Büyük Önder Atatürk, “Biz Türkler bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz. İlmî esaslara göre ferdin hürriyeti başkasının hürriyetinin hududu ile sınırlıdır. Milletin esaretten kurtuluşu, egemen ve bağımsız olarak topraklarımızda yaşayabilmesi, ancak azimkâr. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.” diyerek egemenliği kayıtsız şartsız Türk milletinde aramıştır. Başlattığı destansı Kurtuluş Savaşında ilk olarak manda ve himaye fikrini reddetmiştir. Misak-ı Milli ile belirlenen Türk vatanının sınırını, başka milletlerin sınırlarlını da dikkate alarak belirlemiştir.
Kurtuluş savaşı hiçbir devletten himaye ve yardım beklenmeden yapılmıştır, Türkiye Cumhuriyeti de aynı anlayışa göre inşa edilmiştir. Ancak Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizi bölüp parçalama hedefinde olan bazı komplolar ve oyunlar düzenlenmiştir. İç ve dış destekli bu komplolar genelde İngiltere’nin himayesinde gerçekleşmiştir.
İngiltere yerli işbirlikçilerle isyanlar çıkarmış ve ülkemizi zayıflatmaya çalışmıştır. Dışarıda ise Müslüman ülkelerdeki işbirlikçileri ülkemiz aleyhine kullanmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında verilen amansız mücadele ülkemizin gerçek beka mücadelesi olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı devletinin ayakta kalmak için ortaya çıkardığı düşüncelerden birisi İslam birliği veya ümmetçilik düşüncesi idi. Bu düşüncenin pratikte hiçbir yerinin olmadığını Osmanlı Devleti çok acı tecrübelerle görmüştür. Türklerin ümmetçilik düşünceleri Türk olmayan Müslümanların ümmetçilik düşüncelerinden daha güçlüdür. Bunu bilen İngilizler Türkiye bağımsızlığını kazanır kazanmaz ülkemizi yıkmak ya da zayıflatmak adına ümmetçilik düşüncesini yaymaya çalışmıştır.
Çok zengin bir servete sahip olan Mısırlı hükümdar Ağa Han ve çevresinde bir konumda bulunan Hindistanlı lider Emir Ali Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre önce Mustafa Kemal’i büyük bir gizlilik içinde ziyarete geldiler. Hindistanlı lider Mustafa Kemal’e yüz milyonlarca Müslüman’ın lideri olması gerektiğini söyledi. Balkanlar’dan Cava’nın tepelerine kadar yerlere hükmedeceğini söyledi. Hattan Osmanlı’yı yeniden diriltip Tataristan’dan Fas’a kadar geniş bir coğrafyayı Mustafa Kemal’in idare edebileceğini söyledi.
Birçok lider bu teklifleri duyduğunda büyük bir hırsla hemen kabul eder ve dünya liderliğinin hayallerini kurardı. Nitekim tarih böyle hayaller uğruna batmış, parçalanmış devlet öyküleriyle doludur. Her durumda sağduyusunu korumayı başaran Mustafa Kemal Hintli ve Mısırlı liderlerin tekliflerini reddetti. “Evimden, başkentimden Türkiye’den çıkın gidin!” diyerek onları gönderdi. (Ayrıntılı bilgi için: Ray Brock Hayalet Süvari kitabına bakabilirsiniz.)
Mustafa Kemal, yaveri Arif Bey’e Ağa Han’ın tamamen İngilizlere bağlı bir ajan olduğunu, İngilizler gibi yaşam tarzı sürdüğünü dile getirdi. Hindistan ve Mısır’da bulunan ajanlarından bu iki lider hakkında detaylı rapor getirmelerini istedi. Mustafa Kemal’in İstanbul’daki ajanları Emir Ali ve Ağa Han’ın elemanları tarafından Halife Abdülmecit’e gönderilmiş şifrenlenmiş telgrafları ele geçirdiler. Simla ve Delhi’deki ajanlardan gelen mesajda Hindistan Müslümanlarının halifeyi destekledikleri anlatılıyordu. Bu olayın İngiltere ile bağlantıları bulundu. Ağa Han’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılması için kurulmuş komploda İngiliz maşası olmaktan başka bir rolü yoktu.
Mustafa Kemal’in önsezileri ve sağduyusu yine haklı çıkmıştı. Türkiye Cumhuriyeti’ni, Osmanlı’yı diriltmek adına bölüp parçalama projesi başarısızlığa uğramıştı. Milli sınırlar içinde vatanın bir bütün olduğu, dışarıda ise hiçbir yayılmacı politikaya itibar edilmeyeceği Mustafa Kemal’in keskin hatlarla çizdiği Türk dış politikasının temel ayağını oluşturmaktaydı. Bu politika evrensel insan hakları belgesinin özüne uygun bir politikaydı. Başka devletlerin bizim topraklarımız üzerinde söz sahibi olma hakları olmadığı gibi bizim de başka milletlerin toprakları üzerinde söz sahibi olma hakkımız yoktur.
Ülkemizin genişlemeye veya yeni topraklar elde etmesine ihtiyaç yoktur. Dünyanın en iyi coğrafyalarından birinde yaşadığımızı unutmamamız gerekir. Kaynaklarımızı verimli ve doğru bir şekilde kullanmamız bütün sorunlarımıza çözüm sağlayacaktır. Atatürk’ün “Yurtta barış, Dünya’da barış!” sözü Türk dış politikasının ana unsuru olmalıdır.