Harranlı Nabunaid sıradan bir adamdı, Babil İmparatorluğu’nun son kralı oldu.
M.Ö. 609 ile 539 yılları arasında yaşadığı ilginç olaylar O’nun mistik öğretilere önem veren bir kral olarak anılmasına neden oldu. Sezgileri, rüyaları, Tanrılarla karşılaşmaları ve aldığı ruhsal rehberlikle anıldı. Tüm bu yaşadıklarını herkes duysun bilsin diye kayıt altına aldı. Günümüzde yazılı stellerin bir kısmı Şanlıurfa Müzesi’nde bulunuyor. Peki gerçekten bu karşılaşmaları yaşamış olabilir miydi?
Harranlı Nabunaid’in Babil kralı olmasının hikayesi ve gördüğü bazı rüyalar Şanlıurfa Müzesi’nde sergilenen stellerde ve bulunan yazıtlarda anlatılmaktadır. Bunlara göre hikaye kısaca şöyle;
Tanrı Sin Harran’da Sin Tapınağında yaşamaktaydı. Babil Kralı Nabupolassar’ın krallığı zamanında (M.Ö.610) Harranlılara kızarak aralarından ayrıldı ve göğe yükseldi. Annesi ve babası Harranlı olan Nabunaid burada doğup, büyüdü. Babası şehrin yöneticisi, annesi Adda-Guppi Harran Sin tapınağının rahibesiydi. Sin’in göğe çıkışı Adda-Guppi’yi perişan etti. Her gün geri dönmesi için yalvardı ve adaklar adadı. Babil’in krallığını oğlu Nabunaid’e vermesini, eğer bunu yaparsa oğluyla beraber Harran’daki Sin Tapınağı Ehulhul’u yeniden yapacaklarını ve Sümer’den kalan tüm bölgede Sin Tapıncını yaymak için ellerinden geleni yapacaklarını söyleyerek yalvardı. O kadar çok dualar etti ki Tanrı Sin rahibenin ve oğlunun rüyalarına girmeye başladı. Nabunaid bir rüyasında Babil İmparatorluğu’nun baş Tanrısı Marduk ile Harran’ın baş Tanrısı Sin’i beraber gördü ve Marduk’un gezegeni ona adıyla seslendi. Bu rüyayı annesi Adda-Guppi Tanrı Sin ve Tanrı Marduk’un oğlunun tahta çıkışını onayladıklarına yordu.
Gerçekten de Nabunaid M.Ö.555 te Babil’in Kralı oldu. Ehulhul tapınağını krallığın verdiği kibirle çok da güzel onarmadı. İnandığı Tanrı Sin Tapıncını imparatorluğun her yerine yaymaya çalıştı. Fakat bir sorun vardı. Babil’in baş Tanrısı Marduk’tu. Rahipler halkın üzerinde çok etkiliydiler. Bu durumdan hiç hoşlanmadılar. Günümüz bakış açısıyla bu kralın din değiştirmesi anlamına gelirdi. Nabunaid etkili bir siyaset oynamış olacak ki Babil ve çevresinde bulunan stellerde, yazıtlarda Marduk’a adaklar ve güzel sözler yazıldığı, Harran çevresinde bulunanlarda ise Sin’e methiyeler düzüldüğü görülebiliyor.
Yine bir gece rüyasında Sin ve Marduk birlikte görünürler ve Ehulhul tapınağını neden onarmadığının hesabını sorarlar. Nabunaid, Med’lerin Harran’ı kuşatması nedeniyle tapınakla ilgilenemediğini söyler. Marduk bunun üzerine Med’lerin yakında Pers kralı Keyhüsrev tarafından bozguna uğrayacağını bildirir. (Nabunaid stelin altına bu olayın gerçekleştiğini yazdırmıştır). Nabunaid sözünü tutar ve Sin tapınağını yeniden inşa eder.
Onun krallığı döneminde güçlü ve büyük Mezopotamya son demlerini yaşamaktadır. Nabunaid’in imparatorluğu ikiye bölünüp, yok olmuştur. Son 10 yılını Arabistan çöllerinde bir vaha olan Tayma’da inzivada geçirmiştir. Oğlu Belşazar’ı temsilcisi olarak Babil’de bırakır, hatta Pers ordusu Babil kapılarına dayandığında ve şehri almak üzere olduğunda dahi şehre dönmez. Bu inzivanın nedeni kimilerine göre rüyasında aldığı bilgiyle Babil’in sonunun geldiği, bunu görmekten kaçarak inzivaya çekildiğidir. Yazılı belgeler bu tezi desteklese de Sin inancından ötürü ona düşman olan Babil rahiplerinin böyle yazdırmış olabileceği de göz ardı edilmemelidir.
Bu stellerde karşımıza çıkan önemli bir detay da Anunnaki terimidir. Sümer’in göksel tanrıları olarak birçok tablette karşımıza çıkan Tanrılar’a ilk olarak Nabunaid stellerinin birinde yine Tanrılara hitaben Anunnakiler denmektedir. Anu’nun soyu anlamındadır.
O halde rüyalalarla, vizyonlarla mesajlar aldığı, karşılıklı görüştüğü, stellerde, yazıtlarda ismi geçen Tanrı ve Tanrıçalar Sin,Marduk,Nergal, İştar,Adad… Anunnakiler mi oluyorlar? Bence öyle.
Merak edenler için, Şanlıurfa Müzesi’ndeki stellerde şunlar yazmaktadır;
Tanrılar ve Tanrıçalar arasında hiçbirinin anlayamayacağı Sin’in büyük işi, o eski günlerde yeryüzüne inmedi, bundan dolayı da yeryüzündeki insanlar onu göremediler; zamanı gelinceye kadar ne tabletlere yazabildiler ne de onun heykelini dikebildiler. Mekanı cennet olan Tanrıların ve Tanrıçaların Efendisi Sin! Cennetten Babil kralı Nabuna’id’in önüne indin!
Ben, tek oğul, hiç kimsesi olmayan Nabuna’id’im ki krallık benimle değildi, ama tanrılar ve
tanrıçalar benim için dua ettiler ve Sin beni krallığa çağırdı. Gece yarısı rüyamda bana şöyle dedi:
“Harran kentindeki Sin tapınağı EHulHul’u çabuk inşa et!. Bütün ülkeleri senin eline emanet
edeceğim.” Fakat insanlar Babil, Borsippa, Nippur, Ur, Uruk, Larsa’nın oğulları, rahipler ve Akkad ülkesinde ikamet eden halk, baş tanrıya karşı en büyük günahı işlediler ve onu hor gördüler, onun hakkında saygısızca konuştular. Tanrıların kralı Nannar’ın korkunç öfkesini unuttular, yalanlar söylediler ve hileler yaptılar. Köpekler gibi birbirlerini yediler. Aralarında hastalık ve kıtlık ortaya çıktı ve ülke halkının sayısı azaldı. Ve ben kendim, şehrim Babil’den Tema, Dadanu, Padakku, Hibra, İadikhu, kentlerinin yolundan İatribu’ya kadar uzaklaştım, bunların aralarında on yıl dolaştım ve kentim Babil’e gitmedim. Cennete yaşayan Tanrıların ve Tanrıçaların efendilerinin efendisi, tanrıların kralı Sin’in sözüyle onlar beni korudular. Nannar’ın Samaş, İştar, Adad ve Nergal’in emriyle kendi iyiliğimi korumamı ve kendi kendime gelmemi sağladılar. O yıl içinde Nisan ve Taşritu aylarında Akkad ülkesinin ve dağların, denizlerin bol olduğu Hatti ülkesinin halkına, çok sıcak olan yaz içinde Siwanu, Du’uzu, Abu, Ululu, Taşritu aylarında; bu aylarda bu yıllarda cennetin ve yerin bekçisi Adad, Sin’in emriyle onlara yağmur sularını kesilmeksizin içmelerine izin verdi. Onlar mal, mülk ve servetlerine benden önce huzur içinde kavuştular. Sin’in sözüyle onsuz ülkede düşmanlık ve barış var olmayan, hiçbir silahı unutulmayan savaş hanımefendisi İştar’ın eli onların üzerindeydi. Mısır ülkesinin Med şehrinin, Arapların ülkesinin kralları ve düşmanlığın bütün kralları, uzlaşma ve iyi münasebetler için benden önce elçiler gönderdiler. Silahları ……… olan Arapların ülkesinin halkı ve Akkad ülkesinin halkı……. yağma ve mülkü ele geçirmek için ayaktaydı.
Sin’in sözüyle Nergal, onların silahlarını parçaladı; ayağımın altında hepsinin başını ezdi. Emrin efendisi, onsuz hiçbir ağız açılmayan ve kapanmayan Samaş, babası ve yaratıcısı Nannar’ın emrini başararak benim ellerime bıraktığı Akkad ve Hatti ülkelerinin halkı, benimle ağız ve kalp birliği ettiler, bana bekçilik yaptılar, benim emirlerimi uzak dağların ötesine taşıdılar. Birbirini izleyen emirleri takip ederek seyahat ettim. On yılda kararlaştırılan vakte, yani Tanrıların kralı Nannar’ın tamamladığı günlere ulaştım. O demişti ki, Taşritu ayında 17.günde ki, o gün Sin uygun bir şekilde takdim edilir, bu onun açıklamasıdır. Tanrıların efendisi Sin, ilk günde “Anu’nun kolu” denilen cennete dokunmuş, yeryüzünü kırmış olan Anu’nun makamının işlemlerini birleştirir, Enlil’in makamının işlemlerini tamamlar, Ea’nın makamının ayinlerini kabul edersin. Cennetin bütün ayinlerini tamamen elinde tutan, Tanrıların Enlil’i kralların kralı, efendilerin efendisi, sözünden geri dönmeyen, sözü ikinci kez söylemeyen O, tektir. Onun yüce baş tanrılığına olan saygıyla cennet ve yeryüzü doyar, onun yüz ifadesiyle cennet ve yeryüzü felakete uğrar. Sensiz kim ne yapabilir ki? Senin kalbinin dinlenmek istediği yere, senin kalplerin içine koyduğun bu yüce baştanrılığına saygı ve gelecek günler onun kuruluşları güvende olacak, ama senin kalbine harap etmek istediğin ülkelerin kalbinde sana olan saygıyı uzaklaştırırsın ve onu sonraki günlerde devirirsin. Cennette oturan tanrıların ve tanrıçaların koruyucusu, cennetin ve yeryüzünün işlevlerini tamamlayan Nannar’ın ağzından çıkan her emrini başaran, hepsinin babası ve yaratıcısı olan, onun her gün cennetten dağıttığı yüce emrinin aydınlanmadığı hiçbir ülke bulunmayan o, tektir. Tanrılar, sazlar gibi titrer ve ürperir, yüce tanrıbaşının değiştirilemeyen emrindeki Anunnaki…. dağlar.
Kahinlerin ve yorumcuların kehanetiyle yol kesilmedi. Yattım, gece yarısı korkunç bir rüya gördüm,….. söze kadar. Yıl tamamlandı, tayin edilen zaman geldi. …… Tema şehrinden döndüğümde …… efendiliğimin kenti Babil….. Onların baktığı ve….. selamlama ve hediyeleri aldıkları….. yakındaki krallar yanıma gelirler ve ayağımı öperler ve uzaktakiler bunu duydular ve onun yüce tanrıbaşılığından korktular. Yanında duran ve birazı da uzakta duran tanrılar ve tanrıçalar geri döndüler ve benim için iyi konuştular ve kahinlerin kehanetinde organlar benim için uygun bir şekilde çıkarıldı. Bolluk içinde bolluk ve servetle, uzaklardaki halkımı yönettim ve kendi ülkeme giden yolu sağlıklı bir şekilde aldım. Dikkat ettiğim yüce tanrıbaşılığının sözü ile kalmadım, daralmadım ve dinlenmedim. Tanrıların kralı Sin’in ellerime bıraktığı yukarı deniz’deki Mısır sınırından aşağı denize kadar Akkad ve Hatti ülkelerinin halkını çağırmaya izin verdim. Sin tapınağı EHulHul’u yeniden inşa ettim, işini bitirdim. Sin, Ningal, Nusku ve Sadarnunna’nın ellerini kraliyet şehrim Şuanna’dan kavradım; onların bu kalıcı kutsal yerlerine girmelerine ve oturmalarına izin vererek neşeyle eşlik ettim, huzurlarında şereflerine cömertçe sel gibi şarap akıttım ve hediyeleri çoğalttım. Neşeli gürültülerle EhulHul’u doldurdum ve insanlarının kalplerine sevinç getirdim. Tanrıların kralı, efendilerin efendisi, mekanı cennet olan, cennetteki tanrılarla karşılaştırılınca ismiyle onlara üstün gelen Sin’in ayrıca onun ışığı olan Samaş’ın Nusku, İştar, Adad onları geçen Nannar’ın emrini yerine getiren Nergal’in emirlerini başardım. Savaşmak için ne zaman kollarımı kaldırsam, Nannar’ın emrini başarmak için çevresine bakarım. Sin’in kraliyete çağıracağı her kim olursan “Ey oğul, oğlum” diyecek sana, mekanı cennet olan, emri değiştirilemeyen ve sözü iki kez söylemeyen Sin’in türbesi. O ki, …. deki silahıyla.
Kaynak:
Göktürk Ramu
https://urfahizmet.com/urfa-harran-sevdalisi-bir-babil-krali-nabonid.html