‘Genelge’ ya da ‘Sirküler’ anlamı üzerinden ifade edilen ‘Tamim’ kelimesi, güzel Türkçemizde yer alan birçok sözcükte olduğu gibi Arapça kökenlidir.
Millî Mücadele döneminin başlangıcında Mustafa Kemal Paşa tarafından hazırlanarak bütün komutanlara ve sivil idare amirlerine gönderilen ilk genelge(!) 28 Mayıs 1919 tarihli Havza Genelgesidir. Bundan başka, Mustafa Kemal Paşa tarafından 21 Haziran 1919 tarihinde İstanbul’da bulunan bazı kişilere (kendi deyimleriyle) bir genelge niteliğinde Amasya’dan mektup yazılmıştır. Ancak, gerek Havza Genelgesi olsun, gerekse Amasya Mektubu ile ortaya çıkan sonuçlar incelendiğinde, kısa bir süre sonra Amasya’da 22 Haziran 1919’da yayımlanacak olan Amasya Genelgesi ile Millî Mücadelenin daha açık ve belirgin şekle dönüştürdüğü görülecektir.
Mustafa Kemal Paşa, Büyük Nutuk’unda:
(…)” Bir hafta kadar Samsun’da ve 25 Mayıs’tan 12 Haziran’a kadar Havza’da kaldıktan sonra Amasya’ya gittim. Bu süre içinde bütün yurtta millî teşkilat kurulması gerektiğini bir genelge ile bütün komutanlara ve sivil idare amirlerine bildirdim.
Dikkate değer bir noktadır ki, İzmir’i, daha sonra Manisa’yı ve Aydın’ı düşmanın ele geçirişi ve yapılan saldırı ve zulümler hakkında millet daha iyi aydınlanmamış; milli varlığa vurulan bu korkunç darbeye karşı açıktan açığa herhangi bir şikâyet gösterilmemişti. Milletin bu haksız darbe karşısında sessiz ve hareketsiz kalması, elbette milletin iyiliğine yorumlanamazdı. Onun için milleti uyarıp harekete geçirmek gerekliydi. Bu maksatla 28 Mayıs 1919 tarihinde valilere ve bağımsız mutasarrıflıklara, Erzurum’da 15.Kolordu, Ankara’da 20.Kolordu ve Diyarbakır’da 13.Kolordu Komutanlıklarına, Konya’da Ordu Müfettişliği ’ne şu yolda birer genelge gönderdim:
‘’İzmir’in ve daha sonra ne yazık ki Manisa ve Aydın’ın işgali, gelecekteki tehlikeyi daha açık olarak sezdirmiştir. Ülke bütünlüğümüzün korunması için, milletçe gösterilen tepkinin daha canlı ve sürekli olması gerekir. Ulusal yaşayışı ve bağımsızlığı bozan düşmanın yurda girişi ve yurt parçalarını koparıp alması gibi olaylar, bütün millete kan ağlatmaktadır. Istıraplar dindirilemiyor.
Sindirilmesi ve katlanılması mümkün olmayan bu duruma derhal son verilmesi, bütün uygar uluslarla, büyük devletlerin adaletinden ve etkisinden sabırsızlıkla beklendiği yolunda, önümüzdeki hafta içinde ve çeşitli illere göre, pazartesi başlayıp çarşamba gününe dek gerekli işlemlerin arkası alınarak, yapılacak büyük ve coşkun toplantılarla ulusal gösterilerde bulunulması ve bunun köylere varıncaya dek her yerde yapılması ve bütün büyük devletlerin temsilcileriyle Bâbıâli’ye etkili telgraflar çekilmesi ve yabancıların bulunduğu yerlerde bunlara da etki yapmakla birlikte, ulusal gösterilerde düzenin son derece korunması ve Hristiyan halka karşı bir saldırıya ve düşmanlık gösterisine benzer davranışlardan sakınılması çok gereklidir.
Sizler bu konularda duyarlı ve etkili bulunduğunuzdan işin iyi yönetileceğine ve başarılacağına güvenim tamdır. Sonucun bildirilmesini rica ederim.’’
Verdiğim bu talimat üzerine her yerde gösteri toplantıları yapılmaya başlandı…” (Not: Türkiye Cumhuriyeti Millî Savunma Bakanlığı Yönetim Genel Hizmetler Müdürlüğü Arşiv ve Askerî Tarih Başkanlığı tarafından, 2020’de yayımlanan “Millî Mücadele Albümü” adlı eserin 16’ncı, 17’inci ve 18’inci sayfalarından İstanbul’da 19 Mayıs 1919 günü Fatih’te, 23 Mayıs 1919’da Sultanahmet’te mitinglerin yapıldığı görülmektedir. Ancak bu tarihler Havza Genelgesinden öncedir. Mustafa Kemal Paşa, bu nedenini tarihi Amasya Mektubunda bizlere açıklamıştır.)
(…)” Verdiğim bu talimat üzerine her yerde gösteri toplantıları yapılmaya başlandı. Yalnız, birkaç yerde, bazı yersiz kuruntular yüzünden kararsızlığa düşüldüğü görüldü. Örneğin 15.Kolordu Komutanı’nın Trabzon hakkında gönderdiği 9 Haziran 1919 tarihli şifreden: “Miting sırasında Rumların uygunsuz davranışlarda bulunabilecekleri ve hiç yoktan bir olay çıkabileceği düşüncesiyle, mitinge karar verilmişken bu kararın uygulanmadığı… Gösteriyi düzenleyen heyetin toplantısında Istrati ve Polidis’in de bulunduğu” anlaşılıyordu.” (Not: Tümgeneral Musa Kazım Karabekir Paşa, 2 Mart 1919 günü 15. Kolordu Komutanlığı’na atanmış, İstanbul’dan 12 Nisan 1919 günü Erzurum’a hareket etmiştir.)
(…)” Trabzon, Karadeniz kıyısında önemli bir merkez olduğundan, orada ulusal ve faaliyetler konusunda gösterilen kararsızlık ve Yunanlılar aleyhinde yapılacak ulusal gösterileri kendisi yönetiyor ve miting kararlarını kendisi yazıp halka imza ettirdiğini söylüyor ve bize de bir örneğini gönderiyor. Bu adamın zavallı halka, gürültü patırtı arasında imza ettirdiği uzun yazılar içinde şu satırlar gizleniyordu:
“Türkler ilerleyip gelişemediyse ve Avrupa’nın uygarlık ilkelerini kabul edip benimsemediyse bu, şimdiye kadar iyi bir yönetime kavuşamadığından ileri gelmiştir. Türk milleti, ancak kendi padişahının buyruğu ve egemenliği altında olmak şartıyla, Avrupa’nın himaye ve kontrolü altında yaşayabilir.”
Efendiler, Sinop halkı adına İtilaf Devletleri temsilcilerine verilen 3 Haziran 1919 tarihli bu muhtıranın altındaki imzalara göz gezdirirken, müftü vekili efendinin imzası yanında bulunan imza, bilginize sunduğum satırları yazan ve yazdıran ruhu bana keşfettirdi. O imza, Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın ikinci başkanı olan zatın imzası idi.”
Havza Genelgesi ile Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’daki fikirlerini sistemleştirmiş, Millî Mücadele hareketinin stratejisini belirlemiştir. Buna göre, dört önemli hareket tarzı gelişmiştir. Sırasıyla belirtmek gerekirse:
1-Millî varlığa vurulan darbelere karşı milletin etkin bir şekilde uyandırılması ve harekete geçirilmesinin sağlanması, bu amaçla yetki alanının içinde ve dışında kalan askerî ve mülkî yetkilerle millî kuruluşlara gizli açık gönderilen bildirilerle işgallere karşı mitingler yapılması, İstanbul hükûmetinin uyarılması, yabancı ülke temsilcilerine protesto telgrafları çekilmesi,
2-Ordunun millî harekete desteğinin sağlanması ve bunun devamlı olması, bu maksatla ordu mensuplarının yönlendirmeleriyle mitinglerin düzenlenmesi,
3-Düşman işgallerine tepki olarak kurulmuş olan millî cemiyetlerin ortak bir amaç etrafından birleştirilmesi, böylece Millî Mücadele hareketinin bütünleştirilmesi,
4-İstanbul ile ilişkilerin devamı ve geleceği konusunun belirlenmesi, millî iradenin her bakımdan hâkim kılınması ve her gücün üstünde bir kuvvet olarak benimsenmesi, bundan böyle İstanbul’un Anadolu’ya hâkim olmak yerine tabi olmasının sağlanması.
Mustafa Kemal Paşa tarafından 21 Haziran 1919 tarihinde İstanbul’da bulunan bazı kişilere bir genelge niteliğinde Amasya’dan bir mektup yazıldığını belirtmiştim.
Mustafa Kemal Paşa, Büyük Nutuk’unda:
(…)” Kongreye çağrı genelgesi, sivil ve askerî makamlara şifre olarak verildi. Bundan başka İstanbul’da bulunan kimi kişilere de gönderildi. Fakat bu kimselere ayrıca bir genelge niteliğinde bir mektup yazdım. Kendilerine mektup yazdığım kişiler şunlardı:
-Abdurrahman Şeref Bey,
-Reşit Akif Paşa,
-Ahmet İzzet Paşa,
-Seyit Bey,
-Halide Edip Hanım,
-Kara Vasıf Bey,
-Ferit Bey (Nafia Nazırı),
-Sulh ve Selamet Fırkası Başkanı Ferit Paşa (daha sonra Harbiye Nazırı oldu),
-Cami Bey
-Ahmet Rıza Bey.
Bu mektupta söylediğim noktaları özet olarak yineleyeceğim:
1-Yalnız mitingler ve gösteriler, büyük gayretleri hiçbir zaman gerçekleştiremez.
2-Bunlar ancak doğrudan doğruya ulusun bağrından doğan ortak güce dayanırsa kurtarıcı olur.
3-Aslında acı olan durumu şekle sokan en etkili sebep, İstanbul’daki karşı akımlar ve millî davayı zararlı bir şekilde yüzüstü bırakan siyasî ve ulus yararına yapılan propagandalardır. Bunun cezasını, yurdumuzun nasıl çektiğini fazlasıyla görmekteyiz.
4-Artık İstanbul, Anadolu’ya hâkim değil, bağlı olmak zorundadır.
5-Szie düşen özveri çok büyüktür.
Millî Mücadele döneminde Mustafa Kemal Paşa tarafından hazırlanarak bütün komutanlara ve sivil idare amirlerine gönderilen bir başka genelge ise Amasya Tamimidir. Mustafa Kemal Paşa, 21-22 Haziran 1919 gecesi Rauf Bey (Orbay), Ali Fuat Bey (Cebesoy), Albay Refet Bey’in (Bele) de görüşlerini alarak yaveri Cevat Abbas Bey’e (Gürer) bir genelge yazdırtmış ve şifreli olarak telgrafla yurdun çeşitli merkezlerine göndermiştir.
Mustafa Kemal Paşa, Büyük Nutuk’unda:
(…)” 18 Haziran 1919 tarihinde, Trakya’ya verdiğim direktifte işaret ettiğim bir noktanın zamanı gelmiş bulunuyordu. (Not: Mustafa Kemal Paşa, 18 Haziran 1919’da Edirne’de bulunan Birinci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey’e yazdığı acele şifreli telgraftan bahsetmektedir.)
(…)” Hatırınızdadır ki, o nokta, Anadolu ve Rumeli’deki millî teşkilâtları birleştirerek, bir merkezden yönetmek ve idare etmek üzere, Sivas’ta genel bir kongre toplamaktı. Bu gayenin gerçekleştirilmesi için emir subayım Cevat Abbas Bey’e, 21/22 Haziran gecesi Amasya’da yazdırdığım genelgenin esas noktaları şunlardı:
1-Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.
2-İstanbul hükümeti, üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir.
3-Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
4-Milletin durumu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü baskı ve kontrolden uzak millî bir heyetin varlığı oldukça gereklidir.
5-Anadolu’nun her bakımdan en güvenli olan Sivas’ta hemen millî bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.
6-Bunun için bütün illerin her sancağından, halkın güvenini kazanmış üç delegenin mümkün olan en kısa sürede yola çıkarılması gerekmektedir.
7-Her ihtimale karşı, bu mesele “millî bir sır” gibi tutulmalı ve delegeler, gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmelidirler.
8-Doğu illeri adına, 23 Temmuz’da, Erzurum’da bir kurultay toplanacaktır. O tarihe kadar diğer illerin temsilcileri de Sivas’a gelebilirlerse, Erzurum Kongresi’nin üyeleri de Sivas genel kongresine katılmak üzere hareket ederler.
Görüyorsunuz ki, bu yazdıklarımı zaten vermiş ve dört gün önce Trakya’ya tebliğ etmiş olduğum bir kararın, Anadolu’ya da genelgeyle bildirilmesinden ibarettir. Bu kararın 21/22 Haziran gecesi, karanlık bir odada alınmış korkunç ve gizemli yeni bir karar olmadığı, kolaylıkla anlaşılır sanırım.
Bu noktanın aydınlatılması için, isterseniz küçük bir açıklamada bulunayım.
Efendiler, o müsvedde işte, olduğu gibi şu kâğıtlardır (göstererek), dört maddeliktir; içindekileri söyledim. Altında benim imzam vardır. Bir de görevi dolayısıyla Kurmay Başkanım olan Albay Kâzım Bey’in (şimdi İzmir Valisi Kâzım Paşa, kurmaylarımdan tebliğ işleriyle görevli Hüsrev Bey’in (şimdi Büyükelçi), askeri makamlara şifreleyen emir subayım Muzaffer Bey’in ve sivil makamlara şifreleyen bir sivil görevlinin (*) imzaları vardır. Bunlardan başka daha bazı imzalar vardır.
Bu imzaların bu müsveddeye konması iyi bir şans ve rastlantıdır.
Daha Havza’da bulunduğum sırada Ankara’da bulanan 20.Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’dan bir şifreli telgraf aldım. Bu telgraf “Tanıdığımız bir kişi, kimi arkadaşlarla birlikte İstanbul’dan buraya gelmiştir. Ne yapmalarını buyuruyorsunuz?” anlamında idi.
Adeta bir bilmeceyi andıran bu telgraf, bende büyük bir merak ve hararet uyandırdı.
Söz konusu kişiyi tanıyorum. Benden ne yapacağını soruyor. Ankara’da arkadaşım olan güvenilir bir komutanın yanında, telgraf da şifrelidir. O halde neden adını şifreli olarak bile yazdırmaktan çekiniyor?
Epeyce düşündüm, anlar gibi oldum; tahmin buyurulur ki, bilmece çözmekle uğraşacak zamanım yoktu. Fakat Fuat Paşa’yı yakından görmek, bölgeleri, çevreleri, düşünceleri üzerinde kendisiyle konuşmak, bence pek istenilir bir şeydi. Bu bilmeceli telgraftan esinlenerek kendisine şu ricada bulundum:
“Ankara’dan ayrıldığınızı belli etmeyecek tedbirleri aldıktan sonra, ad ve kıyafet değiştirerek birkaç gün için yanıma geliniz. İstanbul’dan gelen arkadaşları da birlikte getiriniz.”
Gerçekten de Ali Fuat Paşa, dediğim gibi Havza’ya hareket eder. Ancak, bazı zorunlu sebepler dolayısıyla, ben derhal Amasya’ya gitmeye mecbur olmuştum. Fuat Paşa, Havza yolunda durumu anlar ve Amasya’ya yönelir. İşte, böylece 21/22 Haziran’da Amasya’da yanımda bulunuyor. Adı şifrede bildirilmeyen kişi de Rauf Bey’di.
İstanbul’dan ayrılmak üzere, evimden otomobile bineceğim sırada Rauf Bey yanıma gelmişti. Bineceğim vapurun izleneceğini ve beni İstanbul’dayken tutuklamadıklarına göre, belki de Karadeniz’de batırılacağımı güvenilir bir yerden işitmiş, onu haber verdi. Ben, İstanbul’da kalıp tutuklanmaktansa, batıp boğulmayı tercih ettim ve yola çıktım. Kendisine de eninde sonunda İstanbul’dan çıkmak zorunda kalırsa benim yanıma gelmesini söyledim.
Rauf Bey, gerçekten de İstanbul’dan çıkmak lüzumunu hissetmiş ve çıkmış…
Ancak benim yanıma gelmedi. Arkadaşı olan 56.Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey’in yanına gitmek ve İzmir cephesine daha yakın bir yerde olmakla, daha etkili ve yararlı olacağını zannederek Bandırma-Akhisar yoluyla Manisa bölgesine gitmiş. Gittiği yerde halkın maneviyatı bozuk, durumu tehlikeli ve korkunç bulmuş. Derhal ad değiştirerek oradan Ödemiş, Nazilli Afyonkarahisar üzerinden Aziziye-Sivrihisar yoluyla ve arabayla Ankara’ya, Fuat Paşa’nın yanına gelmiş ve bana haber göndermiş.
Pek güzel ama adını saklamak suretiyle beni üzmenin anlamı var mıydı?
Öte yandan 3.Kolordu Komutanım olup Samsun mutasarrıflığında bıraktığım Refet Bey’i artık Sivas’a Kolordu merkezine göndermek istiyordum. Birkaç kez gelmesi için emir vermiştim. Bölgeyi teftişe çıkmış. Emirlerine cevap bile alamıyordum. Nihayet o da bir rastlantıyla o gün gelmişti.
Şimdi imza meselesine gelelim:
Ben, müsveddenin yeni gelen arkadaşlar tarafından da imzalanmasını istedim. O sırada Rauf ve Refet Benim odamda, Fuat Paşa başka bir odada bulunuyorlardı.
Rauf Bey, konuk olduğundan bu müsveddeye imza koymak için kendini ilgili ve yetkili görmediğini nazikçe ifade etti. Bunun tarihi bir anı olduğunu ileri sürerek imza etmesini söyledim. Bunun üzerine imzaladı.
Refet Bey, imzadan çekindi ve böyle bir kongre toplanmasındaki maksat ve yararı anlayamadığını söyledi.
İstanbul’dan beri yanımda getirdiğim bu arkadaşın -tuttuğumuz yola göre- anlaşılması pek kolay olan bir konuda açığa vurduğu düşünüş ve duyuş biçimi bana pek acı geldi. Fuat Paşa’yı çağırttım. Paşa, maksadımı anlayınca derhal imza etti. Fuat Paşa’ya, Refet Bey’in çekinmesinin nedenini anlayamadığımı söyledim. Fuat Paşa, Refet Bey’i biraz sıkı sorgulayınca, Refet Bey müsveddeyi eline alarak kendine göre bir işaret koydu. Öyle bir işaret ki, bunu bu müsvedde de bulmak oldukça güçtür. (Buyurun! Merak eden inceleyebilir.)
Efendiler gereksiz gibi görülebilen bu açıklamalar, daha sonraki yıllara ve olaylara ait bazı karanlık noktaları aydınlatmaya yardımcı olur düşüncesiyle yapılmıştır.”
Amasya Tamimi hakkında imza sahiplerinden General Ali Fuat Cebesoy’un değerlendirmesi ise şöyledir:
“… Amasya kararlarının kıymetini ifade ederken, kişisel ve bölgesel girişimler birleştirilmiş, bütün milletin, istiklal ve vatanın uğradığı tehlike etrafında bütünleşmiş olduğu gerek dışarıya gerekse içeriye gösterilmiştir.” dedikten sonra, “Mukaddes İttifak” adını verdiği bu kararların toplayıcı bir ruh taşıdığını ifade ederek, bunun başlıca etkeninin Mustafa Kemal Paşa olduğunu” da söylemektedir.
Amasya Tamimi hakkında imza sahiplerinden Hüseyin Rauf Orbay Bey ise, bu kararları daha İstanbul’da iken Mustafa Kemal Paşa ile yaptıkları görüşmelerde, üzerinde ittifak ettikleri esasları kapsadığı şeklinde yorumlamıştır.
Amasya görüşmelerini Millî Mücadele Hatıraları adlı eserde oldukça ayrıntılı anlatan ve bunu ‘’Mukaddes İttifak’’ olarak adlandıran Ali Fuat Cebesoy, Refet Paşa’yı şöyle anlatır: “Sıra Refet Bey’e gelmişti. Refet Bey ufak bir tereddüdü müteakip bana döndü: Kongrenin icabında bir hükümet teşkil edeceği anlaşılıyor. Acaba siz de öyle mi anlıyorsunuz? diye sordu. Evet milletin hürriyet ve istiklalini temin maksadıyla bir hükümet tesisi de lazım geliyorsa bunu yapabileceğini ben de anlıyorum” cevabını verdim. Bunun üzerine itiraz etmedi. Mustafa Kemal Paşa’nın uzattığı kararnamenin altına imzasını koydu.”
Yine General Ali Fuat Paşa’nın hatıralarında Kazım Karabekir Paşa’nın, Amasya kararları ile ilgili olarak, “…Mustafa Kemal Paşa da aynı şekilde Kazım Karabekir Paşa ile muharebe etmiş, O’nun da muvafakat reyini almıştı” demektedir. Ancak Amasya’da alınan kararların 23 Haziran 1919 tarihinde bir şifre ile Kazım Karabekir Paşa’ya bildirilmesi üzerine, Kazım Karabekir Paşa, “…Ben bu şifreye uzun cevabı uygun bulmadım. 17 Haziran 1919 tarihli düşüncelerimin iyi karşılanmasını yeterli gördüm.” şeklinde karşılık vermiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın, Kazım Karabekir Paşa’nın tutumu hakkındaki görüşleri ve 17 Haziran tarihli düşünceleri için bakınız. https://www.sechaber.com.tr/amasya-tamimi-21-22-haziran-1919/
Sonuç olarak 22 Haziran 1919 günü, artık tarihi bir gündür. Ülkenin bütün bölgelerindeki işgal olayları, milli cemiyetlerin faaliyetleri, İstanbul’daki hükümetlerin tavırları, bölgenin güvenlik sorunu ve daha pek çok konu üzerinde çalışarak bir durum değerlendirmesi yapılmış ve bazı kararlara varılmıştır. Türk tarihinde önemli yeri ise Amasya Tamimi, bugün açıklanmış ve bütün ülkeyle duyurulmuştur.
Amasya Tamiminin içeriği ise şöyledir (Not: Kemal ATATÜRK, Nutuk, Cilt III, Sf:915-916 (Vesika:26)’da sadece tamim edilen maddeler bulunmaktadır. Bu tamimi yürütmekle ilgili kurum ve kişiler ile o günkü bazı sorunlara çözüm getiren diğer maddeler yer almamıştır. Bu maddelerle birlikte Amasya’da alınan kararlar General Ali Fuat Cebesoy’un Millî Mücadele Hatıraları, Sf:73-74’ten alınmıştır.):
1-Vatanın bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir. Merkezî hükümet, İtilaf Devletlerinin baskı ve kontrolü altında bulunduğundan üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum, milletimizi yok olmuş gibi gösteriyor. Milletin İstiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Milletin içinde bulunduğu durum ve şartların gereğini yerine getirmek ve haklarını gür bir sesle cihana duyurmak için her türlü baskı ve kontrolden uzak millî bir hey’etin varlığı zorunludur. Bunun için her taraftan gelen teklif ve millî istek üzerine Anadolu’nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas’ta millî bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır. Bunun için bütün illerin her sancağından parti farkı dikkate alınmaksızın milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olan en kısa zamanda yetişmek üzere yola çıkarılması gerekmektedir. Her ihtimale karşı, bu iş, millî bir sır olarak tutulmalı, gösterişe meydan verişmemeli ve temsilciler gerektiğinde yolculuklarını kendilerini tanıtmadan yapmalıdırlar.
2-Doğu illeri adına 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre toplanması kararlaştırılmıştır. Bu kongre için zikredilen illerin Müdafaa-i Hukuk u Milliye ve Reddi İlhak Cemiyetlerinden seçilmiş üyeler Erzurum’a doğru yola çıkmışlardır. O tarihe kadar öteki il temsilcileri de Sivas’a gelebilirlerse, Erzurum Kongresinin üyeleri de Sivas genel kongresine katılmak üzere Sivas’a hareket edeceklerdir.
3-Bu maddelere göre temsilcilerin Müdafaa-i Hukuk u Millîye Cemiyetleri, belediye başkanlıkları ve diğer usullerle seçimi ve hareketleri ve isimlerinin bildirilmesini rica ederim.
4-Bu mutabakatın uygulanmasına;
-Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa,
-Eski Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey,
-15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa,
-13. Kolordu Komutan Vekili Albay Cevdet,
-3. Kolordu Komutanı Albay Refet Bey,
-Canik Mutasarrıfı Hamit Bey,
-İkinci Ordu Müfettişi Cemâl Paşa,
-12. Kolordu Komutanı Albay Selahattin Bey,
-20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa,
-17. Kolordu Komutanı Albay Bekir Sami Bey Bursa’da,
Kolordu Komutanı Albay Bekir Sami Bey Edirne’de ve diğer bazı idarî ve askerî kişiler tarafından çalışılacaktır. Bundan başka “eski Sadrazam (Başbakan) Ahmet İzzet Paşa(!)”, Bayındırlık Bakanı Ferit Bey, Ayan üyelerinden Ahmet Rıza Bey” gibi kişilerin fikir ve görüşü alınacaktır.
5-Redd-i İlhak ve Müdafaa-i Hukuk u Milliye Cemiyetlerinin verecekleri telgrafların çekilmeyeceği Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğü tarafından bildirilmiştir. Bu husus kesinlikle reddedilerek haberleşmenin derhal sağlanması için tezahüratta bulunulacak, haberleşme sağlanıncaya kadar devam edilecektir.
6-Askerî ve millî örgütlenme hiçbir surette ılga edilmeyecektir. Ülkenin herhangi bir bölgesinde meydana gelecek düşman işgali, bütün orduyu ilgilendirecek ve ortaya çıkacak duruma göre ülkenin savunması hep birlikte yapılacaktır. Bu sebeple komutanlar, derhal birbirlerini haberdar edeceklerdir. Silah ve mühimmat kesinlikle elden çıkarılmayacaktır.”
Bu kararların altında Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa, Hüseyin Rauf Bey, Albay Refet Bey ile Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı Albay Kâzım, kurmay hey’etinden tebliğ işleriyle görevli memur Hüsrev Bey, askerî makamlara şifreleyen yaver Muzaffer Bey ve “sivil makamlara şifreleyen bir memurun(!)” imzaları bulunmaktadır.
Ayrıca üstte zikredilen memurun Amasya Postanesi telgrafçılarından Abdurrahman Rahmi Bey olduğu tespit edilmiştir.
Amasya Postanesi telgrafçılarından Abdurrahman Bey, o tarihi günlerde yaşadıklarını şöyle aktarmıştır:
“… Çektiğim telgraflar içerisinde neler yoktu. Bütün ordu komutanlıklarına, milli teşkilâtlara, valiliklere, mutasarrıflıklara hitaben hazırlanmıştı. Tabii İstanbul ile irtibat da zaman zaman ağırlık kazanıyordu. Amasya’da önemli şeylerin cereyan ettiğini anlıyordum. Evime bazı geceler çok geç vakitlerde gidiyor, hemen istirahate çekiliyordum. Amasya Postanesindeki arkadaşlarımla günlerdir irtibat halinde değildim. Onlardan hiçbir değişik memleket haberi de alamıyordum. Saraydüzü Kışlası’ndaki muhaberatın dışında tecrit edilmiş halde idim. Ancak, zaman zaman Hayati Bey, çevirdiği şifrelerden bazı haberler istediği zaman, belki de konuşmak ihtiyacı ile, bana aktarıyordu. Nitekim bu yolla 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’nın Amasya’ya geldiğini, gene Hüseyin Rauf Bey’in de Amasya’da bulunduğunu öğrendim. Hatta Hayati Bey’in odasına girerken Rauf Bey’le Ali Fuat Paşa’yı, Mustafa Kemal Paşa’nın odasının kapısından çıkarlarken görmüştüm. Günlerdir devam eden şifre trafiğinin bu mülakatı hazırladığını gene Hayati Bey’in olağanüstü çalışmasından sezinlerken, çabaların ürününün önüme konulmuş olduğunu gördüm.
Hayati Bey, elinde bir tomar kâğıtla gelmiş ve yanıma oturmuştu. Ancak ikazda bulunmasa onu da mutat telgraflar arasında zannedebilirdim. Bana dönerek ve elindeki kâğıtları göstererek:
-Rahmi Efendi, bu çok önemli telgrafı hepsine ve her şeye tekaddüm ederek çekeceksin. Bunun keşidesi sona erdiği zaman Paşa Hazretlerine bildireceğim. Telgraf çekilinceye kadar makine başından ayrılmamamı emrettiler” dedi.
Ben o sırada Kastamonu bağlantılı bir telgraf çekiyordum. Hayati Bey’in bu talimatı üzerine hemen karşı merkeze devre dışı kalacağını bildirdim. Kaydı olan metni geçmeye başladım. Telgraf, bütün askerî birliklere, valilik ve mutasarrıflıklara, bütün idari merkezlere ve Kuvva-i Milliye teşkilatına keşide ediliyordu.
Ben Amasya Tamimini mors alfabesine döktüğüm halde muhteviyatını bilemiyordum. Bir gün sonra Çorum merkezindeki arkadaşımdan öğrendim. Arkadaşım bana bir gün sonra bir telgraf keşidesi sırasında Sivas’ta kongre toplanacağını söylüyor, benim bilgim olmadığını ifade etmem üzerine de biraz istihza ile “Postacının kulağı vardır ama gözü de vardır, sen de hangisi yok Rahmi Efendi” diyordu. Bir gün önce keşide ettiğim önemli şifrenin bu olduğunu öğrenmiş oluyordum.
Nasıl bilebilirdim, ileride kurulacak genç Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli vesikası olacak Amasya Tamimi’nin geleceğimizin ve devletimizin en kalın hatları ile bu tamimde şekilleneceğini. Ve gene nasıl bilebilirdim ki bu son derece önemli vesikanın, bir tamimin hat ve noktalar haline getirilerek benim parmaklarımla, memlekete ve cihana duyurulacağını…”