Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Türk ve Dünya tarihi içinde eşsiz bir kişidir; Türk Bağımsızlık Savaşı’nın önderi, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Türk çağdaşlaşma hareketinin lideridir. Askerliği ve devlet adamlığı, inkılapçılığı yanında düşünce bakımından da seçkin bir fikir adamıdır. Döneminde, kültür ve fikir meseleleriyle sadece ilgilenmekte kalmamış, hemen her zaman bu faaliyetlerin içinde ve başında bulunmuştur. Milli Mücadele’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin ve inkılapların düşünce sistemini yansıtan görüşlerinin yanı sıra kültürel ve sosyal konulardaki görüşleri de zamanın akışı içinde her kuşağa rehberlik edecektir. Unutmamalıyız ki çağdaş Türkiye bu fikirler, bu düşünceler üzerine kurulmuştur. Mutlu ve güçlü Türkiye ülküsü, bu görüşlerin yaşamasına, yeşermesine ve kuşaktan kuşağa canlı bir meşale olarak devredilmesine bağlı bulunmaktadır.
Bu inanç ve düşünce ile öncelikle Atatürk’ün “Çağdaş Türk mimarlığı” hakkındaki görüşüne bir örnek vermek isterim:
-…”Eski milletler büyük çalışmalar sonunda kendilerine has birer mimari stil yaratmışlardır. Son asrın sanat çalışma ve düşünceleri sonunda da modern bir mimarlık doğmuştur. Fakat bu modern mimarlık da her milletin düşünce ve karakter farklarıyla birbirinden ayrı bir görünüş ve anlamdadır. Bir İtalyan modern mimarlığıyla bir Alman modern mimarlığı arasında çok değişiklikler vardır. Bu modern mimarlıklar bütün görünüşleriyle de hangi milletin malı olduğunu anlatmaktadırlar. Biz de asrın bütün düşünce ve ihtiyaçlarına cevap verecek, ruhlarımızı okşayacak bir modern mimarlık lazımdır. Fakat bu modern mimarlık diğer milletlerin taklitçiliği değil, yurdumuza has, Türklüğe özgü bir mimarlık olmalıdır. Yapılan bazı binaları görüyorum; bunlar bir Avrupa modern mimarlığının aynen kopyasıdır. Bize orijinal bir Türk mimarlığı lazımdır. Eminim ki, yetişmekte olan genç Türk mimarları, bu haklı isteğimde olumlu bir yaratıcılığa erişeceklerdir.”
Çağdaş mimarlık eğitimi, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte Atatürk’ün direktifleri doğrultusunda yeniden yapılandırılarak mimarlık eğitiminin kurumsallaşması için önemli adımlar atılmıştır. Özellikle 1930’lu yıllar adımların atıldığı dönemdir ki Mimarlıkla ilgili dönemin en önemli gelişmelerinden biri 1926 yılında İstanbul’un Fındıklı semtinde Güzel Sanatlar Akademisi’nin modern mimari tabanlı eğitimin verilmeye başlamasıdır. (Günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi. Okulun Kurumsal Tarihçesi için bakınız: https://msgsu.edu.tr/universite/kurum-tarihi/ ). Ayrıca 1924 ile 1942 yılları arasında Türkiye’ye gelen Almanya, Avusturya, Fransa ve İsviçre’den gelen toplam 40 mimar ve şehir plancısı ülkede birçok projeye imzalarını atmalarının yanı sıra birçoğunun da Türkiye’deki mimarlık eğitiminin gelişmesinde oldukça katkıları olmuştur.
1956 yılı ise Türkiye’de çağdaş mimarlık eğitiminin dönüm noktası olarak kabul edilir.
“Hava nasıl olursa olsun, refaha yalnızca birlikte ulaşırız” sloganıyla imzalanan Marshall Planı, II. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948 – 1951 yılları arasında yürürlüğe konmuş ABD kaynaklı, antikomünist hedefleri olan bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ekonomik kalkınma yardımı almıştır.
Marshall Planı sayesinde Türkiye – ABD ilişkilerinin her boyutuyla geliştiği 1950 – 1955 yılları arası Türk siyasi hayatında gerek Demokrat Parti (DP)’nin gerek Adnan Menderes’in en parlak dönemi olarak tanımlayabiliriz. Örneğin, 1953’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “Türk – Amerikan Dostluk Grubu” bile kurulmuştur. Dolayısıyla ikili ilişkilerin iktisadi, askeri, ekonomik ve kültürel boyutlarıyla geliştiği ve yoğunlaştığı bu yıllardır diyebiliriz.
ABD’den alınan yardımlar çerçevesinde 15 Kasım 1956 tarihinde, zamanın başbakanı Adnan Menderes, Karayolları Genel Müdürü Vecdi Diker ve bir grup akademisyen arkadaşları tarafından Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) kurulmuştur. ODTÜ bünyesinde aynı yıl bir mimarlık fakültesi kurulmuş, böylelikle ilk defa İstanbul dışında mimarlık eğitimi veren bir fakülte ortaya çıkmıştır. Ancak 15 Kasım 1956’da Türkiye’den ayrılacak Amerikan (ABD) Büyükelçi Fketcher Warren, Amerikan öğretim üyelerinin, Türkiye’deki eğitim programlarında görev aldıklarının altını çizmiştir.
Dünyanın en büyük servetine sahip Amerikalı ailelerden biri olarak kabul edilen Rockefeller’in üçüncü kuşaktan en yaşlı üyesi David Rockefeller ise “Atatürk yüzünden, planlarımızı yarım yüzyıl ertelemek zorunda kaldık” diyecek ve o dönemi şöyle özetleyecekti:
—“Türkiye’ye Adnan Menderes zamanında Marshall Yardımı ile el attık;
Mesela Türkiye’yi ele alalım. Türkler de yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke yönetimine bizim desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek karşılığında, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi yapısını geliştiriyordu.
Fakat o kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu ki, ödeme günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek için tekrar tekrar borç istemeye başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve bizim şirketlerimize ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanınmasını, diğer bir deyişle Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik. Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden uzaklaşmaya başladı.
Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor, fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler yaptırılıyordu. Menderes bu şartlarda iktidardaki yerini uzunca bir süre için, sağlamlaştırdığını sanıyordu. Bir darbe ile bu işe son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi. Sadece Celal Bayar kurtuldu, çünkü bir masondu ve yakın arkadaşı Papa Roncalli ya da diğer adıyla 23. John, Vatikan’ın baskısıyla onu idamdan kurtardı…(Bakınız: Hüseyin Hakkı Kahveci, “Atatürk’ün Yasaklanan Kitabı – Yahudi Casus Suzy Liberman’ın Anıları”, Ulak Yayıncılık:58, İstanbul – Temmuz 2017, Sf:199…)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi’nde ODTÜ Teknokent Açılısına katıldığı konuşmasında …”İdeolojik tartışmalar ODTÜ ‘yü etkilemiştir ama ODTÜ bilim ve teknoloji alanında marka değerini korumayı bilmiştir. ODTÜ ilk sıralarda yer almaya devam ediyorsa kurulduğu toprakların mayasına borçludur” diye konuşmuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan o günkü konuşmasında ayrıca, “ODTÜ ‘yü hep başarılarıyla yetiştirdiği kaliteli öğrencileriyle kaliteli öğretim görevlileriyle değerlendiriyoruz. Bu önemli eğitim kurumunu ülkemize kazandıranlara ve bugünlere gelmesini sağlayanlara teşekkür ediyorum. ODTÜ’nün kuruluş amacı 16 yıllık politikamızın ifade biçimidir.” demişti.
Günümüzde Vakıf üniversiteleri de dâhil olmak üzere çağdaş mimarlık eğitimi veren fakülte sayısı “53” olarak bilinmektedir. Bu fakültelerden yetişen çağdaş Türk mimarları olumlu bir yaratıcılığa erişerek Türk mühendisliği harikası olan “1915 Çanakkale Köprüsü’nün mimari tasarımını gerçekleştirmişlerdir.
Yapısı gereği iki bölgeyi birbirine bağlayan köprüler, mimarlık ve mühendislik disiplinlerinin dengesiyle bir araya gelmiş yapılardır ki; Türkiye – Güney Kore ortaklığında 2 milyar 543 milyon Euro olarak açıklanan tartışmalı maliyeti ile 2034 yılında tamamen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne devrolacak olan “1915 Çanakkale Köprüsü” bu yapılardandır.
1915 Çanakkale Köprüsü, Türkiye’nin Çanakkale ilinin Lapseki ile Gelibolu ilçeleri arasında bulunan asma köprüdür. Çanakkale Boğazı’nın ilk, Marmara Bölgesi’nin beşinci asma köprüsüdür. Malkara-Çanakkale Otoyolu’nun bir parçası olan köprünün yapımına 18 Mart 2017’de başlanmış, 18 Mart 2022’de tamamlanarak hizmete girmiştir.
Çanakkale Otoyol ve Köprü İnşaatı Yatırım ve İşletme A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Ömer Güzel, mimarisi tamamen Türk Mühendisler tarafından tasarlanan devasa eserin nasıl ortaya çıktığına değinerek, …”1915 Çanakkale Dünya çapındaki firmalar bunların arasında keşke Türk firmaları da olsa diye düşünebilirsiniz, ama bunu bir kayıp olarak görmemek lazım. Japonya ve Danimarkalı firmalardan bu hizmeti alıyoruz. Biz bunların arasında aslında buradaki köprünün en iyi hizmet alabilmesi için aralarında (Japonya ve Danimarka) bir yarışma yaptık.
Hangisi daha üstün tasarım hizmeti verecek?
Köprüyü hangi daha iyi tasarımda tasarlayabiliriz diye aralarında bir yarışma yaptık ve bu yarışmanın sonucunda bu köprünün tasarımcısı belirlendi. Yalnız bu yapısal tasarım.
Bu köprünün mimari tasarımı tamamen Türkler tarafından yapılmıştır. Türk Mimarları tarafından, bizler tarafından yapılmıştır. Bunun altını çizelim çünkü bu başka bir köprü değil. Bu 1915 Çanakkale Köprüsü, bu köprüyü alıp başka bir yere koyamazsınız. Dünyanın herhangi bir köprüsünü getirip buraya koyamazsınız. Bu Türk Köprüsü. Çanakkale saygısı ile özellikle mimarisi ile bambaşka bir köprü” demişti.
– “1915 Çanakkale Köprüsü’nün Yapısal Tasarımı: …”Lastik tekerlekli araçların geçebileceği köprünün orta açıklığı 2.023 metre toplam uzunluğu 3.563 metredir. Bu orta açıklık uzunluğu ile köprü Japonya’daki ‘Akashi Kaikyo Köprüsü’nü 32 metre geçerek “Dünyanın En Uzun Asma Köprüsü” unvanını almıştır. (Not: Yan açıklıklar ve yaklaşım viyadüklerinin uzunluğu ile birlikte köprünün toplam uzunluğu 4.068 metredir.) İki çelik kulesi olan köprünün kule yüksekliği ise 318 metredir.”
-“1915 Çanakkale Köprüsü’nün Mimari Tasarımı: …”Köprü’nün orta açıklığı cumhuriyetin 100. Yılına atfen 2.023 metre olarak belirlenmiştir. İki çelik kulesi olan köprünün kule yüksekliği ise, Osmanlı ordusunun Çanakkale Savaşı’nda 18 Mart 1915’te aldığı galibiyetine atıfla, üçüncü ayın on sekizinci günü anlamına gelecek şekilde, 3 ve 18 sayılarından oluşturulmuştur. Kulelerin üzerine Seyit Onbaşı’nın savaş sırasında tek başına kaldırdığı top mermilerini temsilen 16 metre uzunluğunda ve 78 ton ağırlığında mermi figürleri yerleştirilmiştir. Böylece köprünün toplam yüksekliği 334 metreye ulaşmış köprü, “Dünyanın En Yüksek Kulelerine Sahip Asma Köprüsü” olmuştur. Kulelerde kullanılan kırmız ve beyaz renkler, Türk bayrağına atfen seçilmiştir.
Bu köprünün mimari tasarımı tamamen Türkler tarafından yapılmıştır. Altını bizde gururla çiziyor, öncelikle emeği geçen tüm çalışanlarımıza teşekkürü bir borç biliyoruz. Çanakkale saygısına gelince, objektif tarih yazarları ve çağdaşları dün olduğu gibi bugünde şüphe etmezler ki Çanakkale’de önce Deniz ve sonra Kara Savaşları’nın zaferinde en büyük şeref ve pay ATATÜRK ‘ündür. Ve O, 18 Mart Çanakkale Zaferi günü, Gelibolu’da yedek olan 19’uncu tümeninin başında, Gelibolu yarımadasında Müttefik Filonun saldırısını izlemiş ve gözetlemişti. 1915 Çanakkale Köprüsü’nün çağdaş Türk mimarları iyi bilirler ki o günlerde Atatürk tanıdığı bir hanımefendiye şunları yazmıştı; …”Benim adımın fazla anılmadığına şaşmayınız. Ben bu harbin büyük kahramanı olarak şerefi Mehmet Çavuşa teslim ettim. Siz tabii şüphe etmezsiniz ki harbin idarecisi dostunuzdu.”
Çanakkale Savaşları Zaferi, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda kazandığı tek cephe olarak bilinmektedir. Ancak, Çanakkale Savaşları Zaferi’nin resmi tarihe göre bitiş tarihi 9 Ocak 1916 olduğu halde, ülkemizde her yılın 18 Mart günü “18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitleri Anma Günü” olarak törenlerle kutlanmaktadır. Osmanlı döneminde de Çanakkale Deniz Zaferi kutlamalarına ilişkin ilk törenin de savaşın resmi bitim tarihi olan 1916 yılının 18 Mart’ında düzenlendiği görülmektedir. Ancak o yıl ki törende, sadece 18 Mart Deniz Savaşı’nda şehit olan askerlerin anılması ile yeterli görülmemiş; aynı zamanda kara savaşlarında şehit olanların da anılması biçiminde yapılarak bu tarih, “Şehitleri Anma Günü” olarak ilan edilmiştir.
18 Mart 1915 tarihinin önemli diğer bir boyutu da I. Dünya Savaşı yıllarında İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti’ni paylaşmaya yönelik dört gizli anlaşmadan ilkinin imzalandığı tarih olmasıdır. Gizli müzakere ile imza edilen anlaşmaların bilinenleri ise şunlardır: “Boğazlar veya İstanbul Anlaşması”, “Londra Paktı ya da Londra Anlaşması”, “Sykes-Picot Anlaşması” ve “Saint Jean de Maurienne Anlaşması”.
“Boğazlar veya İstanbul Anlaşması; 18 Mart 1915’te I. Dünya Savaşı çerçevesinde Üçlü İtilaf arasında imzalanan gizli anlaşmadır. Anlaşmaya göre Osmanlı Devleti’nin başkenti olan İstanbul da dâhil olmak üzere İstanbul ve Çanakkale Boğazları Rusya’ya bırakılmıştır. Anlaşma, İngiltere’nin Çanakkale Savaşı’nda zafer kazanması halinde yürürlüğe girmek üzere imzalanmış ancak savaşın kaybedilmesi anlaşmanın akim kalmasına neden olmuştur. Çünkü 3 Kasım 1914’te İngiltere ve Fransa Devletleri’nin donanmalarının gerçekleştirdikleri ilk deniz taarruzuyla başlayan Çanakkale Savaşı 18 Mart 1915’te kazanılan deniz zaferi ile sonuçlanmıştır. Ama 22 Nisan 1915’te Müttefikler ’in Gelibolu Yarımadasına tekrardan çıkarma yapmaları üzerine Çanakkale kara savaşı başlamıştır. 8 Ocak 1916’da İngiltere ve Fransa Devletleri’nin donanmalarının çekilmesiyle birlikte ve Osmanlı Devleti ordusu Çanakkale’nin tüm cephelerinde savaşı kazanmış ve 9 Ocak 1916 tarihinde İttifak Devletleri Gelibolu Yarımadasından çıkartılmıştır.
– “1915 Çanakkale Köprüsü’nün adının konulması:
3 Mart 2016 tarihinde dönemin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım önce köprünün adının “1915 Çanakkale Köprüsü” olacağını duyurmuş; 24 Mayıs 2016 seçimlerinden sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin 27. ve son Başbakanı sıfatıyla düzenlediği 25 Ekim 2016 tarihli basın toplantısında Çanakkale’ye yapılacak yeni köprünün maliyetini ve geçiş ücretini açıklamıştır. Başbakan Yıldırım, o günkü basın toplantısında ayrıca; …”Çanakkale geçilmez sözü artık tarihte kaldı, Çanakkale geçilir, her türlü geçilir hale geliyor. Denizden geçiliyor, havadan geçiliyor, şimdi karadan da geçilmiş olacak” ifadelerini kullanmıştı.
Atatürk de, Çanakkale’de Geçeceksiniz demişti!
Birçoğumuzun belki de ilk defa gördüğü üstteki bu fotoğraf, tarihin gördüğü en büyük ateş gücüne sahip bir donanma ile desteklenen koskoca İngiliz ordusu ile müttefiklerine karşı Türk’ün ateşle imtihan edildiği Çanakkale Savaşları sırasında Gelibolu’da Kireçtepe Şehitliği’nin önünde çekilmiştir. Anafartalar Grubu Kurmay Kıdemli Kurmay Albay Mustafa Kemal, Gelibolu’da Kireçtepe Şehitliği’nin önünde, Harp Akademisi arkadaşlarından Kurmay Albay (1317 – P.17) Mehmet Arif Bey ile birlikte görülmektedir.
Büyük Atatürk, Çanakkale muharebelerine ait hatıralarını 1918’de Ruşen Eşref Ünaydın’a 24-28 Mart tarihleri arasında Beşiktaş’ta Akaretler yokuşundaki 76 numaralı evinde (yeni No:36) anlatmıştır. Bu mülakat, aynı yıl Yeni Mecmuanın Çanakkale Zaferi için hazırlanan özel sayısında “Mülakatlar” kısmında “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat” başlığı ile yayımlanmıştır. Ruşen Eşref Ünaydın, sohbetin “3 Ağustos 1331/ 16 Ağustos 1915 Kireçtepe Muharebesi ve Mustafa Kemal” bölümünü şöyle aktarır:
-Mustafa Kemal:
…”Kireçtepe, Anafartalar muharebe cephesinin sağ cenahında pek mühim bir mevzidir. Düşman 2 Ağustos / 15 Ağustos günü akşam saat 6.30 sonrada bir liva kadar kuvvet ile grubun sağ cenahına taarruz ve Kireçtepe’nin bazı aksamını zapt etmişti. Fakat aynı gece kıtalarımız tarafından yapılan mukabil taarruzla Kireçtepe mevzii istirdat edildi. Düşman 3 Ağustos (16 Ağustos) günü daha faik kuvvetlerle tekrar Kireçtepe’ye taarruz etti.
Düşmanın pek ciddi olduğu anlaşılan bu taarruzuna karşı yakından ve bizzat ittihazı tedbir etmek üzere mezkûr cephe gerisinde Turşun köyündeki fırka (5.Tümen) karargâhına gittim. Ordu kumandanı da buraya gelmiş bulunuyordu. Kireçtepe ile Turşun arasında telefon hattı bulunmadığından irtibat ve haberlerin ulaştırılması emir atlılarıyla yapılmaktaydı. 127’inci Alay kumandanı Kireçtepe muharebesini idare etmekte ve 5’inci Tümen kumandanı Wilmer Bey Turşun’da durmaktaydı. Pek geç gelen haberler düşmanın Kireçtepe’ye ciddi taarruzlar yapmakta olduğundan ve takviye kıtalarının yetiştirilmesi lüzumundan bahsediyordu. Grup cephesinin diğer kısımlarında bir değişiklik ve düşmanın taarruz hazırlığını gösterecek bir durum görülmüyordu. Tümen kumandanını hemen ileriye giderek kıtalarını doğrudan doğruya idare için muharebe meydanına göndermekle beraber, eldeki ihtiyat kuvvetlerini de Turşun istikametine kaydırdım. Bir kısım kıtalarıyla Kurt Geçidi cephesinde ve iki alayıyla Kör Dere’de bulunan 9ncu Tümene saat 7.20 evvelde telefonla aşağıdaki emri verdim:
Düşman Kireçtepe’ye kuvvetle taarruz ediyor. Birinci hatta bulunmayan bütün kuvvetlerinizi alarak en kısa yoldan Turşun’a hareket ve oradan 5. Tümen kumandanlığıyla irtibat kurarak onun gösterdiği istikamette hareket ediniz. Bundan 8. Tümen kumandanını da haberdar ediniz ve cephenizin sorumluğunu 8. Tümene veriniz ve hareket zamanınızı Turşun’a bildiriniz.”
Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal aynı zamanda 7, 12, 4 ve 8’inci Tümen topçu ve obüslerinin Kireçtepe istikametinde ateş ettirilerek yardımcı olmalarını da istedi. Ona göre Kireçtepe’de cereyan etmekte olan muharebe çok önemliydi. Özellikle Kireçtepe mevzisi, Anafartalar Grubu’nun genel durumunu etkileyebilecek özellikte bir noktaydı. Bu nedenle Kireçtepe muharebe meydanına yeterli sayıda kuvvetin seri bir şekilde toplanması gerekiyordu. Buna göre, 127. Alayın 1’inci Taburundan iki bölük, grup karargâh süvari bölüğü, 7 ve 12’inci Tümen karargâh süvari takımlarını süratle getirtti. 6. Tümen 17. Alayın 1. Taburunu Kireçtepe’ye sevk etti. Asya Grubu’ndan 1’inci Alayın 2’inci ve 3’üncü Taburlarını süratle ve yürüyüş kabiliyetlerini arttırmak için çantalarını geride bırakarak bölgeye yetişmesini emretti. Nitekim bu iki tabur saat 10’dan evvel Turşun’a yaklaşmıştı. Ayrıca, Kuzey Grubu’ndan 126’ncı Alayı çağırdı. Böylece adı geçen kuvvetleri, Kireçtepe cephesinde mevcut halde bulunan 127’inci Alayın 1, 2, 3, 39’uncu Alayın 1nci Taburları ile Gelibolu Jandarma taburuna tavkiye olarak hızla göndermiş oldu. Söz konusu takviye birlikleri; 64 ve 125’inci Alaylardan ibaret altı taburlu 9, 17’nci Alaydan bir tabur ve 1’inci Alaydan iki tabur, 126’ncı Alaydan 3’üncü Tabur yani toplam 12 taburluk bir kuvvetti (Bakınız: Atatürk’ün Bütün Eserleri, 1999, Sf:449-451).
Albay Mustafa Kemal, bu süreci Ruşen Eşref ile mülakatında şöyle anlatıyor:
…”Kireçtepe muharebe meydanına kâfi miktarda kuvvetlerin serian toplanması lüzumu tezahür etmişti. Onun için istifadesi mümkün olan cüzütamları celbetmek suretiyle öğleye kadar 12 tabur cemine muvaffak oldum. Celp olunan kuvvetler mütemadiyen muharebe hattına yürüyorlardı.
En nihayet, Erkân-ı Harbiye’mden icap edenlerle beraber bizzat ben de muharebe hattına yaklaşmak lüzumunu hissettim. Bulunduğum yerden muharebe hattına giden tek bir yol vardı. Bu yol mütemadiyen sahil yakınından geçiyor, düşmanın sahile yaklaşmış olan iki torpidosu tarafından mütemadiyen ateş altında bulunduruluyordu. Bu sebeple ileri hareket eden tekmil kıtaatın durmuş olduğunu gördüm. Hayvandan indim, kolun başına ve mecbur u tevakkuf olunan noktaya geldim. Filhakika oradan ileri geçmek mevtle (ölümle) kati olarak temas etmek demekti. Hâlbuki bugün bu kıtaların ileri geçmesi lazımdı. Evvela ben yalnız olarak koşar adımla geçtim. Arkamdan ve birbirinden fasıla ve erkân-ı harbiye reisi ve yaverlerim geçtiler. Ondan sonra tevakkuf eden kıtaat kumandanlarına GEÇECEKSİNİZ dedim. Parça parça koşmak suretiyle arzu edilen kıtalar geçirildi. Bu muharebenin neticesinde düşman hareketi akim bırakıldı, evvelkinden daha hâkim bir vaziyet alındı.”
Ruşen Eşref Ünaydın’ın aktardığına göre,
Yaver Cevat Bey o gün arkadaşlarına o tehlike içinde hizmet gören bir askeri anlattı: Kimsenin geçemediği ateş içinden kemal-i itidal ve tevekkülle yürüyerek ilerideki arkadaşlarına yiyecek ve kuvvet taşıyan o fedakâr genci Paşa, yaverinin göğsündeki nişanla hemen orda taltif etmiş.
Albay Mustafa Kemal’in komutası altında Kireçtepe’nin tavkiye edilişi ardından 16 Ağustos’ta Kireçtepe mevzilerinde nihayet başarılı bir sonuç elde edildi. Onun idaresi altındaki Anafartalar Grubu 15-16 kilometrelik geniş bir cepheydi ve Ece Limanı’na dayanan kuzey uç mıntıkası Kireçtepe’ydi. Ona göre, son derece önemli olan bu noktada düşman çıkarmasının amacı, Kireçtepe’yi tamamen elde ederek Kapancalar istikametinde Kavaktepe silsilesine sahip olmak ve böylece 5 ve 12nci Tümen cephesinin düşmesini sağlamaktı. Ancak sonuçta maksatlarına erişemediler, zaiyat çoktu. 16 Ağustos Kireçtepe Muharebesi’nin toplam zaiyatı Mustafa Kemal Paşa’nın bildirdiğine göre 1636 asker oldu. (Bakınız Atatürk’ün Bütün Eserleri, 1999, Sf.451 / Aktaran: Prof. Dr. F. Zerrin Günal “Kireçtepe Muharebelerinde Mustafa Kemal Atatürk’ün Rolü: “Geçeceksiniz”).
.