-İzmir’e doğru…
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi ve Ordularının Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat yönettiği 30 Ağustos Büyük Taarruz Zaferi o kadar ani gelişmişti ki, işgalciler ve Yunan karargâhı felaketi 9 Eylül 1922 gününe kadar anlayamadılar. 15 Mayıs 1919’dan beri işgalde kalan İzmir’i Yunan Komiseri Aristisidis Stergiadis yönetiyordu. Neden mi?
Yunan Ordusunun İzmir’i işgalin üzerinden henüz bir gün geçmeden şahsi çıkarları için düşmanla işbirliği yapan Padişah Vahdettin’in ittifak Devletleri’nin baskısı ile de olsa 16 Mayıs 1919 tarihli tebliği tarihimize düşecek bir ibret vesikasıdır.
İşte Padişah Vahdettin’in Tebliği:
Tarih 16 Mayıs 1919.
…”Galip Devletlerle yapılan mütareke millet, devlet ve memleket için hayırlı olacaktır. Mütarekenin hükümlerine uymak, millet ve memleketin selamet ve emniyeti için elzemdir. İşgal güçleriyle iyi ilişkiler kurarak, bunların memlekete medeniyet, halka refah getireceklerini, bu itibarla, gelecek yabancı işgal güçleri, hangi din ve millete mensup olurlarsa olsunlar, kendilerine karşı Türk misafirliğine yakışır bir tarzda karşılanması gereği, şunun ya da bunun tahrik, teşvik ve iğfaline kapılarak bu misafirlere karşı herhangi bir suret ve şekilde muhalefete geçilmemesi…”
15 Mayıs 1919’dan beri işgalde kalan İzmir’i Yunan Komiseri Aristisidis Stergiadis yönetiyordu. Aristisidis Stergiadis 20 Mayıs 1919 sabahı Leon torpidosu ile Pire limanından açılmış, Türkler ’in ’’Gâvur İzmir’’ dedikleri Halenizmin kalbine ayak basmıştı. Amacı özerk bir İyonya devleti kurabilmekti. Bu projeyi işbirlikçi İzmir Valisi Bedirhani Kambur İzzet ile İstanbul’daki Teali-i İslam Cemiyeti ile Bursa’daki Anadolu Cemiyeti ve Saray çevresi destekliyordu. Yakında kopacak fırtınanın Küçük Asya’yı kendisine mezar edeceğini bilmeyen Stergiadis, 30 Temmuz 1922 sabahı İzmir Hükümet Konağı önünde bu kukla devletin kuruluşunu bile ilan etmişti. (Not: Osman Selim Kocaoğlu’na göre, …’’Bedirhani Kambur İzzet Bey 5 Ocak 1920’de ölmüş, Yunan Komiseri Aristisidis Stergiadis’in isteği üzerine İstanbul hükümeti arkasından vali ataması yapmamıştır. (’’Atatürk – Rauf Orbay Kavgası’’ Temel Kitap, İstanbul, 2022, Sf:312.).’’
8 Eylül 1922 Cuma günü, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İnönü), Birinci Orduya Süvari Kolordusunun bir an önce yetişmesini emretmiş ve şehrin kayıtsız şartsız teslim alınacağını bildirmişti.
Yunan cephesinin çöktüğünü ve ordumuzun İzmir’e aktığını öğrenen Aristisidis Stergiadis, 7 Eylül’de İtilaf Temsilcilerini ziyaret ettikten sonra 8 Eylül 1922 Cuma günü saat 19.00’da siyah renkte elbisesi ile sessizce rıhtıma inmiş ve kendisini kaçırmak üzere bekleyen İron Duke isimli İngiliz zırhlısına binerek kaçmıştı.
-Türk Ordusu İzmir’de!
Zeki Sarıhan, ’’Kurtuluş Savaşı Günlüğü IV’’ adlı eserinde, …’’İzmir 8-9 Eylül gecesini Yunan idaresi çıkıp gittiği ve Türk ordusu henüz gelmediği için yönetimsiz olarak geçirmiştir. Şehirde Türkler arasında heyecan, limanda bekleyen 45.000 Rum arasında korku son haddine ulaşmış, İngiliz ve Fransız donanması limanda karaya çıkardıkları birkaç yüz denizci ile kendi konsolosluklarını korumaktadır.
9 Eylül sabahı, İzmir’deki saat kulesi sabah saat 10.30’u gösterdiğinde, 10 günde 350 km. yol alan Türk Ordusu, güzel İzmir’in temiz kalpli Türk insanlarının attığı çiçekler içinde şehre girmiş ve 1.213 gün, yani yaklaşık 3 yıl 4 ay süren esaret kırk yıllık ecdat yurdumuz İzmir için sona ermiştir.
Önce, Süvari Kolordusu dörtnala hükümet konağının önüne gelmiş, önce Yüzbaşı Şeref Bey, yüzündeki yaranın kanına bulaşan şanlı Türk bayrağını gözyaşları içinde göndere çekmiştir. Yüzbaşı Zeki Bey komutanlık dairesine, Binbaşı Reşat Bey’de saat tam 13.00’te Kadifekale’ye bayrağımızı çekmişlerdir. Mahalle halkı, evlerinden getirdikleri yiyecekleri askerlere vermiştir. Yüzbaşı Şeref Bey, arkadaşlarına hitaben, …’’Görevimiz bitmemiştir. Millet bizden daha çok şey bekliyor’’ dedikten sonra oraya toplanan halk tarafından büyük coşkuyla alkışlanarak kucaklanmıştır.
O gün, Süvariler sokak çarpışmalarıyla Bornova’yı işgal edip hızla şehre yönelmişlerse de silahlı Yunan askerlerinden bir direniş gelmemiştir. Süvariler bu döküntüleri esir almaksızın şehre girmişlerdir. Süvari İkinci Fırkası, şehre girişte güvenlik tedbiri olarak esir Yunan subay ve erlerini atların önünde yürüterek Rum halkına direnişte bulunmamaları çağrısı yapmışlardır. Zeki Bey, halka bildirisinde; …’’herkesin iş ve gücüyle meşgul olmasını, asayişi bozucu en küçük hareketin şiddetle cezalandırılacağını’’ ilan etmiştir. İzmir’e giren birliğin en önündeki 8 erden dördü, Rumlara ait bir fabrikadan açılan ateş sonucu öldürülmüş ise de Türk ordusu misillemeye geçmemiştir. Türk ordusu şehre girince, silahsız sanılan Türkler, silahlarıyla birlikte ortaya çıkmışlardır…’’ demektedir (Türk Tarih Basım Kurumu, Ankara,1996, Sf:647).
Yazar Bilge Umar, ’’İzmir’de Yunanlıların Son Günleri’’ adlı eserinde İzmir’de göndere Türk bayrağı çekilirken yaşananlar hakkında şunları aktarmaktadır:
…’’O gün, Türk süvarileri, atlarının Kordon’daki parke taşlarına çarpan nallarından kıvılcımlar çıkararak, Konak Meydanı’na doğru akmışlardır. Kentte bulunan Yunan askerlerinden direnme gösteren olmamış yalnız öncü birliğin Komutanı Yüzbaşı Şerafettin Bey, yanında emir subayı Teğmen Hamdi, Teğmen Rıza ve birkaç Türk eri olduğu halde Pasaport’u geçtikten biraz sonra bir sivilin attığı el bombası ile hafifçe yaralanmıştır. Öncüler, buna rağmen durmamış ve birkaç dakika sonra Konak Meydanı’na varmışlardır. Buradaki vilayet konağının bütün kapıları kitli olduğundan, o sırada I. Süvari Tümenine bağlı 14. Alay’dan Yüzbaşı Zeki komutasındaki diğer küçük bir birlik Sarı Kışla’ya gelerek içeri girmiş ve Kışla’da asılı bulunan Yunan bayrağını indirerek yerine Türk bayrağını çekmiştir.
Öncü birliğin Komutanı Yüzbaşı Şerafettin Bey, Vilayet Konağı’nın önünden karşıdaki Sarı Kışla’ya giderek orada bir Türk bayrağı aradı ve bulduğu bayrağı alıp Vilayet Konağı’na dönerek içeri girdi üst kata, oradan da binanın ön –yani Konak Meydanı’na ve denize bakan– yüzündeki balkona çıktı, yanındaki Türk bayrağını öperek direğe çekmiştir. Yüzbaşı Şerafettin Bey, yüzündeki hafif yaranın kanı, al sancağın ak yıldızına bulaşmıştır. Yüzbaşı, bu mutluluğa ermekten doğan heyecanını gözlerinden boşaltmış, aşağıya inince oraya toplanmış bulunan İzmir’li Türkler çevresini sarmış, coşkun alkışlar arasında onu ve yanındaki subay arkadaşlarını bağırlarına basmışlardır. (Bilgi Yayınevi, Ankara, 1974, Sf:273.)’’
Zeki Sarıhan’a göre Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi ve Ordularının Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa 9 Eylül günü akşam saatlerinde Nif’e gelmiş ve İzmir’i görmek için ‘Belkahve’ denilen tepeye çıkmıştır. Buradan bir süre İzmir’i seyrettikten sonra geceyi geçirmek üzere Nif’e dönmüştür.
Sabahattin Selek’in yayına hazırladığı ’’İsmet İnönü, Hatıralar’’ adlı eserde, …’’Süvariler 9 Eylül’de İzmir’e girdiklerinde Mustafa Kemal, Fevzi ve İsmet Paşa’lar Belkahve’deydi. O gece burada kaldılar. İzmir karşılarında, deniz ayaklarının altındaydı. Mustafa Kemal çok neşeli. Çevresindekilere sordu:
…’’Bu geceyi burada geçirmek için ne yapalım?’’ arkasından ekledi ’’Yapacak hiçbir şey yok, bir araya gelelim, şarkı söyleyelim,’’ dedi (Birinci Kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara, Sf:298.).’’
ATATÜRK ’ün emir başçavuşu Ali Çavuş anılarında İzmir’de göndere Türk bayrağı çekilirken Nif bucağında yaşananları farklı aktarmaktadır:
…’’Nif bucağı, Başkumandanı sonsuz sevgi gösterileriyle karşıladı. Ellerini öptü. ATATÜRK, bir ara İzmir’i görebilmek için Nif’in giriş tarafında olan ‘Devren Tepesi’ne çıktı. Orada eski bir han harabesinin yanından İzmir görülüyordu. ATATÜRK ve maiyeti, yaya olarak hanın civarına geldiler ve İzmir’i dürbünle seyretmeye başladılar.
Hepimiz ovaya ve İzmir’e içimiz titreyerek bakıyorduk. Ne görelim? İzmir’in Kadifekale’sinde Türk bayrağı sallanıyor. Gözlerimize inanamadık. Bayrağı gören Nurettin Paşa, ’Benden evvel Sepetçi yönünden Çolak İbrahim çetesi girmiş olacak’ diye hayıflandı. Sonra öğrendik ki, Çolak İbrahim çetesi de Kadifekale’deki bayrağımızı görünce ‘Nurettin Paşa benden evvel girdi’ diye üzülmüş.
Hâlbuki İzmir’in dış mahallelerine askerlerimiz girmeye başlayınca, İzmirli genç vatansever evinde günlerce sakladığı Türk bayrağını Kadifekale’ye dikmiş. Bayrağı gören ve esasen bozun halinde olan düşman büsbütün paniğe uğramış. Nif’e dönmek üzere tepeden ayrıldığımız zaman hava kararıyordu. Bucağın çevresi ATATÜRK ‘ü görmek için bekliyorlardı…’’
–Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi ve Ordularının Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa İzmir’de!
10 Eylül 1922 Pazar.
Zeki Sarıhan’a göre, …’’Geceyi Nif’te geçiren Gazi Paşa, sabah erkenden başyaveri Salih (Bozok) Bey’i kendisine bir karargâh hazırlamak üzere İzmir’e göndermişti. Bir zamanlar Kral Konstantin’in ve Steryadis’in oturduğu köşke gelen Salih Bey’e çevreden toplanan kadınlar ’’Biz Paşamız için her şeyi kendi elimizle yapacağız, her şeyin hazır olduğunu gidin kendisine söyleyin’’ dediler. Gazi Paşa, bu haberi beklemeden karargâhı, Fevzi ve İsmet Paşalarla birlikte İzmir’e gelerek Hükümet Konağı’na indi. İzmir halkı, Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya büyük sevgi gösterilerinde bulundu.’’
Yaver Salih Bozok’un aktardığına göre kendisi karargâh işini hallettikten sonra Nif’e dönmüştür: …’’Türk ordusunun İzmir’e doğru yürüyüşü devam ederken Mustafa Kemal’de yaverleriyle birlikte orduyu çok yakından takip ediyordu. Nif kasabası (bugünkü adı Mustafa Kemal Paşa kasabasıdır) yakınlarından bir köyün önünden geçerken köylüler de yolun kenarına çıkmışlar, gelen askerleri seyrediyorlardı. İsteyenlere su vermek için de yanlarında ve ellerinde testiler ve bakraçlar vardı. Otomobil tam onların yanına vardığı zaman biraz durmaya mecbur oldular. Çünkü önlerini ve yolu bir nakliye aracı kapatmıştı. Yolun açılmasını beklerken Paşa, tabakasından çıkardığı sigarasını yakmak için gözündeki toz gözlüklerini alnına kaldırdığında, köylülerin arasında bulunan orta yaşlı bir adam, dikkati çekecek kadar bir devinimle otomobile doğru gelmeye ve Paşa’nın yüzüne dikkatle bakmaya başladı. Yaver Salih (Bozok) kendisinden kuşkulandı. Fakat ona bir şey hissettirmeden hareketini izliyordu. Otomobilin yanına yaklaştı ve elini cebine soktu. Bir kartpostal çıkardı. Önce karta, sonra da Paşa’nın yüzüne baktı. Birkaç kez aynı şeyi yaptıktan sonra titrek bir sesle yolun kenarındaki köylülere hitaben ’’Arkadaşlar, Mustafa Kemal Paşa’dır!’’ dedi ve parmağı ile de önce kartı sonra da Paşa’yı göstererek ’’Bu sensin!’’ dedi. Salih, o zaman gösterdiği karta baktı. Paşa’nın fotoğrafı olduğunu görünce şaşırdı. Köylüler bu kişinin Mustafa Kemal olduğunu anlayınca otomobile hücum eder gibi koştular. Kimisi neredeyse ayağının tozunu yüzüne sürüyor, kimisi pelerinin yakasını öpüyor, kimisi de ayaklarına kapanarak hıçkırıklarla ağlıyordu. Bu manzara ve köylülerin bu hali Yaver Salih’i de ağlattı. Köylülerin elinden zor kurtularak yola devam ettiler.’’ (Salih Bozok – Cemil S. Bozok, ‘’Hep Atatürk’ün Yanında’’, Sf:197,198.)
Atatürk’ün manevi torunu S. Eriş Ülger’e göre de, …’’10 Eylül 1922 İzmir’in, unutamayacağı bir gündür. Beklenen Gazi Mustafa Kemal Paşa gelecektir. Ve beklenen tarihte yanında silah arkadaşları olduğu halde, Paşa, İzmirlilerin çiçeklerle süsleyip hediye ettikleri araba ile İzmir’e girmiştir. ’’Sen çok yaşa Gazi Paşa’’ sesleri tüm Ege’yi inletecek, İzmirliler, günlerdir bekledikleri Gazi Paşa’larını bir anda bağırlarına basacaklardır.
O gün Gazi Paşa’yı İzmir’e getiren araba, İzmirlilerin sevinç gösterileri arasından süzülerek Hükümet Konağı’nın önüne gelecek ve Gazi Paşa arabasından inip konağın merdivenlerinin önüne gelince, kaşları çatılacak, yüzü donuklaşacak ve karşılayıcılardan birine merdivenlerin üzerine serilmiş olan Yunan bayrağını göstererek soracaktır:
-’’Nedir bu?’’
-’’Yunan bayrağı, Paşam. Kral Konstantin buraya girerken merdivenlerin üzerine Türk bayrağı serdirmiş ve üzerine basarak girmişti.’’
-’’O hata etmiş. Kaldırın bu bayrağı yerden. Bayrak bir milletin şerefidir. Ne olursa olsun, yerlere serilemez ve çiğnenemez.’’
Gazi Paşa Yunan bayrağı hemen kaldırılıp bir kenara konulduktan sonra beyaz mermer merdivenlerinden adeta süzülerek konaktan içeri bir ilah gibi girecektir.(’’Türkiye Cumhuriyeti ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’’, Akser Turizm ve Tic. A.Ş., ’’Cumhuriyetimizin 75. Yıl Dönümü Anısına’’, Sf:14.)
ATATÜRK ’ün emir başçavuşu Ali Çavuş anılarında 10 Eylül günü Gazi Paşa ile birlikte İzmir’e girişlerini şöyle anlamıştır:
…’’Atatürk ve mahiyeti, geceyi Nif’te geçirdikten sonra 10 Eylül sabahı İzmir’e hareket etti. Öğleden evvel her tarafı yanmakta olan İzmir’e girildi.
İzmir’in kenar mahallesinden başlayan yangın, içeriye girildikçe artıyordu. Halk hiçbir şey umursamadan Başkumandanını karşılıyordu. Atatürk, Erzurum’da çıkardığı resmi asker elbisesini giymişti. Elbise otomobilindeydi. Erzurum’da ’’Allah kısmet ederse bir daha giyerim’’ demişti. Allah kısmet etmiş ve çok sevdiği resmi elbisesini o gün giymişti.
Azınlıklar ve sivil Yunanlılar her tarafı doldurmuş, İzmir ana baba günü olmuştu. Bilhassa Kordonboyu’ndan geçmeye imkân yoktu. Arabalar bir adım ilerlese kalabalıktan birbirini iten halk denize dökülüyordu. Limandaki bütün gemiler direklerine Kızılay ve Kızılhaç bayraklarını toka etmişlerdi. Bir yandan yabancı gemiler, kendilerine ait olan halkı gemilere taşıyorlardı.
Oldukça güç bir ilerlemeden sonra, vilayet konağına gidildi. Kordonboyu’ndaki bina hazırlanıncaya kadar ATATÜRK vilayet konağında kaldı. Aynı gün öğleden sonra Yunan bayrağını bir atın kuyruğuna bağlayarak İzmir’e giren Çolak İbrahim çetesi ATATÜRK ‘ün önünden güzel bir geçit yaptı. ATATÜRK, atın kuyruğuna bağlanmış yerde sürünen Yunan bayrağını görünce beni yanına çağırttı ve bana, ’’Bayrağı ters taşıyabilirler. Fakat yerde süründürmesinler. Bu bizim adaletimize yakışmaz’’ diyerek bayrağı atın kuyruğundan kaldırttı.
Atatürk, birkaç gece düşman başkumandanının Karşıyaka’da işgal suretiyle kaldığı Fahrettin Paşa Köşkü’nde ikamet etti. Bu arada İzmir’deki yabancı gemiler Türklerin İzmir’i işgal ettiğini telsizleriyle kendi memleketlerine, ’’Türklerin piyadesi süvari, kağnıları otomobil, süvarileri de uçak’’ diye bildirmişlerdi. Bu haber üzerine İzmir’e bir heyetin geldiği öğrenildi. Fakat limana girilmesine müsaade edilmedi. Heyetin ısrarlı ricalarından sonra müsaade edilerek limana girmeleri sağlandı. Durumu kendi gözleriyle görüp haberin doruluğunu memleketlerine bildirmelerinden sonra müsaade alıp gittiler. (Zeynel Lüle, ’’Mustafa Kemal’in Can Yoldaşı – Ali Çavuş’’, Doğan Kitap, 2008, Sf:134.)’’
İzmir’in dağlarında yeniden çiçekler açacak ve artık sonsuza kadar bir Türk kenti olacaktı.