Oldukça zengin bir floraya sahip, doğal güzellikleriyle de etkisi altında bırakan göller bölgesini gezdikçe keşfediyor, keşfettikçe gezmeye doyamıyoruz.
Isparta’nın leziz damak tatlarını da es geçmemek gerekir. Açlığın son noktasında çalınacak tek kapı, geleneksel tandır kebabını şölen halinde sunan lokantalar olmalı.. Kırmızı et ile arası iyi olmayanlar ya da balıketi düşkünleri; özellikle Eğirdir, su ürünleri ile lezzet sunuyor. Sazan dolması tadını bilen var mı? Hımm.. Öyleyse ne yapıyoruz? Bu leziz tatlardan kendimizi mahrum bırakmıyoruz…
Eğirdir gölü ziyaretimizin ardından bu hafta;
Ülkemizin yedinci büyük gölü olan Burdur gölüne ve bölge için turizm açısından büyük önem taşıyan İnsuyu mağarasına doğru rotamızı çevirdik..
Burdur şehri, Türkmen boylarından, Kınalı Oymağı mensubları tarafından kurulmuş.. Mensuplar bu bölgeyi konaklama yeri olarak şeçtikleri zaman bölgenin güzelliği karşısında “Cennet buradadır” demişler.. “Burada Dur” sözü; zamanla, hece düşmesine uğramış ve “Burdur”a dönüşür..
Burdur, şirin mi şirin, tabiat ile iç içe, kendine has dokusu, lezzetleri, gölü ve bir çok tarihi köşesi ile rağbet gören illerimizden birisi. Ayrıca, Antalya’ya yakınlığından dolayı bölgenin yaylası gibi adeta..
Bir çok Antalyalının, yazın sıcağından kurtulmak için kaçtığı sığındığı bir köşe Burdur.. Dağ köylerini keşfedecek,cevizin ezmesi, sucuğun cevizlisi birde şişin Burdur’lu olanını yiyeceksin geldiğinde.. Gezilecek görülecek bir çok hazineyi barındıran Burdur, bahar aylarından itibaren yerli yabancı bir çok turiste ev sahipliği yapmakta..
Burdur ile ilgili yaptığım ilk araştırmalarda, Tarihinin M.Ö.7000’lere dayandığı ve ‘’ilk insanın yaşadığı yer olarak düşünülen şehir’’ bilgisine ulaşmıştım. Bir düşünün, asırlar öncesine dayanan şehrin, nasıl bir tarihi geçmişi vardır acaba?
Antik dönemde Pisidia olarak adlandırılan bölgede bulunan Burdur şehri: çok eski dönemlerde insan yerleşiminin olduğu bir yer olarak biliniyor.
Yeşilova ilçesinin Başkuyu köyünde bulunan kaya resimlerinde: Paleolitik dönemde, bu bölgede ilk insanın varlığı kesinlikle anlaşılmış. Hacılar köyünde yapılan kazılarda ise: MÖ.7000 yıllarında: insanın hayvanı ehlileştirip, köyler kurarak, çanak-çömlek yapmasını öğrendiği, toplayıcılıktan üretime geçerek, belli bir yere bağlandığı görülmüş. Burada ortaya çıkarılan ana tanrıça figürleri ile boyalı insan yüzlü çanak-çömlekler: dünya arkeolojisinde önemli yer tutmakta..
Antik kentlere doğru yola çıkmadan saat kulesini ve Şehir müzesini gezmek en güzeli.. Özellikle Sagalassos antik şehrinin kalıntıları ve oradan çıkanlarla oluşturulmuş, oldukça iyi düzenlenmiş bir müze..
Ayrıca şehrin içinde de görülmeye değer bir çok tarihi mekan bulunmakta.. Osmanlı Dönemi sivil mimari örneklerinden Taşoda Etnografya Müzesi, Bakibey Konağı ve Çelikbaş Konakları, özellikle duvarlarındaki kendine has süslemeleriyle göz dolduran Baki bey konağı, Ulu cami ve civardaki bir çok tarihi ahşap evler bizim dikkatimizi çekenler..
Burdur gölü ve Salda gölü..
Şehir merkezine yakınlığından dolayı, Burdur gölüne ulaşım çok kolay…
Suyu tuzlu olan Burdur gölü, ülkemizin en derin göllerinden biri. Derinliğin bazı yerlerde, 100 metreyi bulduğunu öğreniyoruz..
Aynı zamanda, yağışların azlığından dolayı giderek kuruyan ve arıtma tesislerinden yoksun oluşundan kirlenmeye mahkum göllerimizden biri.
Besin maddeleri yönünden de, hayli zengin olan Burdur Gölü çokça su kuşu türüne ev sahipliği yapmakta.. Bu nedenle; gölün çevresindeki kuş gözlemi için, park ve küçük gözlemevleri yapılmış.. Göl civarı çay bahçeleri ve dinlenme alanları, manzara seyri için alternatif sunuyor..,
Özellikle bir krater gölü olan, ülkemizin en temiz ve en derin (184m) gölü olan Salda gölünü ziyaret etmenizi öneririm.
Suyunun temizliği ve baraklığı, masmavi görüntüsü ile Burdur’un en güzel mesire yerlerinden biri. Berrak görüntüsü ve beyaz kumsallarıyla, gerçekten görülmeye değer tam bir doğa harikası.. İnanın foto karelerini dolduracak sayısız manzara size eşlik edecek Salda’da.. Arşivimize bu eşsiz güzelliği eklemenin mutluluğu üzerimizde, antik kent SAGALASSOS’a doğru yola koyuluyoruz..
SAGALASSOS…
İlçemizin adının nereden geldiğine dair iki rivayet vardır. Birinci rivayete göre, Sagalassos Şehri yıkıldıktan sonra bu bölgeye güneyden gelen Yörük aşiretleri kasabanın bulunduğu yere aralıklı olarak oba oba yerleşmişler aradan yıllar geçtikçe,insanlar çoğaldıkça yeni evler kurarak geniş bir sahayı kaplayarak bir yerleşim birimi oluşturmuşlar ve adını Sagalassos’dan esinlenerek Ağlasus-Ala su ve sonunda da Ağlasun denmiştir.
İkinci rivayete göre ise; Büyük İskender Sagalassos Şehrini almak için şehre üç,dört kez saldırmış fakat kenti bir türlü hakimiyeti altına alamamıştır. Fakat son saldırısını bugün yıkıntıları bulunan Hamamın yan tarafında bulunan tepeden yaparak kanlı çatışmalar sonucunda şehri ele geçirmiştir.
Bu tepenin adı daha sonra İskender Tepesi olarak kalmıştır. Büyük İskender’in bu seferini Annesi sürekli olarak izlemekte ve bilgi almaktadır. Büyük İskender’in Annesi bu bölgeden gelen habercilere ”İskender Sagalassos’u aldı mı?”diye sorar. Onlarda “Büyük Komutanımız İskender Sagalassos’u aldı. Fakat savaş sırasında en sevdiği cesur komutanlarını kaybettiğinden ağlamaktadır” derler. Bunun üzerine annesi “Oğlum Sagalassos’u aldıysa bırakın ağlarsa ağlasın “der. Bunun üzerine İlçemizin ismi Ağlarsın-Ağlasın-Ağlasun şeklinde kaldığı söylenir…
Sagalassos’un en önemli özelliklerinden birisi, büyük ölçüde korunmuş olması ve bölge dışına çoğu parçanın çıkarılmamış olmasıdır. Bunun sebeplerinin başında, antik kentin oldukça yükseklere kurulmuş olması ve ulaşımının zor olduğu bir coğrafyada bulunması, günümüze bu derecede korunarak gelmesinde önemli rol oynamıştır.
Dünyanın en yüksekteki Roma tiyatrosuna sahip olan antik kent, yaklaşık 9.000 kişilik bir tiyatrodur. Sagalassos’ta bulunan ve Traian dönemine tarihlenen büstler ( Ares, Zeus, Athena, Herakles, Hermes ve Poseidon büstleri) antik dönem heykeltıraşlığının önemli örneklerinden sayılmakta.. Ayrıca içinde pek çok havuz bulunan Roma Hamamı da iki katı korunmuş şekilde günümüze ulaşmış.
Sagalassos’a ulaşmak için, şehirlerarası karayolundan ayrılıp köy yolları kullanmak gerekiyor. Köroğlu geçidini geçildikten sonra Burdur’un Ağlasun merkezinden, Ağlasun dağına giden 5-7 km lik bir asfalt yolla Sagalassos’a ulaşılıyor. Umarım müze kartlarınız yanınızdadır; değilse, antik kent girişindeki gişeden müze biletinizi alıp, dolaşmaya başlayabilirsiniz. Muhteşem bir görsel sizi bekliyor olacak..
İnsuyu mağarası..
Ülkemizde turizm hizmetine ilk açılan mağara ünvanı ile yine mağaralar içerisinde en uzunu olan, kışın sıcak yazın serin, Kültür Bakanlığı tarafından 1.Derece Doğal Sit Alanı olarak tescillenmiş harikulade bir köşedeyiz..
Bu mağaramızın da kendine has enteresan bir öyküsü olduğunu öğrendik hatta bu rivayet girişte bulunan bir tabelada yazmakta. Efsaneye göre;. Sagalassos (şimdiki adı ile Ağlasun) kentinin yüce kralı Severianus, kızı Asumeyi soylu ve zengin bir ailenin oğlu ile evlendirir. Ancak çift bir türlü geçinemezler. Kral buna hem üzülür hem de çok kızar. Çifti İnsuyu Mağarası’nın en uzak köşesinde açlık ve ölüme terk eder. Mağaranın şifalı sularından içerek beslenen çift bir süre sonra birbirini sevmeye başlar. Zamanla aşkları büyüyerek bir ışık olur ve mağaranın çıkış yolunu gösterir. Mağaranın mı prensesin mi hikmetindendir bilinmez, bu günden sonra mağaraya gelen karı-kocanın bir yastıkta kocadığı, sevgililerin ise hiç ayrılmadığı görülmüştür… Hikmet işte!
Oluşumu binlerce yıl öncesine dayanan mağarada, önceleri bir yeraltı suyunun birleştirdiği, birbiriyle bağlantılı 9 adet göl bulunmaktaymış. Bunlardan en meşhurları Dilek Gölü ve Büyük Göl ki, ziyaret eden turistler Dilek Gölü’ne madeni para atılarak dilekte bulunurlar. Büyük Göl ise 512 m2′lik alanı ile Türkiye’nin en büyük yeraltı gölüdür. Ancak, derinliği 20 mt’yi bulan ve 80′li yıllara kadar içerisinde sandalla gezilen Büyük Göl, zamanla derinliğinin yarıdan fazlasını kaybetmiş ve 3 küçük göle bölünmüş.. Her şekilde güzelliğini üzerinde taşıyan bu dağa harikasını gelip görmeniz dileği ile…
İyi seyirler….
GÜLDENCE