Hazırlıklar…
-“(C) Bey Ali Kemal’in (M) Bey’le memurlara bırakıp otomobille dönünce doğru Refet Paşa’ya gidip meseleyi bütün ayrıntısıyla anlatmış ve ne yapmaları gerektiğini sormuşlardı.
Refet Paşa
-“Bey kapının önünde birisi dolaşıyor, kalpaklı sırmalı bir adam!”
(M) Bey ilk defa korktu, kalpaklı sırmalı adam ancak merkez memuru olabilirdi. Samatya Merkez memuru olan zat Ali Kemal’in adamıydı. Acaba Ali Kemal’in (M) Bey’in evinde olduğunu öğrenmiş miydi? Tekrar dışarıya çıktı. Karşısında Samatya Merkez memuru yerine (C) Bey’i görünce bir parça rahatladı.
-“Nerede kaldın yahu!…”
-“Motor bekliyor.”
-“Nerede?”
-“Samatya iskelesinde.”
-“Orası çok tehlikeli!..”
-“Neden?”
-“Samatya Merkez memuru Ali Kemal’in adamıdır. İngilizler evin etrafında dolaşıyorlar, eğer bizi merkez memuru görürse bütün çalışmamız havaya gidecek.”
-“Ne yapalım?”
-“Vallahi bilmem…”
-“Adam sende, bundan mı korkacağız.”
(C) Bey bunları söyledikten sonra derhal tramvay caddesindeki otomobili getirmeye gitti. (M) Bey içeri girdi. Ali Kemal bir bahis kazanmış gibi gülerek sordu:
—“Hani Refet Paşa gelecekti?”
-“Efendim Paşa, Haydarpaşa’ya gitmiş, İsmet Paşa geliyormuş da.”
—“Peki, bundan bana ne?”
-“Refet Paşa, İsmet Paşa’yı karşılamaya gittiği için sizin de Haydarpaşa’ya götürülmenizi emretmiş.”
İzmit’e doğru…
Ali Kemal gülerek ve başını lahavle der gibi iki tarafa sallayarak (M) Bey’i ve memurları takip etmeye başladı. (C) Bey otomobilin bütün fenerlerini söndürerek kapının önüne yaklaştırmış bekliyordu. Ali Kemal hiç itidalini kaybetmeden otomobile atladı. (C) Bey, kendisini sıkıştırmamak için köşeye çekiliverdi, ama Ali Kemal itiraz etti:
—“Rahatsız olmayın Beyefendi biz kadere teslim olmuş adamlarız. Artık rahatsız da olsak zararı yok.”
Otomobil yavaş yavaş hareket etti. “Arap Kapısı Camii” yanındaki sokağa saparak sarsıla sarsıla ilerlemeye başladı. Sırasıyla Karagöz, Tarakçı sokaklarıyla Balıkçılar içi geçilerek sahile gelindiği zaman motoru hazır buldular.
Fakat motor o kadar küçüktü ki dört kişiye bile almaya yeterli gelmiyordu. (C) Bey ister istemez iki memuru İstanbul’da bırakmak zorunda kalmıştı. Otomobilciye on lira vererek ve memurlara veda ederek motor bindiler.
Yolcular Ali Kemal (M) ve (C) Beylerle makinist Mülazım Cevdet Efendilerden ibaretti. Denizde müthiş bir lodos fırtınası vardı. Küçücük motor kudurmuş dalgaların arasında cereyana kapılmış bir ceviz kabuğu gibi sallana sallana sahilden yüz metre kadar açılmıştı.
Ali Kemal ekmekleri gördü ve sordu:
—“Acaba yemek yiyebilir miyiz?”
-“Hay hay Efendim.”
—“Fakat benim ekmeğim yok.”
-“Bunlar ne Beyefendi. Yalnız affınızı istirham ederiz. Acele ile ceviz ve zeytinden başka bir şey tedarik edemedik.”
—“Önemli değil, ben kuru yemeği severim.”
Ali Kemal bunları söyleyerek kendisine ikram edilen zeytin ve ekmekle cevizi yemeye başladı. Memurlar heyecandan ekmek yiyemiyorlardı. Dalgalar motoru o kadar sallıyordu ki, her an batmak ihtimali vardı, fakat hiç endişe etmiyorlardı.
Düşmanlar arasında…
Küçük motor dalgalarla mücadele ede ede Haydarpaşa’ya kadar geldi. Ali Kemal yemeğini bitirmiş, sigarasını yakmıştı. Motorun Haydarpaşa’yı geçmekte olduğunu görünce tekrar sordu:
—“Beyler, Haydarpaşa’yı geçiyoruz.”
-“Evet efendim. Adalara doğru yol alıyoruz.”
—“Fakat nereye gideceğiz?”
-“Ankara’ya beyefendi.”
—“Ya. A……”
Ali Kemal yakalandığını hâlâ anlamamış olacaktı ki hayret emekten kendini alamadı. Artık korkmaya başladı.
Senelerden beri “alçaklar, zırtapozlar, dağlılar, şakiler” ve bunun gibi en ağıza alınmayacak kelimelerle aleyhlerinde bulunduğu muzaffer, azim ve iman sahibi adamların arasına gidiyordu.
Zihnine bin bir türlü düşünceler hücum etti. Siyasetin hesabı görülecekti. Kendisi de sonunda anlamıştı ki Türklere “düşmanların bile yapamayacağı kötülüğü yapmıştı.” Kendi dindaşlarını mensubiyetiyle iftihar ettiği Türk Milleti’ni, “vahşetle, barbarlıkla” suçlamış. Türk zaferini kazananlara “alçak, haydut” diye haykırmıştı. Fakat imkân yoktu. Ya Peyam-ı Sabah nüshalarını gösterirlerse ne cevap verecekti. Altında imzası vardı. Bunları kendi yazmıştı. “Zaferi kazananlara karşı hain diye bağıran” kendisi idi. Bir başka Ali Kemal daha bulup da bunları ben yazmadım, o yazmış olmalı diyemezdi.
Ali Kemal havanın serin ve rüzgârlı olmasına rağmen bir hamam havasındaymış gibi ter dökmeye başladı. Fakat talih burada kendisine yardım etmişti. Karşılarında iki İngiliz motoru görünüyordu. Kendi bulundukları motor İngiliz motorlarının yanından geçerse İngilizler Ali Kemal’i görüp kurtaracaklardı. İlk defa olarak hatırladığı Allah’a makinistin basiretini bağlayarak İngiliz motorları civarından geçirmesi için niyaz etmeye başladı.
Diğer taraftan (C) ve (M) Beyler İngiliz motorlarını görmüşler pek haklı endişeye düşmüşlerdi. Ali Kemal’in kaçırıldığı İngiliz makamlarınca duyulmuş olduğu için, bu motorların Ali Kemal’i bulmak için çalıştıkları aşikârdı. Kendi motorları küçük olduğu için Ali Kemal dışarıdan görülüyordu. (C) Bey İngilizlere güven uyandırmak için iki motorun arasından geçmeyi daha uygun buldu ve makinistle her iki İngiliz motorunun tam ortasından geçmesini tavsiye etti.
Küçük motor ilerleyerek Moda açıklarındaki iki İngiliz motorunun arasına girdi. Ali Kemal’in sevincine diyecek yoktu. Motor ilerlerken o mütemadiyen İngilizlerin motoru aramasını bekliyordu. Tam o sırada müthiş ve korkulu bir aksilik meydana geldi. Motor bozulmuştu. (C) ve (M) Beyler soğuk ter taneleri dökmeye başladılar. Ali Kemal sevincinden yerinde duramıyordu. Bununla birlikte (C) ve (M) Bey’e, —“telaşa gerek olmadığını,” söyledi.
Mademki motorları bozulmuştu, tamir edilinceye kadar İngilizlerle müsademe edebilmek imkânı vardı. Mülazım Cevdet Efendi motoru tamir ile meşguldü. Dalgalar motoru mütemadiyen Haydarpaşa’ya doğru sürüklüyordu. Her dakika bir saat kadar uzundu. Nihayet motor yirminci dakikada tekrar işlemeye başladı. Kim bilir nasıl bir düşünce ile İngilizler gece yarısı deniz ortasında yalpalayan bir motoru aramaya teşebbüs etmemişlerdi.
Ali Kemal’in ağzını bıçak açmıyordu. (C) Bey’de hastalanmıştı, müthiş acı ve ıstırap içinde kıvranıyordu. Motorlarında ilaç bulunmadığı için, tedavi imkânı yoktu. Lodos şiddetlenmişti. Mülazım Cevdet Efendi seyahat imkânı olmadığını söylüyordu, üç yolcusu sıkışarak dümen ve pervanenin üzerine rastlayan kısma oturdular. Boşa alınmış dümen tarafı bir parça suya batmıştı. Bu şekilde motor yol alabiliyordu. (C) Bey rahatsızlığından gerçekten bitkin düşmüştü. Istıraba katlanamayarak hafif bir uykuya daldı. Ali Kemal’de tekrar acıktığından ikinci defa yemek yemeye başladı.
Ali Kemal’in son nutku…
Motor Adalar’ı geçmişti, Ali Kemal bütün ümitlerin mahvolduğunu gördükten sonra işi filozofluğa vurmuş i kaderine baş eğmişti. Motorda hiç kimse konuşmuyordu. (M) Bey’in canı sıkılmaya başladı. Ali Kemal sürekli düşünüyordu. (M) Bey konuştuğu takdirde Ali Kemal’in de konuşacağını düşünerek sordu:
-“Beyefendi önceleri zaferi kazanmaya çalışanlara zırtapozlar, dağ eşkıyaları, haydutlar falan diyordunuz ya, şimdi ne buyurursunuz.”
Bu soru Ali Kemal’i sinirlendirmişti. Soruyu çok alakasız bulmuştu, buna ne lüzum vardı, cevap vermek istemedi ve sinirlenerek cevap verdi:
—“Ben gazeteciyim, herkesin bir düşüncesi vardır. Benim düşündüklerim de bazı adamları gücendirebilir. Nitekim şimdi sizin sorularınıza cevap verirsem siz de gücenirsiniz.”
-“Hayır, hayır niçin güceneyim, bilakis aydınlanmış olurum.”
Bu karşılık, Ali Kemal’in hoşuna gitmişti. Kendisine zaferin aleyhinde bulunmak için bir fırsat daha verilmişti, velev ki muhatabı bir kişi bile olsa.
Ali Kemal, Türk zaferinin o kadar aleyhtarı idi ki, zafer bilfiil kazanıldığı Dünya kamuoyu büyük zaferin karşısında Türk’ün cesaret ve yiğitliğini tasdik ettiği halde o hâlâ zaferin kazanıldığına inanmak istemiyordu. Ali Kemal, hâlâ Türk zaferini inkâr ediyor;
“Bu zaferin bir serap olduğunu”,
“Türklerin bilâhare mağlubiyetlerinin derecesini anlayacaklarını”,
“Zafer diye gösterilen şeylerin Avrupa’nın bir blöfünden başka bir şey olmadığını” iddia ediyor, “Karpuz kafalı adamların lahana yaprakları ile yaptıkları propaganda insana ancak böyle bir zafer kazandırabilir” diyerek Büyük Mücadeleyi, İstiklal Zaferini hiçe sayıyordu.
(M) Bey’in teklifine o kadar sevinmişti ki düşündüklerini söyleyebilmek zafer aleyhine ve o zaferin amilleri hakkında birkaç müstehcen kelime savurabilmek için kendisine fırsat verilmişti. Ali Kemal, gözlüğünü sildi, fesini düzeltti, binlerce kişinin huzurunda nutuk çekecekmiş gibi bir vaziyet aldıktan sonra söze başladı:
—“Azizim, Türkler İstiklal Mücadelesi namını verdikleri bu mücadeleye önce meşru bir şekilde atılmadılar, eşkıyalar gibi dağlara çıktılar, biz burada galip Avrupa ile Osmanlı Hükümeti’nin kuvvet ve büyüklüğünü iade edebilmek için çalışırken, onlar daima bizim siyasetimizi baltaladılar. İngilizler, önceleri Türkler için iyiliksever davranmaktaydı. Kemalilerin eşkıyalığı bu adamları kızdırdı. Tabii ki kızarlardı, senelerce devam eden dünya harbinden galip çıkmışlardı. Yunanlılar İzmir’e girdiler diye silaha sarılmakta anlam var mıydı!
Silahlanmış ve muntazam bir ordu silahsız çetecilik şeklinde vahşice sine İzmir’den tart edilebilir miydi? Bu zafer kalemle anca kalemle kazanılabilir artık. Türkler harp meydanlarında kan dökmezlerdi. Zaten yorgundular, dökülen kanlar heder olurdu. Çünkü bizim Yunanlıları İzmir’den kovacak kuvvetimiz yoktu ve emin olunuz kovamadık. Bugün siz zaferin kazanıldığına emin misiniz? Eğer böyle ise emin olunuz hata ediyorsunuz ve yanılıyorsunuz.
Zafer böyle çocukça kazanılmaz, böyle çocukça fikirlerle asırlara sahip koca bir devlet yıkılarak, yerine dünyanın hiç bir yerinde örneği bulunmayan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti konulmaz.
Kemalilerin bugün kazandıklarını iddia ettiği zafer gerçekten kazanılmış bir zafer olsaydı benzeri hiç olmamış bir hareket olarak tarihe geçerdi. Fakat onlar bu davada yanıldılar, burada da aldandılar. Hata ettiler, zaten daha fazla düşünmeye daha derin siyaset yapmaya kafaları müsait değildi ki.
Türkler İzmir’e girebilirler, bu bir zafer addedilebilir mi? Kim temin eder ki, bu İngilizlerin veya Yunanlıların bir oyunu değildir. İşte ispatı meydanda. Müttefikler Kuva-yı Milliyecileri gafil avladılar, tuttular Mudanya konferansı diye akıl ve hayale gelmeyen bir içtima icat ettiler…”
Ali Kemal tam yolla giden bir gemi gibi iki tarafa bakmadan söylüyordu. Çok hararetli idi, zaferi inkâr etmek Kuva-yı Milliyecilerin aleyhinde ona büyük bir neşe veriyordu. Fırtına devam ettiğinden motor sahili takip ediyordu. Mülazım Cevdet Efendi’nin sesi Ali Kemal’in ateşli nutkunu kesti.
“-Galiba fırtına kesilmeyecek, sabahlamak için Hereke’ye çıkalım mı?”
Bu fikir hepsinin hoşuna gitmişti, motorda hem üşümüşler, hem de rahatsız olmuştular. (M) Bey derhal cevap verdi:
“-Çok iyi hemen çıkalım.”
(C) Bey gözlerini açmadan söylendi:
-“Çıkalım ama sahillerde parola var parolayı bilmiyoruz.”
(C) Bey’in sözleri bütün neşeleri kaçırdı.
Sahillerden parola soruyorlar, yanlış cevap verildiği takdirde ateş açıyorlardı. Çaresiz yola devam etmeye karar verildi.
Aksilik ve tehlike…
Mülazım Cevdet Efendi’nin söylediği gibi fırtına devam ediyordu.
Sabah olmuştu. Boğa o kadar latif bir güzellik almıştı ki motorcu da (M) Bey’de bu manzarayı seyretmekten kendilerini alamadılar. Bu esnada Ali Kemal uyanmıştı:
—“Tamir edildi mi?”
-“Hayır, Beyefendi.”
—“Acaba burada kalacak mıyız?”
-“Eğer tamir edilirse gideriz Beyefendi. Aksi takdirde başka bir gemi beklemek mecburiyetindeyiz.
—“Daha iyi, bu güzelliği seyrederiz. Çok latif, çok güzel, böyle son defa gördüğüm ve bir daha göremeyeceğim bir güzellik.”
-“Beyefendi niçin böyle kötü ve yanlış düşünüyorsunuz, bu çok güzel bir hatıra olacak.”
—“Evet, sizin için de öyle.”
-“Fakat siz bu seyahati beğenmediniz mi?”
—“Beğendim. Yalnız çok işkenceli değil mi?”
-“Gidiş bir parça öyle oldu. İnşallah dönüş güzel bir hava…”
—“Dönüş mü?”
-“Pek tabi değil mi?”
—“Ama ben dönmeye değil ölmeye gidiyorum.”
“-Böyle düşünmeyin Beyim. Siz vatana hizmet için gidiyorsunuz.”
—“Ben bu vatana nasıl hizmet edebilirim?”
-“Çok faydalı bir tarzda Beyefendi. Bildiğinizi söylemek şartıyla ve hatta öyle ümit ediyorum ki belki mühim bir memuriyete de tayin edileceksiniz.”
—“Acaba.”
-“Sizi temin ederim Beyefendi.”
Ali Kemal Ankara’ya götürüleceğine ve dönüş ihtimali mevcut bulunduğuna kanaat getirmişti:
—“Öyleyse sizden rica ederim.” dedi, “Mevsim soğuktur, görüyorsunuz ki paltom yok. İzmit’ten bir palto ile boyun atkısı alalım.”
-“Hay hay Beyefendi, her şeyi alırız.”
(M) Bey’le Ali Kemal konuşurlarken Mülazım Cevdet Efendi tekrar motoru tamir etmek istemiş fakat başarılı olamamıştı. Motorun tamiri tamamen uzaklaşmıştı. Şimdi (C) Bey de dâhil olduğu halde dört yolcu kendilerini bu tehlikeden kurtaracak bir geminin geçmesini bekliyorlardı.
Okyanusta gibi…
Güneş yükseldikçe boğazın uzakları görünen sahilleri daha ziyade latifleşip, sonra izabe edilmiş gümüş gibi parlıyordu. Uzun müddet beklemeden karşı sahili takiben bir yelkenlinin geldiği görüldü, yolcular kurtulmuşlardı.
Yelkenli kendilerine yardım edebilirdi, mendil salladılar, haykırdılar fakat yelkenli uzaklardan geçtiği için işaretleri göremedi, düdük çalmaya başladılar, seslerini yine duyuramadılar, nihayet (C) Bey tabancasıyla ateş etti. Bu defa yelkenli yönünü çevirmiş, kendilerine doğru geliyordu. Arada birkaç metre mesafe kalınca yelkenli yolcuları haykırdılar.
“-Hey ne istiyorsunuz?”
“-Kazaya uğradık yahu yardım istiyoruz.”
“-Kazaya mı uğradınız.”
“-Evet.”
Yelkenli motora yanaştı, küçücük motoru geminin sol yanına bağlayarak yolcularını aldı, yelkenli de kazazede bir gemi idi. Onun da yolda motoru bozulmuş, tamir imkânı kalmadığından yelken açarak yol almaya başlamıştı. Yelkenlinin motorcusu küçük motora atlayarak Mülazım Cevdet Efendi ile beraber makineyi tamire başladılar. Yarım saat yol aldıktan sonra küçük motor tamir edilmiş olduğundan memurlarla Ali Kemal tekrar kendi motorlarına geçerek seyahat etmeye başladılar.
Motor bu sefer eskisinden daha mükemmel işliyor, daha güzel yol alıyordu. Ali Kemal boğazın letafetine doyamıyordu:
—“Boğazda tan vakti hiç bulunmamıştım, ne kadar güzel oluyormuş” diyordu.”
Motor Değirmendere’ye gelmişti. Mülazım Cevdet Efendi yavaşça (C) Bey’e Değirmendere’ye çıkıp İzmit’e telgraf çekmelerinin uygun olacağını söyledi. Bu fikir (C) Bey’inde düşündüğü bir şeydi, tasvip etti ve Ali Kemal’e sordu:
-“Beyefendi arzu eder misiniz? Sabahleyin bir kır âlemi yapalım.”
Ali Kemal de bunu düşünüyordu, fakat teklifte bulunamıyordu; —“Hay hay dedi. Bu güzelliği doyuncaya kadar seyrederiz.” (Bakınız: Atilla ORAL, “Kuvayı Miiliye” Jotun, Ofset Yapımevi, İstanbul -1.Baskı 2007, Sf:425…442)