AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ BÜYÜKELÇİLİĞİ
İstanbul, 10 Şubat 1933
No: 363
Konu: Kur’an Çevirileri.
SAYIN DIŞİŞLERİ BAKANI
WASHINGTON
867.404/213
Efendim,
8 Şubat 1933 tarihli ve 359 numaralı raporuma istinaden;
Kur’an’ın Arapça ve Türkçe basımı üzerinde yapmış olduğum araştırmalardan elde ettiğim bilgiler bakanlığınızı ilgilendirebilir. Hiçbir resmi Türkçe Kur’an çevirisi yok gibi görünüyor. Burada yayınlanan çeviriler, şahsi çalışmalardır. Gazi bir yıl önce Kur’an’ın bazı belirli bölümlerini Türkçe olarak kullanmaya karar verdiği zaman, Türkiye’nin Eski Paris ve Tahran Askeri Ataşesi Albay Cemil Bey tarafından yapılan bir çeviri vardı. O da yeterli bir çeviri olarak kabul edilemezdi. Resmi çevirinin yayınlanması; yetenekli bir Türk şairi olarak duyduğumuz, bazı zamanlar Mısır’da ikamet eden Mehmet Akif Bey’e havale edildi. Fakat onun hareketleri sonucu, Diyanet İşleri Başkanlığı’yla kendisi arasında görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Sonuçta o, çabalarına son verdi. Kur’an’ın yayımı, çevirisi ve de Peygamber’in Hadisleri için Diyanet İşleri Başkanlığı Bütçesi’nden 4.000 Lira ayırdı. Anladığım kadarıyla, şu anda resmi bir çeviri hazırlanıyor.
İstanbul’un kitap merkezi, Stamboul Yolu üzerinde Ankara Caddesi’ndedir. Araştırmalar göstermiştir ki, Halifeliğin kaldırılışına kadar Halifeler şehrinde basılan Kur’anlar özellikle İslâm dünyasında rağbet görmüşlerdir. Bundan dolayı da İstanbul satışları senede 80.000 ila 100.000 arsında değişmiştir. 1924’ten beri bu duygusal avantaj kaybedildi. Diğer ülkelerde basılan mahalli basımlar, normal olarak İstanbul’un ihraç pazarını öldürdü. 1908 Anayasası’nın ilanını takiben Kur’an’ın Türkçeye çevirileri görülmeye başlandı.
Naci Bey adında birisi (hâlâ kitap ticaretiyle uğraşır), bir günlük gazetede tefrika halinde çevirisini yayınlamaya başladı. Fakat din adamlarının ricası üzerine, sansür yayını durdurdu. 1908’den beri en az sekiz Türkçe çeviri yayınlandı. Fakat az talep gördü veya hiç satışı olmadı. Bir önceki yılda Latin harfleriyle üç tane Türkçe çevirinin yayınlandığını, fakat ikisinin de önceki yayınların Latin harfleriyle yapılmış bir tekrarı olduğunu duydum. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı İsmail Hakkı Bey tarafından yapılan çevirinin, Türkçe metninin sadeleştirilmesinde kesin bir girişim olduğu görülür. Bir kitapçıda Hakkı Bey’in Kur’an satışlarının 2.000 ila 3.000 adet arasında değiştiğini söylüyorlar, fakat bu biraz abartılmış görünüyor. Diğer bir kitapçıda Hakkı Bey’in Kur’an satışlarının 2.000 ila 3.000 adet arasında değiştiğini söylüyorlar, fakat bu da biraz abartılmış görünüyor. Diğer bir kitapçıda, üç tane kitabın Türkçe çevirilerinin toplam satışlarının 2.000 civarında olduğunu tahmin ediyorlar. Bu, buradaki Arapça Kur’an satışlarına aşağı yukarı denk gelmektedir. Şimdi burada açık şekilde dikkati çeken dini duygunun yeniden canlanmasının ilginç belirtilerini verirken, iki yayımcı (Hilmi ve Tefeyyüz) eski Arap harflerini hiç öğrenmemiş ve sadece yeni harfleri kullanan, anlayan daha genç neslin kullanması için Kur’an’ın Arapça cüzlerini (fakat yeni Türkçe) Latin alfabesiyle yayınladılar. Daha da ilginç olan gerçek şu ki; Arapça cüzü ve sade bir Türkçe çeviriyi birleştiren bir Kur’an, Devlet Matbaası tarafından (Devlet Matbaası, Milli Eğitim Bakanlığı denetiminde) basıldı. Fakat Latin harfleri sadece Türkçe çeviriler için kullanıyordu. Bununla birlikte, söz konusu Kur’an’ın basımı Ankara’dan gelecek daha sonraki bir talimata kadar durdurulmuştur.
840.4/800 CHS: FM
Saygılarımla,
Charles H. SHERRILL
Bilindiği gibi, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nin 1944 yılına kadar olan belgeleri araştırmacıların hizmetine sunulmuştur. Yukarıda okuduğumuz belge de bunlardan birisidir. Belgenin tam tercümesi Yrd. Doç. Dr. Ali GÜLER tarafından yapılarak “ATATÜRK’Ü VE CUMHURİYETİ ANLAMAK” adlı eserinde yer almaktadır.
“AMERİKAN GİZLİ BELGESİNDE ATATÜRK VE MEHMET AKİF’İN KUR’AN TERCÜMESİ” başlığını kullanan Sayın GÜLER eserinde şöyle demektedir (s.235):
— “A.B.D Dışişleri Bakanlığı Arşivinde rastladığımız bu gizli belge, büyük şairimiz Mehmet Akif’in “Kur’an Tercümesi” hakkında bazı bilgileri ihtiva etmektedir. Belge İstanbul mekânlı, 10 Şubat 1933 tarihli ve 363 numaralıdır. Belge, o zamanki Türkiye’nin Amerikan Büyükelçisi Charles H. SHERRILL tarafından Washington’a, Dışişleri Bakanına gönderilmiştir.
ATATÜRK ve Milli Mücadele’yle ilgili bir kitap yazan, bu kitapla Türkiye hakkındaki izlenimlerini, “1932 VE 1933 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’DE AMERİKAN ELÇİSİ OLARAK BULUNDUM. VATANIMDAYMIŞ GİBİYDİM…” şeklinde ifade eden Charles H. SHERRILL belgeyi gönderdiği tarihlerde Türkiye’deki Kur’an tercümeleriyle ilgili çalışmaları, bu konuda daha önceki yapılan faaliyetleri genel olarak anlatmaktadır.
Belgede, “M. Kemal ATATÜRK ‘ün bir yıl önce (1932) resmi bir Kur’an Tercümesi yapılmasını istediği, o sırada Cemil Bey tarafından yapılan bir tercümenin bulunduğu onunda yetersiz olduğunu” ifade eden SHERRILL, Mehmet Akif ve Kur’an tercümesi hakkında şunları söylüyor:
— “RESMİ ÇEVİRİNİN YAYINLANMASI YETENEKLİ BİR TÜRK ŞAİRİ OLARAK DUYDUĞUMUZ, BAZI ZAMAN MISIR‘DA İKAMET EDEN MEHMET AKİF BEY’E HAVALE EDİLDİ. FAKAT ONUN HAREKETLERİ SONUCU DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI İLE KENDİSİ ARASINDA GÖRÜŞ AYRILIKLARI ORTAYA ÇIKTI. SONUÇTA O ÇABALARINA SON VERDİ…”
Hemen belirtmek isterim ki, bazı araştırmacı yazarlar bu belge hakkında şöyle demektedirler;
“Akif’in projeden ayrılışını kendisiyle Diyanet İşleri Riyaseti arasındaki ihtilaftan kaynaklandığını belirtmişse de bu iddiayı doğrulayacak herhangi bir belge ve bilgiye tesadüf edilmemiştir. Ancak eldeki tarihi kayıtların gösterdiği üzere Mustafa Kemal ATATÜRK bizzat değilse de, bir takım yetkililer aracılığıyla hem Mısır’da iken, hem de hastalanıp İstanbul’a döndüğünde Mehmet Akif’ten hazırlamış olduğu Kur’an çevirisini kendilerine teslim etmesi ricasında bulunmuş fakat Akif her defasında geri çevirmiştir.
Yrd. Doç. Dr. Ali GÜLER ise eserinde, bu belgelerin mikro filmi Ankara Amerikan kütüphanesinde olduğunu belirtir, ancak belgeyi gönderen Charles H. SHERRILL hakkında, “BİR ELÇİDEN GAZİ MUSTAFA KEMAL” adlı eserden bir alıntı yaparak “1932 VE 1933 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’DE AMERİKAN ELÇİSİ OLARAK BULUNDUM. VATANIMDAYMIŞ GİBİYDİM…” belirtmekle yetinir. Mehmet Akif’in tercümeyi niçin neşretmediğini de kaynağını belirttiği eserlerden alıntı yaparak anlatır. Bu anlatımı birazdan hep birlikte okuyacağız.
Birazdan diyorum, çünkü belgenin sahibi Charles H. SHERRILL ‘i merak ediyor ve yaptığım araştırmalarda ulaşabildiğim bilgileri öncelikle sizlerle paylaşmak istiyorum.
İlk olarak, Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün ebedi istirahatlerine çekildikleri günün yıl dönümü olan 10 Kasım 2009 Salı günü Genelkurmay Başkanlığı’nda düzenlenen anma törenin 71. yılında Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR tarafından verilen konferansta General Charles H. SHERRILL ‘e rastlıyorum.
Sayın ÖZDEMİR eserinde:
“Bir ATATÜRK Dostunun Portresi” başlığını atar.
—“General Charles H. SHERRILL, 13 Nisan 1867’de New York Manhattan’da doğmuştur ve New York nüfusuna kayıtlıdır.
1889’da Yale Kolejini, 1891’de Yale Hukuk Okulunu bitiren şampiyon sporcu, başarılı hukukçu, diplomat, asker, olimpiyat yöneticisi, tarihçi ve biyografi yazarı sözün gerçek anlamında çok yönlü, enerjik ve hayli üretken bir kişilik olarak tanınmıştır.
8 Şubat 1906’da Bayan George Parker GIBBS ile evlenmiştir.
1 Nisan 1909 ve 16 Eylül 1911 arasında ABD Maslahatgüzarı olarak Arjantin’de ülkesini temsil etmiştir.
Dünya Savaşı’nda Amerikan ordusunun New York Eyaleti Asker Alma Sorumlusu ve tuğgeneral rütbesiyle Eyalet Millî Muhafızları Komutanıdır.
Ordudaki unvanını sivil kamu yaşamında ve eserlerinde özenle kullanmış; diplomatlık kariyerini uzun bir ayrılıktan sonra 17 Mart 1932 – 23 Mart 1933 arasında bir yıl boyunca ABD’nin Türkiye Büyükelçisi olarak tamamlamıştır.
General SHERRILL ‘in Türkiye Büyükelçiliği olağanüstü olarak tanımlanabilir. Türkiye’deki görevinde, hayran olduğu devlet adamını yakından tanıması ve ondan yazmayı planladığı biyografisi için doğrudan katkılar sağlaması, Türk Devrimi’ni yakından izlemesi her açıdan büyük bir şans olarak kabul edilmelidir.
General, 1933 kışı biterken ülkesindeki diplomatik geleneğe göre, yeni ABD Başkanı Roosevelt göreve başladığı için Türkiye’den ayrılmıştır…”
Ulaşabildiğim diğer bir kaynak ise, Charles H. SHERRILL tarafından yazılan “ÜÇ ADAM: KEMAL ATATÜRK, ROOSEVELT, MUSSOLİNİ (Çev. Cemal BÜKERMAN, İstanbul, Cumhuriyet M. 1937, s.20)” adlı eseridir. Sayın ÖZDEMİR ‘in de kaynak olarak gösterdikleri bu eser de SHERRILL şöyle demektedir:
“ÇANKAYA TEPESİNE İLK ÇIKIŞIM 1932 YILININ TATLI BİR MAYIS GÜNÜNDE OLMUŞTU. ELÇİLİĞİMİZİN İLERİ GELENLERİYLE BERABER DEVLET BAŞKANININ KABUL RESMİNE GİTMİŞTİK. DIŞARIDA BİR ASKERİ BİRLİK SELAM VAZİYETİ ALMIŞTI. İÇERİDE İSE İTİMATNAMENİN TAKDİMİ VE BU MÜNASEBETLE YAPILAN KISA KONUŞMALAR TAM BİR RESMİYET HAVASI İÇİNDE OLMUŞTU. ANCAK, BU TÖRENİ TAKİBEN DEVLET BAŞKANI TARAFINDAN GÖSTERİLEN YAKINLIK VE NEZAKET, BENİM GİBİ WASHINGTON’DA DOĞMUŞ BİR İNSANA, BİZİM ‘BEYAZ SARAY’ ÇEVRESİNİ HATIRLATIYORDU.”
Sayın ÖZDEMİR ‘in aynı eserinde, 17 Mart 1932 – 23 Mart 1933 arasında bir yıl boyunca ABD’nin Türkiye Büyükelçisi olarak görev yapan Charles H. SHERRILL Türkiye’ye atanmadan bir yıl önce sanat tarihi konusunda bir eserinin hazırlıkları için İstanbul’da bulunduğunu da belirtir. Kaynak olarak da 1933 ‘te John LANE (London) tarafından yayınlanan “MOSAICS IN ITALY, PALESTİNE, SYRIA, TURKEY ” adlı eseri gösterir:
“TÜRKİYE BAŞKANININ HAKİKİ ŞAHSİYETİNİ KEŞFETMEKLİĞİM VE ONU SEVMEYE BAŞLAMAKLIĞIM ANCAK KENDİSİ İLE YAPMIŞ OLDUĞUM HUSUSİ GÖRÜŞMELERDEN SONRA OLMUŞTUR. RESMİ MAHİYETİ OLMAYAN BU UZUN GÖRÜŞMELER KENDİSİNİN BİYOGRAFİSİNİ YAZMAKLIĞIMI MÜMKÜN KILDILAR.
HOOVER, TÜRKİYE SEFİRLİĞİ VAZİFESİNİ BANA TEVCİH ETMEDEN EVVEL, KEMAL İLE ÇOK ALAKADAR OLMUŞTUM. BİRLEŞİK DEVLETLER BAŞKANININ BUNDAN HABERİ YOKTU. BU ASKER – DEVLET ADAMI HAKKINDA YAZILMIŞ OLAN BÜTÜN YAZILARI OKUMUŞ İDİM VE HATTA KENDİSİNİ TAM BİR ŞEKİLDE TASVİR EDECEK BİR KİTAP YAZMAK İÇİN LÂZIM OLAN ELEMANLARI TOPLAMAK ÜZERE İDİM.
SEFİRLİĞE TAYİN EDİLMEDEN BİR SENE EVVEL İSTANBUL’A GİTMİŞTİM.
BU ZİYARETİMDE MAKSAT, SANAT HAKKINDA ÇIKACAK OLAN BİR KİTAP HAKKINDA MOZAİKLERE DAİR NOTLAR TOPLAMAK OLMASINA RAĞMEN BEN KEMAL HAKKINDAKİ ETÜTLERİME O ZAMANDAN BAŞLAMIŞ BULUNUYORDUM.”
Sayın ÖZDEMİR, ATATÜRK ‘le General SHERRILL arasında resmî kayıtlardan saptanabilen görüşme sayısının altı olduğunu belirtir ve bunlardan üçünün protokol amaçlı olduğunu da söyler:
*20 Mayıs 1932, Ankara’da saat 16.00’da ilk kabul ve itimatnamenin takdimi,
*30 Haziran 1932, Ankara’da saat 17.00-19.00 arasında biyografi için görüşme,
*14 Ağustos 1932, Yalova’da saat 15.00-20.00 arasında biyografi için görüşme,
*29 Ekim 1932, Ankara’da Cumhuriyet töreni ve resepsiyon’u,
*16 Mart 1933, Ankara’da öğleden sonra üç saatlik görüşme,
*29 Mart 1933, Ankara’da Büyükelçinin veda ziyareti.
SHERRILL, 1936’da basılan bir eserinde ATATÜRK ‘le din konusunda yaptığı “ÇOK ÖZEL” görüşmenin “ÖZÜ” hakkında kendi kişisel değerlendirmesini tereddütsüz şekilde kitabında aktarmıştır (“ÜÇ ADAM: KEMAL ATATÜRK, ROOSEVELT, MUSSOLİNİ”); şöyle diyor:
“BURADA KEMAL’İN DİN HAKKINDAKİ MÜTALAALARI ÜZERİNDE UZUN BOYLU DURMAMIZ MUVAFIK DÜŞMEYEBİLİR. YALNIZ ONU AGNOSTİK VE HATTA DİN DÜŞMANI TELÂKKİ EDENLERE KARŞI, ATATÜRK’ÜN ALLAH’A, BEŞERİYETİN BİR ALLAH İHTİYACINA, İNSANIN ŞAHSEN ALLAH’A HİTAP ETMEK (TABİİ BU DA DAİMA KURULMUŞ OLAN DUALAR VASITASIYLA YAPILMASI LAZIMDIR MANASINA GELMEZ) HAKKINA VE İHTİYACINA İNANDIĞINI TEYİT ETMEK MUVAFIKTIR.”
Sayın Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR ‘e bizler için çok değerli eserindeki bilgi ve paylaşımları için huzurlarınızda bir kez daha minnet ve saygılarımı sunuyor, teşekkürü bir borç biliyorum.
“DİNDEN MADDİ MENFAAT TEMİN EDENLER, İĞRENÇ KİMSELERDİR. İŞTE BİZ, BU VAZİYETE KARŞIYIZ VE BUNA MÜSAADE ETMİYORUZ. BU GİBİ DİN TİCARETİ YAPAN İNSANLAR, SAF VE MASUM HALKIMIZI ALDATMIŞLARDIR. BİZİM VE SİZLERİN ASIL MÜCADELE EDECEĞİMİZ VE ETTİĞİMİZ BU KİMSELERDİR” diyen Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün İslam dinine yaptığı hizmetlerin başında Kur’an-ı Kerim’in çevirisindeki çalışmalarını da şöyle özetleyebiliriz;
Kur’an-ı Kerim ilk kez Türkçeye 1922 yılında Çağatay Lehçesiyle çevrilmişti. Ancak, bu çeviri Osmanlı Türklerinin ihtiyacını karşılamaktan oldukça uzak kalmıştır. 29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilen Cumhuriyet dönemine kadar gerçek anlamda bir Kur’an tercümesi yapılamamıştı. Osmanlı Devleti döneminde, Kur’an-ı Kerim’in çevirisi yanında üzün süre tefsiri de yapılmamıştı.
Türk toplumunun bilimsel bir bakışla gerçekleştirilecek Kur’an-ı Kerim’in tefsir ve tercümesine olan ihtiyacını gören ATATÜRK, bu konuda hiçbir dönemde olmadığı kadar ciddi çalışmalar başlatmıştır. Cumhuriyet döneminde 1924 ve 1926 yılında yapılan tercümeler yeterli görülmemiş, 1927 yılında İsmail Hakkı İZMİRLİ ‘nin yapmış olduğu tercüme daha fazla beğenilerek yaygınlaşmıştır.
Cumhuriyet tarihimizin ilk Kur’an-ı Kerim tefsiri, ATATÜRK ‘ün isteğiyle hazırlatılan, Konyalı Mehmet Vehbi Efendi’nin: “Hülassatül Beyan Tefsir’i Kur’an” adlı eseridir. Ayrıca, yine ATATÜRK ‘ün isteğiyle Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR ‘ın “Hak Dini Kur’an Dili” adlı eser, 1924 yılında meclis kararından sonra hazırlanmaya başlanmış ve 1935 yılında basılmıştır.
Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, 8 ciltlik 6433 sayfalık eserinin önsözünde şöyle demektedir:
“TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TARAFINDAN, DİYANET İŞLERİ RİYASETİNE BİR VAZİFE TAHMİL EDİLMİŞTİR. BUNUN ÜZERİNE BİR TEVECCÜH ESERİ OLARAK BENDEN BİR TEFSİR VE TERCÜME YAPMAM İSTENDİ.” (Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1935, Mukaddime s:2)
Bu dev eserin her cildi on bin adet basılmıştır. Hatta sekiz bin nüshanın bedeli bizzat ATATÜRK tarafından ödenerek o dönemin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Türkiye‘nin her yerine ücretsiz olarak dağıtılmıştır.
Cumhuriyet’in ilk on beş yılında Kur’an-ı Kerim’in tefsir ve tercümesi ile ilgili dokuz eserin yazılıp yayınlandığı bilinmektedir. ATATÜRK, Türk toplumunun İslam dinini daha iyi anlayabilmesi için Kur’an yanında sağlam bir Hadis kaynağına olan ihtiyacını da görür ve bu konudaki çalışmalara Ahmet Naim Efendi’yi görevlendirir.
Ahmet Naim Efendi, titiz bir çalışma sonunda “Buhari Hadis” kaynağını Türkçeye tercüme etmiştir. İlk üç ciltten sonra eser, Kamil MİRAS tarafından tamamlanarak 1932 yılında bastırılarak Türkiye’nin her bir yerine yine ücretsiz olarak dağıtılmıştır.
1924 yılından 1950 yılına kadar, 352.000 takım dini kitap bastırılmış olup, bu baskılardan 45.000 tanesinin (19 ar cilt) olmak üzere Kur’an-ı Kerim olduğunu da belirterek Yrd. Doç. Dr. Ali GÜLER ‘in Mehmet Akif’in tercümeyi niçin neşretmediğini anlattığı bölümü okuyalım:
Mehmet Akif, 1925 kışından itibaren Mısır’a yerleşmişti. Mısır’a hareketinden az önce Büyük Millet Meclisi, Kur’an meal ve tefsiri konusunda duyulan ihtiyacı göz önüne alarak Diyanet İşleri Riyaseti ‘ne görev vermişti. Diyanet İşleri yetkilileri “TEFSİRİN ELMALILI M. HAMDİ YAZIR, MEALİN DE M. AKİF BEY TARAFINDAN KALEME ALINMASINI KARARLAŞTIRMIŞTIR.”
Mehmet Akif, işin zorluğundan dolayı kabul etmek istemese de, Diyanet Riyaseti Müşavere Heyeti’nde bulunan Aksekili Ahmet Hamdi Bey’in ısrarları sonucunda meali hazırlamaya razı oldu.
Yapılan mukaveleye göre Diyanet Riyaseti Kur’an’ın tercüme ve tefsiri için 12.000 lira tahsis etmişti. Bunun (İki kişiye binerden) iki bin lirası avans olarak verilecekti. Kalanı da yazılıp teslim edildikçe parça parça ödenecekti. Mukavele gereğince, bin lira Akif Bey’e, bin lira da Hamdi Efendi’ye verildi. Bunun üzerine Akif tercümeye, Hamdi Efendi de tefsire başladılar.
Mehmet Akif, Mısır’da senelerce tercümeyle uğraştı. Bu arada Hamdi Efendi tefsirle meşgul oluyordu. Hamdi Efendi, her cüzün tefsiri bittikçe temize çekerek Diyanet İşleri Riyaseti ’ne gönderiyordu. Akif ise tamamen bitirmedikçe teslimi uygun görmüyordu. Çünkü ilerledikçe tercümede bazı değişiklikler oluyordu.
Tercüme işi biraz uzadı.
Hâlbuki Diyanet İşleri Riyaseti bir an evvel bunun neşretmek kararındaydı.
Mısır’da bulunan Akif Bey ise henüz tamam olmadığı için göndermeyeceğini bildirdi. Haberleşme devam etti. Nihayet tamam olmayınca göndermeyeceği anlaşıldı.
Bu durumda mukaveleyi feshetmekten başka çare kalmadı.
Akif Bey, “AVANS OLARAK ALDIĞI BİN LİRAYI İADE EDECEK,” bu suretle tercümeyi göndermek zorunluluğundan kurtulacaktı. Tefsiri yapmakta olan Hamdi Efendi tercümeye ait tahsisatla tercüme işini de kabul edecekti. Mehmet Akif bunu uygun gördü. “ALDIĞI BİN LİRA AVANSLA MUKAVELEDEKİ BÜTÜN HUKUK VE VAZİFELERİNİ HAMDİ EFENDİ’YE DEVRETTİ.”
Bu hususta arkadaşı Fuat Efendi’nin ve Diyanet Riyaseti temsilcisinin huzurunda “RESMEN DEVİR TESLİM MUAMELESİ YAPILDI.” Böylece Mehmet Akif de bu hususta serbest kalmış oldu.
Mehmet Akif’in Diyanet İşleri Riyaseti ile arasının açılması titizlikle üzerinde çalıştığı tercümeyi cüz cüz yayınlamaya yanaşmamasından kaynaklanmıştır. Nitekim bu durum, konuyla ilgili bütün eserlerde belirtilmektedir.
Bu durum, Kamuoyuna ilk defa burada sunulan Charles SHERRIL ‘in gizli belgesinde de üstü kapalı ifade edilmektedir.
Akif, Kuran’ın tercümesi işinde çok hassas davranmaktaydı.
Mukaveleden vazgeçmesinde de bu hassasiyeti ve Kuran’a olan sonsuz hürmeti rol oynamıştır. Çünkü daha başlangıcından itibaren zorluğundan dolayı bu işi başaramayacağını sık sık ifade eden Akif, Mısırlı arkadaşı Babanzade Ahmet Naime okumak için Hilvan’da Avukat Şevket Efendi’nin Defterine kurşun kalemle yazdığı bir mektupta:
“BEN DE TERCÜMEYİ BEYAZA ÇEKİYORUM, BİTİNCE SANA GÖNDERECEĞİM OKURSUN, YANLIŞLARINI TASHİH ETTİKTEN SONRA HAMDİ EFENDİ HOCAMIZA VERİRSİN. BİR KERE DE OKUR, TASHİH EDER. YAPAMADIM, ZATEN YAPAMAYACAĞIMI BİLİYORDUM…” diyordu – ki onun hassasiyeti açıkça anlaşılmaktadır.
Akif daha sonraları kendisine tercümeyi niçin neşretmediğini soranlara sık sık:
“BENİ TATMİN ETMEYEN BİR ESER BAŞKASINI NASIL TATMİN EDER?” diye cevap vermiştir.
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR. BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALINIZ.
Bu yazı www.sechaber.com için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.