Büyük Atatürk, “bir kısım basının sağlığı ve hastalığı hakkında kasıtlı yayını ile ilgili” Le Mantin gazetesi muhabirine 12 Mart 1928 tarihli demecinde:
-…”Sözü geçen basının bir bölümünün – gerçekten az bölümünün – hastalığımdan söz etmelerinin nedenini anlamıyorum. Görüyorsunuz ki sağlığım çok iyidir. Ölüme doğru en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru altında birçok muharebelere iştirak ettim. Hatta ölüm bir defa kalbimin yanından sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı ve bu saat mermi parçasının” şiddetini kırdı. Sağlığım tamamen yerinde, gücüm de gelişmektedir. Ölmeye asla niyetim yok…”
Atatürk, I. Dünya Savaşı’nın başlamasından bir süre sonra 1915 yılı Ocak ayında, Tekirdağ’da teşkil edilecek 19. Tümen Komutanlığı’na getirilmiştir. 1915’de, İngiliz kuvvetlerinin Gelibolu yarımadasına taarruzları ve karadan çıkarma gayretleri, üzerine, Arıburnu ve Anafartalar bölgelerinde kahramanca savaşarak büyük başarı kazanmış ve albaylığa terfi etmiştir. Conkbayırı taarruzunda kalbini hedef alan bir kurşun, cebindeki saate çarpıp geri döndüğünden, mutlak bir ölümden kurtulmuştur. Yukarıda Atatürk’ün Le Mantin gazetesi muhabirine 12 Mart 1928 tarihli demecinde bahsettiği elim hadise tam olarak budur ve 8 Ağustos 1915 günü Conkbayırı taarruzu sırasında gerçekleşmiştir.
Ancak, bugüne kadar Atatürk’ü ölümden kurtaran saat bulunamadığından saate isabet eden mühimmatın bir tabanca kurşunu mu, yoksa bir şarapnel parçası misketinin mi, ya da büyük çaplı topların değişik türdeki mermilerinden biri olduğu halen kesinlik kazanamamıştır.
İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatını kurtaran o saatin çarpıcı öyküsü:
Türk yazar Kemal Arıburnu’na göre, Mustafa Kemal Paşa Veliaht Vahdettin ile Almanya seyahatinden dönüşünde, Beşiktaş Akaretlerdeki evinde bulunduğu sırada, Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey ile Anafartalar Muharebeleri hakkında söyleşi yaparken, anılarının bir bölümünü şu şekilde anlatmıştır:
“…-Ortalık ağardıktan sonra düşman Conkbayırı’nı gerçekten cehenneme çevirmişti. Denizden, karadan büyük çaplı topların değişik türdeki mermileri Conkbayırı göklerinde bitmez tükenmez yıldırımlar oluşturuyordu.”
Bu konuşmayı sessizce dinleyen yaver Cevat Abbas (Gürer) Bey komutanının müsaadesi ile söze karışarak:
-…”Bu şarapnel misketlerinden bir tanesi de Paşa’nın göğsünü okşamıştı, bulunduğumuz yer tamamen düşman birlikleri arasında idi. Paşa da, ilerleyen askerlerimizi izlerken göğsüne son derece kuvvetli bir şeyin çarptığını duymuştu (hissetmişti).”
Mustafa Kemal Paşa:
“…Evet, sağ tarafta ceketimde bir kurşun yeri gördüm. Yanımda bulunan Nuri (Conker): “Efendim vuruldunuz” dedi. Ben, böyle bir sözün yayılmasının askerlerimizin manevi gücü üzerinde yapacağı olumsuz etkiyi düşündüm. Elimle onun ağzını kapadım:
-Sus, dedim.”
Cevat Abbas Bey, sözlerine devam ederek:
-…”Bir şarapnel misketi göğsünün sağ tarafına, tam saatinin bulunduğu cebe isabet etmişti. Saat parça parça oldu. Fakat o vuruş Paşa’nın göğsünde hafif bir leke bırakmaktan ileri geçmemişti,” demişti.
Mustafa Kemal Paşa:
…”Parçalanmış o saati, savaştan sonra Liman Von Sanders Paşa Hazretleri bir hatıra olarak aldılar. Bana da soyluluk armasını taşıyan saatlerini verdiler,” dedi. (Bakınız: Kemal Arıburnu; “Atatürk’ün Çevresindekiler”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2.Baskı, Ankara, 1995, Sf:94)
Cevat Abbas Bey, Birinci Dünya Savaşı seferberliğinde açılan Yedek Subay Talimgâhında ek görev olarak bölük komutanlığı yapmış, 16 Nisan 1915’te Anafartalar Grubu Kurmayına verilmiş ve bu karargâhta görevli iken, Albay Mustafa Kemal’in emri altına girmişti. Yaver Cevat Abbas Bey, sonradan bu olayla ilgili şunları yazmıştır:
-…”Size muharebenin şiddeti hakkında tam ve kesin bir fikir verebilmek için söyleyeyim ki; bulunduğumuz sahada üzerine çelik parçası düşmemiş bir metre kare yer yoktu. Bu muharebede bütün günü avcı hattında geçiren Mustafa Kemal Bey’in kalbi üzerindeki cebinde, annesinin yadigârı olan bir tarafı siyah menevişli demir saat bulunmasaydı, 10 Kasım 1938’de duyduğumuz acıyı o zaman daha acı bir şekilde duyacaktık. Çünkü o, Türk inkılabını başarmadan gidecek ve Conkbayırı ona meçhul kahramanlarımıza olduğu gibi yalnız bir anıt olacaktı… (Bakınız: Cevat Abbas Gürer, “Ebedi Şef Kurtarıcı Atatürk’ün Zengin Tarihinden Birkaç Yaprak”, Halk Basımevi, İstanbul, 1999, Sf:137)
Mustafa Kemal Paşa’nın Conkbayırı Muharebesi sırasında yanında bulunanlardan Alay Komutanı Yüzbaşı Servet (Tuğgeneral Servet Yurdatapan) Bey ise olayı şöyle anlatır: -…”Düşmanın şiddetli topçu ateşi başladıktan sonra Mustafa Kemal Paşa’nın elini birden göğsüne götürdüğünü gördüm. Heyecanımı sezip, parmağını ağzına götürerek bana susmamı işaret etti.”
Resmi kayıtlar böyle söylüyor. Fakat! Burada dikkat diyelim…
Mustafa Kemal Paşa’nın, askerlerimizin manevi gücü üzerinde yapacağı olumsuz etkiyi düşündüğünden asla şüphe yoktur. Ancak kendi deyimiyle: …”Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.”
Kanımca tam da o mahiyetteyiz. Çünkü söyleşiyi birinci ağızdan aktaran Ruşen Eşref Ünaydın’a göre;
…”Mustafa Kemal Paşa, böyle bir söz şüyu bulursa askerimizin kuvve-i maneviyesi üzerinde yapacağı tesiri düşündüm. Elimle zabit ’in ağzını kapatıp “Sus” dedim…” (Zabit: ?)
Yazar Kemal Arıburnu’na göre, Mustafa Kemal Paşa yanında bulunan Nuri Conker’in ağzını eliyle kapatmış ve ona sus demişti. (Zabit: Mehmet Nuri Conker).
Yazar Nazmi Kal’ a göre de, Mustafa Kemal Paşa, Yüzbaşı Servet Bey’e (Tuğgeneral Servet Yurdatapan) parmağını ağzına götürerek susmasını işaret etmiştir. (Zabit: Yüzbaşı Servet Yurdatapan)
“Zabit” kelimesi Arapça kökenli olup, anlamı Türk Dil Kurumu sözlük sitesinde şöyle açıklanmıştır:
Zabit: …“Rütbesi teğmenden binbaşıya kadar olan asker (Yüzbaşı – Üsteğmen – Teğmen – Asteğmen).”
Mehmet Nuri Conker’in rütbesi ise üstsubaydır (yani; Albay – Yarbay – Binbaşı). Özetle 5 Haziran 1912’den itibaren Kurmay Binbaşıdır. Atatürk Ansiklopedisi, “Mehmet Nuri Conker (1881 – 1937)” maddesinde doğum tarihi 1881 olarak verilmiştir. Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı Resmi sitesinde Milli Mücadele Komutanlarımızın yer verildiği listede, -“Kurmay Albay (1318 – P.15) Mehmet Nuri Conker 29 Eylül 1882 yılında Selanik’te doğmuştur.”
Yine Atatürk Ansiklopedisi’ne göre, -“Mehmet Nuri Conker, I. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine Çanakkale’ye gönderilmiştir. 1915’te Anafartalar ve Conkbayırı muharebelerine katılan Mehmet Nuri, burada verilen vatan mücadelesinde de Mustafa Kemal Paşa ile yan yan yanadır. Öyle ki, Conkbayırı’nda Mustafa Kemal’in göğsündeki saate kurşunun isabet ettiği ana bile tanıklık etmiştir. 10 Ağustos 1915’te Conkbayırı’nda sağ şakağından ağır şekilde yaralanmış tedavisi Pangaltı Hastanesinde yapılmıştır. Soyadı kanununun kabulünden sonra Atatürk, Mehmet Nuri’ye, Conkbayırı’nda kahramanca ifa ettiği vazifeye atfen, “Conker” soyadını vermiştir.”
Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı Resmi sitesinde Milli Mücadele Komutanlarımızın yer aldığı listedeki açıklamalara göre;
-“Mehmet Nuri Conker Bey’in 8 Şubat 1913’te Bolayır Muharebesi’nde yaralandığı ve 27 Nisan 1913’te tedavi için Almanya’ya gönderildiği” bilgisi verilmekte olup, Atatürk Ansiklopedisine göre 10 Ağustos 1915 günü Conkbayırı’nda yaşandığı belirtilen elim hadiseden (Pangaltı Hastanesi!) bahsedilmemektedir.
Ama geleneksel resmi tarihin yazarlarının ortak görüşü Yazar Nazmi Kal’ın ifadesidir. Yani Mustafa Kemal Paşa Yüzbaşı Servet Bey’in (Tuğgeneral Servet Yurdatapan) heyecanını sezmiş, parmağını ağzına götürerek (kaşlarını yukarı kaldırarak) kendisinin susmasını işaret ettiği yönündedir.
Ancak, General Celil Erkan’ın yazdığı “Komutan Atatürk” metninden, Ruşen Eşref Ünaydın’ın yazdığının aksine, Mustafa Kemal Paşa’nın 19. Tümen’inde taarruz sırasında 89 subay ve 10.877 eri bulunduğunu, 27 ve 64’ncü Alayların da emrine verildiğini öğreniyoruz. Atatürk’ün yaveri Sami Yanardağ Bey’in de Gelibolu Yarımadası’nda bulunan 15. Kolordu kuruluşundaki Mustafa Kemal Paşa’nın oluşturduğu ve komutanı bulunduğu 19. Tümenin emrine verildiğini de yine Yazar Nazmi Kal’ın eseri “Atatürk’le Yaşayanlar”, TC Ziraat Bankası Kültür Yayınları No: 36, Sf:40’dan okuyoruz:
…”Sami Yanardağ Bey, Çanakkale’de Mustafa Kemal Paşa’nın yanında bulunuyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın saatine şarapnel parçası isabet ettiği olayda da oradaydı. Bu olaya ait hatırasını Sami Bey şöyle aktarmıştır:
“Conkbayırı Muharebesi başlarken Mustafa Kemal Paşa ve yanında Kurmay Başkanı Binbaşı İzzettin Bey, yaveri Yüzbaşı Cevat Abbas Bey (Gürer), iki de emir subayı olarak benimle Zeki (Doğan) vardı. Bir mermi geldi, bizi toprağın altına gömdü.
Toprağın altından çıktık, ben Mustafa Kemal Paşa’nın yanına gittim.
-…”Efendim, bir emriniz var mı?” dedim.
Çıkardı saati gösterdi saat ezilmiş. Bir mermi gelmiş saatine vurmuş. Eğer saati olmamış olsaydı mermi kalbinden içeri girerdi.
-…”Efendim benim saati takdim edeyim hem de fosforludur. Gece de görünür,” dedim. Bileğimi eline aldı, fosfora baktı:
…-“Peki, sen şimdi bir keşif vazifesi alsan ne yaparsın?” dedi. Birdenbire şaşırdım. Böyle bir soru soracağı hatırıma gelmemişti.
-…”Efendim arkadaşlarımın saati ile idare ederim,” dedim.
…-“Olmaz,” dedi. Saati almadı.”
Resmi tarihe göre de Atatürk, Sami Yanardağ Bey’in saatini almamıştır. Ancak 24 Temmuz 1922 akşamı Konya’da General Towshend şerefine verdikleri ziyafette, Atatürk yemeğin sonlarına doğru sofradan kalkacağına yakın kolundaki saati çıkararak General’e: …”Bu saati bana Anafartalar’da bir Türk askeri, ölen bir İngiliz subayının kolundan çıkardığını söyleyerek, getirdi. Saatin arkasında subayın künyesi yazılıdır. Bu subayın ailesini arattırdımsa da bulamadım. İngiltere’ye döndüğünüzde ailesini bulur ve saati verirseniz, çok memnun olurum.” Dediği bilinmektedir. (Bakınız: Yücel Mecmuası, “O’ndan Hatıralar”, Cilt: XVI, Sayı: 91-92-93, 1942 Sf: 15. Aktaran: Prof. Dr. “Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir Ve Düşünceleri”, Semih Ofset, Ankara 1999)
Yazar Uluğ Iğdemir’e göre, Atatürk, Sami Yanardağ Bey’in saatini almamış ve şöyle demiştir: …”Semadan şarapnel, demir parçaları yağmuru yağıyordu. Büyük çaplı deniz toplarının tam isabetli daneleri yerin içine girdikten sonra patlıyor, yanımızda, kenarımızda büyük lağımlar açıyordu. Bütün Conkbayırı kesif dumanlar ve ateşler içinde kaldı. Herkes mütevekkiline akıbete muntazır duruyordu. Etrafımız şüheda ve mecruhun ile doldu. Muharebe meydanında cereyan eden hali temaşa ederken bir şarapnel parçası göğsümün sağ tarafına çarptı. Cebimde bulunan saati parça parça etti. Vücuduma temas etmedi. Yalnızca kalınca bir kan lekesi bıraktı. Bu saat enkazını bilâhare, bugünün hatırası olmak üzere Liman Paşa’ya verdim. O da, aile asalet armasını hâvi, kendi saatini bana verdi.” demiştir. (Bakınız: “Mustafa Kemal, Anafartalar Muharebatı’na Ait Tarihçe”, TTK Basımevi, Ankara 1990, Sf:54-56)
Ruşen Eşref Bey, Mustafa Kemal Paşa ile gerçekleştirdikleri mülakat sırasında …”O saat sizin için tarihi bir saattir. Görebilir miyim Efendim?” demiş; Mustafa Kemal Paşa’da kendisine: “O saatin enkazını bu muharebeden sonra Liman Paşa Hazretleri hatıra olarak aldılar. Bana da kendilerinin aile asalet armasını havi bulunan saatlerini verdiler.” Yine mülakat sırasında Cevat Abbas Bey, Liman Paşa’nın hediye ettiği saati Ruşen Eşref Bey’e göstermiştir. Ruşen Eşref Bey bu saati şöyle tanımlamaktadır: …”Omega markalı Siyah bir saat. Arkasında bir taç ve L.Z. markaları Mekteb-i Harbiye’den beri sakladığı Omega markalı kuvvetlice bir talebe saati imiş.” (Bakınız: Ruşen Eşref, “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat”, Çanakkale, 5/18 Mart 331/1915, Yeni Mecmuanın Fevkalade Nüshası (18 Mart 1918), Hilal Matbaası, İstanbul 1918, Sf:141. Ayrıca; Ruşen Eşref “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat”, Devlet Matbaası, İstanbul 1930, Sf:43-45).
Tüm bu anlatımlara göre, Atatürk’ün hayatını kurtaran ezilmiş cep saatini bizzat gören Semih Yanardağ Bey olmuştur. Yazar Hüseyin Hakkı Kahveci’ye göre de, …”Conkbayırı’nda iki komutan arasında saatlerin değişimine de şahitlik eden Çanakkale muharebeleri komutanlarından Albay Haydar Mehmet Alganer’dir. Alganer, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Münih Konsolosluğu görevindeyken görüştüğü General Liman von Sanders’in saati çok kıymetli bir hatıra olarak sakladığını aktarıyor. Yine Alganer’in anlatımlarına göre, Çanakkale Cephesi Komutanı Alman General Sanders’in 1929 yılında ölümünden sonra Türk hükümeti saati eşinden alıp müzeye koyma talebinde bulunuyor. Ancak Sanders’in eşi, “saatin Sanders Paşa’nın ölümünden sonra eve giren hırsızlarca çalındığı” yanıtını veriyor. 1933-34 yıllarında Milli Eğitim Bakanı olan Yusuf Hikmet Bayur ise saatin Liman von Sanders’in ölümünden sonra ailesinden istendiğini ama gelen cevapta, “saatin diğer vitrin eşyalarıyla birlikte satıldığını ve nerede bulunduğunun bilinmediğinin bildirildiğini aktarıyor.
Atatürk’ün hayatını kurtaran saatle ilgili sağlığı boyunca kamuoyunda bilinen bir gelişme yaşanmıyor. Ancak Ulu Önder’in ölümünden kısa bir süre sonra saatin akıbetiyle ilgili haberler çıkıyor. Son Posta gazetesinin 16 Ocak 1939 tarihli nüshasında, “Çanakkale’de Atatürk’ün hayatını kurtaran saatini, bir saat fabrikası 250 bin franga almak istiyor. İsviçre’deki maruf saat fabrikası, İzmir’deki mümessiline gönderdiği bir telgrafnamede, “Conkbayırı’nda Atatürk’ün hayatını kurtaran saatin aslının veya fotoğrafının kimde bulunduğunu bildirene 1.000 İsviçre frangı vereceğini, saati de 250 bin franga satın alacağını bildirmiştir” haberi yayımlanıyor. Daha sonra çıkan haberlerde de bu saat firmasının “Omega” olduğu yazılıyor.
Son Posta gazetesinin 16 Ocak 1939 tarihli nüshasında ayrıca dikkati çeken bir husus: “Saati, General Leyman’ın ölümünden sonra bir Amerikalı almıştı.”
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Dr. Mithat Atabay, Atatürk’ün hayatını kurtaran saatin bilimsel çalışmalarıyla izini sürerek genişçe bir makale yazar. Atabay, o çalışma sırasında ilginç anekdotlara ulaştı: “1939 yılı Şubat ayında Prof. Ludwig Bairer isimli bir rahip Berlin’deki Türk Büyükelçiliği’ne başvurarak, bir İsviçre saat fabrikasının Atatürk’ün hayatını kurtaran saatin yerini bildiren ödül vereceğini Alman gazetelerinde okuduğunu ve saatin nerede olduğunu bildiğini haber verdi. Rahip, saatin zemberek kapağında Türkçe bir kelime kazınmış olduğunu ve Sanders tarafından bir Alman subaya hediye edildiğini söyledi. Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Hamdi Arpağ durumu Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’na bildirdi. Saraçoğlu’da 21 Mart 1939 tarih 33542/108 yazılı sayı ile Başbakanlık’a müracaat etti. Saraçoğlu yazısında saati tanıyabilecek kişilerin kimler olduğunu araştırılmasını istedi. Atatürk’ün hayatını kurtaran saat olması halinde nasıl bir işlem yapılacağını da sordu. Başbakanlık’ın 27 Mart 1939 tarih 1469 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı’na yazdığı yazıda, “keyfiyetin tetkik ile bu saatin mübayası hakkındaki mütalaalarının ve satı alınması istenirse karşılığının vekâletinizce teminin mümkün olup olamayacağının bildirilmesi” istendi.
Mithat Atabay’a göre Milli Eğitim Bakanlığı’nın ne cevap verdiği bilinmiyor. Çünkü Milli Eğitim Bakanlığı, Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı arasındaki yazışmalar ve saati tanıyanların araştırılması sürerken, II. Dünya Savaşı patlak verdi ve ihbarı yapan rahiple bir daha temas kurulamadı.
Peki, Saat Bugüne Kadar Neden Bulunamadı?
Bu sorunun yanıtını da yine Hüseyin Hakkı Kahveci’nin “Atatürk’ün Katilleri” başlıklı eserinden okuyalım:
…”İttihatçılar Mustafa Kemal’in seçilmiş olmasını hazmedememişler ve Enver Paşa ekibi ile Atatürk’ü ortadan kaldırmak için defalarca suikastlar yaptırmıştır ki Conkbayırı Muharebesi sırasında yaşanan “şayan-ı endişe bir an” onlardan sadece bir tanesidir.
Hani şu isabet alan saat meselesi konusunda benim de belgeleyemediğim fakat bildiğim bir husus var. Fevzi Çakmak’ın kardeşinin (Mehmet Nazif Çakmak, d. 1889 İstanbul – ö. 8 Ağustos 1915 Çanakkale) Mustafa Kemal Paşa’ya suikast düzenlemeye çalıştığı meselesi var. Halan saat kayıp olduğuna göre o dönemin Çanakkale savunmasının başında yer alan Alman komutanı Limon Van Sanders tarafından şüpheli beyanları böyle bir durumu sorgulamamız gerektiğini anlatıyor.
Ve bir önceki yazımda bizzat Mustafa Kemal’in kendi ağzından şöyle bir beyanda bulunduğumu bahsetmiştim: “Düşmanın piyade, mitralyöz ateşi başlarsa ve kara deniz toplarının mermileri busıkı nizam-da duran askerlerimiz üzerinde bir defa patlarsa, hücumun âdem-i imkânına şüphe etmiyordum. Hemen ileri koştum. Fırka kumandanına tesadüf ettim.”
Aslında bu bir tesadüf değildi. Mehmet Nazif (Çakmak) Mustafa Kemal’in emrine karşı gelir ve silahını çeker. İhtimal o ki silahını ateşler. Ve kurşun Mustafa Kemal’e isabet eder ama saate. Çünkü kalp hizasına nişan alınmış olması muhtemel olup, Mustafa Kemal’in yanında olan diğer subaylar öldürülür.
Bu olay aslında bir suikast girişimi olup, talimatlı planlanmış gibi kargaşa esnasında öldürülmesi düşünülmüş olabilir. Bunun sonucunda silah ve saatin incelenmek için ordu komutanlığına teslimi aslında zafer kazanıldıktan sonra olmuştur. İttihatçılar Mustafa Kemal’in seçilmiş olmasını hazmedememişler ve Enver Paşa ekibi ile ortadan kaldırmak için defalarca suikastlar yaptırmış şükür ki başarısız olunmuştur.
Resmi kayıtlar böyle söylüyor. Fakat! Silah ve saat aynı gün akşam ordu komutanlığına teslim ediliyor.
Tabii bu olay bilindiği halde savaş halinde olan ordunun üst yönetimince, büyük olasılıkla Limon Von Sanders tarafından kapatılmıştır. Saat hediye hikâyesinin sonunda binlerce Frank ödenerek aranmış fakat bulunamamıştır. Mermi kriminalinde ortaya çıkacak olan bu süreç gizlenmiştir. Ve o saat halen bulunamamıştır. Kim bilir Çanakkale’de bir yerlerde belki de kaybolmuştur.” (Bakınız: Hüseyin Hakkı Kahveci, “Atatürk’ün Katilleri”, Destek Yayınları, İstanbul, 9. Baskı: Nisan 2022. Karşılaştırma için lütfen bakınız: Dr. Kemal Arı, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1713423)