Birinci Dünya Savaşı arifesinde uzun yıllar idaresinde bulunan geniş toprakların çoğunu kaybetmiş olsa da hala sahip olduğu stratejik topraklara hâkim olma özelliğiyle Osmanlı Devleti, hala büyük ve önemli bir devletti. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından kısa bir müddet sonra bu geniş ve stratejik coğrafyaya hâkim olan Osmanlı Devleti’nin savaşa dâhil edilmesi, birçok bölgede savaş cephelerinin açılmasına sebep teşkil etmiştir.
Bu cepheler, başta Çanakkale Cephesi olmak üzere doğuda Şark ve İran Cepheleri, güneyde Kanal/Sina/Suriye/Filistin Cephesi, Irak, Yemen ve Hicaz Cepheleri, batıda Galiçya Makedonya Cepheleri gibi birbirinden farklı bölgeler ve coğrafyada idi.
Bu cephelerden özellikle Kanal/Sina/Suriye/Filistin Cephesi, savaşın sonucunu tayin eden cephe olarak ön plana çıkmıştır. İfade edilen cephelerin yanı sıra;
İran’da, Kafkasya’da, Kuzey Afrika’da Osmanlı Devleti’nin bilhassa subayları ile desteklediği yerel unsurlar, işgalci güçlere karşı direniş ve mücadele içinde idi.
Savaşın başlamasıyla Haçlı Ordularının İslam’ın bayraktarı olarak kendisine saldırması karşısında Osmanlı Devleti, en azından idaresi altındaki Müslümanları birlik halinde Sancak-ı Şerif altında toplamak istemişti. Bu kapsamda imparatorluk genelinde umumi seferberlik ilan edilmiş ve “Cihad Fetvası” yayımlamıştı. Osmanlı Hükümeti, savaştaki cephelerine tahkimat ve yığınak sağlarken evvela, cephe bölgelerinde var olan askeri garnizonları ve burada vazifeli profesyonel askerini harekete geçirmişti. Bunun yanı sıra doğal olarak o bölgede yaşayan nüfustan orduya asker alarak cepheleri kuvvetlendirmeyi planlamıştı.
Mezkûr plan mucibince yukarıda ifade edilen Osmanlı sınırlarındaki cephelere önem verilmiş ve cephenin açılma dönemine göre asker sevki gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı’nın her bölgedeki cephe ve savaş şartları, askerlerin şehirden cephelere katılımını bu manada doğrudan etkileyen ve belirleyen husus olmuştur. Örneğin, şu an sınırlarımız içerisinde kalan şehirlerden Ardahan’dan, Iğdır’dan, Hakkâri’den, Batman’dan ve Şırnak’tan Kanal/Filistin Cephesi’nde şehit düşen bulunmamaktaydı. Fakat mezkûr şehirlerden olan askerlerin bilhassa Şark Cephesi’nde görev alarak birçoğunun burada şehit olduğu gözlemlenmektedir.
Millî Savunma Bakanlığı Arşivi’nin Nisan 2018 verilerine göre Türkiye’nin 76 ilinden künyesi tespit edilebilen 3.866 asker Şehit olmuştur. Şüphesiz bu rakam 81 il ve dışındaki şehitlerle birlikte çok daha fazladır. Aynı zamanda hala devam eden Kolordu zayiat cetvellerinin incelenmesi, MSB, Nüfus ve ilgili kurumların çalışmalarının da tamamlanmasıyla Şehit sayılarının net olarak ortaya çıkacağı ifade edilebilir. Her ne kadar alandaki savaşların adlandırılması, Kanal/Sina, Filistin/Suriye Cephesi veya benzer şekillerde yapılsa da Şehitlerin büyük çoğunluğunun künyesinde cephe bilgisi olarak “Filistin Cephesi” ibaresi yer almaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış dönemi araştırmaları ile tanınan gazeteci ve yazar Murat Bardakçı’ya göre;
İstanbul, Gazze’nin artık bize ait olmadığını, o sırada Sivas’ta ki Üçüncü Ordu’yu teftişe gitmiş olan Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın 8 Kasım’da Sadrazam Talat Paşa’ya gönderdiği Harbiye Nezareti’nin yani Savaş Bakanlığı’nın şifre dairesi vasıtasıyla gönderdiği telgrafla haber almıştı.
İttihat ve Terakki liderlerinden olan ve Ortadoğu’daki Dördüncü Ordu’nun da kumandanlığını yapan Cemal Paşa, Mısır’da senelerdir devam eden İngiliz işgaline son verebilmek için başlattığı Kanal Harekâtı’nda mağlup olmuş ve birliklerimiz 15 Mart 1917’de Süveyş Kanalı’ndan Gazze’ye çekilmişlerdi.
İngiliz saldırıları birliklerimizin geri çekilmemizden sonra gittikçe şiddetlenmiş ve Gazze’de üç muharebe daha yaşandı…
İlk muharebe 26 Mart’ta oldu, iki gün devam etti ve kara birliklerinin yanı sıra savaş gemilerinin bombardımanı ile desteklenen İngiliz saldırısını püskürttük. İkinci saldırı ise 21 gün sonra geldi. 17 Nisan’da başlayan ve üç gün süren bu ikinci Gazze Muharebesi’nde de büyük kayıplar vermemize rağmen İngilizleri yeniden geri çekilmeye mecbur bıraktık.
Üçüncü muharebe ise 1917’nin 6 Kasım’ında yaşandı ve ordumuz, İngilizler ’in yanı sıra Osmanlı’ya ve Hilâfete başkaldıran Mekke Şerifi Hüseyin’in oğullarından Faysal’ın kumandasındaki isyancı Arapların saldırıları karşısında ancak bir gün dayanabildi. 7 Kasım’da Gazze’den çekilmek ve 120 kilometre geriye gidip Suriye’de bir savunma hattı kurmak zorunda kaldık.
İngilizler sonraki günlerde daha da ilerlediler, Filistin’in tamamı elimizden çıktı. 17 Kasım’da Yafa işgal edildi ve 9 Aralık 1917’de 401 sene boyunca hâkimiyetimiz altında bulunan Kudüs de elimizden çıktı.
İstanbul, Gazze’nin artık bize ait olmadığını, o sırada Sivas’ta ki Üçüncü Ordu’yu teftişe gitmiş olan Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın 8 Kasım’da Sadrazam Talat Paşa’ya gönderdiği bu şifreli telgrafla haber aldı.
Paşa, Harbiye Nezareti’nin yani Savaş Bakanlığı’nın şifre dairesi vasıtasıyla gönderdiği dört maddelik telgrafının hemen başında Gazze’nin artık bizim olmadığını sıradan bir haber gibi bildirerek daha sonra diğer cephelerden bahsediyordu:
”… HARBİYE NEZÂRETİ Tahrirat Dairesi Şifre Kalemi
Sivas’tan Sadrazam Paşa Hazretleri’ne mevrud şifreli telgraf:
1.İngilizler Sina Cephesi’nde taarruz etmektedir. Düşman(ın) denizden ve karadan yaptığı şiddetli topçu ateşi altında kıtaâtimiz emir mucibince 7/11’de Gazze’yi tahliye ettiler ve sağ cenahlarıyla takriben yedi kilometre şimale alındılar. Sol cenahta Biyri’s-Sebi şimalinde muharebât devam ediyor. Takviye kıtaâtimiz mütemadiyen vâsıl olmaktadır. Falkenhayn Paşa (*) Kudüs’te bulunmaktadır.
2.Irak Cephesi’nde İngilizler, Dicle tarafındaki mevâzimize takarrub ettiler. Kıtaâtimiz, Tikrit şimâlindeki Cebel-i Sahreyn’de hazırlanmış olan mevziye alındılar. Düşman takip etti.
3.Üçüncü Ordu’da bugün sol cenahta üç mühim tepe, kıtaâtimiz tarafından yapılan taarruz neticesinde zaptolundu. Düşmandan bir miktar esir aldılar. İki cebel topu ve üç makineli tüfek igtinâm eylediler.
4.Üçüncü Ordu’daki teftişi bitirdim. Şimdi Sina Cephesi’ne hareket ediyorum. Bu şifre, 9288 numaralıdır. 8 Teşrinsani 33.
Başkumandan Vekili Enver”
Osmanlı Devleti, Almanya’nın müttefiki olarak Birinci Dünya Savaşı’na girdiğinde şüphesiz kendi menfaati açısından birçok beklenti içerisinde idi. Bunlardan bir tanesi de işgal altındaki bazı topraklarını geri almaktı. Osmanlı Devleti’nin bu isteğini bilen Almanlar ise cephedeki düşmanları İngilizleri zor durumda bırakmak için her türlü fırsatı kullanmış ve savaş boyunca Osmanlı Başkumandanlığını kendi lehlerine olacak şekilde yönlendirmiştir. Almanya’nın kendi çıkarları için yürüttüğü siyasete gizli çalışmaların açığa çıkarılmasında ilk büyük eleştirileri Mustafa Kemal Paşa yapmıştır.
Osmanlı Devleti ve Almanya’nın bahsedilen politikalarının yanı sıra İngiltere’nin, tıpkı Çanakkale Boğazı’nda yaptıkları gibi Filistin bölgesinde de Akabe’ye yönelik gerçekleştirdikleri bombardıman ve saldırılar, Kanal bölgesindeki İngiliz Ordusu’na yönelik bir harekâtın gerçekleştirilmesi için bir zaruret olarak da ortaya çıkmıştır. Ayrıca İngiltere, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettikten sonra 3 Kasım 1914’te, hukuken Osmanlı toprağı olan Mısır’da padişahın hükümranlık haklarının kaldırıldığını açıklamış ve Mısır’ı tek taraflı bir şekilde Osmanlı Devleti’nden kopardığını ilan etmiştir.
Bu gelişmeler ışığında Birinci Dünya Savaşı’na dâhil olan Osmanlı Devleti, İngiliz Ordusu’nun işgali altında bulunan Mısır’a yönelik bir askerî harekât gerçekleştirmeyi planlamış ve savaş sırasındaki önemli cephelerden biri olacak Kanal Cephesi açılmıştır.
Bu cephe Osmanlı Ordusu’nun Sina Cephesi’ni geçerek Kanal üzerine taarruz icra ettiği için Sina Cephesi olarak da adlandırılmaktadır.
Bu seferin gerçekleştirilebilmesi adına Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa, 18 Kasım 1914 tarihli bir emirle Cemal Paşa’yı, Bahriye Nazırlığı yine uhdesinde kalmak şartıyla 4. Ordu Komutanlığı’na tayin etmiştir. Böylece Cemal Paşa, hem Kanal Harekâtını yönetecek hem de Suriye, Filistin, Hicaz ve Kilikya bölgesinin Genel Valisi sıfatıyla bölgenin asayişini temin edecektir. (Not: Savaş başlamadan önce 4. Ordu Kumandanı olan Tümgeneral Halepli Zeki Paşa, Kanal Seferi’nin gerçekleştirilmesine karşı çıktığı için vazifeden alınmıştır.)
Osmanlı Devleti’nin savaş sırasında Kafkas Cephesi ile birlikte taarruz harekâtı planladığı iki yerden biri olan Süveyş Kanalı bölgesinde, Almanların da dâhil olduğu bir harekât planı üzerinde durulmuştur. Buna göre Osmanlı birlikleri Süveyş Kanalı’nı geçerek Mısır’daki İngiliz birliklerine taarruz edecektir. Böylece İngiliz Ordusu’nun Hindistan ve Akdeniz’deki birlikleri arasında bir karargâh, harekât ve üs merkezi olan Mısır’da zor durumda kalması sağlanacak ve akabinde İngilizler Mısır’dan sökülüp atılacaktır.
Belirlenen plan gereğince Kanal Harekâtını yönetecek olan Cemal Paşa, 6 Ocak 1915 tarihinde Kudüs’e gelmiş ve 4. Ordu Karargâhı’nı da bu şehre kurmuştur. İki hafta sonra da Osmanlı Devleti’nin bu cephede o an ki en güney tahkimatının bulunduğu Kudüs’ün yaklaşık 220 km güneybatısında yer alan El-Ariş’e gelerek birlikleri denetlemiştir. Bu Harekâtı Osmanlı Ordusu bünyesindeki 8. Kolordu gerçekleştirmiştir. (Not: 8. Kolordu’ya Albay Mersinli Cemal (Paşa) Bey komuta etmektedir.)
Yapılan tespitler sonucunda Kanal üzerine girişilecek harekâtta 3 koldan taarruz planı belirlenmiş ve 2 Şubat 1915 tarihinde “1. Kanal Harekâtı” fiilen başlamıştır.
Osmanlı Ordusu’nun başlattığı hücum ile başlayan ve 35 saat süren çatışmalar, Osmanlı Ordusu’nun Kanal’ı geçmesi için bir netice vermemiştir. Nitekim çarpışmalar esnasında vuku bulan birtakım taktiksel hatalar, hücumda sebat gösterilememesi ve İngilizlerin yoğun topçu atışlarının etkisi gibi nedenlerle harekât sonuçsuz kalmış ve 8. Kolordu geri çekilmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu harekâtta Osmanlı birlikleri 124 Şehit, 417 yaralı vermiştir. Ayrıca 819 asker de esir düşmüştür.
Cemal Paşa, 1. Kanal Seferiyle ilgili Başkumandanlığa gönderdiği raporda; “gerçekleştirilen harekâtta birtakım nedenlerle başarısız olunsa da bu harekâtın bir keşif taarruzu olduğunu ve İngilizlerin savunma tertibatının öğrenildiğini bildirmiş; 2.Kanal taarruzu için de hazırlıklara başladığını” ifade etmiştir. 1. Kanal Harekâtı her ne kadar Cemal Paşa tarafından bu şekilde dile getirilse de Osmanlı Ordusu’nun İngiliz Ordusu’nu gafil avlayabileceği bir harekâtın sonuçsuz kalması savaşın seyri açısından yeni sonuçlar doğurmuştur.
İngiltere’nin savaşın başlarında Mısır’daki kuvveti, savaşın sonlarına doğru bu cephedeki kuvveti ile kıyas edilemeyecek derecede azdır. Şayet 1.Kanal Seferi, daha stratejik bir planlama ve kararlı bir şekilde icra edilseydi, kuvvet olarak henüz tam anlamıyla tahkim edilmemiş olan İngiliz birliklerinin savunma hatlarının çökertilmesi sağlanabilirdi. Böylece İngiltere sadece Süveyş Kanalı’nı değil, Mısır’ı da kaybetme durumuna gelebilir ve savaşın seyri henüz başlarında çok farklı bir şekilde gelişebilirdi.
Cemal Paşa bu gerçeği bildiği için biran evvel 2.Kanal Seferi için hazırlıklar başlamıştır.
Fakat birtakım aksaklıkların etkisiyle harekâtın gecikmesi, İngiliz Ordusu’nun bu sürede Mısır’a takviye asker sevk etmesi için vakit kazandırmıştır. Osmanlı Ordusu açısından hazırlıkların aksamasının diğer bir sebebi de İngilizlerin sömürgelerinden topladığı askerleri Çanakkale kara savaşları için bu cepheye sevk etmesi ve taarruz hamlesidir. Bu girişim üzerine Kanal Cephesi’ndeki bazı birliklerin Çanakkale Cephesi’ne kaydırılmak zorunda olduğu görülmektedir.
Osmanlı Devleti ve İngiltere açısından Kanal Cephesi’nde savaşın fiili olarak başlaması, özellikle Almanya’nın planladığı şekilde işine gelmiştir. İngiltere’nin çok kritik gördüğü Mısır’a takviye güç göndermesi ve kendisini de bundan sonra burada büyük bir birlik bulundurmak zorunda hissetmesi, Almanya’nın tam anlamıyla hayalini kurduğu bir gelişme olmuştur. Böylece savaşın vuku bulma alanı genişlemiş ve Almanya Batı Cephesi’nde daha da rahatlamayı ümit etmiştir.
Nitekim Osmanlı Devleti’nin ve İngiltere’nin cephedeki hazırlıkları bu süreçte devam etmiştir.
İngiliz Ordusu’nun tahkimat ve takviye asker ile cepheyi sağlamlaştırma hamlesine karşı, Osmanlı Ordusu tarafından uzun süren hazırlıklar neticesinde büyük bir sefer planı yapılmıştır. Bu bağlamda Türk birlikleri hücuma geçmiş ve 21-23 Nisan 1916’da vuku bulan Katya Muharebesi’nde Osmanlı Ordusu İngiliz birliklerini mağlup ederek Kanal’ı geçebilecek konuma gelmiştir. Bununla birlikte hazırlıkların zamanında tamamlanmaması ve yaşanan birtakım aksaklıklar bu planın uygulanmasına mâni olmuştur. İngilizlerin bu cephedeki karşı saldırı planlarının duyulması neticesinde de büyük saldırı planından vazgeçilmiş ve ilk harekâta benzer bir plan değerlendirilmeye alınmıştır. İngiliz Ordusu, Katya Muharebesi sonrası önemli ölçüde takviye birlikleri almıştır. Bu ortamda Osmanlı Ordusu tarafından Kanal üzerine 2-5 Ağustos 1916 tarihinde gerçekleştirilen 2. Kanal Seferi hücumu, Romani bölgesinde İngiliz birlikleri tarafından engellenmiştir.
Romani Muharebesi’nde İngiliz birliklerinin kazandığı zafer, bu cephedeki savaşın gidişatını kökünden etkilemiştir. Birçok askerin şehit verildiği bu muharebeden sonra Osmanlı Ordusu, taarruz cephesi olarak açtığı bölgede savunma savaşı vermeye başlamıştır. Nitekim bu andan itibaren 1. Gazze Muharebesi’ne kadar olan Eylül 1916 – Ocak 1917 arasındaki muharebeler, Sina Cephesi olarak devam ettiğini de ortaya çıkarmıştır. Zira bu tarihe kadar Kanal Cephesi’nde vuku bulan savaş, Kanal bölgesi ve çevresinde vuku bulan çarpışmalar, Sina Yarımadası’ndaki bölgelerde, Gazze’nin güneyinde gerçekleşmiştir.
Osmanlı Ordusu’nun Süveyş Kanalı üzerinden geçerek Mısır’ı ele geçirme düşüncesiyle başlattığı taarruz harekâtı, Katya Muharebesi’ndeki Zafer dışında İngiliz Ordusu tarafından püskürtülmüş ve Osmanlı Ordusu genel olarak 1. ve 2. Kanal Harekâtlarında da başarısız olmuştur. Bunun üzerine Mısır’daki İngiliz birlikleri, kendilerine ulaşan takviye birliklerle birlikte karşı saldırıya geçmiş, böylece Filistin/Suriye Cephesi de Osmanlı Devleti için açılmıştır.
Bâ-husus Kanal Harekatlarına dair şu hususu da ifade etmek gerekir. Kanal/Sina Cephesi’nin açılması sonucu düzenlenen iki harekât Osmanlı Devleti açısından başarısızlıkla sonuçlanmışsa da Osmanlı Devleti’nin coğrafi şartları çok zor olan Sina Çölü’nü geçerek Kanal üzerine iki önemli harekât düzenleyebilmesi, Birinci Dünya Savaşı şartlarında ordunun maneviyatını, sebatını ve harekât gücünü göstermesi bakımından önemlidir. İngiliz Ordusu’nda görevli komutanlar da Türk Ordusu’nun gücünden ve büyüklüğünden bu şekilde söz etmişlerdir.
Kanal Cephesi’nin artılarını ve eksilerini ifade ederken üzerinde durulması gereken bir başka nokta ve sorulması gereken sorulardan birisi de “Osmanlı Ordusu Kanal taarruzlarını yapmasaydı, İngiliz Ordusu Filistin Cephesi’nde ileri harekâta başlayacak mıydı? Yahut ne zaman başlayacaktı?”
Bu soruya cevap olarak şu hususu belirtmek yerinde olacaktır:
Savaş başlarken Osmanlı Devleti’nin topraklarını işgal etmeyi ve akabinde devleti yıkmayı planlayan İngilizlerin, Yahudi ortak aklığıyla birlikte hareket ederek Filistin bölgesini, bir şekilde ele geçirmekten kaçınmayacağı aşikardı. Bu bakımdan Kanal Cephesi’nin açılmasını ve ilgili harekâtları ele alırken konunun tarihi, coğrafi, stratejik, siyasi, askeri, politik birçok yönlerini de dönemin şartlarında düşünmek gerekmektedir. Haddizatında Birinci Dünya Savaşı başladığında İngiltere’nin amaçlarından bir Hicaz, Filistin, Lübnan, Suriye ve Irak bölgesindeki Arapları Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandırmak ve askeri ilerleyişlerini kolaylaştırarak bölgeyi rahatça işgal edebilmekti. Bu konuda İngiliz istihbaratının her bölgede önemli faaliyetler yürüttüğü görülmektedir.
Filistin Cephesi’nde Osmanlı Devleti için asıl tehlike İngilizlerin kışkırtmaya çalıştığı Arap aşiretleri kadar faaliyetlerini gizli yürüten ve vaat edilmiş topraklar olarak gördükleri bölgede devlet kurmak isteyen Siyonistler idi. Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve yayılması özellikle Yahudilerin el altından desteklediği, yönlendirdiği bir politikanın ürünüydü. Bilhassa savaşın Osmanlı topraklarında ve Filistin bölgesinde yurt edinmek için çok yoğun çaba sarf eden Yahudilere aradığı fırsatı vermişti.
Bazı Osmanlı komutanlarının yanında yer alan Yahudilere bağlı (“Nili Casusluk Örgütü” gibi) ortağı olduğu İngiliz Ordusu’na istihbarat sağlayarak Osmanlı Ordusu’nu zaafa düşürmede başrol oynamışlardır. Onların amacı Mısır’dan hareket eden İngiliz Ordusu’nun bir an evvel ele geçirmesi idi. Bununla birlikte Nili casusların, Filistin/Suriye Cephesi’ndeki bu faaliyetlerine karşı Osmanlı İstihbaratı da, bil-fiil sahada karşı önlem almaya çalışmış ve her türlü tedbirin uygulanması noktasında, askeri ve mülki yöneticilere de emirler gönderilmiştir.
Sonuç olarak Kanal/Sina Cephesi, Osmanlı Devleti’nin özellikle Almanların bu cephenin açılmasını destekleyerek İngilizlerin gücünü dağıtarak Avrupa Cephesi’nde rahatlamak amacıyla teşvik ettiği, İngiliz/Siyonist ortak aklının zaten planlarında olduğu ve Osmanlı Devleti’nin de planlı veya plansız gerekçeleriyle açılmıştır. Bununla birlikte gerçekleştirilen 2 başarısız Kanal Harekâtı, Osmanlı Devleti için çok pahalıya mal olacak ve nihayetinde İngiliz Ordusu, Kanal’ı Sina yönünden geçerek bu hat üzerinden Filistin ve Suriye bölgesine doğru hareket hücuma başlayacaktır.
Osmanlı Devleti’nin başarısız olarak icra ettiği Sina Cephesi’ndeki 2.Kanal Seferi’nin ardından (Romani başarısızlığı) İngiliz Ordusu, Süveyş Kanalı’nı geçerek Sina üzerinden Filistin bölgesinin ele geçirilmesine yönelik harekâtını başlatmıştır. Buna karşı Osmanlı Ordusu ise Gazze hattında savunma konumuna geçerek İngiliz ilerleyişini durdurmak istemiştir.
İngiltere’nin Filistin Cephesi’ni açmasının birçok siyasi, askeri, stratejik, ekonomik nedenleri ve iç dinamikleri bulunmaktadır. Özellikle Osmanlı Devleti’nin savaştan çekilmesi noktasında, Irak Cephesi ile birlikte Filistin Cephesi’nde sağlanacak ilerlemenin bir etken olacağını düşünen İngiltere, bunun yanı sıra jeostratejik açıdan da bölgenin idaresini eline almak istemiştir. Bu kapsamda iki ordunun Filistin Cephesi’ndeki ilk önemli karşılaşmaları 1. Gazze Muharebesi’nde olacaktır.
Gazze Muharebesi’ne giden süreç ise Osmanlı birliklerinin 1916 yılı Eylül ayında Süveyş Kanalı’nın karşısındaki Tih Çölünden itibaren Gazze hattına kadar olan bölgelerden tedrici olarak çekilmek zorunda kalmalarıyla ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda Kanal Cephesi’nin coğrafi bir devamı niteliğinde Sina Cephesi olarak adlandırıldığı üzere El-Ariş ve çevresinde Osmanlı ve İngiliz birlikleri arasında çok büyük çapta olmasa da çatışmalar vuku bulmuştur. Bu çarpışmalar sonucunda şehitler veren Osmanlı birlikleri geri çekilme stratejisini benimsemiştir. Bu geri çekilmeye karşın ilerleyişlerini sürdüren İngilizler, Gazze’ye giden yol üzerindeki stratejik bir nokta olan El-Ariş’i 21 Aralık 1916’da ele geçirmişlerdir. El-Ariş’in alınmasıyla birlikte Osmanlı ve İngiliz Orduları arasındaki savaşlar, artık Sina bölgesinde de değil Filistin bölgesinde cerayan etmeye başlamış; dolayısıyla cephenin adlandırılması da Filistin Cephesi olarak geçmeye başlamıştır.
El-Ariş’in işgalinden sonra Filistin Cephesi’ndeki İngiliz ilerleyişi Gazze’nin güneyine doğru devam etmiş ve 9 Ocak 1917’de Refah bölgesi de işgal edilmiştir.
Osmanlı Devleti, bu ilerleyişe karşı Gazze ve Birüssebi hattında savunma tertibatı alırken 1916 yılının ikinci yarısından itibaren Hicaz bölgesinde başlayan Şerif Hüseyin isyanı da Osmanlı Ordusu’nu uğraştıracak ek bir gaile olmuştur. Nitekim 1916 yılının Ekim ayında Şerif Hüseyin İngilizlerin teşvik ve yönlendirmesiyle kendisini sözde Arabistan Kralı ilan etmiştir. Şerif’in bu unvanı İngilizler tarafından Hicaz Kralı olarak tescil edilmesiyle yükselmiştir. Bununla birlikte İngilizler Şerif Hüseyin ile olduğu kadar Necid, Umman ve Arabistan’ın doğu bölgesinde hâkimiyet alanı bulan İbn-i Suud ile anlaşma imzalayarak ona vaatlerde bulunmuşlardır. İbn-i Suud, Şerif Hüseyin gibi Osmanlı Devleti’ne karşı doğrudan savaş açmamışsa da, bilhassa Irak Cephesi’nde İngilizlerin ilerleyişlerine katkılar sağlamış bir kişidir.
Osmanlı Devleti ise bu isyan karşısında Temmuz 1916’de Şerif Ali Haydar’ı, Şerif Hüseyin’in yerine Mekke Emirliği’ne tayin etmiştir. Fakat Şerif Ali Haydar’ın Mekke’ye gelişi uzun sürmüş ve süreçte Şerif Hüseyin’in işgal alanları genişlemiştir. Şerif Hüseyin’in, 1917 yılı başına kadar yaklaşık 6 aylık süreçte Mekke, Cidde, Taif ve Vech bölgesini ele geçirdiği görülmektedir. (Not: Şerif Ali Haydar, bölgeye geldiğinde bu nedenle Medine’den Mekke’ye geçememiştir. O’nun Hicaz halkına yönelik yayımladığı bildiride kullandığı; “Şerif Hüseyin’in İngilizlerle iş tuttuğunu ve İngilizlerin İslamiyet’in doğduğu merkezi, sömürgeleri yapacağı” ifadeleri, makamına geçmediği için etkisiz kalmıştır.)
Bu süreçte Medine’yi 20 Mayıs 1916 yılında Hicaz Kuvve-i Seferiyesi kumandanı olarak Medine’ye gönderilen Fahrettin Paşa savunmaktaydı. 1917 yılına gelindiğinde Şerif Hüseyin’in işgal alanlarını genişletmesi Enver ve Cemal Paşalar nezdinde Fahrettin Paşa’nın yetersiz olduğunu ve yerinde daha muktedir bir kumandan atanması fikrini oluşturmuştur. Nitekim Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın bölgeye kumandan olarak tayin edilmesini uygun görmüşse de Mustafa Kemal Paşa bu teklifi Fahreddin Paşa’nın fedakâr ve kahraman bir şekilde Medine’yi savunduğu gerekçesiyle kabul etmemiştir.
Nitekim Fahrettin Paşa, gerçekten Türk tarihine ve dünya harp tarihine geçecek bir savunmayı Medine’de gerçekleştirecektir. Osmanlı Devleti’nin savaşta yenilmesi ve 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile savaştan çekilmesine rağmen, Osmanlı garnizonlarıyla herhangi bir bağlantısı bulunmayan Fahrettin Paşa, Medine’yi müdafaa etmeye devam etmiş ve nihayetinde kendi kurmaylarının baskısıyla 12 Ocak 1919 günü teslim olmuştur. Fahrettin Paşa’nın 72 günlük Medine Savunması, Osmanlı birliklerinin savaştan yenilmiş çıkan bir ordunun hala nasıl reaksiyon verebildiğinin en somut göstergesi olmuştur.
Mustafa Kemal Paşa’nın kabul etmediği “Hicaz Kuvve-i Seferiye Kumandanlığı” hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Örneğin, 1916-1918 arasında Edirne’den itibaren Diyarbakır, Doğu Suriye Cephelerinde Mustafa Kemal Paşa’nın yakınında ve emrinde olan savaş yaveri Şükrü Tezer Bey anılarında:
(…)”Medine İstanbul için hala savunulması gereken bir kent ve bölgeydi.
Enver, Arabistan ve Medine cephesinde bir kuvvet kurulmasını tasarladı. Adını “Hicaz Kuvve-i Seferiye Kumandanlığı” dediler ve komutanlığına da Mustafa Kemal’i atadılar (17 Şubat 1917). Diyarbakır’dan Şam’a ulaşılmıştır. Yol boyunca tüm duraklarda Halep’te konakladıkları Baron Oteli dahil masraflar Dördüncü Ordu Komutanı Cemal (Sakallı Cemal-Bahriye Nazırı) tarafından karşılanmıştır.
Suriye ve Arabistan topraklarının savunması sorumluluğu verilmiş olan Cemal, “Büyük” unvanıyla anılmaktaydı. Yol boyunca Mustafa Kemal ve karargâhının tüm gereksinmelerini karşılatan Cemal, kafileyi taşıyan tren gara girdiğinde ortada yoktur. Çünkü bir gün önce Şam’dan ayrılıp Beyrut’a gitmiştir.
Bu hareket açıkça Mustafa Kemal’i garda karşılamamak için yapılmıştı. O da bu harekete karşılık vererek kendilerine ayrılmış Victoria Oteli yerine Damasküs Palas otelini konak yeri olarak seçmiştir.
Ertesi gün Beyrut’tan dönen Cemal ile Mustafa Kemal karşılıklı birbirlerini davet ederek gövde gösterisi ardından, 1908 yılından beri süren arkadaşlıklarını yine saygı çerçevesinde sürdürmüşlerdir” demektedir.
İslam Ansiklopedisi’ne göre de (…)”Başkomutanlık Vekilliği Mustafa Kemal’i “Hicaz Kuvve-i Seferiyesi” adı altında Arabistan ve Medine cephesinde teşkil etmek istediği bir ordunun komutanlığına memur etti. Mustafa Kemal bu sıfatla Şam’a kadar gitti ve orada Hicaz’ın ve Suriye’nin genel durumunu inceledikten sonra o günlerde Şam’da bulunan Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya: (…)” Tehlikenin büyük ve umumi olduğunu, hemen Hicaz’ın boşaltılarak oradan getirilecek kıtalarla Suriye Cephesinin kuvvetlendirilmesi gerektiğini” söyledi. Başkomutanlık Vekilliği bu teklifi kabul etmedi(!) ve Hicaz Kuvve-i Seferiyesi teşkili fikrinden vazgeçildi. Bunun üzerine Mustafa Kemal asil olarak İkinci Ordu Komutanlığı’na geçirildi ve yine Şark Cephesi’ne döndü” denilmektedir.
Kaynakça:
(1). Murat Bardakçı, “Yıkılış ve Kuruluş (Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgeleri)” Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1.Basım 2017, Sf:98-99’dan; “Enver Paşa’nın, Sadrazam Talat Paşa’ya Gazze’yi kaybettiğimizi bildiren telgrafı (8 Kasım 1917)“
(2). Enes Demir, “Birinci Dünya Savaşı’nda Kanal/Sina ve Filistin/Suriye Cephesi: şehit düşen Türk askerleri”, Hiperlink Yayınları: 215, İstanbul-2018.
(3). Şükrü Tezer, “Atatürk’ün Hatıra Defteri”, Sf:95-101.
(4). “ATATÜRK, (İslam Ansiklopedisi’nin 10’uncu Fasikülünden Ayrı Basım)”, İstanbul Milli Eğitim Basımevi, No: 848, Sf:726.