“T.C. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı, Anayasamızın 134’ncü maddesi gereğince “2709 sayılı Kanun” ile düzenlenerek yeniden kurulması planlanmıştır.
Atatürk’ün direktifleriyle 1931 yılında kurulan Türk Tarih Kurumu ile 1932 yılında kurulan Türk Dil Kurumu’na Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı ve Atatürk Kültür Merkezi’nin ilavesiyle kamu(!) tüzel kişiliğine sahip olarak Anayasamızın 134’ncü maddesi gereğince; 11 Ağustos 1983 tarihli ve “2876 sayılı Kanun” ile 17 Ağustos 1983 tarihinde kurulmuştur. 17 Ağustos 1983 tarihinde de 18138 sayılı Resmi Gazete ‘de yayımlanmıştır.
“Kamu” kelimesinin Türk Dil Kurumu’na göre anlamı: Toplum, topluluk, halk demektir. Sadece kamunun faydalanabileceği tüm ayrıcalıklardan yararlanabilen kurumlara “Kamu tüzel kişiliği” adı verilir. Kamu tüzel kişiliklerin en önemli özelliklerinden bir diğeri ekonomik çıkarlar doğrultusunda değil kamu yararına kurulmasıdır. Bu ifade ile bir ülkedeki en büyük tüzel kişilik devlettir. Ancak Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı’nın kurumsal tarihçesinde – Atatürk’ün vasiyetnamesinde belirtilen mali menfaatler saklı olduğu halde – “Kamu” ibaresi yer almamaktadır:
…”Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı 17 Ağustos 1983 tarihinde Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu çatısı altında “(KAMU?)” tüzel kişiliğe sahip, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi üzerine bilimsel araştırma ve incelemelerde bulunmak amacıyla, Anayasa’nın 134’ncü maddesine istinaden 2876 sayılı kanun ile kurulmuştur…” (Bakınız: https://www.atam.gov.tr/kurumsal/tarihce-2)
“Kamu” ibaresinin burada kullanılmaması önemlidir. Çünkü Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı adlı kurumun temelinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası veya 1982 Anayasası olarak bilinen Anayasamız bulunmaktadır. Bu Anayasa, 12 Eylül darbesi veya 1980 İhtilali, resmi isimlendirmeleriyle 12 Eylül 1980 Harekâtı veya Bayrak Harekâtından sonra, ihtilal şartları gereği oluşturulan “Kurucu Meclis”te, Milli Güvenlik Konseyi’yle birlikte 1982 Anayasası’nı hazırlamak için oluşturulan iki organdan biri kabul edilen “Danışma Meclisi” tarafından hazırlanmıştır.
“Danışma Meclisi” tarafından hazırlanan 1982 Anayasası; Milli Güvenlik Konseyi’nin çıkardığı 29.06.1981 tarihli ve 2485 sayılı “Kurucu Meclis Teşkili Hakkında Kanun”a göre önce “Kurucu Meclis” tarafından 18 Ekim 1982’de halkoylamasına sunulmak üzere kabul edilmiş ve 20 Ekim 1982 tarihli Resmi Gazete ’de yayımlanmıştır. Daha sonra 7 Kasım 1982 ‘de halk oylamasına (yani KAMU!) sunulmuş ve yüzde 8,63 ‘Hayır (1.626.431 seçmen)’ oyuna karşılık yüzde 91,37 ‘Evet (17.215.559 seçmen)’ oyuyla kabul edilerek 9 Kasım 1982 tarihli 17863 Mükerrer sayılı Resmi Gazete ’de yeniden yayımlanmıştır.
Anayasamızın 134’ncü maddesinde ise şöyle denilmektedir: —“Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılaplarını, Türk kültürünü, Türk tarihini ve Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak ve yaymak ve yayınlar yapmak amacıyla;
Atatürk’ün manevi himayelerinde, Cumhurbaşkanının gözetim ve desteğinde, Cumhurbaşkanın görevlendireceği bakana(*) bağlı; Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezinden oluşan, kamu tüzel kişiliğine sahip “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu” kurulur.
Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu için Atatürk’ün vasiyetnamesinde belirtilen mali menfaatler saklı olup kendilerine tahsis edilir. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun; kuruluşu, organları, çalışma usulleri ve özlük işleri ile kuruluşuna dâhil kurumlar üzerindeki yetkileri kanunla düzenlenir.” (Not: 2 Kasım 2011 tarihinde yürürlüğe giren 664 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı’nın görevleri yeniden düzenlenmiştir. Ayrıca; 16 Nisan 2007’de Halkoylamasına sunulan Anayasa Değişikliği Referandumunun yüzde 68,95 Evet (19.422.714 seçmen) karşın yüzde 31,05 Hayır (8.744.947 seçmen) sonuçlanması ile 134’ncü Madde ’de yapılan değişiklikle “Başbakanlığa(*)” ibaresi “Cumhurbaşkanının görevlendireceği bakana bağlı” şeklinde değiştirilmiştir.)
Türk profesör, siyasetçi ve yazar Muzaffer Utkan Kocatürk, 18 Ağustos 1983 tarihinde T.C. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı‘na atanarak Kurucu Başkanı olmuş, 01 Ocak 1992 – 19 Temmuz 1993 tarihleri arasında Yüksek Kurum Başkanlığı ‘da yapmış ve görevinden 14 Ekim 1993’te ayrılmıştır.
1937 yılında Gümüşhane’de dünyaya gelen M. Utkan Kocatürk, İlkokulu İzmir’de, ortaokul ve lise öğrenimini Ankara’da tamamlamıştır. 1961 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra 1967’de tıp uzmanı 1979’da profesörlüğe yükselerek çeşitli Üniversitelerin Tıp Fakültelerinde öğretim üyesi olarak çalışmıştır. Kocatürk, siyasi hayatına Milli Güvenlik Konseyi’nin 29.06.1981 tarihli ve 2485 sayılı Kurucu Meclis Teşkili Hakkında Kanun’a göre 15 Ekim 1981’de Erzurum’dan Danışma Meclis’ine seçilerek atılmıştır.
“Kurucu Meclis” iki ayrı organdan oluşuyordu; Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisi.
-“Kurucu Meclis:
Kurucu Meclis iki ayrı organdan oluşuyordu: “Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisi”.
İlk kez 1961 Anayasası ile kurulan Türk Anayasa Mahkemesi; kurucu iktidar teorisini benimseyerek yeni anayasa yapma yetkisini asli kurucu iktidar yetkisi, bu yetkiyi kullanan Meclis’i de “Kurucu Meclis” olarak tanımlanmıştır.
Prof. Dr. Mehmet Seyitdanlıoğlu eserinde “Kurucu Meclis”ten övgüyle bahsetmektedir: …”Kurucu Meclis’in yasama etkinlikleri içerisinde en önemlisi tartışmasız, yeni Anayasa’nın hazırlanarak, halkoyuna sunulması ve Anayasa Mahkemesi ve Devlet Planlama Teşkilâtı gibi yeni, hukuk ve kalkınma organlarını öngörmüş olmasıdır. 1961’de Anayasa Mahkemesi’nin kurulmasıyla, Türkiye’nin yargı bağımsızlığına sahip Avrupalı bir hukuk devleti olması yolunda, Kanun-ı Esasi’den sonra dev ve önemli bir adım atılmıştır. Kurucu Meclis’in bir diğer tarihsel adımı da dünyada ‘Soğuk Savaş’ın 1962 Küba Krizi’ne doğru giderek keskinleştiği bir ortamda, yurt kalkınmasına özel bir önem vermiş olmasıdır. Ereğli Demir Çelik Fabrikaları’nın kuruluşuna dair Kurucu Meclis müzakereleri bunu açıkça göstermektedir. (Bakınız: “Türk Parlamento Tarihi; Kurucu Meclis (6 Ocak 1961 – 15 Ekim 1961)”, C.II, TBMM Kültür ve Sanat Yayın Kurulu Yayınları No.:158)”
Prof. Dr. Abdurrahman Eren’e göre de: …”Kurucu iktidar teorisine göre kurucu iktidar yetkisi yeni bir anayasa yapma veya anayasada köklü değişiklikler yapma iktidarıdır. Bu kurucu iktidar yetkisinin sahibi millettir. Millet adına yeni bir anayasa yapma iktidarı, asli kurucu iktidar yetkisidir ve bu yetkiyi kullanmak üzere oluşturulan özel meclise de “Kurucu Meclis” ya da “Konvansiyon” denilmektedir.” (Bakınız: “Büyük Millet Meclisi’nin Kurucu Meclis Niteliği”, Anayasa Yargısı, Cilt:37, Sayı:1, (2020), Sf: 39.40.)
Büyük ATATÜRK, “Kurucu Meclis” terimini daha önceden de kullanmıştı!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk tarihi içinde eşsiz bir kişidir: O, Türk Bağımsızlık Savaşı’nın önderi, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Türk çağdaşlaşma hareketinin lideridir. Askerliği, devlet adamlığı, inkılâpçılığı yanında düşünce bakımından da seçkin bir fikir adamıdır. Döneminde, kültür ve fikir meseleleriyle sadece ilgilenmekle kalmamış, hemen her zaman bu faaliyetin içinde ve başında bulunmuştur. Milli Mücadele’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve inkılâpların düşünce sistemini yansıtan görüşlerinin yanı sıra kültürel ve sosyal konulardaki görüşleri de zaman akışı içinde her kuşağa rehberlik edecektir. Unutmamalıyız ki çağdaş Türkiye bu fikirler, bu düşünceler üzerine kurulmuştur.
Öyledir ki, Atatürk (dönem itibarıyla Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa) 17 ve 18 Mart 1920 tarihli telgraflarında “Kurucu Meclis” yani o zamanın diliyle “Müessisan Meclisi” terimini kullanmıştır. (Müessis: kurucu demektir, “Müessisan Meclisi” Kurucular Meclisi’dir.)
-…”Hükümeti ve Meclisi dikkatli bulunduran tenkit hürriyetidir!” diyen Atatürk, Nutuk’ta da Osmanlı Mebussan Meclisi’ne karşın amacının rejimi değiştirecek bir “Kurucu Meclis” kurmak olduğunu şu sözlerle belirtmiştir:
-…’İlk yazdığım müsveddede “Kurucu Meclis” terimini kullanmıştım. Maksadım da toplanacak Meclis’in “rejimi” değiştirmek yetkisiyle ilk anda donanmış bulunmasını temin etmekti. Fakat bu terimin, kullanılmasındaki maksadı gereği gibi izah etmediğim için veyahut halkın alışık olmadığı bir terimdir diye Erzurum ve Sivas’tan uyarı aldım. Bunun üzerine “salahiyet-i fevkaladeye malik bir meclis” terimini kullanmakla yetindim.” (Bakınız: Nutuk 1927, Sf:281)
Ancak, Türk gazeteci ve yazar Taha Akyol, “Ama Hangi Atatürk” adlı eserinde Nutuk’ta bahsi geçen “Kurucu Meclis” terimini de sorgulamaktadır: …“Neden Mebussan Meclisi gibi bir “parlamento” değil de olağanüstü yetkilere sahip bir Kurucu Meclis?
Çünkü yeni bir devlet kuracaktır! Ama o zaman açıklamıyor tabii.
Mustafa Kemal’in açıkladığı gerekçeler özetle şöyle:
*Normal bir Meclis için Âyan Meclisi’nin (Senato’nun) olması gerekir. Üyeleri padişahça atanan Âyan Meclisi’nin Ankara’da toplanması imkânsızdır.
*Devlet işlerinde kesinti olmaması gerektiğine göre, açılacak yeni Meclis sadece yapmakla kalamaz. Mevcut temel kanunlar geçerli olmakla beraber, Ankara’da açılacak Meclis’in idarede birliği temin ve icabında fevkalade tedbirleri alabilecek olağan üstü yetkilere de sahip olması lazımdır. Bunun anlamı “Kurucu Meclis”tir.
Mustafa Kemal böyle bir “Kurucu Meclis” oluşturmaktan başka bir -çare-i âcil- olmadığını da bildiriyor ve kaçıp kurtulan Mebussan Meclisi üyelerinin Ankara’ya gelmesini, boş üyelikler için her ilden beş kişi olmak üzere yeni seçimler yapılmasını istiyor. Milli Mücadele ve İnkılap tarihimizin en önemli ve “Kurucu” belgelerinden biri Mustafa Kemal’in bu telgrafıdır:
Mustafa Kemal parlamenter rejimlerdeki gibi “kuvvetler ayrılığına” yani yasama, yürütme ve bilhassa bağımsız yargının ayrı olmasına dayanan bir yasama meclisi değil, kuvvetler birliğine, yani yasama, yürütme ve yargı yetkilerini tek elde toplayan “idarede birliği temin ve icabında fevkalade tedbirleri alabilecek” bir “Kurucu Meclis”, yeni bir “İhtilal Meclis”i istiyor!
Erzurum’dan gelen uyarı Kazım Karabekir’indir.
Karabekir, seçimin yapılarak Ankara’da bir Meclis toplanmasını destekliyor, ama “Kurucu Meclis” teriminin yanlış olduğunu söylüyor. Bunun yerine halkın alışık olduğu teriminin kullanmasını, mesela İslam’da bulunan ve halkın alışkın olduğu “Şüra-i Milli” gibi terimlerin olabileceğini, Hilafetin ve İslami terimlerin ön plana çıkarılmasını tavsiye ediyor. Mustafa Kemal bunu uygun buluyor ve 19 Mart 1920 tarihli genelgesinde “Hilafet-i İslamiye ve Saltanat-ı Osmaniye’nin başkentinin işgal edildiğini, Ankara’da ‘salahiyet-i fevkaladeyi haiz bir meclis’in kurulacağını, bunun seçim işlemlerinin başlatılmasını, on beş gün içinde Ankara’da toplanılmasını gerektiğini bildiriyor.
Mustafa Kemal hiçbir zaman -şûra- terimini kullanmayacaktır, teknik olarak da doğru bir terim değildir. ‘Kurucu Meclis’ terimini artık kullanmasa da Mustafa Kemal’in istediği, Fransız İhtilali’ndeki Jakobenlerin Konvansiyon Meclisi gibi, -bütün kuvvet ve salahiyetleri elinde toplayan- bir İhtilal Meclisi’dir, Devrim Meclisi’dir…
Anadolu ihtilali, kendi ‘konvansiyon’nunu kuruyor artık… TBMM açıldıktan sonra Mustafa Kemal “Kurucu Meclis” terimini kullanacak ve hiçbir tepki gelmeyecektir (Bakınız: Taha Akyol, “Ama Hangi Atatürk” Doğan Kitap, Sf:134; “Mustafa Kemal: İhtilal Meclisi”).”
Bu ifade ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde “Kurucu Meclis” uygulaması 1961 Anayasa yapım sürecinde yeniden ortaya çıkmış, 27 Mayıs 1960 bir askeri darbe ile egemenlik yetkilerinin kullanımını ele geçiren 37 subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi 13.12.1960 tarihli ve 157 sayılı ‘Kurucu Meclis Teşkilatı Hakkında Kanun’u yürürlüğe koymuştur. Kanun’un 1’nci maddesinde, …”Kurucu Meclis, Türk Milletinin zulme karşı direnme hakkını kullanmak suretiyle onun adına harekete geçen Türk Silahlı Kuvvetlerinin, meşrutiyetini kaybetmiş olan iradeyi 27 Mayıs 1960 Milli İhtilaliyle devirerek, meşru iktidarı emanet ettiği Milli Birlik Komitesi ile… Temsilciler Meclisi’nden teşekkül eder” denilmiştir.
Milli Birlik Komitesi tarafından kabul edilen 1 sayılı Kanun’un Başlangıç’ında ise: …”Türk Ordusu; Vatandaşı birbirine düşürmek suretiyle, Türk vatanını ve milli varlığı tehlikeye koymuş olan eski iktidar karşı, bu mukaddes kanuni vazifesini yerine getirmek ve Hukuk Devletini yeniden kurmak için, Türk milleti adına harekete geçerek, Milleti temsil vasfını kaybetmiş olan Meclisi dağıtıp iktidarı geçici olarak, Milli Birlik Komitesine emanet etmiştir.” denilmiştir.
Benzer şekilde 12 Eylül 1980 tarihinde bu defa emir komuta zinciri içinde bir askeri darbe ile egemenlik yetkilerini ele geçiren askerlerce 28.10.1980 tarihli ve 1 sayılı “Anayasal Düzeni Hakkında Kanun” ile Anayasa, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunlarını yapmak üzere, “Kurucu Meclis” kurulması kararlaştırılmıştır.
12 Eylül 1980 tarihli Milli Güvenlik Konseyi’nin 1 Numaralı Bildirisinde, 12 Eylül Harekâtı’nın amacı; …”Ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı önlemek, Devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzeninin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır” şeklinde açıklanmıştır. “Kurucu Meclis”in oluşturulmasına ilişkin her iki örnekte de özellikle “yeni anayasa yapmak suretiyle devletin varlığını ve hukuk düzenini yeniden kurma” fikrine yer verildiği anlaşılmaktadır.
-“Milli Güvenlik Konseyi:
12 Eylül 1980 Darbesi ile ülke yönetimine el konulmasından sonra 27 Ekim 1980 tarihinde yasama yetkisini kullanmak üzere 2324 sayılı Kanun ile oluşan askeri cuntadır ve 28 Ekim 1980 tarihli ve 17145 sayılı Resmi Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 2324 sayılı Kanun’un 1. Maddesinde şöyle denilmektedir: -…“9 Temmuz 1961 tarihli ve 334 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile değişiklikleri, aşağıdaki maddelerde belirtilen istisnalar saklı kalmak üzere, yeni bir Anayasa kabul edilip yürürlüğe girinceye kadar yürürlüktedir.”
27 Mayıs 1960 Darbesi ’de yeni bir anayasa ile neticelenmiştir. 1961 Anayasası, 9 Temmuz 1961’de halkın oyuna sunulmuş, yüzde 38,3 “Hayır” oyuna karşın, yüzde 60,4 “Evet” oylarıyla kabul edilmiştir. Bu sonuç ile “Kurucu Meclis” tarafından 27 Mayıs 1961 tarihinde hazırlanan 1961 Anayasası referandumla yürürlüğe giren ilk Türk Anayasası olmuştur. Ayrıca 1961 Anayasası için yapılan bu referandum Türk tarihine ilk referandum olarak geçmiştir. Ancak, 27 Mayıs 1960 darbesiyle son bulan 1924 Anayasası, 36 yıllık ömrüyle halen Türkiye’nin en uzun süre yürürlükte kalmış Anayasası olma özelliğini taşımaktadır.
15 Ocak 1981’de Konya’da halka seslenen eski Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Milli Güvenlik Konseyi’nin fonksiyonunu, …”Senato vazifesi görecek” ifadesiyle tanımlamıştır. Ancak saydığı yetkiler Senato Vazifesi ’ne sığmayacak bir çerçevedeydi: Meclisin ilk aşamasında kabul edilen kanunlar MGK’ya gelecek; MGK bir değişiklik yaparsa, kanun değiştirilmiş haliyle yürürlüğe girecek; Meclis’te bir daha görüşülmesine dahi fırsat verilmeyecekti. Bu durum, MGK’nın aldığı kararların ve yaptığı uygulamaların diyaloga ve müzakereye ne kadar kapalı olduğunun da bir göstergesiydi. Temsil konusuna da değinen Evren, …”Kurucu Meclis’e partilerden kimsenin alınmayacağını”, hatta “normal düzene, parlamenter demokratik düzene döndükten sonra da Türkiye’nin kaderinin, memleketi bu hale getirenlere tekrar teslim edilmeyeceğini” belirtmiştir. Bu tutum, MGK’nın temsili demokrasiler açısından -olmazsa olmaz bir mekanizma- olan partileri siyasetten izole ettiği anlamına geliyordu. Bundan daha vahimi ise, öngörülen Kurucu Meclis’te, MGK’nın nihai karar mercii pozisyonunu koruyacağı, oluşturulacak meclisin ise “Danışma” rolüyle yetineceği gerçeğiydi. Meclisin pozisyonunu danışma ile sınırlandırması ve MGK’nın nihai karar mercii olması münasebetiyle, son derece anti-demokratik bir uygulamaların işaretiydi. (Bakınız: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/354300)
-Danışma Meclisi:
Yasama organı taşıyan “Danışma Meclisi”nin doğrudan yasa önerme yetkisinin yanı sıra, Milli Güvenlik Konseyi’nin gönderdiği yasalar üzerinde değişiklik yapma yetkisi de vardı. Ama kabul ettiği yasa ve kararların kesinleşmesi Milli Güvenlik Konseyi‘nin onayına bağlıydı ve Milli Güvenlik Konseyi ayrıca “Danışma Meclisi”nin tatilde olduğu sürelerde ve gerekli görülen hallerde yasama yetkisini doğrudan kullanabiliyordu.
160 üyesi olan “Danışma Meclisi”nin üyeleri iki gruptan oluşuyordu.
Her İl’de Vali o İl’den “Danışma Meclisi”ne girecek üye sayısının üç katlı sayıda aday saptıyor, Milli Güvenlik Konseyi’nin bu adaylar arasından seçtiği 120 üye “Danışma Meclisi”ne katılıyordu.
İkinci grup ise Milli Güvenlik Konseyi’nin atadığı 4O üyeydi.
“Danışma Meclisi”ne üye olmak için yükseköğrenim görmüş, 30 yaşını bitirmiş ve 12 Eylül 1980’den önce herhangi bir siyasal partiye girmemiş olmak gerekiyordu. Ama Milli Güvenlik Konseyi’nin doğrudan atadığı üyeler için yükseköğrenim kaydı şartı yoktu(!).
15 Ekim 1981 tarihinde üyeleri belirlenen “Danışma Meclisi”nin en yaşlı üyesi Sadi Irmak (77), en genç üyesi Mehmet Pamak (31)’tı. Üyelerin yaş ortalaması (52)’ idi. 18 Ağustos 1983’te T.C. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı ‘na atanarak Kurucu Başkanı olacak Prof. Dr. Muzaffer Utkan Kocatürk, Erzurum’dan seçilmişti ve henüz 44 yaşındaydı.
Danışma Meclisi, 23 Ekim 1981’de açıldı ve başkanlığına Konya üyesi Sadi Irmak seçildi.
Danışma Meclisi’nin önemli görevleri arasında, yeni bir anayasa ile siyasi partiler ve seçim yasalarının hazırlanması bulunuyordu. 20 Kasım 1981’de iç tüzüğü hazırlandıktan sonra Anayasa hazırlama çalışmalarına başlandı. Yeni Anayasa’nın hazırlanması için “Danışma Meclisi”nin İstanbul üyesi olarak görev alan Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı başkanlığında 15 üyeden oluşan bir Anayasa Komisyonu oluşturuldu. 8 aylık bir çalışma sonunda komisyonun hazırladığı Anayasa Tasarısı 17 Temmuz 1982 tarihinde “Danışma Meclisi Başkanlığı”na sunuldu. “Kurucu Meclis” bu taslak üzerinde yaptığı görüşmelerden sonra 23 Eylül 1982’de bir Anayasa metni hazırladı ve hazırlanan Anayasa metni Milli Güvenlik Konseyi’ne sunuldu.
Milli Güvenlik Konseyi yaptığı değişikliklerden sonra 7 Kasım 1982’de halkoylaması ile kabul edildi. Esasen eski Genel Kurmay Başkanı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren anılarında şöyle diyecekti: …”Danışma Meclisi, henüz Anayasa’yı henüz ele almadan Genel Sekreterlikte (MGK) Anayasa taslağı aşağı yukarı hazır durumda idi.”
Ama yine de Danışma Meclisi’nin üyelerinin geleceğe yönelik siyasal girişimlerde bulunmasını önlemek amacıyla ileride siyasi bir parti kurucusu olamayacakları hükme bağlanmış, ama sonradan bu hüküm kaldırılmıştı. Danışma Meclisi’nin üyelerinin birçoğu, yeni siyasi parti kuruluşuna katılarak önemli görevler üstlenmişlerdir. Anayasa’nın geçici 3’ncü maddesi gereğince 6 Kasım 1983 Genel Seçim’lerinden sonra yeni parlamentonun göreve başlaması ve başkanlık seçimi divanını seçmesiyle Danışma Meclisi’nin hukuksal varlığı 1 Aralık 1983’te sona ermiştir.
Atatürk, Atatürkçülük ve Çağdaş Türkiye üzerine yoğun araştırmalar yapan ve birbirinden değerli çok sayıda yapıtları bulunan Türk profesör, siyasetçi ve yazar Muzaffer Utkan Kocatürk, 10 Kasım 1981 Salı günü, Danışma Meclisi Gündem’ inde Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Büyük Önder Atatürk’ün ebediyete intikalinin 43’ncü yıldönümü münasebetiyle söz almıştır:
-“Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri;
Çoğumuz Atatürk’ü bizzat gören, O’nun konuşmalarını kendisinden dinlemek bahtiyarlığına eren bir kuşağa mensup değiliz; ama bu husus Atatürk’ü olduğu gibi anlamada, kavramada ve değerlendirmede bir eksiklik teşkil etmez. Çünkü kendisi, …”Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.” demişti. Bu sebeple Atatürk’ü tanımak, O’nun fikirlerini ve düşüncelerini gerçekten iyi bilmek ye bunları benimsemekle mümkündür. İçinde bulunduğumuz bunalımların ve sosyal hastalıklarımızın devalarını hep Atatürk’ün fikir ve düşüncelerinde buluşumuzdan anlıyoruz ki, Atatürkçülük memleket problemlerinin çözülmesinde altın anahtardır.
Atatürk’ün asker olarak, devlet ve siyaset adamı olarak, gerekse devrimci olarak kim olduğu ve neler yaptığı canlı misalleriyle herkesim malumudur. Önemli olan taraf, bütün bu başarılara esas teşkil eden fikir ve düşünce adamı Atatürk’ün, tek kelimeyle gerçek Atatürkçülüğün ne olduğudur.
Atatürkçülük, her türlü dogmatik unsurdan sıyrılmış, akılcı bir dünya görüşüdür. Genç kuşaklara aklın, mantığın yollarını açan, yeni bir görüş getireni fikir sistemidir. Türk Milletini daima doğruya, iyiye, faydalıya yöneltmiş ve yöneltecek olan bir görüştür.
Atatürkçü görüşte Atatürk ilkeleri, Atatürk devrimlerine temel teşkil eden, onlara yön veren fikir ve düşüncelerdir. Zira Atatürk devrimleri, Atatürk ilkelerinin eser haline dönüşmüş şekilleridir. Bu ilkeler, Türkiye’yi çağdaş medeniyet seviyesine en kısa zamanda ulaştırabilmek için aklın ve mantığım çizdiği yollardır. Bu bakımdan Atatürk devrimlerinin felsefesinde yapıcılık yatar; iyiye, doğruya, faydalıya yöneliş yatar. Unutmamalıyız ki, Cumhuriyet Türkiye’si, Atatürk’ün fikir ve düşünceleri üzerine kurulmuştur. Mesut ve kuvvetli bir Türkiye ideali bu fikirlerin yaşamasına ve nesilden nesille canlı bir meşale olarak devredilmesine bağlı bulunmaktadır.
O insan ki, Türk Milletini asırlardır unutula gelen milli benliğine kavuşturmuştur. Milli sınırlarımız içinde, milli benliğimizi duyarak, varlığımızı yükseltmeye çalışmak Atatürk Milliyetçiliğinin esasıdır.
Atatürk, kendisini Türk hisseden herkesi Türk kabul etmiştir, Atatürk Milliyetçiliği bütünleştirici, birleştirici bir milliyetçiliktir.
‘Biz, ülkeleri değil, insanlarım kalbini fethetmek isteriz.’ sözü, Atatürk’ ündür.
‘Ne Mutlu Türküm Diyene.’ vecizesiyle kalplere milli imanı perçinleyen Atatürk, aynı zamanda insanlık idealinim ve insan sevgisinin de sembolüdür.
“Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız.” diyen Atatürk’tür.
İşte, bu insancıl yönüyledir ki, tamamen milli nitelik taşıyan eseri, aynı zamanda bütün insanlığın saygı ve sevgisini de üzerinde toplamaktadır. İşte, bütün bu yol gösterici fikirleri, bütün maddi ve manevi nitelikleriyle Atatürk haklı olarak milletimizin yetiştirdiği -En Büyük Türk- sıfatını kazanmış bulunmaktadır.
O, Milli Mücadelede milli birliği temim eden eşsiz bir lider, muharebe meydanlarında efsanevi bir kumandan, devlet kuran büyük bir siyaset adamı, Türk Milletinin çehresini değiştiren kudretli bir devrimcidir. Bu vasıflarıyla insanlık tarihinin tanıdığı en büyük adamlardan biri olduğunda şüphe yoktur. Yüksek insanlık meziyetlerimi kişiliğimde en yüksek derecede birleştirdiğinde bütün dünya tarihçileri hemfikirdir.
Tarihin büyük tanıdığı insanlarla mukayesesi yapıldığı zaman türlü bakımlardan bariz üstünlükleri göze çarpmaktadır. Bir kere bütün bu dehalardan üstün tarafı hem fikir, hem aksiyon adamı oluşudur. Bir milletin tarihi seyrini değiştirebilecek olağanüstü meziyetleri sayesinde, bir millet askeri zaferlerle uçurumun kenarlından kurtulmuştur. Dünya tarihinde her türlü imkânsızlığa rağmen inandığı fikri tatbik sahasına dökmüş, ‘Ya istiklâl Ya ölüm’ parolasıyla yepyeni hüviyete bir millet ve devlet yaratmış adam azdır. İçinde bulunduğu şartları değerlendirmede, engelleri ortadan kaldırmada gösterdiği mucizevi muvaffakiyet, Atatürk’ün ayrı bir hususiyetini teşkil etmektedir.
Büyük Nutkun sonlarında Türk gençliğine hitaben çizdiği tablo, aslında kendisi mücadeleye atıldığı zaman memleket ‘in içinde bulunduğu tablodur, En güç şartlar altında bile, her şeyin bitti zannedildiği bir zamanda bile Türk Milletine güven hissinin kaybolmaması gerektiği gerçeğini eseriyle ispatlamış bir mili kahramandır Atatürk. Onun için sembol olmuştur, onun için bayrak olmuştur Atatürk.
O’nun ideallerini mevcudiyetimiz için hararetle müdafaa etmeli ve yerine getirmeye çalışmalıyız. Türkiye, O’nun fikir ve düşünceleri gerektiği gibi uygulanmadığı için bugünkü çizgiye getirilmiştir. Atatürkçü bir görüşle yeni bir hamlenin içinde olduğumuz bu dönemde Atatürk’ün fikir ve düşüncelerini biç bir yabancı ideolojinin sızmasına imkân bırakmaksızın tatbik imkânına kavuşturmak, Cumhuriyet kuşaklarımın Atatürk’e karşı borçlu olduğu kaçınılmaz bir görevdir.
Esasen kendisi, ‘İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben, fani Mustafa Kemal, diğeri milletin içinde yaşattığı Mustafa Kemal’ler idealidir.’ demişti.
O ideal bugün bayrak olmuştur, Cumhuriyet kuşakları hiç şüphesiz Atatürk bilimciyle doludur, Artık, herkes bilmelidir ki, Atatürk’ü unutmak, unutturmak boşuna bir gayrettir. Kendi hayatından bahseden bir kitabın sonuna, kendi el yazılarıyla yazdığı şu veciz sözler her zaman hatırlanmalıdır: …’Bir zamanlar gelir, beni unutmak, unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkâr edenler, beni yerenler çıkabilir; fakat ektiğim tohumlar o kadar özlüdür ki, bu fikirler döner, dalaşır feyizli neticeleri kalpleri yeniden doldurur.’
İşte, onun içindir ki, Atatürk’ün fikir ve düşünceleri feyizli kalpleri doldurmakta devam etmektedir ve daima edecektir. Yüksek Heyetimizi saygı ile selamlarım. (Alkışlar)”