Bugün 12 Mayıs 2024, pazar ve “Anneler Günü”. Birçok ülkede olduğu gibi 1955 tarihinden itibaren Türkiye’de de kabul gören önemli günlerden biridir.
Toplumun büyük bir kesimi tarafından kutlanan “Anneler Günü”, Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk başkenti olan Philadelpia şehrinde Anna Jarvis’in 9 Mayıs 1905 tarihinde “Salı Günü(!)” vefat eden annesinin ölümüne üzülmesiyle hem kendi annesi hem de bütün annelerin mayıs ayının ikinci pazar günü anılması için girişimlerde bulunmasıyla ortaya çıkmıştır.
Bu sebeple ilk defa 1908 senesinde 407 çocuk annesiyle birlikte özel bir gün olarak kutlanmış ve bu kutlama çok fazla ilgi görmüştür. 1914 senesi geldiğinde de Anneler Günü resmiyet kazanmış ve bir yıl sonra kutlanmaya başlamıştır.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Thomas Woodrow Wilson, 8 Mayıs 1914 tarihinde Kongrede aldığı kararla mayıs ayının ikinci pazar gününü “Anneler Günü” olarak ilan etmiş ve kutlanması için de bir bildiri yayımlamıştır. Gazetelerde bu özel gün için “Ulusal Anneler Günü Senato Kararıyla Kabul Edildi” haberine yer verilmiştir. Böylece Anneler Günü’nü resmi olarak kabul eden ve 1 yıl sonra 9 Mayıs 1915 tarihinde pazar günü kutlayan ilk ülke Amerika Birleşik Devletleri olmuştur.
ABD Başkanı Wilson’un Anneler Günü’nü ilan etmesinde birçok farklı görüşler ortaya atılmıştır. Gerekçesi ise Hristiyanlığın yayılması ile ticaretin arttırılmasının amaçlanması olarak gösterilmiştir. Örneğin 8 Mayıs 1915 tarihli The Hattıesburg News haberine göre: “… Anneler Günü’nün kutlanmasında pazar günü özellikle seçilen bir gündür.
Pazar günü Hristiyanlara göre Hz. İsa’nın dirildiği gündür. Bugün de “Mass Ayini” adını verdikleri bir ayin gerçekleştirilir. Ortodokslar her pazar günü bu ayini düzenler. Ann Reeves Jarvis, salı günü vefat etmesine rağmen Anneler Günü için Pazar gününün belirlenmesinde bu dini inançlar etkin olmuştur.”
Anneler Günü’nün canlı bir şekilde kutlanması için ülke genelinde çeşitli etkinlikler düzenlenmiş, kutlamalar esnasında annelere verilen çiçekler, bugünün sembolü haline gelmiştir. Anneler Günü sayesinde başta çiçek ve çikolata olmak üzere hediye sektöründe artış yaşanması planlanmış ve ilerleyen süreçte ticari bir güne dönüşmüştür.
ATATÜRK diyor ki: “…Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönlerde onların üstüne çıkacak nur ve irfanla donanacaklarına asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım (1923).”
Anneler Günü, Türkiye’de ise 1930’lu yıllarda gündeme gelmiştir. Bu durumun kendi içinde özel nedenleri vardır: -Birinci Dünya Savaşı, -Millî Mücadele Dönemi, -Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması sürecinde yaşananlar…
Millî Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasından sonra kurulan Cumhuriyet rejiminin iki ana gayesinden birincisi yüzyıllar boyunca Müslüman ve gayrimüslimlerden oluşmuş bir halklar topluluğundan bir ulus-devlet inşa edip bireyleri tebaa ve reaya olmak durumundan çıkarıp birer yurttaş haline sokmak.
İkincisi ise Millî Mücadeleyi bir iktisadi kurtuluş savaşı ile taçlandırmak. Türkiye’de yaşayan azınlıklar Cumhuriyet’in kurucularını oldukça meşgul etmişti. Bunun en açık göstergesi Mustafa Kemal ATATÜRK ’ün Nutuk’ta azınlıklara verdiği yerdir. Nutuk’un birçok yerinde azınlıkların Millî Mücadele esnasındaki ayrılıkçı emellerine atıfta bulunan ATATÜRK, bu davranışlarından dolayı azınlıklara oldukça ihtiyatla yaklaşmış, bir ölçüde onları potansiyel tehlike olarak görmüş ancak onlara karşı herhangi olumsuz bir kitle hareketinden de özelikle kaçınmıştır.
Millî Mücadele sona erdikten sonra ise azınlıklara karşı herhangi bir misillemede bulunmadığı gibi, onlara eşit haklar tanımayı da kabul etmiştir. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Thomas Woodrow Wilson’un ünlü on dört ilkesinin on ikincisinde, “Osmanlı İmparatorluğu’nun, nüfusunun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bölümlerinde Türk egemenliği güvence altına alınmalı; İmparatorluk sınırları içindeki diğer ulusların yaşam güvenlikleri ve özerk girişimleri sağlanmalıdır…” yazmaktadır.
ATATÜRK, Nutuk’ta da belirttiği gibi Osmanlı İmparatorluğu altında gayrimüslimlere bu imtiyazlar fazlasıyla tanındığından ve ABD Başkanı Wilson’un bu talebi burası için yeni bir şey olmadığından, Türkiye’de bu maddeyi kabul etmiştir. ATATÜRK ‘e göre İstanbul’un Fethi’nden itibaren gayrimüslimlerin yüzyıllar boyunca elde etikleri imtiyazlar göz önünde bulundurulduğunda, Türk milletinin dünyanın en hoşgörülü ve soylu bir milleti olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktaydı…
Anneler Günü, Türkiye’de ilk kez 1930’lu yıllarda gündeme gelmiştir. Bu yıllar, Türkiye’de kadınlara siyasi ve sosyal hakların verilmeye başlandığı yıllar olarak dikkati çekmektedir: -1930 yılında belediye seçimlerine, -1933 yılında muhtarlık seçimlerine, -1934 yılında da kadınlara milletvekili seçimlerine katılma hakkı verilmiştir. Evet, Türkiye’de ilk olarak Anneler Günü’nün öncüsü Himaye-i Etfal Kadın Yardım Cemiyeti’dir. Doktor Mehmet Fuat Umay tarafından kurulan bu cemiyet 28 Ocak 1938 tarihinde “Yardım Severler Cemiyeti” olarak adını değiştirmiştir.
Himaye-i Etfal Kadın Yardım Cemiyeti ilk toplantısını 19 Ocak 1928 tarihinde gerçekleştirmiştir. Bu cemiyete bağlı olarak kurulan Himaye-i Etfal Anneler Birliği, belirli günlerde kongreler düzenleyerek özellikle bakıma muhtaç çocukların ihtiyaçları konusunda kararlar almıştır. Nitekim 25 Haziran 1931 tarihinde gerçekleştirdiği kongrede 23 Temmuz’u Anneler Günü olarak kabul etmiştir.
Bu haber, Hakimiyeti Milliye gazetesine, “23 Temmuz’un Anneler Günü olarak kabul edilmesi teklifi kabul edildi.” şeklinde yansımıştır. Cemiyet, 1934 yılında da 23 Nisan Çocuk Haftası’nın sonuna rastlayan 29 Nisan’ı Anneler Günü olarak kabul etmiştir. Lakin bugün için ulusal çapta herhangi bir kutlama programı yapılmamış, resmi olarak Yılın Annesi seçilmemiştir.
Türkiye’de Anneler Günü, resmi olarak ilk defa 1955 tarihinde Demokrat Parti döneminde 5 Mayıs 1955 tarihinde kutlanmaya başlanmış 8 Mayıs Pazar günü evinin önünde düzenlenen ödül töreni ile Türk Kadınlar Birliği tarafından Yılın Annesi Nene Hatun seçilmiştir. Böylece Türkiye’de ilk defa Yılın Annesi olarak seçilen Nene Hatun olmuştur. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından verilmiş olan “3.Ordunun Nenesi” unvanını taşımaktadır. Nene, 1854 yılında Erzurum’un Pasinler ilçesine bağlı Çeperli Köyü’nde doğmuştur. Babasının adı Hüseyin, annesinin adı Zeliiha’dır.
22 Mayıs 1955 tarihinde zatürre teşhisiyle tedavi gördüğü Erzurum Hastanesinde vefat etmiş, cenazesi, resmî törenle Aziziye Şehitliği’ne defnedilmiştir. 93 Harbi’nde (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı) Rus askerlerinin 8 Kasım 1877 gecesi Aziziye Tabyasını ele geçirdiği haberinin Erzurum’da sabah ezanında minarelerden duyurulması üzerine, 3 aylık bebeğini evde bırakarak Osmanlı askerine yardım için taş ve sopalarla mücadeleye giren şehir halkına katılmış ve gösterdiği kahramanlıktan dolayı halk tarafından kendisine “Nene Hatun” denilmişti. Aziziye savunması sırasında henüz 20 yaşında olan Nene Hatun, köyünden Mehmet Efendi ile evliydi. Rus ordusunun Pasinler’i işgal edip Erzurum’a doğru ilerlemesi üzerine düşman işgali altında kalma endişesinden dolayı eşi ile birlikte Erzurum’a göç etmişti. Nene Hatun’un dördü erkek (Yusuf, Nazım, Abdurrahman ve Musa), ikisi kız (Asime ve Nevriye) adlarında altı çocuğu olmuştur.
Oğullarından ikisi Birinci Dünya Savaşı’nda şehit olmuştur. ATATÜRK diyor ki: “…Belki erkeklerimiz, memleketi istila eden düşmana karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüslerini germekle düşman karşısında hazır bulundular. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir.
Memleketin yaşama vasıtalarını hazırlayan kadınlarımız olmuş ve kadınlarımız olmaktadır. Kimse inkâr edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin yaşama kabiliyetini tutan hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, ürünleri pazara götürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber, sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin harp malzemesini taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o kutsal Anadolu kadınları olmuştur. Bundan ötürü hepimiz, bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle analım ve kutlayalım.” Türkiye’de Nene Hatun’un Yılın Annesi seçilmesi ile birlikte Anneler Günü kutlamalarına aralıklarla devam edildi.
Türk tarihine katkı sağlayan önemli anneler veya kadınlar, farklı tarihlerde “Yılın Annesi” seçilerek onurlandırıldılar. Çünkü bu millet, esas terbiyesini aileden almaktadır ve Türk milleti öyle analara sahiptir ki, her devrin büyük adamlarını bu analar yetiştirmiştir.
Erkeklere ilk nasihati veren ve onun üzerinde ilk analık ve nüfuz ve tesirini tesis eden kadındır. Kuşkusuz, modern dünya tarihinin kaydettiği karizmatik liderlerin başında, yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden modern Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran büyük önder, ebedi başkomutan, saygın devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK ’ün annesi Zübeyde Hanım gelmektedir.
Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün üstün bir önder olarak kişiliğinin oluşmasında, yetişmesinde şüphesiz, içinde yaşadığı çevre etkin rol oynamıştır. Bu süreçte aile çevresi, ilk öğrenimi, Mülki ve Askeri Rüştiye, Manastır Askeri İdadisi, Harp Okulu ve Harp Akademisindeki eğitim ve öğrenimleri bilgi birikiminin oluşmasında ve kişiliğinin şekillenmesinde büyük etkiler yapmıştır.
Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün düşünce yapısını oluşması ve ileriye dönük fikirlerinin şekillenmesi, ileride gerçekleştireceği önemli işlerle ilgili bilinçli bir fikri alt yapısının oluşması da bu yıllardan başlayarak gerçekleşmiştir. Bu bakımdan, aile çevresi ve çocukluğu da dikkate alındığında 1881’den Harp Akademisini bitirdiği 1905’e kadar olan dönem büyük önem taşımaktadır. Yaklaşık yirmi beş yıllık bu zaman diliminde dış çevre olarak çocukluğunun geçti değişik mekanlar, okullar, Manastır ve Selanik şehirleri söz konusudur.
İç çevre açısından ise genç Mustafa Kemal’i etkileyen arkadaşları, dersler, öğretmen ve yöneticiler, olaylar, düşünürler, şairler, yazarlar, okuduğu kitaplar birikim ve kişiliğinin kaynaklarıdır.
Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün düşünce yapısının oluşması ve ileriye dönük fikirlerinin şekillenmesi, ilerde gerçekleştireceği önemli işlerle ilgili bilinçli bir fikri alt yapısının da oluşması da bu yıllardan başlayarak gerçekleşmiştir:
(…)” ATATÜRK, Gazi Mustafa Kemal (1881 – 1938). Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı. 1881’de Selanik’te doğdu: asıl adı Mustafa’dır. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanımdır. Babası Selanik Efkâf Katipliğinde ve Rüsumat Memurluğunda, 1876 da Selanik Asakir-i Milliye Taburunda birinci mülazım (Üsteğmen) olarak bulunmuştu. Daha sonra memurluktan ayrılarak kereste ticaretiyle meşgul olmuştur. Mustafa küçük yaşta iken babasını kaybederek yetim kaldı. Kendisini Zübeyde Hanım yetiştirdi.
Mustafa İlk öğrenimini Selanik’te “Şemsi Efendi Mektebinde” yaptı. Bu okul yeni usulde öğretim yapmak üzere Selanik’te açılmış ilk özel okuldu. Mustafa çocukluğuna ve ilk öğretim hayatına ait anılarını anlatırken: “…Çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey, mektebe gitmek meselesine aittir. Bundan dolayı anam ve babam arasında şiddetli bir mücadele vardı.
Annem, ilahilerle mektebe başlamamı ve mahalle mektebine gitmemi istiyordu. Rüsümatta memur olan babam, o zaman yeni açılan Şemsi Efendinin mektebine devam etmeme ve yeni usul üzerine okumama taraftardı. Nihayet babam işi mahirane surette halletti: evvelâ merasimi mûtade ile mahalle mektebine başladım.
Bu suretle annemin gönlü yapılmış oldu. Birkaç gün sonra da mahalle mektebinden çıktım, Şemsi Efendi’nin mektebine kaydedildim. Az zaman sonra babam vefat etti. Annemle beraber dayımın nezdine yerleştik. Dayım köy hayatı geçiriyordu. Ben de bu hayata karıştım. Bana vazifeler veriyor, ben de bunları yapıyordum. Başlıca vazife tarla bekçiliği idi. Kardeşimle (Bayan Makbule Boysan – Atadan) beraber bakla tarlasının ortasındaki bir kulübede oturduğumuzu ve kargaları kovmakla uğraştığımızı unutamam. Çiftlik hayatının diğer işlerine de karışıyordum. Böylece biraz vakit geçince annem, benim mektepsiz kaldığım için endişe etmeğe başladı. Nihayet Selanik’te bulunan teyzemin evine gitmeme ve mektebe devam etmeme karar verildi. Selanik’te Mülkiye İdadisine kaydolundum.
Mektepte Kaymak Hafız isminde bir hoca vardı. Bir gün sınıfımıza ders verirken ben diğer bir çocukla kavga ettim. Çok gürültülü oldu. Hoca beni yakaladı. Çok dövdü. Bütün vücudum kan içinde kaldı. Büyük validem zaten mektepte okumama aleyhtardı. Beni derhal mektepten çıkardı. Komşumuzda Binbaşı Kadri isminde bir zat oturuyordu. Oğlu Ahmed Bey askeri rüştiyesine devam ediyor ve mektep elbisesi giyiyordu. Onu gördükçe ben de böyle elbise giymeğe hevesleniyordum. Sonra sokaklarda zâbitler görüyordum. Bu dereceye vasıl olmak için takipedilmesi lazım gelen yolun, askeri rüştiyesine girmek olduğunu anlıyordum.
O sırada annem Selanik’e gelmişti. Askeri rüştiyesine girmek istediğimi söyledim. Validem askerlikten mütehaşi idi. Asker olmama şiddetle mümanaat ediyordu. Kabul imtihanı zamanı ona sezdirmeden kendi kendime askeri rüştiyesine giderek imtihan verdim. Böylece valideye karşı bir emri vâkı ihdas edilmiş oldu. (1893)” Mustafa, bu okulda en çok matematik derslerine merak saldırıyor ve derslerinden daha üstün problemlerle uğraşıyor. Öğretmenine sorular yazıyor, öğretmen de kendisine yazılı cevaplar veriyordu. Adı Mustafa olan bu öğretmen bir gün talebesi küçük Mustafa’ya: “Oğlum, senin de ismin Mustafa, benim de…Bu böyle olmayacak. Arada bir fark bulunmalı, bundan sonra senin adın Mustafa Kemal olsun” diyor. İşte o zamandan beri başlayarak küçük Mustafa’nın adı Mustafa Kemal oluyor. Selanik Askeri Rüştiyesi’ni bitiren Mustafa Kemal, Manastır Askeri İdadisi ’ne kaydolundu (1895). Burada matematik dersleri kendisine pek kolay geliyordu. Fakat Fransızcadan gerideydi. Fransızca öğretmeni kendisiyle meşgul olyor ve bazen acı ihtarlarda bulunuyordu. Bu durum Mustafa Kemal’in gücüne gidiyordu.
İlk sıla zamanında Fransızcasını ilerletmek için çare aradı, ilk üç ay gizlice Selanik’teki Frerler okulunun özel sınıfına devam ederek Fransızcasını kuvvetlendirdi. Manastır Askeri İdadisinde sınıf arkadaşı bulunan Ömer Naci, kendisinde şiir ve edebiyata ilgi uyandırmıştı. Fakat okula yeni gelen kitabet öğretmeni şiirle meşgul olmasının kendisini asker olmasını uzaklaştıracağını söyleyerek şiirle uğraşmasını önledi. Bununla beraber güzel yazmak ve güzel söylemek isteği Mustafa Kemal’de daima yaşadı.
Manastır Askeri İdadisini başarı ile bitiren Mustafa Kemal, İstanbul’a giderek Harp Okulu’nun piyade sınıfına kaydolundu (13 Mart 1899). Matematik merakı kendisinde burada da devam ediyordu. Harp Okulu’nun birinci sınıfındaki hayatını anlatırken: “…Birinci sınıfta saf gençlik hayallerine tutuldum. Dersleri ihmal ettim. Senenin nasıl geçtiğinin hiç farkında olmadım. Ancak dersler kesilince kitaplara sarıldım” diyor. İkinci sınıfa geçtikten sonra kendisinde askerlik derslerine karşı merak artıyor. Şiir yazmak hususunda idadideki öğretmeninin koyduğu yasağı unutmuyor, fakat güzel söz söylemek ve güzel yazı yazmak hevesi devam ediyor. Teneffüs zamanlarında arkadaşlarıyla münakaşalar tertip ediyorlar, hitabet temrinleri yapıyorlardı.
Bu sıralarda yavaş yavaş Mustafa Kemal’in kafasında siyasi düşünceler yer almaya başladı. İkinci Abdülhamit devrinin en sıkı günleriydi. Harp Okulu öğrencileri, vatansever Namık Kemal’in eserlerini gizli gizli, hatta okul idaresinin sıkı tedbirlerine rağmen geceleri yatakhanede okuyorlardı. Bu eserleri okuyanlara karşı kovuşturma yapılması genç dimağlarda büsbütün şüpheler uyandırıyor ve hükümet işlerinde bir berbatlık bulunduğu hissini doğuruyordu.
Harp Okulunu bitiren Mustafa Kemal erkânıharp sınıfına (Harp Akademisi) ayrıldı (1902). Buradaki hayatından bahsederken Mustafa Kemal: “…Mütat olan derslere iyi çalışıyordum. Bunların fevkinde olarak bende ve bazı arkadaşlarda yeni fikirler peyda oldu. Memleketin idaresinde ve siyasetinde fenalıklar olduğunu keşfetmeye başladık. Binlerce kişiden ibaret olan Harp Okulu talebesine bu keşfimizi anlatmak hevesine düştük. Mektep talebesi arasında okunmak üzere mektepte el yazısıyla bir gazete tahsis ettik. Sınıf dahilinde ufak bir teşkilatımız vardı. Ben heyeti idareye dahildim.
Gazetenin yazılarını ekseriyetle ben yazıyordum. O zaman Mekâtip Müfettişi İsmail Paşa vardı. Bu harekatımızı keşfetmiş. Takip ettiriyormuş. Mektebin müdürü Rıza Paşa isminde bir zattı. Bu zat padişah nezdinde İsmail Paşa tarafından tahtie edilmiş.
Mektepte böyle talebe var. Ya farkında olmuyor ya müsamaha ediyor, denilmiş. Rıza Paşa mevkiini muhafaza için inkâr etmiş.” Birgün Mustafa Kemal ve arkadaşları o tarihte Harp Okulu içinde bulunan veteriner dershanelerinden birisine girerek kapıyı kapamışlar ve çıkarmakta oldukları gazetenin yazılarıyla meşgul olmaya başlamışlardı. Nasılsa bu hareket duyulmuş, Rıza Paşa’ya haber vermişler, Paşa da sınıfı basarak bunları suçüstü yakalamıştı. Fakat müsamaha göstermiş, yalnız dersten başka şeylerle meşgul oldukları için tevkif edilmelerini emretmiş, sınıftan çıkarken de izinsizle iktifa olunabilir demiş, sonra da hiçbir ceza tatbikine lüzum olmadığını söylemişti.
Mustafa Kemal, Erkânıharp sınıflarında bir yandan bu yolda siyasetle uğraşırken, bir yandan da kafasını dolduran türlü askeri meselelerin halli için, klasik ders konularının dışında kalan, fakat bir komutanın muhakkak bilmesi gereken işler üzerinde de zihin yoruyordu. Bu sebeple geceleri gözüne uyku girmiyor, mana ve mahiyetini henüz anlayamadığı duyguların içinde çarptığını hissediyor; küskün, kederli ve içinden gelen bir isyan duygusuyla dolu bir halde yaşıyordu.
Bu sırada bir gün, çok saydığı tâbiye hocası Trabzonlu Bay Nuri’nin derste gerilladan “Onu bastırmakta yapmak kadar güç bir harekettir” diye bahsedişi, Mustafa Kemal’i bunu öğrenmeğe teşvik ediyor. Bu konudaki dersin Türkiye’nin muayyen bir yerinde olmuş gibi izah edilerek alınacak tedbirlerin orada nasıl tatbik olunacağını anlatmasını öğretmeninden rica ediyor ve öğretmenin bu maksatla verdiği bir ödevi aradığına kavuşmuş bir aşık gibi memnunluk duyarak zevkle hallediyor.
“https://www.sechaber.com.tr/wp-content/uploads/2024/05/63c3abc6-92a9-4dd0-96ce-3aef6c25d9fa-151×300.jpeg” alt=”” width=”151″ height=”300″ Mustafa Kemal, 11 Ocak 1905’te Harp Akademisi’ni bitirerek yüzbaşı rütbesiyle okuldan çıktı. Mustafa Kemal, Harp Okulu’ndan 320 kişilik piyade sınıfının yirmincisi olarak mezun olmuş ve Harp Akademisi’nden otuz yedi kişilik sınıfından kurmaylık hakkını kazanan on üç subay arasında, aldığı üç yıllık ders notlarının toplamına göre, beşinci olarak diploma almıştır.
Harp Akademisi’ni bitirdikten sonra Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbul’da kalacakları müddet için faaliyetlerine devam edebilmek üzere aralarından biri namına bir apartman kiraladılar. Ara sıra burada toplanıyorlar, memleket meselelerini görüşüyorlardı. Genç subayların bu hareketleri Abdülhamit’in hafiyeleri tarafında gözden kaçırılmıyordu. Bir gün, subayken askerlikten çıkarılmış ve itimatlarını kazanmış Fethi adında birinin ihanetiyle saray tarafından tevkif olundular ve birkaç ay mevkuf kaldıktan sonra serbest bırakıldılar. Bir müddet sonra kendilerini Erkânıharbiye (Genelkurmay) dairesine çağırdılar.
Bunların Edirne ve Selanik’e yani o zamanki İkinci ve Üçüncü Ordulara gönderilmeleri kararlaştırılmıştı. Kur’a çekeceklerini, fakat aralarında anlaşırlarsa buna lüzum kalmayacağını söylediler. Mustafa Kemal’in işareti üzerine anlaşarak aralarında İkinci ve Üçüncü Orduya gidecekleri ayırdılar. Fakat derhal uyuşmaları kendileri hakkında şüphe uyandırdı.
Bunun üzerine Mustafa Kemal’i Şam’a Beşinci Ordu’ya yolladılar ve burada Otuzuncu Süvari Alayında staj yapmaya memur ettiler…” Namık Kemal, 93 Harbi esnasında duygularını yazdığı “Vatan Mersiyesi”nde dile getirmiş ve yazmış olduğu manzumelerdeki ülkedeki erkekleri vatan için yardıma çağırmıştır. Namık Kemal’in Vatan Mersiyesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK ’ü öğrencilik yıllarından beri etkileyen bir şiir olmuştur.
Arkadaşı Ali Fuat Cebesoy, anılarında bir gün Harp Okulu öğrencisi birkaç arkadaş 93 Harbi’ni konuşurken Mustafa Kemal’in birden Vatan Mersiyesi’nin ünlü tekrar eden beytini (Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini / Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini) söylediğini anlatır.
Nitekim Kurtuluş Savaşı devam ederken Mustafa Kemal Paşa, Namık Kemal’in Vatan Mersiyesi’nde tekrar eden beyiti 13 Ocak 1921 günü Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden okumuş ve şöyle bir nazire ile cevap vermiştir: “Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini / Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.” (Not: Bu söz, Ankara’da 1927’de Ulus Meydanı’na dikilen Zafer Anıtı üzerinde yer almaktadır. Evet, bugün 12 Mayıs 2024, pazar ve “Anneler Günü”. Bu vesile ile Seç Haber ailesi olarak başta Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün annesi Zübeyde Hanım (d: 1857 – ö: 15 Ocak 1923) ve şehit annelerimiz olmak üzere Türk tarihine katkı sağlayan, dünya kadınlığına elini vererek dünyanın barış ve güveni için çalışan tüm kadınlarımızın Anneler Gününü kutluyoruz.
Mustafa Kemal, 11 Ocak 1905’te Harp Akademisi’ni bitirerek yüzbaşı rütbesiyle okuldan çıktı. Mustafa Kemal, Harp Okulu’ndan 320 kişilik piyade sınıfının yirmincisi olarak mezun olmuş ve Harp Akademisi’nden otuz yedi kişilik sınıfından kurmaylık hakkını kazanan on üç subay arasında, aldığı üç yıllık ders notlarının toplamına göre, beşinci olarak diploma almıştır. Harp Akademisi’ni bitirdikten sonra Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbul’da kalacakları müddet için faaliyetlerine devam edebilmek üzere aralarından biri namına bir apartman kiraladılar. Ara sıra burada toplanıyorlar, memleket meselelerini görüşüyorlardı. Genç subayların bu hareketleri Abdülhamit’in hafiyeleri tarafında gözden kaçırılmıyordu. Bir gün, subayken askerlikten çıkarılmış ve itimatlarını kazanmış Fethi adında birinin ihanetiyle saray tarafından tevkif olundular ve birkaç ay mevkuf kaldıktan sonra serbest bırakıldılar. Bir müddet sonra kendilerini Erkânıharbiye (Genelkurmay) dairesine çağırdılar. Bunların Edirne ve Selanik’e yani o zamanki İkinci ve Üçüncü Ordulara gönderilmeleri kararlaştırılmıştı. Kur’a çekeceklerini, fakat aralarında anlaşırlarsa buna lüzum kalmayacağını söylediler. Mustafa Kemal’in işareti üzerine anlaşarak aralarında İkinci ve Üçüncü Orduya gidecekleri ayırdılar. Fakat derhal uyuşmaları kendileri hakkında şüphe uyandırdı. Bunun üzerine Mustafa Kemal’i Şam’a Beşinci Ordu’ya yolladılar ve burada Otuzuncu Süvari Alayında staj yapmaya memur ettiler…”
Namık Kemal, 93 Harbi esnasında duygularını yazdığı “Vatan Mersiyesi”nde dile getirmiş ve yazmış olduğu manzumelerdeki ülkedeki erkekleri vatan için yardıma çağırmıştır. Namık Kemal’in Vatan Mersiyesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK ’ü öğrencilik yıllarından beri etkileyen bir şiir olmuştur. Arkadaşı Ali Fuat Cebesoy, anılarında bir gün Harp Okulu öğrencisi birkaç arkadaş 93 Harbi’ni konuşurken Mustafa Kemal’in birden Vatan Mersiyesi’nin ünlü tekrar eden beytini (Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini / Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini) söylediğini anlatır. Nitekim Kurtuluş Savaşı devam ederken Mustafa Kemal Paşa, Namık Kemal’in Vatan Mersiyesi’nde tekrar eden beyiti 13 Ocak 1921 günü Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden okumuş ve şöyle bir nazire ile cevap vermiştir: “Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini / Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.” (Not: Bu söz, Ankara’da 1927’de Ulus Meydanı’na dikilen Zafer Anıtı üzerinde yer almaktadır.
Evet, bugün 12 Mayıs 2024, pazar ve “Anneler Günü”. Bu vesile ile Seç Haber ailesi olarak başta Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün annesi Zübeyde Hanım (d: 1857 – ö: 15 Ocak 1923) ve şehit annelerimiz olmak üzere Türk tarihine katkı sağlayan, dünya kadınlığına elini vererek dünyanın barış ve güveni için çalışan tüm kadınlarımızın Anneler Gününü kutluyoruz.
İsmet İsmet Erarpat Ayrıca okuyabilirsiniz:
https://www.sechaber.com.tr/ataturk-ne-zaman-dogmustur/
https://www.sechaber.com.tr/benoist-mechinin-kalemiyle-ataturkun-cocuklugu/
https://www.sechaber.com.tr/hatirlar-misin-anne-bakin-ben-neler-olacagim-demistim/
https://www.sechaber.com.tr/allah-seni-bu-millete-bagislasin-mustafam/
https://www.sechaber.com.tr/ataturkun-annesi-zubeyde-hanimin-az-bilinen-bir-yonu/
https://www.sechaber.com.tr/turk-kadininin-haklarinin-gelisimi-ve-hukuki-durumu-1-bolum/
https://www.sechaber.com.tr/turk-kadininin-haklarinin-gelisimi-ve-hukuki-durumu-2-bolum/
https://www.sechaber.com.tr/ataturk-ve-turk-kadin-kiyafetinde-inkilap/
https://www.sechaber.com.tr/cumhuriyet-balolari/
https://www.sechaber.com.tr/biliyor-musunuz-ben-de-evliydim/
https://www.sechaber.com.tr/17-subat-1926-turk-medeni-kanunu/
https://www.sechaber.com.tr/cumhuriyetin-turk-kadinini-daveti/
https://www.sechaber.com.tr/ataturkun-cumhuriyet-kadini/
https://www.sechaber.com.tr/ataturkun-turk-kadinina-hitabi-23-mart-1923-konya/
https://www.sechaber.com.tr/ataturkun-hayatina-giren-kadinlar/