, 19 Ekim 1922’den beri İstanbul’da bulunan Refet (Bele) Paşa’ya Vahdettin’in kaçışı üzerine 17 Kasım 1922 günlü telgrafında, …”Emanetleri korumak önemlidir. İngilizler emanetleri ancak silâh kullanarak ve kan dökerek almalıdır. Bu hususta gerekenlere bu açıdan kesin emirler verilmelidir.” demişti.
18 Kasım‘da halifelikten düşürülen Vahdettin (TBMM kararıyla yerine Abdülmecit Efendi seçilecek), önce Malta‘ya, oradan da Mekke‘ye gitmiş daha sonra San Remo‘ya yerleşmiştir. Sultan Vahdettin, San Remo’da kapısında Napolyon kıyafetli İtalyan polislerin beklediği kırk odalı bir köşke (Manolya Kasrı) yerleşmiş, daha sonra haremleri de yanına gelmiş ve nihayet 15 Mayıs 1926’da kalp sektesinden ölmüştür. Cenazesi Türkiye Cumhuriyeti tarafından kabul edilmemiş ve Şam’a getirilerek Sultan Selim Camii kabristanına defnedilmiştir.
Türk siyasetçi ve yazar Alev Coşkun’a göre, …”Günümüzde hilafet yanlıları, Osmanlıcılar, ikinci Cumhuriyetçiler alternatif bir tarih yaratmak istiyorlar. Milli Mücadele’yi başlatmak üzere, Mustafa Kemal’i Anadolu’ya Vahdettin gönderdi diyorlar. Hain Sultan Vahdettin’i yüceltmeye çalışıyorlar. Oysa Anadolu’ya geçişinden 50 gün sonra savaş meydanlarında kazandığı generallik rütbesi Mustafa Kemal’in elinden alındı (8 Temmuz 1919). O’nu çok sevdiği askerlik mesleğinden çıkaran tard eden (kovan), hal, tavır ve hareketlerini beğenemeyen İngiliz Fevkalade Komiserinin ısrar etmesi üzerine İstanbul’a çağıran da Vahdettin’di.
Ancak Milli Mücadele örgütlenmesi durmadı.
Anadolu’da çoban ateşleri gibi Kuvayı Milliye Kongreleri toplandı. Sivas’ta Kongre sürerken Sultan Vahdettin, emekli bir yarbay olan Ali Galip’i Paşa yaptı ve Elazığ Valiliği’ne tayin etti. Kendisine kongreyi basıp Mustafa Kemal’i tutuklama, zora gelirse “infaz etme (öldürme)”görevini verdi. Bu aslında bir İngiliz projesiydi. Zaten, Ali Galip bu iş için Malatya’da hazırlık toplantıları yaparken yanında İngiliz Gizli Servis Elemanı Binbaşı Noel vardı.
Mustafa Kemal, işgal ordularıyla, emperyalist İngilizlerle (İstanbul’daki Padişah ve ona bağlı hükümetler) işbirlikçilerle ve iç savaşla uğraşıyordu. Sadece bunlarla değil, kendisine engel çıkaran kimi arkadaşlarıyla da baş etmek zorunda kalıyordu…”
16 Kasım Perşembe gecesi veya 17 Kasım 1922 Cuma günü, halife sıfatı üzerinde olduğu halde bir İngiliz savaş gemisi (Malaya zırhlısı) ile Türkiye‘yi terk etmiş Sultan Vahdettin’in vatanseverlik bilinci daha ziyade büyük hayranlık duyduğu İngilizlerin arşivlerine sinmiştir.
İngiliz arşivlerinde yaptığı çalışmalarla tanınan, Kıbrıslı Türk tarihçi Salahi Ramadan Sonyel’e göre, …”Sultan Vahdettin, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde kazanılan Büyük Zafer’den sonra davet ettiği İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold ile görüşmüştür. Rumbold, bu görüşmeden sonra, Londra’ya 19 ve 23 Eylül 1922 tarihli iki telgraf notu ile Sultan Vahdettin’in hissiyatını Birleşik Krallığa şöyle aktarmıştır:
…”Milliyetçilerin kazanmış oldukları Büyük Zafer Padişahı epey rahatsız etmiş; yapılan tekliflere rağmen Mustafa Kemal’e kutlama telgrafı göndermeye karşı çıkmış; ancak yakınlarının nasihatine uyarak, savaşta hayatını kaybedenlerin ruhuna Fatiha okumak üzere, 15 Eylül’de Fatih camiinde düzenlenen törene katılmış… Kemalistler er geç İstanbul’da başa geçerlerse, tek çözüm İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalacağım. Vaziyet o noktaya gelince, kendisine önceden haber verilmesini ve Abdülhamid’in akıbetine uğramamak için aile ve sadık hademeleriyle buradan ayrılacağını bildirmiştir…”
Yazar Osman Selim Kocahanoğlu’na göre, …”Çok geçmeden İstanbul gazeteleri de, “Sultan Vahdettin’in ‘kaçmaya hazırlandığı yolunda” haberleri geçmeye başlamışlardı. 8 Kasım 1922’de Büyük Britanya gazetesi The Times göre, …”Rıza Tevfik, Mustafa Sabri, Zeynel Abidin gibi yüzden fazla siyasetçi ve softanın İngiliz elçiliğine sığındığını, Damat Ferit ve bazı Hürriyet – İtilafçılar daha önce kaçtıkları halde bazıları da ortalarda dolanıyordu.”
Milli Mücadele Komutanlarımızdan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa anılarında, 13 Kasım 1922’de Sultan Vahdettin, Başmabeyinci Ömer Yavuz Paşa ile Refet (Bele) Paşa’ya şu mesajı göndermiştir: …”Mustafa Kemal ile haberleşmek istiyorum. Bir emin adamını memur etsin. Bunun için kendisine açık telgraf mı çekeyim, mektup mu yazayım, yoksa siz mi cevap verirsiniz?”
Mustafa Kemal Paşa’da şu cevabı gönderdi: ”Evvel emirde arzusunu yazılı olarak bildirsin, ondan sonra görüşebiliriz.”
Sultan Vahdettin’in eski yaverinden aldığı son mesaj budur. Kuşku yok ki bu diyalog Halife-Sultanın gururunu incitmiştir. Sadece ipler kopmamış, Bayburtlu Zihni’nin dediği gibi, …“camlar şikeste olmuş, meyler dökülmüştür!”.
Türk siyasetçi ve yazar Naşit Hakkı Uluğ’a göre, …”Görülüyor ki Sultan Vahdettin, en azından ağabeyi Abdülhamit’in durumuna düşmek istemiyordu. Keşke kuru bir halife unvanı ve tahsisatına katlanabilse de; yurdunu terk etmesiydi. Ali Kemal’in linç haberini duyunca korku tüneline girmişti. Tramvaylara tebeşirle “kahrolsun Vahdettin!” sözleri yazılıyordu. Rahatı kaçmış, bilinci kararmıştı. İstanbul’u terk etmeye karar verdi. Son selamlığından üç gün sonra iki mutemet adamı kayınbiraderi Zeki ile Hazine-i Hassa müdürü Refik Beyi Osmanlı Bankası’na gönderip 70.000 (bazı kaynaklar 35.000) İngiliz lirasını çektirdi. Tedariklerini hazırladı. Kayınbiraderi Zeki’yi Pangaltı’ndaki İngiliz karargâhına gönderdi. General Sir Charles Harrington Zeki Bey’i bekleterek kabul etti. Sultan ahdettin İngiltere devlet-i fahimanesine sığınmak istiyordu. Ertesi gün İngiliz karargâhından gelen iki görevli Başmabeyinci Yaver Paşa ile görüşerek, sığınma talebinin yazılı olmasını istediler (15 Kasım 1922). İngilizler hem sorumluluk almıyor, hem Ankara ile arayı bozmak istemiyordu. Sultan Vahdettin talebini İngilizlerin istediği şekilde yazılı olarak verdi.”
Yazar Osman Selim Kocahanoğlu’na göre, …”Sultan Vahdettin, kaçmak için 17 Kasım 1922 Cuma gününü seçmişti. O gün mutad selamlık yapılacağı için kimse şüphelenmeyecekti. O, kararını çok az kişiye açmış, Başkâtibinden bile gizlemişti. Şayet, Şahbaba’nın yazdığı doğruysa, o gece sabaha kadar hem özel arşivindeki belgeleri yakmış, hem bavullarını hazırlamış. Kendinden gizlenen bu hazırlığı Başkâtibi Rıfat Bey, Perşembe günü öğleden sonra farkettiği halde bir mana verememiş, Cuma sabahı Saray’a geldiğinde Sultan Vahdettin yerinde olmadığını görmüş, her şeyi gece nöbetine kalan İkinci Mabeyinci Salim Bey’den öğrenmişti.”
Yüksek mühendis ve yazar Ahmet Şefik Okday’a göre, …”Sultan Vahdettin, kaçmadan önce Ömer Yaver Paşa ve Yaveri Ali Nuri Bey (Tevfik Paşa’nın oğlu) Tevfik Paşa’ya şu haberi göndermişti: …”Pederinize, dinlenmeye ihtiyacı olduğunu, sıhhatine bakması gerektiğini, bir müddet için Avrupa’ya uzaklaşmasını söyleyiniz.”
Bu haber Tevfik Paşa’ya ulaşınca manidar bir karşılık verir: …”Sıhhatim hamdolsun iyidir, dışarıya gitmeye de ihtiyacım yoktur, teşekkür ederim, gitmeyeceğim.”
Eski Sadrazamın cevabı Ömer Yaver Paşa eliyle Sultan Vahdettin’e ulaşınca, ikinci bir hamle daha yapar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çıkardığı Hıyanet- Vataniye Kanunu’nu birkaç satırla yazarak Tevfik Paşa’ya gönderir. Bu notu okuyan eski Sadrazam, …”Bu çok güzel bir kanundur, her tarafını beğendim” demekle yetinir.
Yazar Osman Selim Kocahanoğlu’na göre, …”Sultan Vahdettin ile Sadrazamın bu diyaloğu eğer doğruysa, kendisini Hıyanet- Vataniye Kanunu ile peşinen mahkûm etmiş; Tevfik Paşa’yı da ‘taammüden’ suça sürüklemiş demektir. Tevfik Paşa, Sultan Vahdettin’in kaçma teklifini vakurca reddedip hesabını tarihe bıraktığına göre, Halife-Sultan sorumluluğu ile baş başa bırakıyordu.
Sultan Vahdettin’in telaşını Ali Kemal’in linç edilmesi kadar başka sebeplerde etkilemiş olmalı (Bakınız: https://www.sechaber.com.tr/ali-kemal-beyin-ihanetinin-sonu-4-son-bolum/). Örneğin 27 Eylül’de Yunanistan’da Gonatos, Phokas ve Plastrias önderliğinde yapılan askeri bir ihtilal sonunda Kral Konstantin yurt dışına kaçmış, yerine II. George tahta çıkarılmıştı. Atina’da kurulan Askeri Harp Divanı, Küçük Asya felaketi sorumlularını yargılayıp, altı kişiyi vatana ihanet suçundan idama mahkûm etmiş, aynı gün kurşuna dizmişlerdi. 15 Kasım 1922’de, kendi kaçışından iki gün önce Yunanistan’da gerçekleşen idamlar Sultan Vahdettin için ürpertici bir akıbet pompalamıştı. (Not: Yunan ordusunun Anadolu hezimeti kendi literatüründe “Küçük Asya Felaketi” diye anılır. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın tarihi emri ile Türk ordusunun 9 Eylül’de İzmir’e girişinin ardından, 14 Eylül 1922’de Albay Nikolas Plastiras önderliğinde bir askeri darbe ile Kral Konstantin devrildi, yerine oğlu 2. Georgies getirildi. 9 Ekim 1922’de 100 bin kişinin katıldığı gösteri düzenlendi. Savaş suçlularını yargılamak üzere Atina’da General Thedoros Pangalos reisliğindeki bir “İhtilal Mahkemesi” kuruldu. Mahkeme 31 Ekim – 15 Kasım 1922 tarihleri arasında yaptığı yargılamada altı kişiye idama kararı verdi. Eski Başbakanlar Dimitri Gunaris (59), Petros Protopapadakis (68) ve Nikolas Stratos (50), Harbiye Nazırı Nikolas Theotokis (44), Dışişleri Bakanı Georgies Baltacis (56) ve Anadolu Ordusu Başkumandanı Georgies Hacinestis (59). İdam cezalrı karardan iki saat sonra kurşuna dizilerek infaz edilmişti.)
Gelelim kaçışın cereyan şekline, diyor Kocahanoğlu: …”16/17 Kasım 1922 gecesi bir bölük İngiliz bahriye askeri Yıldız Sarayı’nı koruma altına aldı. General Sir Charles Harrington, Ortaköy tarafındaki Talimhane (Malta) kapısı önünde bir Kızılhaç arabası ve üç otomobil göndermişti. Hava puslu ve yağmurluydu. Hareminden çıkarak şemsiyeli gelen Sultan Vahdettin Kızılhaç ambulansına bindi ve Balmumcu-Beşiktaş yoluyla Dolmabahçe saat kulesi önündeki rıhtıma geldi. Askeri bot rıhtımda hazır bekliyordu. General Sir Charles Harrington’un refakatinde açıktaki Malaya zırhlısına geçtiler. İngiliz bayrağını selamlayarak gemiye çıkıldıktan sonra Amiral Sir De Brock majesteleri adına Sultan Vahdettin’i nezaketle karşılandıktan sonra O artık İngiliz devlet-i fahimanesinin kollarındaydı…”
Türk gazeteci ve yazar Feridun Kandemir’e göre, General Sir Charles Harrington, anılarında Sultan Vahdettin için yarı sitemli, yarı alaylı cümleler kullanır: …”Motorumda iken sigara tabakasını hatıra olarak bana vereceğini umdum, onun yerine bana beş kadınını emanet etti. Bu kadınları hiçbir zaman görmedim, fakat postacılık gördüm…” Malaya zırhlısı, rotasını tam yol Malta’ya çevrildiğinde, payitahtı ve sarayını düşman eline bırakan Sultan Vahdettin, kamarasına çekildi. Tütüncübaşısı Şükrü’yü yanına çağırarak, “Ertuğrul’a dikkat edin, başından ayrılmayın, çocuğu deniz tutmasın” dedi ve …”Mukadderat Şükrü, Malta’ya gidiyoruz… Öyle icap etti. Ondan sonra bakalım kısmet nereye. Şimdi çantaları aç, gecelikleri falan çıkar. Sonra geminin mutfağını bul, kahvemle gene sen meşgul ol…” dedi. Kandemir göre ayrıca, Sultan Vahdettin o gün altmıştan fazla sigara, sekiz fincan kahve içerek teselli aramıştı…”
Naşit Hakkı Uluğ’a göre, …”Sultan Vahdettin’in tercümanlığını Dr. Reşad Paşa yapıyordu. Yüzlerce Osmanlı siyasetçisi gece yatağından alınıp Malta’ya sürülmüştü. Sarayını düşman eline bırakan Sultan Vahdettin de aynı yere gidiyordu. Ada’ya vardığında, Ada’nın muhasarasında şehit düşen Turgut Reis’in kanlı hayalini ve şehit olmuş leventleri hatırlayacak kadar tarih bilinci olmalıydı.” Ünlü tarihçi Murat Bardakçı’ya göre de, Sultan Vahdettin’in yanında 11 kişi görünüyordu; …”Şehzade Ertuğrul Efendi, Mabeyinci Ömer Yaver Paşa, Sertabip Reşat Paşa, Musahipbaşı İbrahim, Berberbaşı Mahmud ve kayınbiraderi Kaymakam Zeki Beyler…” (Not: Şahbaba, Sf: 252’de: Bunlar arasında sadece Kayserili Şükrü’nün anıları önce bir dergide tefrika edilip sonra kitap halinde derlenmiştir.)
Sultan Vahdettin’in kaçtığını ertesi gün General Sir Charles Harrington açıkladı ve Refet (Bele) Paşa durumu Ankara’ya bildirdi. 17 Kasım 1922 tarihli Harrington imzalı açıklama kısaydı: …”Bir nüshasını ilişikte sunduğum Beyannamede açıklandığı üzere, Zâtışahane kendisini İngiltere’nin himayesine bırakarak, bir İngiliz savaş gemisiyle İstanbul’dan ayrılmıştır.”
Nutuk’ta, General Sir Charles Harrington’un Beyannamesi: …”Resmen bildirilir ki, Zâtışahane bugünkü durum karşısında hayatını ve hürriyetini tehlikeli gördüğünden, bütün Müslümanların Halifesi sıfatıyla İngiliz himayesini ve aynı zamanda İstanbul’dan başka yere naklini talep etmiştir. Zâtışahanenin arzusu bu sabah yerine getirilmiştir. Türkiye’deki İngiliz Kuvvetlerinin Başkumandanı General Sir Charles Harrington Zâtışahaneyi almaya giderek bir İngiliz savaş gemisine kadar kendisine refakat etmiş ve Zâtışahane vapurda Akdeniz Filosu Umum Kumandanı Amiral Sir De Brock tarafından karşılanmıştır. İngiltere Fevkalade Komiser Vekili Sir Newil Henderson Zâtışahaneyi gemide ziyaret ederek Kral Beşinci George’a bildirmek üzere arzularını sormuştur…”
Türk diplomat, akademisyen tarihçi ve yazar Bilal Niyazi Şimşir’e göre, …”Sultan Vahdettin, San Remo’ya yerleştiğinde Celaleddin Arif Bey Roma temsilcimizdir ve O’nu izleme görevini üstlenmiştir. Arif Bey, İtalyan tercümanını göndererek Sultan’ın ziyaretçilerini araştırmış ve 7 Haziran 1923’te Ankara’ya şunları bildirmiştir: …”Vahdettin, vaktiyle İngilizler tarafından İran Şahı için San Remo’da isticar ve ikametine tahsis edilen Nobel Villa’sına 20 Mayıs 1923’te yerleşmiş ve halen orada ikamet etmekte. 26, 26 ve 31 Mayıs 1923’de İngiliz konsolosunu kabul ederek uzun müddet görüştüğü öğrenilmiştir.”
Basında da, Sabık Padişahın kaçışını “misli görülmemiş alçaklık “ diye niteleyen Tevhid-i Efkar gazetesi, …”kendi din ve milletinin düşmanı olan bir padişahtan başka bir şey beklenemez” demiştir. 19 Kasım 1922 tarihli Vakit gazetesi, …””Mehmet VI ’ya yapılacak muamele, onun inzivaya çekilmesi ve milletin, onun ruhsuz bedeninden, masrafa katlanmadan kurtulmak olacaktı. Kendisini kurnaz sayan Vahdettin, son andaki hatasıyla, sonunu hazırlamış; kendi eliyle ipini çekmiştir.”
Hüseyin Cahid, “Hükümette Nara Siyaseti” başlıklı makalesinde ise şunları yazıyordu: …”Osmanlı saltanat hanedanı çok günahkârdır. Başta Vahdettin Osmanlı padişahları arasında ilk defa olarak vatana hıyanet etti. Mücahed-i milliye esnasında diğer şehzadeler vazife-i vataniyelerini yapsalardı Vahdettin’in bu fenalığından yalnız nefsi mesul kalırdı. Fakat milletin asker olarak yetiştirdiği bir takım şehzadeler bile Anadolu’ya asıl lazım geldiği zamanda koşmadılar. Milletin mücadelesine lakayt kaldılar. Bu öyle gayrı kabil-i tamir bir harekettir ki, arada derin bir uçurum açmıştır. Padişahsız memleket idare eden, hain padişahına rağmen bir hükümet tesis ederek vatanı kurtarmak için mücahedeye girişen ve muvaffak olan bir millet, artık kendi kendini hür ve müstakil olarak idare etmek, hiçbir padişahın nüfuzu altına girmemek hakkını kazanmıştır…”
İngiliz Yüksek Komiser vekili Nevile Henderson, Türkiye’deki basında çıkan yazılardan iktibasla 21 Kasım 1922’de Londra’ya gönderdiği raporda: …”Vahdettin, davranışları konusunda halka hesap vereceği günün yaklaşmakta olduğunu ve halka karşı büyük borçları olduğunu sezmiştir. Osmanlı hanedanı ülkeye 36 Sultan vermiştir. Bunlar arasında yüce ve önemsiz, iyi ve kötü padişahlar çıkmıştır, ama Vahdettin gibi korkak çıkmamıştır. Kendi ecdadının mezarlarına sırtını çeviren Vahdettin, şimdi bir macera peşine düşmüştür.”
Vahdettin en çok Vakit gazetesinde (22 Teşrin sani 1922) Abdülmecid Efendi’nin bir demecini okuyunca üzülmüştür, …”O hain yalnız vatanımıza hıyanet etmedi. Hanedanımızın şerefiyle de oynamıştır. Artık vatandan da hanedan sicilinden de kovulan bu adamdan bahsetmeyelim. Yazık ki benim babam bu adamın amcasıydı, bunu bile düşünmedi…” Türk yazar Tarık Mümtaz Göztepe’ye göre de, …”Abdülmecid Efendi’yi Dolmabahçe Sarayı’na hapsedip kapısına İngiliz polisi koyduğu günleri unutan Vahdettin, “Bizim budala halifeliğin köy imamlığına indirildiğini halen anlamamış” diye söylendiğini hatırlatır.
Yazar Osman Selim Kocahanoğlu eserinde sonuç olarak, Osmanlı hanedanının sonunu sadece çağın realitesi değil, biraz da kişilik kodları belirlemiştir. Milli Mücadele’nin her aşamasında iş birliği yapmış; gizli şifreler, hatt-ı hümayunlarve cebinden verdiği söylenen sandık dolusu altınlarla (!) Anadolu’ya gönderdiği Mustafa Kemal’e yenilmiştir. İşgalcilerin her isteğine boyun eğişi milletin onurundan verilmiş ödünlerdir. Halife sıfatı üzerindeyken kaçışını İngilizlerle planlaması canını vatanından değil mülkü şahanesinden daha çok seven insanların davranışıdır. Türk mütefekkir ve mutasavvıf yazar Samiha Ayverdi, …”ölse de bunu yapmasaydı” diyecektir. (Bakınız: https://www.sechaber.com.tr/vahdettinin-amerikan-baskanina-yazdigi-mektup/)
Kaynakçalar:
1- Alev Coşkun, “Samsun’dan Sonra En Zor 19 Ay, ‘İşgal – İç Savaş – Diriliş’”, Cumhuriyet Kitapları, I. Baskı: Nisan 2021, İstanbul.
2- Salahi R. Sonyel, “Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı”, Türk Tarih Kurumu – 2008, C. III, Sf:1715-16.
3- Osman Selim Kocahanoğlu, “Atatürk – Rauf Orbay Kavgası, ‘İşgal ve Sonrası’ ” Temel Yayınları, Eylül – 2012, Sf:363.
4- General Ali Fuat Cebesoy, “Siyasi Hatıralar”, Temel Yayınları, İstanbul – 2002, Sf:189.
5- Naşit Hakkı Uluğ, “Halifeliğin Sonu”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul – 1975, Sf:77-78.
6- Ahmet Şefik Okday, “Sadrazam Tevfik Paşa”, İstanbul – 1986, Sf:68 (Özel yayın).
7-Michael Liwelleyn Smith, “Anadolu Üzerindeki Göz”, Çev. Halim İnal, Hürriyet Yayını Tarih Dizisi 1978.
8- Feridun Kandemir, “Tütüncübaşı Şükrü Anlatıyor, Vahdeddin’in Son Günleri”, Yağmur Yayınları, III. Baskı, İstanbul-2010, Sf:62.
9- Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk II., Sf:518, Temel Yayınları.
10- Bilal Niyazi Şimşir, “Bizim Diplomatlar”, Sf:204.
11- Tarık Mümtaz Göztepe, “Osmanoğulları’nın Son Padişahı Vahdettin Gurbet Cehenneminde”, Sebil Yayınevi, İstanbul – 1991, Sf:33.