“Ali Kemal İzmit’e nasıl sevk edildi?..
…”Peyam-ı Sabah başyazarı Ali Kemal eskiden beri fevkalade inatçı ve haris bir muharrir olarak tanınmıştı. Bilhassa onun mütareke esnasındaki neşriyatı ister bir hıyanet eseri olsun ister birer gaflet neticesi bulunsun, her halde Yunanlıların ve bütün Avrupalıların memleketimiz hakkındaki hırslarını teşvik eder mahiyette idi. Bu sebeple Ali Kemal, İstiklal Mücadele’sinde zaferin kazanılması için çarpan her Türk’ün kalbinden nefret kazanmış, her Türk Ali Kemal’in memleketi için tehlikeli bir şahsiyet olduğu kanaatini hâsıl etmişlerdi.
Büyük Zafer’in kazanılmasının ardından …“Ben bu neticeyi aklıma bile getirmemiştim” diyerek, Türk azim ve sebatını bir kere daha inkâr eden Ali Kemal, bir gün Türk’ün iki cesur evladı tarafından tutularak Anadolu’ya sevk edildi. Orada her gün bir vesile ile incittiği Türkler tarafından önüne geçilmez bir galeyan ile linç edilerek cezasını buldu. Hiç şüphesiz bir tarihi vakıa olan bu olayın en canlı nükteleri öğrenilememiş ve gazeteler ile neşr edilmemişti. Resimli Gazete bu mâlumatı en yetkili zevatın dilinden bir araya getirerek hadiseyi en ince ayrıntısına kadar neşr ediyor.
“Zafer günlerinden birinde…
…”Anadolu Zaferi’nin eğlence şenlikleri yapılıyor, senelerden beri gülmeyen İstanbul’un bütün Türkleri Büyük Zafer için bayram ediyorlardı. Bu günlerde Şanlı Zafer’in, Şanlı Amillerinden Refet Paşa İstanbul’a gelmiş, Hâkimiyet-i Milliye ilan edilmişti. Yeniden büyük şenlikler icrasına başlamıştı.
O günlerden birisi idi, Beyazid Numune Polis Merkezi’nin hali defne dalları ile donatılmış caddenin ortasındaki zafer takı halılarla süslenmiş halk sevinç dolu bir heyecanla sokaklara dökülmüştü.
Mülga Bab-ı Ali’nin muhafazasına memur mürettebatın reisi baş komiser (M) Bey hem sevinç gösterilerine katılmak, hem arkadaşını ziyaret etmek için o gün Beyazıt Merkez Memuru (C) Bey’e gelmişti.
İki arkadaş merkez binasının üst katındaki merkez memurluğu odasında oturup yekdiğeriyle konuşmakta iken söz Anadolu Zaferi’ne ve onun emellerine intikal etti. İki arkadaş zaferin neşesiyle öylesine sermest olmuşlardı ki, her biri mütemadiyen söylemek, zaferin büyüklüğünü, kahramanlığın derecesini Türk’ün cesurluk ve yiğitliğinin yarattığı kudret ve büyüklüğünü anlatmak istiyordu. Bu esnada (M) Bey haykırdı:
-“Yahu zaferin istihsali esnasında baltalamaya çalışanları ne yapmalı?”
(C) Bey birden bire isyan etti. Türk zaferini baltalamaya çalışan tek bir Türk’ün bile mevcut olduğuna inanmak istemiyordu. Cevap verdi:
-“Bir Türk ferdi var mıdır ki Türk’ün zaferini arzu etmesin?”
“-Ali Kemal’i unutuyor musun?”
Bu soru, zaferin büyüklüğü halkın tezahüratı karşısında hissiyat ve vatanperverlik duyguları coşmuş olan (C) Bey’de bir yıldırım etkisi yarattı.
Ali Kemal!
Bu ismi duyar duymaz (H) Bey’in gözleri büyüdü, asabı gerildi. Ali Kemal’in Peyam-ı Sabah’taki makaleleri gözlerinin önüne geldi. Ali Kemal eli kulağında:
—“Türkler sekiz bin değil sekiz yüz bin Ermeni kestiler!”
Diye haykırırken görür gibi oldu, o esnada gözleri masanın üzerinde duran o günkü Peyam-ı Sabah’a tesadüf etti. Gayri ihtiyari baş makaleyi okumaya başladı.
Ali Kemal o gün Büyük Millet Meclisi azasından Suphi Bey’e cevap veriyor ve …”İşte ben kazanılmasına iman etmediğim büyük zaferin karşısında verdiğim büyük zaferin karşısında verdiğim vaadi icra ediyorum kalemimi kırıyorum” diyordu.
Ali Kemal’in Türklüğe hıyaneti unutulmaz ve cezasız bırakılamazdı. Her Türk Ali Kemal’in düşmanıydı. (C) Bey bunu düşündü ve (M) Bey’e cevap verdi:
-“Sahi Ali Kemal…”
-“İhanet etti değil mi?”
-“İhanet etti. Cinayet işledi.”
Asırlarca maziye malik kahraman bir milleti öldürmeye o milletin her ferdini ayrı ayrı zincirlere vurdurmaya çalıştı.
-“Peki, şimdi cezasız mı kalacak?”
-“Cezasız kalır mı? Elbet bu zaferi kazanan Türkler ona da hakkını vereceklerdir. Fakat biliyor musun (C) Bey burada hatırıma ne geliyor?”
-“Ali Kemal’in cezasını vermek her Türk için bir şeref olacaktır.”
-“Elbette.”
-“Hem ismi tarihe geçmek sureti ile…”
-“Evet, Ali Kemal’i eğer idam ederlerse onu idam eden kişi tarihi bir sima olacaktır.”
-“Fakat (C) Bey düşünüyorum da, Ali Kemal ya firar ederse?”
-“Kaçırtmazlar herhalde, hükümet onu tarassut ettirmektedir.”
İki arkadaş bir müddet düşündüler. Odada hiç ses çıkmıyordu garip tesadüf!.. Her gün bir an bile boş kalmayan odaya yarım saatten beri hiç kimse girmemişti. (M) Bey simasına bir arslan heybeli veren posbıyıklarını bura bura konuşmaya başladı:
-“(C) Bey aklıma bir şey geldi.”
-“Hayrola.”
-“Şu Ali Kemal’i yakalayalım mı?”
-“Biz mi?”
-“Evet biz.”
-“Çocuk musun yahu.”
-“Neden çocuk olayım.”
-“Ali Kemal, İngilizlerin korumasında geziyor.”
-“Kimin korunmasında gezerse gezsin, biz ikimiz bu işi yaparız.”
“Karar…
…“(C) Bey’le (M) Bey artık konuşmuyorlardı. Ali Kemal’i yakaladıkları takdirde ne yapacaklardı? Bu tehlikeli işe teşebbüs ederlerse başarılı olabilecekler miydi?..
Eğer teşebbüslerinde başarılı olamazlarsa İngilizlerin elinden nasıl kurtulacaklardı? (M) Bey’in düşündükçe neşelenmeye yüzü gülmeye kadar sevinçle haykırdı:
-“Bu işi yapalım(M) Bey. Ali Kemal’i derdest edelim fakat sonra ne yapacağız?”
-“Ne yapacağız, Ankara’ya göndeririz.”
İki arkadaş Ali Kemal’in derdestine karar verdikleri sonra bir plan hazırlamaya başladılar. Ali Kemal ekseriya Büyükdere’de, Beyoğlu’nda ve Büyükada’da oturuyordu. (C) ve (M) Bey’ler bir arkadaş daha tedarik edecekler ve Ali Kemal’i bulunduğu yerde derdest edip bir otomobile attıktan sonra deniz yolu ile Anadolu’ya geçireceklerdi.
(C) ve (M) Bey’ler bu kararı verdikten sonra kendilerine yardım edecek arkadaşları aramaya başladılar ve en ziyade itimat ettikleri ikici şube polis memurlarından (E) ve (T) Efendileri meseleden haberdar etmek üzere birbirlerinden ayrıldılar.
“İş başında…
…”Gerek (C) gerek (M) Bey’ler ayrı ayrı bu dört memuru görüp kendilerinden muvafakat ve yardım vaadi aldıktan sonra bir Pazar günü Ali Kemal’i derdest etmek üzere sözleştiler. Altı cesur memur Pazar günü Galatasaray’ın karşısındaki Anadolu Lokantası’nda buluştular. Hepsi sivil elbiselerini giymişler ve yanlarına ikişer tabanca almışlardı. (C) Bey arkadaşlarına talimat verdi.
Ali Kemal çok kumar oynuyor ve ekseriya Serkldoryan’da bulunuyordu. Bunu düşündü ve arkadaşlarından (B) ve (T) Beyler Efendileri Serkldoryan civarında, (M) ve (E) Efendileri de doğru yolda Ali Kemal’in ikametgâh adresi olan Zeki Paşa Apartmanı civarında dolaşıp Ali Kemal’i gözetlemeye memur etti. Altı arkadaş birbirlerinden ayrılmada evvel (C) Bey son talimatını veriyordu:
-“Ali Kemal’i derdest etmek istenmektedir. Resmi sıfatla haiz olarak derdest etmiyoruz. Bununla beraber silah kullanmayacağız.”
Arkadaşlarından biri sordu:
-“Ölelim fakat öldürmeyelim. Öyle mi?”
-“Hayır. Ne ölün, ne öldürün, siz yalnız Ali Kemal’i görür görmez bize haber verin, biz Anadolu Lokantası’nın taraçasında oturuyoruz. Eğer Ali Kemal haber verilemeyecek kadar süratle hareket ederse gittiği yere kadar takip edin. Orada biriniz kalır, biriniz de gelip bize haber verirsiniz.”
Polis memurları Anadolu Lokantası’ndan çıktılar, bunları (C) ve (M) Bey’ler takip etti.
İki mütesebbit Anadolu Lokantası’nda mütemadiyen oturmak istemiyorlardı. Köprü ye kadar indiler. Tekrar döndüler tünelle Beyoğlu’na çıktılar. Tam tünelden çıktıkları zaman Galatasaray yönünden gelmekte olan Kiraz Hamdi ile Adliye Nazırı Esbakı Hoca Rüştü’ye biraz daha ilerleyip yıkılan Rus sefarthanesinin karşısına geldikleri zaman Mustafa Sabri ile damadına eski polis müfettişlerinden Arnavut Mazhar’a rastladılar. İtilafçıların birbirini takiben gelmeleri önemli bir sorundu. Demek Zeki Paşa Apartmanı’nda bir toplantı vardı ve bunlar o toplantıdan dönüyorlardı. (C) ve (M) Bey’ler bu ihtimali düşünerek doğru Zeki Paşa Apartmanı civarındaki memurlarla buluştular.
Bir buçuk saatten beri Zeki Paşa Apartmanı’nın civarında dolaşarak apartmana girip çıkanları gözetlemekte olan (I) ve (M) Efendiler apartmandan Ali Kemal’in çıktığını görmemişlerdi.
(C) ve (M) Bey’ler gelince Ali Kemal’in ne apartmana girdiğini ne de apartmandan çıktığını görmediklerini söylediler ve şunları ilave ettiler:
-“Burada birkaç itilafçı çıkıp gittiler. Eğer Ali Kemal burada olsaydı şüphesiz o da çıkacaktı, biz burada olsaydı şüphesiz o da çıkacaktı, biz, Ali Kemal’in burada bulunmadığını kanaatini hâsıl (C) Bey emirlerini verdi:
-“Ali Kemal muhakkak buradadır. Ben bugün burada itilafçıların bir toplantısı olduğunu zannediyorum. Gözettiğiniz başka itilafçılar girip çıkarsa bize haber veriniz.”
Daha bir takım talimatlar verdikten sonra memurlardan ayrılıp tekrar Anadolu Lokantası’na gittiler. İkisi de tek bir kelime söylemeden kahvelerini içtiler, caddeden gelip geçen kalabalığı seyrettiler. Bu esnada (C) Bey Ali Kemal’i derdest ederlerken bir engele tesadüf ettikleri takdirde ne yapacaklarını düşünüyordu.
(M) Bey’e sordu:
-“Gidip meseleyi Velieddin Bey’e anlatalım mı?”
-“ Ne lüzum var?”
-“ Belki oradaki polis memurları yardım ederler?”
-“Hayır, a canım, memurları merkez memuru ve baş komiser olduğumuzu bilmezler mi?”
-“ Belki tanımazlar bizim de kendimizi tanıtmamız doğru değil bir kere Veliüeddin’e söyleyelim de memurlara tembih etsin.”
-“Sen bilirsin. Fakat kaş yapalım derken göz çıkarmayalım.”
(C) Bey lokantanın karşısındaki Galatasaray merkezine giderek merkez memuru Veliüeddin Bey’i gördü, tasvirlerini anlattı böyle bir hadise karşısında kaldıkları zaman müdahale etmeyip kolaylık göstermeleri için polislere emir verilmesini rica etti. Veliüeddin Bey meslek arkadaşının bu makul teklifini derhal kabul ederek gerek Serkldoryan gerek Zeki Paşa apartmanı civarında bulunan memurlara haber gönderdi.
(C) Bey karakolda iken Zeki Paşa apartmanını gözetim altında tutan memurlardan (E) Efendi Anadolu Lokantası’na gelmiş ve (M) Bey’e Zeki Paşa Apartmanı’na bir takım itilaf ricalinin girdiğini, bir müddet sonra da yine itilafçıların maruf simalarından bazı kişilerin çıktığını söylemişti. (M) Bey zaman kaybetmemek için Galatasaray merkezine giderek (C) Bey ile bir araya geldi ve Zeki Paşa Apartmanı’nda toplantı olduğunu söyleyerek civarından çıkmış olduklarından Ali Kemal’in çıktığını görmemişlerdi. (C) Bey, tramvay sokağının ağzından geçen Ali Kemal’in tramvaya gitmekte olduğunu görmüş ve “koş!” diye (M) Bey’e haykırarak tramvaya doğru koşmaya başlamıştı. (C) ve (M) Beyler Galatasaray Karakolu önünde tramvaya yetiştiler.
(M) Bey tramvayın arkasındaki römorkörün ön basamağına (C) Bey de arka basamağına atlayarak Ali Kemal’in nerede ineceğini beklemeye başladılar. (C) ve (M) Beylerin süratle koştuklarını gören (E) ve (M) Efendiler de bir fevkalade durum ortaya çıktığını anlayarak koşmuşlar fakat tramvaya yetişememişlerdi.
Ali Kemal süratle caddenin karşı tarafına geçti. Serkldoryan’ın altındaki berber dükkânına girerek tıraş sandalyesine oturup kravatını sökmeye başladı. İki arkadaş Ali Kemal’in arkasından berber dükkânına girdiler. (H) Bey, Ali Kemal’in yanına yaklaşarak hürmetle eğildi ve şunları söyledi:
-“Efendim zat-ı alinizi Refet Paşa hazretleri görmek istiyorlar, davete bizi memur ettiler.”
Ali Kemal bir müddet cevap vermedi, kravatını söküp berbere çabuk olmasını söyledikten sonra (C) Bey’e döndü ve zorbalık taslayacak bir tavırla:
—“Pekâlâ, tıraş olduktan sonra gider görüşürüm.” dedi.
Berber tıraşa başlamıştı. Beş dakika kadar ayakta durduktan sonra (C) Bey yavaşça (M) Bey’e gidip otomobil getireceğini söyledi. Vaziyet önemliydi, (C) Bey otomobil getirmekte geciktiği takdirde Ali Kemal’i derdest etmek mecburiyetinde kalacaktı.
Bir olay ortaya çıktığı takdirde yardımcı bulunamayacaktı. Bunları düşünerek (C) Bey’e otomobili memurların getireceğini, gidip otomobil aramasına lüzum olmadığını bildirdi. Fakat (C) Bey:
-“Bizim buraya geldiğimizi memurlar bilmiyorlar, ben gidip otomobil temin eder ve derhal gelirim, sen burada bekle!..” diyerek otomobil tedarik etmeye gitti.
Berber dükkânında yalnız kalan (M) Bey dükkânı tetkik etmeye başladı, dükkânın biri arkadaki sokağa, diğeri caddeye açılan iki kapısı vardı. Ali Kemal’in tıraş olmak üzere oturduğu sandalye iki kapının tam ortasında idi. Bu durum (M) Bey’in hoşuna gitti ve Ali Kemal’in arkasında bulunan bir sandalyeye oturarak tıraşın bitmesini bekledi.
Bu esnada (C) Bey otomobil ile dönmüş ve yolda karşılaştığı (E) ve (M) Efendileri de birlikte getirmişti. Otomobil tam berber dükkânın önünde durmuş (C) Bey’le (E) ve (M) Efendiler de arkadaki sokağa giderek beklemeye başlamışlardı.
“Memurların pençesinde…
…” Ali Kemal tıraş olduktan sonra şampuanla başını yıkatmış ve bu münasebetle tıraş müddeti yarım saati geçmişti. Berber işini bitirip sıhhat ve afiyet temenni (!) ettikten sonra Ali Kemal kalktı, arka kapının yanındaki kasaya doğru yürümeye başladı.
(M) ve (C) Bey’le arkadaşlarının arka sokakta gözetlemede olduğunu bilmiyordu. Küçük bir heyecanın ardından kasaya doğru gitmeye başladı. Hâlbuki Ali Kemal parasını vermiş caddedeki kapının yanındaki masada duran feshini almaya geliyordu.
(M) Bey de oraya doğru yönelerek Ali Kemal’in arkasından yürüdü. Ali Kemal takip edildiğini görünce fesini almadan kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Artık çekinmeye gerek yoktu. (M) Bey düşünmeye bile vakit bulamadan Ali Kemal’in arkasından fırladı. Ali Kemal dışarı çıkınca sağ eli ile pantolonunun arka cebindeki tabancayı çıkarmaya teşebbüs etmiş fakat (M) Bey buna meydan vermeden onu sımsıkı kucaklamıştı. Birden bire neye uğradığını anlamayan Ali Kemal kurtulmak için olanca kuvveti ile çalışmaya ve (M) Bey’in sol elini tırnaklarıyla parçalamaya başladı. (C) Bey’le memurlar arka sokakta beklemekte olduklarından caddedeki hadiseden haberdar değildiler. Ali Kemal bir taraftan feryat ediyor ve yardım istiyordu:
—“Haydut musunuz? Burası dağ başı mı?”
Ani bir atakla derdest edilmek Ali Kemal’i şaşırtmıştı. Gerçi her gün aynı akıbeti beklemekte ise de vakıanın böyle şehrin en kalabalık bir yerinde meydana gelebileceğine imkân vermiyordu. Daha önce de hissiyatı galeyana gelmiş Türkler tarafından öldürülebileceğini zannederek tekrar haykırmaya başladı:
—“Beni öldürecek misiniz?.. İmdaat!.. Cankurtaran yok mu?”
Pazar olduğu için Beyoğlu’nun en kalabalık günlerinden biri idi. Zaferin kazanılması Beyoğlu’nun daimi mukimleri olan tatlı su Frenkleri üzerinde derin bir tesir meydana getirmişti. Hepsi Türklere hıyanet için aynı akıbete uğrayacaklarını zannediyorlardı. Caddeyi dolduranlardan bir kısmı kaçmış olmakla beraber, kalanlar Serkldoryan’ın önünü bir miting mahalline çevirmişlerdi.
Gelen geçen durup hadiseyi seyrediyordu. (M) Bey için vaziyet çok tehlikeli idi. Toplanan halkın arasında her saniye bir ecnebi polisin çıkacağını zannediyordu. Ali Kemal çok kuvvetli olduğundan mütemadiyen (M) Bey’den kurtulmaya ve Serkldoryan’a doğru yürümeğe çalışıyordu. (M) Bey’de bunu uygun buldu ve Ali Kemal ile beraber Serkldoryan ana giriş kapısına doğru yürümeye başladı. Tam Serkldoryan’ın ana kapsından girilip merdiven başındaki orta kapıya gelince (M) Bey tekrar Ali Kemal’e karşı koyarak itaat etmesini söylemiş ve bu esnada Ali Kemal’in derdest edildiğini anlayan (C) Bey’le memurlar yetişmişlerdi. Bu memurlardan biri derhal Ali Kemal’in sol koluna girerek kapısı açık beklemekte olan otomobile doğru sürüklemeye başladı. Ali Kemal son bir defa daha yardım istedikten sonra (M) Bey’in yardımıyla otomobile bindirilmiş ve bu esnada halk arasından iki İngiliz polis görünmüştü.
Fakat memurlar Ali Kemal’i derhal otomobile atarak hareket ettirdiklerinden bir şey yapmamışlar yalnız otomobilin numarasını almakla yetinmişlerdi.”
“Güzel bir hile…
…”(C) Bey meydana gelebilecek her tehlikeyi önceden düşündüğünden otomobilin numarası alınması ihtimalini de düşünmüş ve güzel bir hile tertip etmişti. Olay sabahı memur arkadaşlarımdan birisinin eline bir testere vererek Beyoğlu Belediyesi Müdürü Ercüment Ekrem Bey’e göndermiş sahte bir otomobil plakasına ihtiyaç olduğunu bildirmişti.
Ercüment Ekrem Bey çok yüksek bir vatanperver idi. Her vesile ile hükümete ve millete yardım etmek endişesi ile çalıştığından bu önemli zabıta memuru arkadaşının ricasını da derhal yerine getirmiş ve sahte bir plaka tedarik ederek memurlarla C) Bey’e göndermiş ve bazı talimatlar vermişti.
Ercüment Ekrem Bey’in verdiği plaka hiçbir Belediye dairesine kayıtlı olmayan, yanlış bir numaraydı.
O zamanlar otomobillere biri ön tarafa, diğeri arka tarafa takılmak üzere aynı numaralı iki plaka taşımak zorundaydılar. Her hangi bir otomobil Ercüment Ekrem Bey’in (C) Bey’e gönderdiği plakanın diğerini düşürmüş mevcut plakayı Belediye dairesine getirerek başka numara yazılı diğer iki plakayı almıştı.
(C) Bey gönderilen plakayı her nasılsa eşi yolda düşürülmüş plaka olması dolayısıyla bütün belediye dairelerinden kaydı silinmişti. C) Bey plakayı iki üç saat evvel hazırladığı otomobilin arka tarafına takmış üzerine de numaranın parlayarak iyi görülmemesi için elli mumluk bir elektrik ampulü takmıştı. İngilizler, otomobili tevkif edemeyince gayet güçlükle okuyabildikleri numarayı zapt etmişler ve berber dükkânından icra ettikleri tahkikatla otomobille Ali Kemal’in kaçırıldığı ve kaçırılan otomobilin numarası ellerindeki numara olduğunu söylediler.
Bu haber İngiliz makamlarında feci bir tesir yaptı. Hepsi telaşa düştüler. Çünkü itilafçıların muhafazası için şiddetli emirler almışlardı. Bu vakıa meslek haysiyetlerini berbat edecekti. Elde otomobilin numarası bulunuyordu. Ali Kemal’i cehenneme götürseler yine bulabilirlerdi. Derhal memurlarını Beyoğlu Belediye dairesine giderek otomobilin sahibinin kim olduğunu öğrenmeye çalıştılar. Belediye memurları eldeki numaranın kayıtlı olmadığını bildiriyorlardı. İngilizler ise doğru olduğunu ve numarayı kendilerinin zapt ettiklerini iddia ediyorlardı.
İngilizler nihayet Ercüment Ekrem Bey’in huzuruna çıktılar ve meseleyi anlattılar. Ercüment Ekrem Bey, defterleri getirerek İngilizlerin gösterdiği numarayı aradı ve sonra ellerindeki numaranın düşürülmüş bir numara olduğu ve sahibinin başka numara olduğunu bildirdi. Defteri göstererek şu açıklamayı yaptı:
-“Sizin zapt ettiğiniz numara düşürüldükten sonra bir başkası tarafından bulunmuş ve zabıtayı aldatmak için otomobilin arkasına takılmıştır. Numara İstanbul Beyoğlu Belediyelerinde kayıtlı değildir. “
İngiliz polisler bu açıklamalara inandılar ve dönüp tekrar amirlerine gidip bütün polis teşkilatının takip ve aramalarında bulunmak için emir aldılar.”
“Otomobilde…
…”Memurlar Ali Kemal’i otomobile bindirdikten sonra (M) ve (C) Beyler Ali Kemal’in iki tarafına memur (M) Efendi de karşılarına (E) Efendi de şoförün yanına oturmuş ve şoföre emir verilerek otomobil hareket ettirilmişti.
Yolcuların her an için takip edilmek endişesi de vardı. Bu yüzden ardına düşenleri şaşırtarak gitmek daha uygun olacaktı. Ali Kemal otomobile bindikten sonra tek bir kelime konuşmamıştı. Şoförün yanında oturan memur (E) Efendi şoföre takip edeceği yolu gösteriyordu. Serkldoryan’ın önünden hareket eden otomobil Galatasaray karakolu yanından Boğazkesen yoluna saparak Top-hane’ye inmiş ve oradan geçip Galata yoluyla köprüyü geçmiş, Fincancılar yokuşundan Harbiye Nezaretine doğru tırmanmaya başlamıştı. Ali Kemal Harbiye Nezaretine doğru gittiklerini görünce bir parça serzeniş yapmak istedi:
—“Nedir? Ben eşkıya mıyım? Siz beni yakalarken İspanya sefiri geçti. Beni tanıyordu.”
Heyecanlı heyecanlı baktı.
—“Refet Paşa, istiyor dediniz, tıraş olduktan sonra gideceğimi söyledim, böyle yakalamakta mana var mıydı? Ben Serkldoryan’dan evime telefon etmeye gidiyordum, siz beni kaçtı sandınız.”
Ali Kemal sözlerine cevap verilmediğini gördükçe kızdı ve (M) Bey’e dönerek söylenmeye başladı:
—“Ya Siz Beyefendi, beni eşkıya gibi kollarımdan yakaladınız, insan böyle mi davet edilir.”
Otomobil yoluna devam ediyordu. Aksaray’dan Langa bostanlarına doğru saparak Samatya’ya kadar gitti. Girintili çıkıntılı birçok sokakları dolaştıktan sonra merhaba köşesi denilen mahalleye gelerek durdu. Otomobil ’in önünde duran memur derhal atlayarak kapıyı açtı, önce memur (M) Efendi indi, sonra Ali Kemal’e yavaşça:
-“ Zat-ı aliniz lütfen bir evde bir müddet bekleyeceksiniz. Ben Refet Paşa Hazretleri’ni haberdar etmeye gidiyorum.” Dedi ve (M) Bey’den evin bulunduğu mahalli öğrenerek aynı otomobil ile İstanbul’a döndü.”
“Evde…
…”Ali Kemal, (M) Bey’le memur (E) ve (M) Efendilerin koruması altında (M) Bey’in Arap Kuyusu’ndaki ahşap ve dört odalı hanesine getirildi. Bu evde diğer küçük hanelerin arasına sıkışmış dâhilen kullanışlı fakat dış manzarası itibariyle hiç de sevimli olmayan bir mesken idi. Kapıdan girilince küçük ve karanlık bir taşlık ile sağ tarafta bir oda ve yukarıya çıkan merdiven görülüyordu. İstanbul’un nispeten imar edilmiş yerlerinde yaşamış insanlar üzerinde derin bir korku uyandıran bu manzara Ali Kemal’in ruhu üzerinde de etkili olmuştu. Zaferin ardından her gün ir fevkaladeliğe intizar ettiği şüphesiz hiç ses çıkarmadan memuru takip etti, orta kat zemin katına oranla daha aydınlık ve daha serin idi. (M) Bey Ali Kemal’i cadde üzerindeki odaya aldı.
Bu oda eski tarzda alaturka eşya ile tefriş edilmişti. Caddeye bakan pencerelerin bulunduğu yerde uzun ve yerden yarım metre yükseklikte alaturka bir sedir, duvarın dibindeki yerde ise ipekli kumaşlardan yapılmış minderler ile üzerine kanaviçe işlenmiş köşe yastıkları, ortada asırlık olduğu şüphe edilmeyen bir arşın yüksekliğinde geniş sedef kakmalı bir sehpa bulunuyordu. Ali Kemal, asabi bir halde dolaşmaya, odanın bir tarafından diğer bir tarafına gidip gelmeye, sol eliyle son zamanlarda kestirdiği bıyıklarını yolmaya başlamıştı.
(M) Bey, büyük bir hürmetle:
-“Beyefendi rahatsız oluyorsanız, istirahat buyursanız…” dedi.
Ali Kemal sinirlenmişti, bıyıklarını yolmaya devam ederek kahkahalarla güldü ve sonra hiçbir şey söylemeden caddeye bakan pencerelerden birinin önüne oturdu. Ve sokağa bakmaya başladı.
(M) ve (E) Efendiler, Ali Kemal oturuncaya kadar ayakta durmuşlardı. Derhal birer sandalye alarak Ali Kemal’in karşısına oturdular. (M) Bey güç kullanarak evine getirdiği bu mecburi misafire eve gelişini güzelce açıkladıktan sonra sigara takdim ve sonra da bir kahve ikram etti. Ali Kemal’in asabı düzelmiş ve kendisini bir parça sükûn bulmuştu. (M) Bey’e sordu:
—“Bu ev kimindir?”
-“Bendenizin Efendim.”
—“Benim bu işe aklım ermedi, siz beni Refet Paşa’ya götürecektiniz, hâlbuki hiç tanımadığım bir yere getirdiniz.”
-“Ne münasebet. Paşa ile akrabalığımız vardır Beyefendi.”
—“Görüşür müsünüz?”
-“Ara sıra ziyaretine gelirim, Beyefendi.”
—“Beni buraya getireceğinize Refet Paşa’nın yanına getirebilirdiniz.”
-“Evet, Beyefendi, yalnız bazı olayların meydana gelmesi ihtimali düşünüldü de…”
—“Ne gibi?”
-“Af buyurunuz Beyefendi halkın bu günlerde zafer neşesi ile sermest olduğunu siz de biliyorsunuz.”
—“Evet, fakat bu sevincin Refet Paşa ve benimle ne alakası var?”
-“Belki Efendim, halk galeyana gelir de zat-ı alinize karşı bazı tezahüratta bulunabilir.”
—“Beyefendi, anlıyorum. Siz beni kaçacak zannederek tevkif ettiniz.”
-“Hayır, Efendim. Siz tevkif edilmediniz. Yalnız burada birkaç saat rahatsız olacaksınız ve gayet tabii Beyoğlu’na döneceksiniz.”
—“Beyefendi ben çocuk değilim, tam elli altı yaşındayım, misafirliğin tutuklu olmanın ne demek olduğunu pek güzel bilirim. Yalnız şurasını bilmenizi çok arzu ederim ki, Türküm, vatanım için çalıştım.”
-“Şüphe mi var, Efendim.”
—“Rica ederim sözümü kesmeyiniz.”
-“Buyurunuz Efendim.”
—“Eğer ben kaçmak isteseydim, üç gün önce vatanımı terk ederdim. Fakat dedim ya vicdanım bana vatanımda kalmamı emretti. Ben önceleri birkaç defa kaçmıştım. Fakat biliyor musunuz ne kadar müteessir idim. Vatan için çalışarak benim uğradığım akıbet ve felaketleri görmüş çok az insan vardı. Ben bir kaç defa hapis edildim ve birkaç defa mahkûm oldum, yalnız bütün bu maceralar resmen cereyan etmiş ve ben resmen tutuklanmıştım. Böyle zorbaca evlerde hapis ve tutuklanmayı ilk defa görüyorum. Bu usül galiba Millicilerin yeni bir usulü.”
-“Evet Beyefendi, bu usul millidir, fakat yeni değil pek eskidir.”
—“Anlamıyorum.”
-“Sizde biliyorsunuz ki Beyefendi, Türklerin milli ananesi vardır. Misafirperverlik zat-ı âliniz gibi önemli makamlar işgal etmiş namı bütün cihan efkâr-ı umumiye since tanınmış şöhretli bir zatın benim evimde misafir olması ne kadar önemlidir takdir buyurursunuz?”
—“Onun için mi beni burada tutukladınız?”
-“Rica ederim Beyefendi, tutuklu değilsiniz, yanız Refet Paşa’yı bekliyorsunuz, bendenizi şereflendiriyorsunuz.
—“Paşa ne zaman gelecek?”
-“Saat altıya doğru Efendim.”
—“Ne için öyle?”
-“Kimsenin görmemesini istiyorlar da!”
—“Acayip! Buraya gelmek kabahat mi?”
-“Hayır, fakat buraya sizin geldiğinizi görenler bu ziyarete bin bir türlü anlam verebilirler.”
—“Burası neresi? Şehremini mi?”
-“Evet, Şehremini ile Samatya arası.”
Kahveler içilmiş, odada derin bir sessizlik devresi geçirmeye başlamıştı. Ali Kemal başını sağ koluna dayamış sokaktan gelip geçenleri seyrediyor (M) ve (E) Efendiler anlamlı anlamlı birbirleriyle bakışıyorlardı.
(M) Bey bir aralık odayı terk ederek yukarı çıktı ve ailesi efradına evlerinde Ali Kemal’in olduğunu söyleyerek sokağa çıkmamaları gerektiğini ve evi bulabilmeleri ihtimaline karşı etrafı gözetlemelerini söyledi.”
“İngilizler faaliyette…
…”Ali Kemal kaçırıldıktan birkaç saat sonra bazı itilafçılar kendisini göremediklerinden endişeye düşmüşler ve İngiliz Kuva-yı zabıtası şefine müracaat ederek Ali Kemal’i aramalarını rica etmişlerdi. Esasen İngiliz zabıtası hadiseyi gördüğünden Ali Kemal’i aramakla meşgul oluyordu. İstanbul’un bütün polis mevkilerinden tahkikat icra edilmiş fakat olumlu bir sonuç elde edilememişti. Yalnız otomobilin Samatya’ya doğru gittiği öğrenilmiş ve Samatya’da Rum mahfilinde yapılan tahkikatla kısaca otomobilin Merhaba köşesinde durduğu öğrenilmişti. Fakat otomobilden kimler inmişti, nereye gitmişlerdi? Tamamen meçhuldü. Hiç kimse görmemişti. Hiç kimse bir şey bilmiyordu.
İngilizler hadiseyi bir gurur ve onur meselesi olarak gördüğünden muhakkak Ali Kemal’i ve yahut izini bulmak arzusu ile çalışıyorlardı. Elliden fazla İngiliz polisi Samatya’nın en izbe köşelerine kadar dağılmışlar, en tenha sokaklarda dolaşmaya başlamışlardı.
(M) Bey’in evinin ve Ali Kemal’in oturduğu pencerenin önünden her dakika bir İngiliz polisi her beş dakikada bir belli markayı taşıyan yeşil boyalı bir İngiliz otomobili geçiyordu. İngilizlerin Ali Kemal’in (M) Bey’in hanesinde olduğunu öğrenerek haneyi abluka altına almaları mümkündü.
(M) Bey böyle bir olay olduğu takdirde ne yapabileceğini düşünüyordu. Ali Kemal’in üzerini aramaya karar verdi:
-“Beyefendi müsaade buyurulursa üzerinizi arayacağım.”
—“Peki ama üzerimde paradan başka bir şey yok. İsterseniz paraları vereyim.”
-“Hayır! Paranıza hiçbir şey olmaz. Ben yalnızca evrak arayacağım.”
Ali Kemal üzerinin aranmasına müsaade etti. Üzerinde, tamam halindeki iki bin lirayı aşkın olduğu tahmin edilen paradan başka hiçbir şey meydana çıkmadı. (M) Bey İngilizlerin evde abluka etmesi ihtimalini düşünerek Ali Kemal’in üzerinde zuhur ve hıyanetini ispat edecek evrakı hıfz etmeye karar vermişti.
Eğer İngilizler evi ablukaya alıp arayacak olurlarsa bütün sorumluluğu üzerine alarak Ali Kemal’i öldürecek sonra başarılı olursa kaçacak, aksi takdirde üzerindeki cephene ile İngilizlere ateş açacak, birkaç İngiliz’in başını yiyecekti.”
“Ali Kemal metanet gösteriyor…
Saat altıyı bulmuştu, yarım saat süren sessizlik devresinde Ali Kemal hiç vaziyetini bozmamış, sokağı seyretmeye devam etmişti. İngilizler kapının önünde dolaştıkça her an için, “Acaba kurtulacak mıyım?” diye düşünüyordu.
Ali Kemal oturduğu süre zarfında tuvalet ihtiyacını belli etmemişti. Nihayet sordu:
—“Affedersiniz, Beyefendi tuvalet salonu…?”
-“Buyurunuz Efendim, göstereyim.”
(M) Bey Ali Kemal’i sofranın sonundaki tuvalet salonuna götürmüş, içeride kaldığı süre boyunca tuvalet penceresinden kaçma ihtimalini düşünerek kapının önünden ayrılmamıştı.
—-“Affedersiniz Beyefendi, haddi tecavüz ettiniz.”
-“Niçin?”
—“Niçin var mı? Kapının önünde bekliyorsunuz.”
-“Pek tabii değil mi? Ya pencereden kaçarsanız?”
—“Bu küçüklüğe tenezzül edeceğimi zannediyorsanız yanılıyorsunuz Beyefendi. Ben demin de söyledim tam elli altı yaşındayım.”
-“Bundan ne çıkar?”
—“Ne mi çıkar? Size anlattım.”
Odaya gelmişlerdi. Ali Kemal söylemek istiyordu ve söyledi:
—“Ne mi çıkar Beyefendi? !… Ben elli altı yaşındayım, bundan sonra yaşarsam daha on sene ancak yaşarım. Sonra ben tabii olarak ölecek değil miyim?”
“-Evet.”
—“İşte o zaman benim ölümümle ancak birkaç dostum alakadar olacak ve bu ölümü ancak birkaç işi işitecek, hâlbuki ben sizin elinizde oldukça şeref kazanacağım. Milleti alakadar edecek ölüm her zaman kahpece pencereden kaçmaya tercih edilir.”
-“Fakat siz ölmeyeceksiniz ki…”
—“Galiba siz beni çocuk zannediyorsunuz.”
-“Ne için?”
—“Baksanıza teselliye çalışıyorsunuz, hâlbuki ben metinim Beyefendi. Doğru adamlar korkmaz.”
Bu esnada (M) Bey memurlardan birisine para vererek sigara aldırmak istedi. Ali Kemal de memura hitap ile
—“Size zahmet olacak Beyefendi, bana da sigara alır mısınız.” dedi ve bir lira uzatarak birkaç paket sigara aldırdı.
Vakit geçtiği halde (C) Bey’in gelmemesi İngilizlerin mütemadiyen evin etrafında dolaşmaları (M) Bey’i pek haklı bir heyecana düşürüyordu. Ali Kemal’i evden uzaklaştırmayı uygun buldu. Bir aralık evini terk ederek civardaki kahveye çıktı. Burada namus ve milli duygularına güvendiği Hakkı Efendi isminde bir motorcu vardı. Meseleyi bütün ayrıntısıyla ona anlattı ve –“Bizim motorumuz gelecek fakat bu motor gelinceye kadar senin motorunla açılsak ne olur?” diye sordu.
Hakkı Efendi bu şerefe iştirak etmek istiyordu fakat aksi tesadüf olarak hiç benzini yoktu. Etraftan benzin aradılar fakat zaman gecikmiş her yer kapanmış olduğundan bulamadılar. (M) Bey Hakkı Efendi’ye kimseye bir şey söylememesi için ricada bulunarak eve döndü.
Hâlâ (C) Bey’in gelmemesi zavallıyı haklı bir endişeye düşürüyordu. İngilizlerin (C) Bey’i yakalamaları ve işkence ederek evi öğrenmeleri ihtimali vardı. Bu merak uzun sürmedi.
Büyük bir heyecan ile yanına gelen ailesi (M) Bey’e evin etrafında çeyrek saatten beri iki sivil adamın dolaşmakta olduğunu söyledi. (M) Bey tabancasını alarak büyük bir cesaretle sokağa çıktı, bekleyenlerin yanına sokularak kim olduklarını sordu:
-“Yabancı değiliz.”
-“Anladık, fakat kimsiniz?”
-“(C) Bey’in kayınbiraderi ve kayınpederi.”
-“Ya..! Peki (C) Bey nerede?
-“Siz niye geldiniz?”
-“(C) Bey Ali Kemal’i yakaladığınızı söyledi, görmek için geldik.”
-“Fakat burada durmak tehlikelidir. Rica ederim siz uzaklarda dolaşınız ki İngilizler şüphe etmesinler.”
(M) Bey bunları söyledikten sonra hanesine döndü, yukarı çıkıp ailesi ile sohbet etmeye başladı, bir süre sonra resmi elbiselerini giyerek Ali Kemal’in yanına döndü.
Ali Kemal sivil (M) Bey’i görünce heyecanla sordu:
—“Gidiyor muyuz?”
–“Nereye?”
—“Ne bileyim resmi elbiseleri giymişsiniz.”
–“Paşa’nın gelmesi yaklaştı, gelince beni resmi elbise ile görmesi daha iyi değil mi?”
—“Kim bilir.” (Bakınız: Atilla ORAL, “Kuvayı Miiliye” Jotun, Ofset Yapımevi, İstanbul -1.Baskı 2007, Sf:425…442)