İtilaf Devletleri’nin temsilcileri, Almanya’nın silahsızlandırılması, San Remo Konferansı’nda hazırladıkları Sevr Barış Antlaşması’nın şartlarını bir kez daha görüşmek için 5 Temmuz 1920 tarihinde Belçika’da düzenlenen “Spa Konferansı”nda toplanmışlardır.
San Remo Konferansı’nda İtilaf Devletleri tarafından hazırlanan Barış Antlaşması Tasarısı, 11 Mayıs’ta İstanbul Kurulu delegelerine sunulmuş, Tevfik Paşa bunu reddetmiş, İçişleri Bakanı Ahmet Reşit (Rey) Bey ile Bayındırlık Bakanı Cemil Paşa 17 Haziran’da İstanbul’a dönmüştü. 12 Haziran’da Paris Barış Konferansı’nda Osmanlı tezlerini savunmak için İstanbul’dan hareket eden Sadrazam (Başbakan) Damat Ferit Paşa 17 Haziran’da önce Tolon’a ulaşmış, oradan da Paris’e hareket etmiş ve ulaşmıştı. Paris’te bulunan Sadrazam Damat Ferit Paşa, 25 Haziran’da Barış Konferansı Başkanı Fransa Dışişleri Bakanı Alexandra Millerand ‘a bir muhtıra/nota hazırlayarak Paris Konferansı’na sunmuştu. Müttefikler Belçika’nın Spa kentinde notayı inceledikten sonra diplomasi tarihinde örneği görülmemiş ağır ifadelerle dolu bir cevap notası göndermişlerdir.
Sadrazam (Başbakan) Damat Ferit Paşa’nın 25 Haziran 1920 tarihli muhtırasında, “…Yunan ileri harekâtının Anadolu’da karışıklığı büsbütün arttıracağı, burada sükûnun sağlanabilmesi için Yunan kuvvetlerinin Anadolu’dan büsbütün çekilmesi gerektiğini belirterek Türkçe konuşulan yerlerde Türkiye devletinin egemenlik hakkının tanınmasını” istemişti.
İtilaf Devletleri’nin temsilcilerinin katıldığı Spa Konferansı’nın 7 Temmuz tarihli ikinci oturumunda, İngiltere Başbakanı David Lloyd George, Türkler hakkında çok sert konuşmuş, Fransa Dışişleri Bakanı ve Spa Konferansı Başkanı Alexandra Millerand ise Türkiye’ye Boğazlar komisyonunda bir temsilci bulundurma hakkının verilmesini önermiştir. San Rome Konferansı’nda umduğunu bulamayan, hayal kırıklığına uğrayan İtalyanlar, daha yumuşak davranılarak bir uzlaşma yolu bulunmasını önerdilerse de bu öneri kabul edilmemiştir. O günkü toplantıda ayrıca, “Türklere acımamak, Mustafa Kemal Paşa’ya ders vermek görüşünden hareketle İstanbul Hükümeti’nin barış şartlarını yumuşatma önerisi reddedilerek, Antlaşma’nın imzalanması için Türkiye’ye 10 gün süre tanınması” kararlaştırılmıştır. (Not: Spa Konferans’ı 16 Temmuz 1920 tarihine kadar sürecektir.)
Sevr Barış Antlaşması’nı imzalaması için İstanbul Delegasyonu/Kurulu’na 10 gün süre tanınması üzerine Sadrazam Damat Ferit Paşa, 8 Temmuz 1920 Perşembe günü İtilaf Devletleri’ne yeni bir muhtıra/nota vererek Paris’ten ayrılmıştır. (Not: Damat Ferit Paşa, 20 Temmuz’da Antlaşma’nın imzası kararını İstanbul Hükümeti’nden çıkarttıracaktır.)
İngiliz Yüksek Komiseri John de Robeck’ten İngiltere Dışişleri Bakanı George Nathaniel Curzon (bilinen adıyla Lord Curzon)’a (8 Temmuz 1920 Perşembe): “…Venizelos, Trakya’yı işgal etme emri verdi. Milne’den yardım istedi. Bu pek düşüncesiz bir emir. Trakya, Anadolu’daki direniş kırıldıktan sonra kolayca işgal edilebilirdi. Yunanlıların Anadolu’daki direniş kırıldıktan sonra kolayca işgal edilebilirdi. Yunanlıların Anadolu’da gerilemesi çok ciddi sonuçlar doğurdu. Bu bakımdan kuvvetlerinin azaltmaları akıllıca bir iş olamaz!”
Spa Konferansı’nda Belçika’nın İstanbul Orta Elçisi (ministre) olarak Türkiye’de uzun süre görev yapan İstanbul Temsilcisi S. Marghetitch, 8 Temmuz 1920 tarihli raporunda : “…Değerli ve Kahraman Yunan Askeri’nin önemli merkezleri ele geçirdiğini, Ermenilerin Oltu’da büyük bir zafer kazandıklarını bildirerek, İtilaf Devletleri’nin Yunanlıları desteklemede “tereddütlü” davranmalarını eleştirdi. Kemalist ordunun çok iyi yetişmiş bir kurmaylar kadrosuna sahip olduğunu bildiren temsilci, Doğu’da her türlü alaboranın bekleneceğini de” anlatmıştır.
İngiltere Dışişleri Bakanı George Nathaniel Curzon (bilinen adıyla Lord Curzon), Roma elçisine, İtalyanların TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa ile iyi geçinerek öteki İtilaf Devletleri’nden ayrı bir politika gütmesinden yakındı: “…Mustafa Kemal Paşa, bir İtalyan generaline şunları söylemiş: (…)”Gücünün en yüksek noktasında bulunan İngiltere sallanıyor. İtalyanlar, Almanlarla birleşerek İngiltere’ye karşı Avrupa dengesini kurabilir. Asya’nın her tarafındaki ve Mısır’daki Müslümanların görevi, İngiltere’nin sonunu getirmektedir.”
İtilaf Devletleri, Spa Konferansı’nda ayrıca “Türkiye’de Türk olmayan ırkların da devlet haline getirilmesini, Sevr Barış Antlaşması imzalanmazsa Türklerin Avrupa’dan atılarak İstanbul’un Türkler’den de alınmasını” kararlaştırmışlardı. (Not: 11 Temmuz 1920 tarihinde İtilaf Devletleri’nce alınan bu karar 17 Temmuz’da Fransa Dışişleri Bakanı ve Spa Konferansı Başkanı Alexandra Millerand tarafından İstanbul Hükümeti temsilcisi Ahmet Reşit (Rey) Bey’e bildirilecektir.)
İstanbul’dan 1 Mayıs 1920’de ayrılan İstanbul delegasyonundan Tevfik ve Cemil Paşalar, 14 Temmuz Çarşamba günü İstanbul’a dönmüşlerdir. İçişleri Bakanı ve İstanbul Hükümeti temsilcisi Ahmet Reşit (Rey) Bey, Konferans’ın barış şartları konusundaki kararı almak üzere Paris’te kalmış ve kendisine İtilaf Devletleri’nin 11 Temmuz tarihli kararı bildirilmiştir:
“…”Osmanlı Hükümeti Sadrazamlık Makamına;
Hükümetinizin, Konferansımıza gönderdiği Sulh Projesi hakkındaki nota, bugün saat (17.00’de) beşte tarafımıza ulaşmıştır. Sevr’de imzalanması için takdim ettiğimiz Sulh Projesi hakkında Osmanlı Hükümeti tarafından ifade olunan hususları İtilaf Devletleri delegeleri dikkatli bir şekilde tetkik etmişlerdir. Dünya Harbindeki mesuliyetinizin, biz İtilaf Devletleri’nin mesuliyetinden daha az olduğunu ve bu sebeple daha hafif bir muameleyi hak ettiğinizi ifade etmektesiniz. Müttefik Devletler bu iddiayı kabul edemezler.
Türkiye, milletlerin hürriyetine karşı tertip edilen suikasta iştirak ederek, yarım asırdan fazla bir müddet dostları olan İtilaf Devletleri’ne pek açık bir şekilde ihanet etme suçu işlemiştir. Türkiye Dünya Harbine hiçbir mazeret veya tahrik olmaksızın katılmıştır. İtilaf Devletleri Türkiye’ye hiçbir şekilde düşmanca bir tavır içinde olmamışlardı. 1914 Ağustos ayında Babıâli’ye gönderdiğimiz bir yazıda, Türkiye’nin Harbin sonuna kadar tarafsızlığını muhafaza etmesi şartıyla, Müttefikler tarafından toprak bütünlüğünün korunmasına muvafakat ettikleri bildirilmekte idi. Türkiye bu teminata ehemmiyet vermeden harbe iştirak etmekle, bir emniyet endişesi değil, belki ihtiras eseri olduğunu ispat etmiştir. Osmanlı Delege Heyeti, Türkiye’nin Harbe müdahalesinin insanlık için hâlâ bilmiyor görünmektedir.
Türkiye’nin mesuliyeti yalnız Müttefik ordularının Osmanlı ordusunu mağlup etmeleriyle alakadar değildir. Türkiye Müttefik donanmalarına karşı sebepsiz yere Boğazları kapamakla, Bir taraftan Rusya ve Romanya ile Müttefiklerin münasebetine mani olmuş, diğer taraftan Harbin(2 yıl) iki sene daha uzamasına ve İtilaf Devletleri’ne milyonlarca insan hayatı ve yüz milyarlarca para kaybına sebep olmuştur. Türkiye’nin Hür Dünyaya uğrattığı çok büyük zararlar karşılığında ödemek mecburiyetinde olduğu tazminat, kendisinin hiçbir zaman karşılayamayacağı miktarın çok üzerindedir. Müttefik devletler açıkça inanıyorlar ki diğer milletler üzerindeki Türk hakimiyetine nihayet son vermek zamanı gelmiştir.
Dünya Harbinden evvelki uzun seneler zarfında Babıâli ile Müttefiklerin siyasi münasebetleri, tarihi, vicdani, insani hareketlere isyan ettiren zulümlere bir nihayet verebilmek için tekrar edile gelmiş teşebbüslerin tarihinden başka bir şey değildir. Son yirmi sene içinde Ermeniler, şimdiye kadar işitilmemiş derecede barbarca katledildiler. Osmanlı Hükümetinin katliamlar, tehcirler ve esirlere kötü muameleler hususundaki sabıkası çok fazladır. 1914 senesinden beri Osmanlı Hükümeti sözde bir ihtilale mani olma gayesi ile kadın, erkek ve çocuk (800.000)sekiz yüz bin Ermeni’yi katlettiği ve (200.000) iki yüz bin Ermeni ve Rum’u tehcir ettiği tahmin edilmektedir. Türk ırklarına mensup olanları, yağma tecavüz her türlü suç işlemelerine karşı muhafaza etmek vazifesinde kusur ermemiştir.
İtilaf Devletleri, çoğunluğu Türk olmayanların arazilerini, Türk boyunduruğundan kurtarmaya karar vermişlerdir. Türk olmayan ahaliyi, Osmanlı Kanunlarının nüfuzu altında kalmaya mecbur tutarak Yakındoğu’da adaletli bir sulh getirilemez. Müttefikler, Trakya ve İzmir’i Türk tahakkümünden kurtaracak olan sulh projesi şartlarının değiştirilmesine izin vermezler. Zira İzmir’de ve Trakya’da Türkler azınlıktadır. Aynı düşünce Türkiye ile Suriye arasında tayin olunan hudutta da tatbik edilecektir. Milletler Cemiyeti Reisinin hak ve adalete uygun olarak tayin edeceği hudutlar dâhilinde hür bir Ermenistan kurulması hususunda da değişiklik kabul edilemez.
İzmir hakkındaki kararlar, limanın Anadolu ile ticaret ve nakliyesine mani olacak bir netice vermeyecektir. Limanın serbestliği anlaşma ile sağlanmış bulunduğundan İzmir ahalisi namuslu bir Hükümetin idaresinde olacağından Anadolu için faydalı olacaktır. Boğazların idaresine gelince, Müttefikler bir Türk Hükümeti tarafından medeniyete karşı yeni bir ihanete mani olmak için icap eden tedbirleri almak mecburiyetindedirler. Binaenaleyh boğazların serbestliğini temin için meşru olarak aldıkları kararlardan vazgeçmezler ve değiştirmezler. Ancak Boğazlar komisyonunda Türkiye’nin de temsilci bulundurması hakkında Osmanlı delegeleri tarafından yapılan teklifi tamamen reddetmeyi de uygun görmemektedirler. Karadeniz’e kıyısı olan devletlerinden biri olmak sıfatıyla Türkiye’ye, Bulgaristan’a olduğu gibi ve aynı şartlar dâhilinde Boğazlar Komisyonuna bir üye gönderme hakkı verilmiştir. Bu karar, Türkiye lehinde bir değişikliktir.
Türkiye’de mali kontrol kurulmasından maksat, Osmanlı Devleti’ni vesayet altında bulundurmak değildir. Geçmişte Türkiye’yi harap etmiş olan israfa karşı korumak ve emperyalist düşüncelerden nihayet kurtulmuş olan Türk Milletine iyi idare edilir bir millet olma fırsatını vermektedir.
Notaya son verirken şunu ifade edebiliriz. Müttefikler, sulh projesinin Osmanlı Delege Heyeti tarafından ona yüklenen mahiyeti haiz bulunmadığını kayır ve işaret etmeyi lüzumlu görürler. Sulh projesinde istenilenler, Memleketlerini zalimce ve fena bir şekilde idare etmiş olan Osmanlı Hükümetlerine dair olanlardır. Bu proje Türkiye’yi, geniş ve verimli araziye sahip milli bir devleti kurma gayesindedir. Sulh projesi şartları tatbik edildiği takdirde, Türk Milletini kalkınmış bir millet olmaktan alıkoyacak mahiyette değildir. Türklerin çoğunlukta oldukları şüpheli olmasına rağmen, İstanbul Şehri Türkiye’nin Saltanat Merkezi olarak devam edecektir. Müttefikler bu kararı alırken, Türklerin bunu suiistimal etmelerinden büyük tereddütlere düşmekten kendilerini alıkoyamamışlardır. Osmanlı Hükümeti sulhu imzalamadığı veya Anadolu üzerindeki hâkimiyetini geri almadığı takdirde, İstanbul’un Osmanlı Merkezi olarak devamı kararı geri alınacaktır. Bu takdirde Müttefikler Türkleri kati olarak Avrupa’dan ihraç etmek vazifesi karşısında bulunabileceklerdir.
Türkiye’nin sulh şartlarını kabul ettiğini ve imza etmek niyetinde bulunduğunu bildirmesi için on günlük bir süre verilmiştir ve bu süre 27 Temmuz 1920 tarihinde gece yarısında sona erecektir. Şayet Sulh Antlaşması bu şartlar dâhilinde imza edilmeyecek olursa, Müttefik devletler uygun bulacakları her türlü tedbiri alacaklardır. Saygılarımın kabulünü rica ederim.
İmza: Fransa Başbakanı ve Spa Konferansı Reisi Millerand.”
Spa Konferansı’nda İtilaf Devletleri adına Fransa Dışişleri Bakanı Alexandra Millerand’ın imzası ile kaleme alınan cevap metni Paris’te bulunan İçişleri Bakanı ve İstanbul Hükümeti temsilcisi Ahmet Reşit (Rey) Bey’e verilmişse de Ahmet Reşit Bey Antlaşmayı imzalamamış ve hem bakanlıktan hem de delegelikten istifa etmiştir (17 Temmuz 1920). (Not: 3 Ağustos 1920 tarihinde Ankara Hükümeti’nde (TBMM), Trabzon Milletvekili Hüsrev Sami Bey’in Spa Konferansı’nda Fransa Başbakanın sözleri hakkında soru önergesi verilecektir.)
Yunanlılar, Spa’da Barış Konferans’ında İtilaf Devletleri tarafından kendilerine bırakılan Doğu Trakya’yı 20 Temmuz’da işgale başlamışlardır. Bandırma’dan dün hareket eden İzmir Yunan Tümeni bugün Tekirdağ, Muratlı, Çorlu ve Silivri’yi işgal altına almıştır. (Not: Muratlı ile Silivri 30 Ekim 1922’de; Çorlu 31 Ekim 1922’de, Tekirdağ ise 13 Kasım 1922’de yeniden Türk yönetimine geçecektir.)
20 Temmuz Salı günü Başbakan Damat Ferit Paşa, Yunan işgali üzerine Birinci Kolordu Kumandanlığına bir telgraf çekerek
“…Doğu Trakya’nın Konferans kararına göre işgal edildiğini bildirecek ve faydasız ve halkı pişman edecek çarpışmalardan kaçınılmasını” öğütleyecek; devletin varlığını çok daraltmış bile olsa Sevr Barış Antlaşması’nın imzalanmasını kararlaştıracak ve nihayet Rıza Tevfik Bey ile Hadi Paşa’ya imza yetkisi verecektir. Bunlara 25 Temmuz’da Bern eski Elçisi Reşat Halis Bey de katılacak, ilk ikisi 23 Temmuz’da İstanbul’dan Paris’e hareket edecektir.
Başbakan Damat Ferit Paşa, 20 Temmuz Salı günü ayrıca İstanbul Hükümeti adına, toprak alıp vermenin Osmanlı Mebuslar Meclisi’nin yetkisinin içinde olduğunu ancak meclisin şimdi toplanmayacağı kararlaştıracaktır. İstanbul Hükümeti o günkü toplantısında ayrıca Sevr Barış Antlaşmasında aşağıdaki şu değişikliklerin yapılmasını da önermeyi benimsemişti:
-Batı sınırının Midye-Enez hattına uzatılması,
-Marmara’nın tarafsız bölge,
-İzmir’in serbest şehir sayılmaktan vazgeçilmesi,
-İzmir ve Trakya konusundaki öneriler kabul edilmediği takdirde buralar yönetiminin Boğazlar Komisyonu’na verilmesi. (Not: Sevr Barış Antlaşması, Osmanlı delegelerine 10 Ağustos 1920’de bu öneriler İtilaf Devletleri’nce kabul edilmeden imzalanacaktır.)
28 Temmuz Çarşamba günü Yunan Yüksek Komiseri, Edirne’de yayımladığı bildiride, “Edirne’nin bir Yunan şehri olduğunu” ileri sürmüş ve “Müslüman ve Hristiyanların işbirliği yaparak dostça çalışmalarını” istemişti. Ermenistan Dışişleri Bakanlığı sekreteri, Ankara Dışişleri Bakanlığı’nın, Oltu’nun (Erzurum) boşaltılmasına ilişkin 8 tarihli notasına cevap vererek, “Brest Litovsk Antlaşması’nın kendilerini bağlamadığını, Türkiye’deki Ermeni topraklarından vazgeçmeyeceklerini ve Oltu’yu boşaltmayacaklarını, Ermenilerin tarihi, kültürel ve ekonomik hakları tanınırsa Türkiye ile komşuluk ilişkileri kurabileceklerini” bildirdi. (Not: 1918’de imzalanan Brest Litovsk Antlaşması, 40 yıl önce Rusların eline geçen Doğu Anadolu topraklarında Türkiye hâkimiyetini tanıyordu, ancak Mondros Ateşkes Antlaşması’yla bölgeden Türkleri çıkaran İngilizler, buraları Ermenilere devretmişlerdi.)
İngiliz Yüksek Komiseri John de Robeck’ten İngiltere Dışişleri Bakanı George Nathaniel Curzon (bilinen adıyla Lord Curzon)’a rapor (28 Temmuz 1920 Çarşamba): …”Kilikya’da güç durumda olan Fransızlar, Yunan ilerlemesini istiyorlar. İngiltere Hükümeti, yeni Yunan ilerlemesine razı olmamalıdır. Bu ilerleme Türk milli hareketini yeniden alevlendirebilir. Yunanlılar İngiltere’den yardım isterler, İngilizler de bu işe sürüklenirler.”
İngiliz Yüksek Komiseri John de Robeck’in çok acele ve gizli teli(!):
…”Damat Ferit, Kemalistlere karşı savaşmak ve düzeni yeniden kurmak için İngiltere’den yardım diledi(!). Yardım sözü verdim(!). Kemal’e karşı Kürt birliklerini kullanmayı öneriyor(!). İlgili iki planı, İngiliz Generalleriyle birlikte hazırlamış(!). Projenin uygulanması, büsbütün imkânsız değil(!). Ancak Fransız nüfuz bölgesinde kalan Kürtleri kullanmak için Fransızların da işbirliği yapması gerekir(!).
30 Temmuz 1920 Cuma günü, İstanbul Hükümeti’nin Sevr Barış Antlaşması’nı imzalamakla görevlendirdiği Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşat Halis Beyler Paris’e vardılar. O gün yapılması beklenen imza töreni 10 Ağustos’a ertelendi.
İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Kürtlerin Milliyetçilere saldırtması planına şimdilik taraftar olmadığının Damat Ferit Paşa’ya bildirilmesini istedi. Damat Ferit Paşa, Seyit Abdülkadir’in bu tasarısını İngilizlere anlatarak desteklenip desteklenmeyeceğini sormuş, İngiliz Yüksek Komiseri John de Robeck de bunu “destekleyelim” önerisiyle İngiliz Dışişleri’ne bildirmişti.
İngiliz Yüksek Komiseri John de Robeck’ten İngiltere Dışişleri Bakanı George Nathaniel Curzon (bilinen adıyla Lord Curzon)’a : “…Paris’ten dönen Başbakan Damat Ferit Paşa ile görüştüm. Barış Antlaşması’nın imzalanıp uygulanmasını görev sayıyor, fakat imzalandıktan sonra yurtta asayişi sağlamak için İngiliz yardımına güvenip güvenemeyeceğini soruyor. İşbirliği yapabileceğimizi söyledim.
Sevindi(!)..
Damat Ferit Paşa ile General Shuttleworth, TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya karşı gizli bir plan hazırladılar. Antlaşma imzalanır imzalanmaz 15.000 kişilik bir Padişah ordusu ve ayrıca Kürtler Mustafa Kemal Paşa’nın üzerine saldıracak. Bu kuvvetin asayişi sağlayacağı şüphelidir. İtilaf Devletleri Anadolu’ya kuvvet göndermek istemiyor. Yunan ordusunu ileri sürmek de tehlikelidir. En iyisi Hükümet Anadolu’ya bir kurul göndersin, Milliyetçileri ikna etsin. Tam başarı sağlanmasa bile daha sonra girişilecek askeri harekâtı kolaylaştırabilir, Milliyetçiler arasında ayrılık yaratabilir.”
İngiltere Dışişleri Bakanı George Nathaniel Curzon (bilinen adıyla Lord Curzon)’dan İngiliz Yüksek Komiseri John de Robeck’e:
“…Yunanlıların Anadolu harekâtından şimdilik vazgeçtik. İtilaf Devletleri’ne olduğu kadar İstanbul Hükümeti’ne de düşman olan Mustafa Kemal’in yenilmesi veya yok edilmesi, Barış Antlaşması’nın onaylanması için en etkili garantidir.”
31 Temmuz 1920 Cumartesi:
Beşinci ve son Damat Ferit Paşa Hükümeti… Kabinede Sevr Barış Antlaşması’nın imza kararına karşı beliren hoşnutsuzluk üzerine, istifa ederek bakanlar kurulunu tasfiye eden Damat Ferit Paşa, antlaşmaya sorun yaşatmayacak üyelerinden yeni bir hükümet kurdu. İlk hükümetini, 3’üncü Tevfik Paşa kabinesinin istifası üzerine 4 Mart 1919’da kurmuş, İzmir’in işgali olayı üzerine 19 Mayıs 1919’da İkinci Hükümetiyle kabineyi yenilemişti. İngilizleri ve Hürriyet İtilaf Fırkasını tam olarak memnun edecek Birinci Damat Ferit Paşa Hükümeti ve kadrosu:
Başbakan: Damat Ferit Paşa;
Harbiye: (Vekaleteten) Bayındırlık Bakanı Avni Paşa (8 Mart’ta Ahmet Abuk Paşa);
İçişleri: Konya Valisi Cemal Bey (7 Nisan’da Mehmet Ali Bey);
Bahriye: Müşir Şakir Paşa (2 Nisan’da Ahmet Avni Paşa);
Posta ve Telgraf: Mehmet Ali Bey;
Maliye: Divan-ı Muhasebat Reisi Tevfik Bey;
Eğitim: Ali Kemal Bey;
Dışişleri: Damat Ferit Paşa;
Evkaf: Şura-yı Efkaf Reisi Vasfi Efendi;
Bayındırlık: I. Kolordu Askerlik Dairesi Reisi Avni Paşa (2 Nisan’da Şevket Turgut Paşa);
Ticaret ve Tarım: Posta ve Telgraf Eski Bakanı Ethem Bey;
Şeyhülislam: Mustafa Efendi;
Adalet: Aydın Mebusu Sıtkı Bey (21 Nisan’da Cemil Minla Bey);
Danıştay Başkanlığı: Seyit Abdülkadir Efendi.
Damat Ferit Paşa, 21 Temmuz 1919’da Üçüncü Hükümetini kurmuş, Anadolu’da gelişen hareketle baş edemeyince 30 Eylül 1919’da istifa ederek yerini Ali Rıza Paşa Hükümeti’ne bırakmıştı. İstanbul’un işgali üzerine de 5 Nisan 1920’de dördüncü defa Başbakanlığa getirilen ve öğütle Anadolu Hareketi’ni çökertme kararı alan ve Sevr Barış Antlaşması’nın sorunsuzca imza edilebilmesini sağlayacak Damat Ferit Paşa’nın bu 5’inci hükümeti ise şöyleydi:
Başbakan, Dışişleri Bakanlığı: Damat Ferit Paşa (29 Ağustos 1920’ye kadar);
Harbiye Bakanlığı Vekilliği: Damat Ferit Paşa;
Bahriye Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı: Harbiye eski Bakanı Hamdi Paşa;
Danıştay Başkanlığı: Danıştay eski Başkanı ve Eğitim Eski Bakanı Rıza Tevfik Bey;
İçişleri Bakanlığı: Reşit Mümtaz Paşa;
Adalet Bakanlığı: Rüştü Efendi;
Bayındırlık Bakanlığı: Hürriyet ve İtilaf Fırkası Yönetim Kurulu Üyesi ve Divan-ı Harp eski başkanlarından Zeki Paşa.
Evkaf Bakanlığı: Hilmi Paşa;
Eğitim Bakanlığı: Genelkurmay Eski Başkanı ve Adalet ve Ticaret eski bakanlarından Hadi Paşa (İstanbul Hükümeti, bir kararname ile Mekteb-i Mülkiye’yi İçişleri Bakanlığından alarak Eğitim Bakanlığı’na bağlamıştı (27 Temmuz 1920). Gerekçe olarak, okulun yalnız İçişlerine değil, her daireye yönetici yetiştirilmesi gerektiği gösterilmiştir);
Maliye Bakanlığı: (Müsteşar tarafından vekâleten yürütülecek).
3 Ağustos 1920 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, İstanbul Hükümeti temsilcilerine Spa’da verilen cevap pek kaba, aşağılayıcı ve çirkin bulunarak kınandı. Hamdullah Suphi Bey (Basın ve İstihbarat Umum Müdürü):
“…Efendim bu notanın bir sureti bir hafta kadar evvel bize geldi. İstanbul Hükümeti’nin almış olduğu bu nota bize ait bir şey değildir. İstanbul’dan bir heyet gitmiş ve cevap oraya verilmiştir. Fakat inkâr edilemez ki notanın asıl okları doğrudan doğruya Milletimize doğrudur. Nota, asırlardan beri siyasette görülmemiş şekilde alçak düşürücü, garez ve kin doludur. Zannediyorum ki, ilk yapılması icap eden şey, Milli Hükümetimiz adına buna ir cevap hazırlamak ve yayınlamaktır. Bendeniz bunu bulunduğum dairenin vazifelerinden biri olarak görüyorum. Bendeniz yedi-sekiz günden beri Basın ve İstihbarat Umum Müdürü olarak çalışıyorum. Memleketimize hedef alınan ve Dünyanın bütün ufuklarından kopup gelen koskoca bir küfür kasırgası arasında bu nota, bir küfürden, bir tek kelimeden ibarettir. Senelerden beridir ki bütün Hıristiyanlık Âlemi her tarafından, her köşesinden, her gün Milletimize karşı, tarihimize karşı, mukadderatımıza karşı en büyük küfürleri, kasırgalar halinde yollamaktan geri kalmıyor. İtiraf etmeye mecburuz ki değil şimdi, daha evvel ve daha da evvel buna karşılık olmak üzere, Memleketimiz hiçbir şey yapmamıştır. Avrupa’da Memleketin müdafaası için kurulmuş olan müesseseler, birkaç istisnayı bir tarafa bırakınız, vazifeleri İstanbul’dan aldıkları yarım yamalak emirleri papağan gibi tekrar etmekten ibaret kalmıştır. Arkadaşlar, Almanya’nın kuzeyinde bir bahçede Afrika’nın zencileri (siyahi) geçerken Türkler diye gösterirler. Münih’te benim Türk olduğumu öğrenen biri, bunun imkânı yok, Türkler Moğol’dur, renginiz sarı olması lazımdır, senin gibi Türk olur mu? Demişti. İsviçre’de oturan adamlarımızın birinin Türk olduğu anlaşılır anlaşılmaz, ailenin çocukları feryat ve figan ile sofradan kaçarlar. Çocuklar Türkleri yamyam biliyor. Amerika’da bir mektep hocası kırk, elli çocuk arasında bir Türk çocuğuna diyor ki oğlum Memleketinizde ev yaparlar mı, mağaralarda ağaç kavuğunda mı oturuyorsunuz? Dünya çapında geniş bir istihbarat teşkilatına lüzum vardır. Kendi aramızda itiraf edelim, Hükümetimiz bu günkü vaziyette kördür ve sağırdır. En yakında geçen şeylerden habersiziz. Düşmanlarımız, bizim kendilerine karşı yaptığımızı bütün tafsilatıyla, hemen her dakikası dakikasına haber alırken, biz kendi etrafımızda tertip edilen her cins suikasta karşı tamamıyla gafil bir vaziyette bulunuyoruz. Bize gelen haberler bazen bir ay gecikerek geliyor. Onun için yüce Meclis Memleketin manevi müdafaasını istiyorsa, orduları idare edenlerin, Hükümeti idare edenlerin hakikatten ışık altında çalışmasını temin için istihbarat ve basın için geniş bir teşkilat kurmalıyız. O zaman bu hararetle karşı müdafaanın esaslarını hazırlamış oluruz,” demişti.
3 Ağustos 1920 tarihli The Times gazetesi: “…Anadolu gazetelerinde Damat Ferit Paşa Hükümeti’ne karşı idam kararı çıktı,”
Damat Ferit Paşa Hükümeti 4 Ağustos 1920 tarihinde bir bildiri yayımlayarak, “Sevr Barış Antlaşması’nı imzalayacağını söyledi!” Bildiride ayrıca şu görüşlere de yer verilmişti:
“…Malların ve eşlerin ortaklığını kabul eden Bolşeviklerden yardım almak, Osmanlı Devleti’ni küçültür. Anadolu’daki isyancı İttihat Komitesi mutlaka ezilecektir. Onlarla uzlaşmak isteyenler yanlış yoldadırlar…”
Mahmut Muhtar Paşa, Lozan’da Cavit Bey’le görüşerek Paris’te Damat Ferit Paşa ile görüşmesini anlattı. 4 Ağustos Çarşamba günkü görüşmesinde Muhtar Paşa, “…Damat Ferit Paşa’dan Anadolu’ya gidip idareyi bizzat ele almasını, gidemiyorsa Tevfik Paşa’yı göndermesini, Sevr’i imzalamamalarını” istemiş, Ferit Paşa’da kendisine bunların imkânsızlığından bahsetmişti…
Lordlar Kamarası’nda hemen hiç duyulmayan, İngiltere’nin Türkiye politikasını eleştiren bir ses yükseldi. 4 Ağustos Çarşamba günü Lord Wester Wemys, İzmir çıkarmasını, İzmir ve Trakya’nın Yunanistan’a bırakılmasını eleştirdi. Lord Curzon ise verdiği sert karşılıkta, “…İzmir ve Trakya’da Yunanlıların çoğunlukta olduğunu, Türklerin Mezopotamya’yı yıktığını, Ermenileri katlettiğini, savaşa girmekle bu durumu 2 yıl uzattığını ve Müttefiklere büyük kayıp verdirdiğini,” söylemişti. (Not: Lord Curzon’un Ermeni meselesi hakkında ortaya attığı tez Sultan Vahdettin, Times gazetesinde çıkan beyanatından aktarılıyordu. Sultan Vahdettin, Times gazetesinde çıkan beyanatında şöyle diyordu:
“(…)Türkiye’de bazı siyasi partilerin (İttihat ve Terakki’dir) Ermenilere yaptıkları muameleyi büyük bir üzüntü ile haber aldım. Bu gibi fenalıklarla aynı vatanın evlatları arasındaki kıtâller kalbimi kırdı. Saltanata geçer geçmez bu vak’alarla sebep ve vesile olanların son derece şiddetle cezaya çarptırılmaları için derhal tahkikat açılmasını emrettim. Çeşitli sebepler, bu emrin sür’atle yerine getirilmesine engel oldu. Fakat bugün bu mesele tüm teferruatıyla soruşturulmaktadır.” Padişah Vahdettin’in Ermeni meselesi hakkında verdiği diğer demeçleri için bakınız: “Sevr Antlaşması’nı bizzat ayağa kalkmak suretiyle kabul etmiştir.”(3.Bölüm); https://www.sechaber.com.tr/sevr-antlasmasini-bizzat-ayaga-kalkmak-suretiyle-kabul-etmistir-3-bolum/?fbclid=IwAR0LEI74dqGHZaA7B1uYjqeor5Q4vmeQacMAqu4rY1yPQrrl4yHjzp188Ak
Hal böyle iken, Padişah Vahdettin, 4 Ağustos Çarşamba günü, Divan-ı Harb-i Örfi tarafından Ermeni kırımından yargılanıp 20 Temmuz 1920 tarihinde idam cezasına çarptırılan Bayburt eski Kaymakamı Nusret Bey’in cezasını onaylamıştır. (Not: Bayburt eski Kaymakamı Nusret Bey, İstanbul’da 5 Ağustos Perşembe günü idam edilecekti. Boğazlayan eski Kaymakamı Kemal Bey’de aynı suçtan 10 Nisan 1919’da idam edilmişti.)
Başbakan Damat Ferit Paşa’nın başkanlığında, bakanlardan meydana gelen bir komisyon, bütün gün, Kuvayı Milliye’yi ezmek için alınacak tedbirleri görüşmüştür (5 Ağustos 1920). İngiliz İşgal Komutanı Milne’nin İngiliz Savaş Bakanlığı’na bildirdiğine göre, “…Veliaht Abdülmecid Efendi Anadolu’ya kaçmak istemektedir. Fransız ve İtalyanlar’ın yardımıyla kaçmaya yanaşmayan Abdülmecid Efendi, Mustafa Kemal Paşa yardım ederse kaçabileceğini söylüyormuş.”
(Not: Veliaht Abdülmecit Efendi, kaçabileceği şüphesiyle 26 Ağustos – 7 Ekim 1920 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı’nda İngiliz polis gözetiminde tutulacaktır. 23 Kasım 1918’te Padişah VI. Mehmet Vahdettin, Dolmabahçe Sarayı önünde demirlemiş bulunan Yunan savaş gemisi Averof’un taşkınlığından çekindiğinden Yıldız’daki sarayına taşınmıştı. Bakınız: “Sevr Antlaşması’nı bizzat ayağa kalkmak suretiyle kabul etmiştir.”(1.Bölüm); https://www.sechaber.com.tr/sevr-antlasmasini-bizzat-ayaga-kalkmak-suretiyle-kabul-etmistir-1bolum/?fbclid=IwAR0WFdAZ9U8NMCEyfOVg59jW9QlFgNVvnKM060XcI4MVuGVYzR2e4QPYbJA
İstanbul Hükümeti, 7 Ağustos 1920 tarihinde kendisine karşı düşmanca makaleleri yasaklama kararı aldı. Karara göre, bu tip bildiri ve makale yayımlayanlar, cezalandırılmaktan başka memur iseler görevlerinden atılacak ve emeklilik hakkında da yoksun edileceklerdi.
Türkiye üzerinde diğer İtilaf Devletleri’nin ve Yunanistan’ın üstünlük kurduğunu gören İtalyanlar, daha yumuşak bir politika izlemeyi tercih etmek zorunda kalmışlardı. Kont Sforza, 9 Ağustos 1920’de toplanan İtalyan Parlamentosu’nda:
“…Türklerin tam bağımsızlığını isteriz” demişti. (Not: 5 Ağustos 1920 tarihinde İtalyan Dışişleri Bakanı Sforza, bir yıl önce (29 Temmuz 1919’da) Venizelos ile Tittoni arasında imzalanan antlaşmayı da fesh etmişti. Anlaşmaya göre, İtalyanlar Rodos dışında 12 Ada’yı Yunanlılara bırakıyor, buna karşılık Kuşadası’nın güneyinde kalan bölgeyi (Muğla, Antalya, Denizli ve Aydın’ın bir kısmını) alıyordu.)
Sevr Barış Antlaşması, önce 22 Temmuz 1920’te Sultan VI. Mehmet (Vahdettin)’in başkanlığında Yıldız Sarayı’nda toplanan II. Osmanlı Saltanat Şûrası’nda kabul edilmiş(!), sonra 10 Ağustos 1920’te İtilaf Devletleri ile İstanbul Hükümeti arasında Fransa’nın başkenti Paris şehrinin 3 km batısındaki Sevr (Sevres) banliyösünde bulunan Sevr Porselen fabrikasının bir salonunda İstanbul delegelerine imzalatılmıştı.
Antlaşma’nın imzalanması İstanbul’da öğrenilmesi üzerine, 12 Ağustos Perşembe günü tüm şehirde genel yas ilan edilmiş, öteden beriye siyah tüllerle örtülü bayraklar çekilmiş, bütün Müslümanlar dükkânlarını kapatmışlardı. Saat tam 1.00’de arabalar – vapurlar – tramvaylar tüm ulaşım araçları 4 dakika durmuştu. Gazeteler de buna uygun olarak yayınlar yaptılar:
Akşam gazetesi: I. sayfasında, Çallı İbrahim’in özel olarak yaptığı resim (Ana ve elinde çocuk. Yıkıntılar ardından doğan güneş. – Siyah çerçeveli manşet: “Git vatan Kâbe’de siyaha bürün!.. –Basübadelmevt (ölümden sonra dirilme)…
Dersaadet: Bugün Türklerin matem günüdür. Her gecenin bir sabahı olduğunu unutma!
İleri: Sevr Barış Antlaşmasın imzalayan Hadi Paşa, Reşat Halis ve Refik Halit Beylerin resimleri ve Hadi Paşanın telgrafı: –Antlaşma 1 yıl 9 ay 10 gün sürdü.
Alemdar: Siyah çerçeve içinde: Kara gün!..
İkdam: Murahhaslar, Devlet-i Aliye’nin taksimine dair kararı nihayet önceki gün imza ettiler. “Ne bahtiyardır, o milletlerin ki tarihleri yoktur. Bugün bu acı gerçek, her Osmanlı’nın kalbinde bir çıban gibi sancıyor. Dün, ne büyük bir millet, ne heybetli bir devlet idik. Bugün neyiz? Heyhat! Söylemeye dilimiz varmıyor. Bugün meyhanelerde çalgılar sussun, kalplerde ihtiraslar dinsin…
Açıksöz: Hilafet Heyeti’nin Zatışahane’ye müracaatları (Süleyman Tadvi, Ebulkasım, Seyyid Hüseyin, Mehmet Ali imzalarıyla, Telgrafta “Türkiye’nin bütünlüğü ve Halifeliğin yaşaması için yapılan çalışmalar anlatıldıktan sonra, İslam âleminin Dört Halife Devri’nden beri görmediği bir birlik içinde olduğunu belirtip Vahdettin’den hiçbir şeyden korkmaması istenmektedir.)
12 Ağustos uzun ve matemli bir gündü. O günün zeminini hazırlayan Damat Ferit Paşa, Versay’da bulunan Hadi Paşa’ya çektiği telgrafta, “…Antlaşmanın ne zaman onaylanacağını yarı-resmi bir biçimde öğrenmek üzere Paris’e bir kâtip ve acilen diplomatik ilişki kurup kuramayacaklarını öğrenmek için Londra, Paris ve Roma’ya adam gönderilmesini istemişti. Zaman kazanmak adına İstanbul İngiliz Yüksek Komiserine de danışmıştı.
İngiliz Yüksek Komiseri John de Robeck’in 12 Ağustos 1920 tarihli raporu:
“…Damat Ferit, Müttefiklerin Sevr Antlaşması’nı ne zaman imzalayacağını soruyor.”
İngiltere Dışişleri Bakanı George Nathaniel Curzon’un 18 Ağustos 1920’deki cevabı:
“…Belli değil, İngiliz parlamentosunda 19 Ekim’den sonra müzakereye başlayacağız.”
Beşinci bölümde görüşmek üzere esen kalınız.