Birinci Dünya Savaşı 1914 yılında başladığı zaman Gaziantep 83.000 nüfuslu bir liva merkezi idi. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile İtilaf Devletleri paylaştıkları topraklara sahip olmak amacıyla harekete geçerken 17 Aralık 1918’de İngilizler Antep’e girdi. Bir yıl süren bu işgale Fransızlar tepki göstermiş, 1918 Eylül’ünde yapılan İngilizlerin Musul üzerindeki “Nezaret Hakkından vazgeçmeleri ile önce Suriye daha sonra Antep, Urfa ve Maraş boşaltılmıştır.
Bunun ardından Fransızlar 29 Ekim 1919’da Kilis’i, 5 Kasım 1919’da Antep’i işgal etti. 1920 yılının başında ise ünlü Antep savunması başlamış oldu. 1 Nisan 1920’de başlayan Gaziantep savunması 11 ay sürdükten sonra açlık yüzünden sona erdi. Savunma süresince Fransızlar şehre 70.000 mermi attı. 6.000 Antepli şehit mertebesine ulaştı.
Antepli Şahin Bey’de İstiklal Harbinin aziz şehitlerindendir. Tek başına düşmana meydan okumuş; “Düşman arabaları cesedimi çiğnemeden Antep’e giremez!” demiştir. Bu kahramanın hayatı, fedakârlıklarla doludur ve yeni nesil için ibret levhasıdır.
İstiklal Şavaşı’nın büyük kahramanlarından Şahin Bey, 1877’de Antep’te doğdu. Asıl adı Mehmed Said’dir. İlköğrenimini Antep’te gördü ve Rüştiye’yi yarıda bırakarak derici amcasının yanında çalıştı. 1899’da Yemen’e er olarak giden Mehmed Said, Yemen cephesinde gösterdiği muvaffakiyet ve kahramanlık üzerine başçavuş oldu. Mehmed Said, 1911’de Trablusgarp harbine gönüllü olarak katıldı, Balkan savaşlarında Çatalca cephesinde savaştı.
Galiçya’da 15. Kolorduda savaşan Mehmed Said, 1917 Ekiminde Sina Cephesinde vazife aldı. Tehlikeli vazifelerle gönüllü olarak koşan, vatanperverliği, ahlakı ile dikkatleri üzerinde toplayan Mehmed Said’in rütbesi teğmenliğe yükseltildi.1918 yılında İngilizlerle Sina Cephesinde cereyan eden şiddetli bir muharebe neticesinde esir düştü. Mısır’daki İngiliz esir kampında 1919 Aralık ayı başlarına kadar esir olarak kalan Mehmed Said, 13 Aralık 1919’da İstanbul’a geldi ve Harbiye Nezareti’ne müracaat ederek vazife istedi. Harbiye Nezareti tarafından Urfa’nın Birecik kazası Askerlik Şubesi Başkanlığına tayin olunan Şahin Bey, işgal altındaki, Antep’in vaziyetini görerek Antep’te kalmaya karar verdi.
Yazar Sinan Yıldız, “Antep’in Kurtuluş Destanı Şahin Bey” isimli yapıtında, Şahin Bey’in Antep’e gelişlerini ve kendisine verilen görevi şöyle aktarmıştır:
…”Şeydi Beşir’den bırakıldıktan sonra, İngiliz gemisiyle İstanbul’a indirildik. Ben doğrudan Harbiye Bakanı Mersinli Cemal Paşa’ya başvurdum. Zira Anadolu’ya geçebilmemiz imkân dışıydı! Paşa’dan çaresini istedim. Bir hayli düşündükten sonra beni Birecik Askerlik Şube Reisi olarak tayin ettiler. Cepte beş kuruş dahi kalmamıştı, nasıl gelebilecektim buraya? Bunu düşünürken ilk aylığı da peşin cebimize kattılar ve elimize tayin emrini tutuşturdular…”
Şahin Bey, cebinden çıkardığı atanma emrini Vali’ye uzattı. Vali, emre göz gezdirmeye başladı. Şahin Bey konuşmasına devam etti. İstanbul’dan trenle yola çıktığını ve adının “Şahin Bey” olarak nasıl değiştirildiğini, ne maksat görev aldığını tek tek anlattı.
Vali sordu:
“Peki, niçin adını Şahin Bey koydular?”
“Halkın dilinin kolay döneceğini söylediler. İşte şimdi memlekete döndük. Tarafıma vereceğiniz görevi tereddütsüz kabul edeceğim!” dedi.
Bütün kulaklar Şahin Bey’i dinliyordu.
Vali, Şahin’in verdiği belgeyi geri uzatırken, “Size Kilis yolu ve o bölgeden girecek düşman kuvvetlerini Antep’e sokmama görevini veriyoruz. Merkez İdare Heyeti arkadaşlarımın fikri nedir, bir diyeceği olan var mı?” diyerek odadakilerin yüzlerine baktı.
Doktor Uras ilk konuşan kişi oldu: “Vali Bey; Şahin Bey’in geldiğini heyet arkadaşları söyledikleri zaman hemen kendilerini buraya davet ettik. Elbette ki önemli görevlerden birini yerine getirmeleri gerekir… İsabet ettiniz, gerçekten güç bir görev… Fakat Şahin Bey’in başaracağına şahsen eminim.”
Bu defa da Büdeyir Mahmut konuşmaya başlamıştı: “Şahin Bey bize Hızır gibi yetişti… De gayrı Şahin, avradını sattığımın gâvuruna aman dedirtme!.. Şehirde el atmadıkları, sataşmadıkları yer kalmadı! Giydiğin üniformanın hakkını bu vatana öde!” diye konuşuyor, konuşurken dişlerini sıkıyordu.
Şahin Bey, oturduğu yerden kalktı. İlk defa Vali’ye ve sonra içeride bulunan Albay Hüseyin Bey’e, sonra da yanında oturan Albay İrfan Bey’e baktı ve yeniden Vali’ye dönerek: “Siverek’teki reis arkadaştan ve kısmen de buraya gelince edindiğim bilgiye göre, Kilis; Fransızların lojistik merkezi durumundaymış. Kilis’te karargâh kurmuş ve katma bir tümen yerleştirmişler…”
Albay Hüsnü: “Doğrudur! İşgalcilerin bütün erzak, silah ve cephaneleri Kilis’ten katma yapılıyor.”
Şahin Bey, Vali’ye döndü: “Şimdi sizlere söz veriyorum! Düşman şu naçiz vücudumu çiğnemedikçe ne bir nefheri ne de bir tek arabası Kilis yolundan Antep’e giremeyecektir!” (Bakınız: Sf:258-259)
Antep Heyet-i Merkeziyesine müracaat ederek vazife isteyen Şahin Bey, heyetin kendisine Kilis-Antep yolunu kontrol altında tutma vazifesini vermesi üzerine derhal çalışmaya başladı.
Yıllardır evinden, ailesinden, çocuklarından ayrı kalan Şahin Bey, kendisine verilen vatan hizmetinin mesuliyetini omuzuna aldıktan sonra derhal hizmet mahalline koştu. Yıllar sonra döndüğü evinde ailesi ve çocukları arasında ancak bir-iki gün kalabildi; …”Şahin Bey, evinde iki gün ancak dinlenebilmişti. Üçüncü günü ikindi üzeri Müdafaayı Hukuk Cemiyeti’nce davet edildi. Şahin Bey, yanında cemiyetin idarecilerinden Ragıp Bey ile birlikte, İslam Cemiyeti’ne gitti. İçeri girdiğinde ilk gözüne çarpan, iki rütbeli zatın da orada oluşu idi. Bunların, Mıntıka Komutanı Albay Hüseyin Bey ve Şube Başkanı Albay İrfan Bey olduklarını sonradan öğrendi. Tanıştıkları arasında Antep’e yeni gelmiş bulunan Ali Şefik Özdemir’le de orada karşılaşıyordu ilk defa. Kuvayı Milliye Teşkilatı’nın kurulmasına geçildi. Kuvayı Milliye İç Cephe Kumandanlığına Özdemir Bey verildi. Ali Şefik Bey, Antep’e bir gün önce gelmişti. Kendisi, Şahin Bey gibi Heyet-i Merkez’e çağrılmıştı. Heyet-i Merkez’den Hacı Ömerzade Mehmet Ali Efendi, Yüzbaşızade Hacı Ömer Efendi, İncezade Hüseyin Efendi, Doktor Hamit Uras, Hacı Tahazade Ahmet Muhtar Efendi, Karslızade Sabri Efendi de odadaydılar.”(Bakınız: Sinan Yıldız, “Antep’in Kurtuluş Destanı Şahin Bey” Sf:255)
1920 yılı Ocak ayı başlarında köyleri dolaşarak cihadın ehemmiyetini ve faziletini anlatan Şahin Bey, kısa zamanda “200 fedai” topladı. Kilis-Antep yolu, Antep harbinin kilit noktasıdır. Ne yapılıp edilmeli Fransızların bu yoldan Antep’teki işgal birliklerine yardım ulaştırılmalarına engel olunmalıdır. Şahin Bey, kendisine haber gönderen Anteplilere şu cevabı vermektedir: “Müsterih olunuz. Düşman arabaları cesedimi çiğnemeden Antep’e giremez!”
5 Kasım 1919’da İngilizlerden işgal hareketini devralan Fransızlar, bir türlü Anadolu’nun bu güzel beldesini işgale muvaffak olamamakta, şehir halkı sınırlı imkanlarıyla karşı koymaktadırlar. Fransızlar bütün ümitlerini Kilis’ten gelecek takviye kuvvetlerine bağlamışlardır. Fakat o yolu da Şahin Bey bir avuç serdengeçtisiyle tutmuştur. Şahin Bey ve fedaileri 3 ve 18 Şubat 1920’de Fransız birliklerini perişan etmişlerdir. Şahin Bey, bu zaferin ardından düşman kumandanına gönderdiği mektupta şöyle demektedir: “Kirli ayaklarınızın bastığı şu toprakların her zerresinde şühedâ kanı karışıktır… Din için, namus için, hürriyet için ölüme atılmak bize, Ağustos ayı sıcağında soğuk sudan içmekten daha tatlı gelir. Bir gün evvel topraklarımızdan savuşup gidiniz. Yoksa kıyarız canınıza.”
Sürüyle saldıran düşman kuvvetleri bir avuç yiğit karşısında perişan olmanın şaşkınlığına düşmüşlerdi. Fransız kuvvetleri 25 Mart 1920’de Andorya Kumandasında yola çıkar. Bu Fransız kuvvetleri; “800.000 piyade ve 200 süvari”den oluşmaktaydı. Ayrıca bu Fransız birliğinde, “1 adet batarya top, 16 adet ağır makineli tüfek ve 4 tank” mevcuttu. Kahraman Şahin Bey, ancak “100” kişiyi bulan fedaileriyle düşmanın karşısına dikilmişti. 25 Mart günü sabahtan akşama kadar çatışma devam etmiş ve Şahin Bey düşmana ağır kayıplar verdirmiştir. Şahin Bey, gece gündüz uyumuyor, çatışma esnasında her tarafa yetişerek fedailerin manevi kuvvetlerini yükseltmeye çalışıyordu. Sırtındaki kaputu çıkartıp nöbet bekleyen yiğitlerin üzerini örten Şahin Bey, durumun gittikçe kritik hal almasından sonra geri çekilmeyi tavsiye edenlere şöyle sesleniyordu: “Düşman buradan geçerse ben Ayıntab’a ne yüzle dönerim, düşman ancak benim vücudum üzerinden geçebilir!..”
Çatışmanın 4. günü öğleye doğru Şahin Bey’in yanında 18 kişi kalmıştı. Onların da şehit olmalarından sonra tek başına kalan Şahin Bey, son kurşunu kalıncaya kadar düşman ateşine karşılık vermiştir. Atacak kurşunu kalmayan Şahin Bey, tüfeğini yer çarparak kırmış ve üzerine hücum eden düşmanlara karşı yumruklarını sıkarak karşı durmuştur. Silahsız Şahin Bey’in yanına yaklaşamayan düşman askerleri uzaktan ateş ederek Şahin Bey’i şehit etmişlerdir.
Yazar Hüseyin A. Emiroğlu, “Bir Hilal Uğruna Kahramanlık Öyküleri Galiçya’dan Sina Çöllerine 1” adlı eserinde Şahin Bey’in şehit edilişini şöyle aktarır:
…” Tarih 28 Mart’ı gösterdiğinde, Fransızlar Antep kapısına kadar dayanmışlardı. Eğer köprüyü geçebilirlerse şehre girmeleri artık durdurulacak şey değildi. Şahin Bey, müfrezesindeki adamları saydı. Kala kala otuz kişi kalmışlardı. Bu otuz kişi, toplu, makineli tüfekli bin askerin karşısında ne yapabilirdi? Şahin Bey, sadık dostlarına sevgi ile bakarken: -“Vatan için, benimle beraber ölmeye hazır mısınız?” diye soran bir hali vardı. Şahin Bey ve adamları, düşman karşısında tam 4 saat canla başla döğüştüler. Son mermilerine kadar attılar. Şahin Bey’in atacak hiç mermisi kalmayınca, arkadaşlarından ayrıldı. Tüfeğini bir taşa vurarak kırdı. Sonra köprünün tam ortasına koştu. Yüzlerce düşman askerinin karşısında durdu ve –“Geçemezsiniz!” diye bağırdı. Bir cesaret abidesi gibi, köprünün ortasında duruyordu. Göğsünü açmış, yumruklarını sıkmış, akın üzerine gelenlere son sözlerini haykırdı: -“Düşman! Gel süngüle! Allah bu vatanı kurtarır!” Fransızlar, Şahin Bey’i süngüleyerek şehit ettiler.”
28 Mart 1920’de şehit olan Şahin Bey’in ağzından dökülen son söz şu olmuştur: “Allah’ım vatanımı kurtar, alçak düşman! Gel sen de süngüle.” Henüz 43 yaşında Elmalı köprüsünün üstünde Fransız askerlerinin süngüsüyle şehit edilen Şahin Bey’in şehadet haberi şehre gelince yanık bağırlardan şu mısralar dökülmüştür:
-…”Şahin’i sorarsan otuz yaşında,
Süngüyle delindi köprübaşında.
Çeteler toplanmış ağlar başında.
Uyan Şahin uyan gör neler oldu.
Sevgili Ayıntab’a Fransız doldu.”
Şahin Bey, İstiklal meşalesini tutuşturmuş, on binlerce Şahinler, tutuşturulan bu meşaleyi söndürmemek için var güçleriyle vuruşmaya koşmuşlardır. Şahin Bey’in 11 yaşındaki oğlu Hayri de gönüllü olarak savaşa katılmış ve bütün çatışmalarda yer almıştır. Antep, bugün hâlâ bu kahraman evladı için gözyaşı dökmektedir. Ruhu Şâd olsun!
28 Mart 1920’de şehit olan Şahin Bey’in şehit edilmesinden sonra bu defa Antep çatışmalara sahne oldu. Antep halkı 1 Nisan 1920’den 7 Şubat 1921’e kadar Fransız kuvvetlerine karşı büyük bir direniş gösterdi fakat bu direniş sonrasında kırıldı ve geri çekilmek zorunda kaldı. Böylece Fransızlar 9 Şubat 1921 günü şehre tekrar hâkim oldular.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendi gücüyle işgale 10 ay dayanan ve düşmana geçit vermeyen Antep’e 8 Şubat 1921 günü Gazilik unvanı verdi. Fransızlar, “21 Ekim 1921 Ankara Antlaşması”nın ardından 25 Aralık 1921’de şehri boşalttılar ve böylece Gaziantep iki yıl süren işgalden kurtulmuş oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 6 Şubat 1921 tarih 147. Toplantısında, Bakanlar Kurulu Başkanı ve Milli Savunma Bakanı Fevzi Çakmak meclis başkanlığına Antep isminin Gaziantep olarak değiştirilmesini kapsayan bir önerge sundu. Kabul gören kanun teklifi, 8 Şubat 1921 tarihli Resmi Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Atatürk demiştir ki: -…”Türküm diyen her şehir, her kasaba ve en küçük Türk köyü, Gazianteplileri kahramanlık misali olarak alabilir. En eski çağlardan beri tarihi Türk yurtlarında, Türklüğün yüksek varlığını kahramanlıkla tespit etmiş olanlarla, şahsen beraber olduğumu ifade etmekten duyduğum zevk ve saadet yücedir.
Yalnız ve yardımcısız bırakılmalarına rağmen sadece mahdut Türk kahramanlarımızın Gaziantep’in yüksek kahramanları ile birleşmesiyle, en güçlü zannolunan düşman ordusunun çok üstün ve donatılmış kuvvetlerinden kutsal yurtlarını kahramanca kurtarmış olmaları, işte bu, onlara manevi bir pırlanta kıymetinde taşıdıkları unvanı vermiştir. Eğer, bir gün millet, vatan ve Cumhuriyet’in yüksek menfaatleri icap ettirirse o çevre kahramanlarının geçmişte olduğundan daha yüksek kahramanlıklar göstermeye hazır bulunduklarına da şüphem olmadığı bilinmelidir.”