Atatürk, Millî Mücadele’nin başarıya ulaşmasından sonra güney vilâyetlerini kapsayan ilk gezisine 13 Mart 1923 tarihinde çıkmıştır.
Atatürk’e gezi esnasında bir buçuk ay önce evlendiği Latife Hanım, Eskişehir mebusu Hüsrev Bey (Sami), Adana mebusu Zamir (Damar Arıkoğlu), Konya mebusu Refik (Koraltan), Siirt mebusu Mahmud (Soydan), Gaziantep mebusu Kılıç Ali, Başyaveri Salih (Bozok), Yaveri Muzaffer (Kılıç), Muhafız Birliği Kumandanı İsmail Hakkı (Tekçe), Dr. Yüzbaşı Asım, Yeni Gün Gazetesinden İsmail Habib (Sevük), Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi Sahibi Recep Zühdü, Şebinkarahisar mebusu Mehmet Emin (Yurdakul) ile birkaç kişi daha eşlik etmiştir.
13 Mart 1923 günü Ankara’dan hareket eden tren Adana’ya gelmeden önce Yenice istasyonunda sevinç gösterileriyle karşılanmıştır. Bu esnada Mersin ve Tarsus’tan gelmiş olan heyetler, Tarsus ve Mersin’i de şereflendirmesini istemiştir. Taleplere olumlu yanıt veren Atatürk, yarım saatlik bir duraklamadan sonra Adana’ya doğru hareket etmiştir. Trenin istasyona girmesi ile de büyük bir coşku ve sevinç yaşanmıştır.
Bu tablo Taha Toros tarafından şu şekilde dile getirilmiştir: …”15 Mart 1923’de büyük zaferin haliki olarak Adana’ya ayak basan Gazi, taşkın ve zapt edilmesi güç bir heyecanla karşılandı. Ayaklarına kapananlar, çocuklarını yolunda kurban gibi kesmek isteyen babaların sevinç yaşları, kocalarını vatan uğrunda şehit veren kadınlar ve babalarını bir kere olsun görmeden kaybeden yetim çocuklar, evlatlarını onun emrine feda eden kimsesiz analar… Bu kalabalığın en canlı tablosunu teşkil ediyordu… Oğlunu kaybeden ana ve baba Gaziyi görünce serinliyor; işte hakikî oğlumuz budur, diyordu! Babalarını şehit veren çocuklar hakikî babalarını sevinç gözyaşları içerisinde seyrediyorlardı. Allah’ım… O gün Adana’nın eşine rastlamadığı bir bayramdı! Hiçbir kurban bayramında bu kadar kurban kesilmemişti. Hiçbir şeker bayramında mini miniler bu kadar sevinmemişti! O, bayramların üstünde bayramların haliki, sevinçlerin, sevgilerin fevkinde bir kutsiyetin timsaliydi!… Ona kurtarıcı diye sarılanlar, hakikatin ifadesi olan sözlerinde bile hakikati tamamıyla ifadeden aciz kalıyorlardı”.
Atatürk trenden inip yürümeye başladığı esnada kalabalığın arasından öne çıkan dört kadın ellerindeki -“Gazi baba bizi de kurtar”- yazılı pankartla yolunu kesmişlerdir. Bu esnada kadınlardan Antakyalı Affan Efendi’nin kızı Ayşe Fitnat Hanım şu veciz nutku söylemiştir: …”Selam sana ey doğunun güneşi; büyük kurtarıcımız. Saygı sana ey İslâmlığı kurtaran büyük Gazimiz. Ey zulümleri yıkan, ezilenleri kurtaran Türk kahramanı. Ey ağlayan masum gözlerin, sızlayan Türk yüreklerinin dermanı! Bugün ayağını bastığın Adana’da yeni bir hayat beliriyor. Parlak bir umut, bir gelecek doğuyor. Fakat heyhat ki Adana’nın güzel bir parçası olan zavallı Antakya’da, İskenderun’da yüz binlerce masum hemşireler düşman çizmeleri altında sürünüyor. Mini mini Türk yavruları boğazlanıyor. Ey Ulu Gazi, bizi de kurtar. İşte biz Antakyalılarla, İskenderunlular sevinerek ayağının altında ölmek istiyoruz. Eminiz ki ruhumuz sizi Antakya yöresine götürecek ve Kemal’in güneşi oralarda da bütün gücü ile doğacaktır. Yaşasın Gazi Paşamız, yaşasın millet, yaşasın Adanalılar…” Bu veciz nutuk üzerine Atatürk, -…”Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde kalamaz” diyerek Hatay konusundaki tavrını net bir şekilde ortaya koymuştur.
İstasyondan sonra Hükümet Konağı’na giden Atatürk, burada bir süre kaldıktan sonra istirahat etmesi için hazırlanan Suphi Paşa’nın konağına gitmiştir. Şehirde kaldığı süre içerisinde ise Belediye, Askeri Fırka, Türk Ocağı ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin de içinde yer aldığı yirmiden fazla yeri ziyaret etmiştir.
Atatürk, Türk Ocağı’nı ziyareti esnasında Ferit Celâl (Güven)‘in gençler adına verdiği söyleve cevap olarak:
-…”Muhterem arkadaşlar,
Genç kardeşimizin gençlik namına söylediği sözler bende çok büyük hisler, rikkatler ve azîm emniyet ve itimatlar hâsıl etti. Bütün ciddiyetimle arz ederim ki bu intibaat vicdanımda çok büyük saadetlere zemini inkişaf olmuştur. Bende bu hissiyatın tecellisine sebebiyet verdiklerinden dolayı kendilerine teşekkür ederim. Bu dakikada muvacehelerinde bulunmakla mesut olduğum Adana gençlerinin de aynı hassasiyete malik bulundukları Haşiyelerinde okunmaktadır. Bu hassasiyette bulunan ve hassasiyetlerini ifadedeki kuvvetlerini gösteren sizin gibi gençlere malik bulundukça bu vatan ve milletin, şimdiye kadar ihrazına muvaffak olduğu zaferlerin üstüne daha azametli zaferler koyabileceğine hiç şüphe etmiyorum.
Genç arkadaşlarını: Ben ve benim gibi sevdiğinize şüphe olmayan arkadaşlarla beraber vicdanımıza terettüp eden vazifeyi yaptık. Bu hususta bize cesaret veren siz ve sizi vücude getiren büyük kalpli analar ve babalarınız ve bu millettir. Acı günlere ait olmakla beraber, bu memlekete ait kıymetli bir hâtırayı yâd etmek isterim. Efendiler, bende bu vakayiin ilk teşebbüs hissi bu memlekette, bu güzel Adana‘da vücut bulmuştur. Suriye felâketini müteakip Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığı ile buraya gelmiştim. O zaman memleket ve milletin nasıl bir atiye sürüklenmekte olduğunu görmüştüm ve buna mümanaat için derhal teşebbüsatta bulunmuştum. Fakat o zaman için bu teşebbüsümü müsmir kılmak mümkün olamadı.
Efendiler, memleketiniz, güzel Adana‘nız bilirsiniz ki, tarihin malûm devirlerinden beri tamamen bir Türk memleketidir. Fakat bu Türk memleketi vatanın aksamı dairesinden daha az sademeler, felâketler, inkılâplar geçirmemiş değildir. Lâkin bu memleketin güzide evlâtları daima o felâketlere mukabele etmiş, mukavemet göstermiş, muhafazayı mevcudiyet için çalışmışlardır. Bana milletin halâsı yolunda ilk teşebbüs hissinin bu mukaddes topraklardan geçmiş olması hasebiyle, hemşehrisi olmakla mübahi olduğum bu toprakları tebcil ederim. Arkadaşlar, genç kardeşimizin söylediği gibi üç dört sene içinde yapılan şeyler, ihraz edilen muvaffakiyat ve inkilâbat bu müddete sığmayacak kadar kesiftir. Bu kesafeti ancak sizin gibi evlâtlara malik bir millet omuzlarında taşıyabilir.
Arkadaşımızın anlattığı dönüm noktalarından suhuletle geçilmemiş; bu millet namütenahi yoksulluk elim iztıraplar içinde bırakılmıştır. En büyük düşmanlık da bu milletin başında bulunanların, bu millet içinde ifsadatta bulunmaları idi. Yer yer dâhilî isyanlar oldu, birçok kanlar aktı ve millet neticede hakikatin nerede olduğunu anladı. Bütün milletin iftihar edeceği bu netayici, henüz emin addetmek gaflet olur. Henüz hakikati görmekten uzak kimseler var. Lâkin bilerek veya bilmeyerek milletin şerefine ve haysiyyetine mütearuz kimseler olsa bile bu gibiler sizin gibi vicdanlı ve dimağları inkişaf etmiş gençler karşısında başkaldırmağa imkân bulamayacaklardır. Efendiler, millet vasıl olduğu mertebei saadette daha çok seneler dikkat ve intibahla hemahenk olarak çalışmağa mecburdur. Hakikî zafer muharebe meydanlarında muvaffak olmak değil, asıl zafer muvaffakiyetlerin menabiini kuvvetlendirmek, milleti yükseltmektir. Memleketimiz baştan nihayete kadar hazainle doludur. Biz o hazineler üstünde aç kalmış insanlar gibiyiz. Hepimiz bütün bu hazaini meydana çıkarmak ve servet ve refahımızın menabiini bulmak vazifesiyle mükellefiz. Bu vezaifin suhuletle ifa edileceğini kabul etmek doğru değildir. Eminim ki gençler yalnız nazariyatla meşgul değillerdir. Sanatın, ziraatın, ticaretin ne olduğunu anlayan ve bunları filen tatbik eden gençlerdir. Hakikî muzafferiyete ancak bu gibi müsmir sahalardaki faaliyetle varacağız. Huzurunuz beni memnun ve mesut etti. Asıl en büyük saadetini ise sizin gibi hissettiklerinizi, bütün milletin de hissetmesi vatanımızın en ücra yerlerinin de sizin gibi tenevvür eylemesi ve hakayıkı vuzuhla görmesi olacaktır. Ancak ondan sonradır ki milletimiz yekpare bir çelik kütlesi manzarası arz edecektir. Cümlenize teşekkür eder ve bahtiyarlığımı arz ederim.” demiştir.
Atatürk, Türk Ocağı’nda gençlerle sohbet ettikten sonra ocağın hatıra defterine şunları yazmıştır:
-…”Adana Türk Ocağı ‘Türklük’ nurunun feyyaz membaı olsun! Bu ocağın ateşi çok, pek çok kadimdir. Onu asırlarca, söndürmeğe çalışmaktan hali kalmalıdır. Fakat buna her teşebbüs edenin ocağı söndü. Çünkü o müteşebbisler düşünmüyorlar ki Adana “Türk Ocağı” en asli Türk Ocakları’nın kızgın ateşiyle daima tenmiye olunmuştur. Ocağın bugünkü nurlu alevi her kalbi aydınlatıyor. Ben bugün bu alevin sıcak temasında ne derin sevinç ve saadet hisleri duydum. (15 Mart 1339/Perşembe M. Kemal)”
Atatürk’ün ocak defterini imzalaması üzerine ocak gençleri adına umumi kâtip Ferit Celâl Bey bir nutuk irad etmiştir. Bunun üzerine ayağa kalkan Atatürk de veciz bir nutuk ile karşılık vermiştir.
Ziyaretin ilk gününün akşamında Adana Belediye Başkanı Ali Münif (Yegenağa) tarafından Atatürk’ün şerefine lise binasında bir ziyafet verilmiştir. Bu esnada bir konuşma yapan Ali Münif Bey, Adanalıların Gazi’yi nasıl heyecanla beklediklerini ve onun Adana’nın düşmandan kurtuluşunda ve bütün yurtta yaptığı hizmetlerin büyüklüğüne değinerek …”Tarihler size millet kurtarıcısı, devlet kurucusu ve halâskâr gibi sıfatlar verecektir. Lakin ben size en lâyık olan sıfatı şöyle arz edebilirim. İnsanlığı tufandan kurtaran Nuh, insanlığın ikinci babasıdır. Siz de Türklüğü kan ve ateş tufanından kurtardığınız için tarihlerde ebedi bir nam bırakacaksınız” demiştir. Ali Münif Bey’in bu sözlerine Atatürk de bir nutuk ile şöyle karşılık vermiştir:
-…”Muhterem efendiler, Bu dakikada kıymetli Adana‘nın her sınıfından, her tabakadan vatandaşlarından mürekkep bir heyeti aliyyenin huzurunda bulunmakla müteşekkirim. Çok arzu ederim ki, tahassüsatımı bütün Adanalıların heyeti umumiyesine arz edeyim. Lâkin buna-imkânı maddî yoktur. Bu arzuyu kalbimin, umuma iblâğına delâletinizi heyeti aliyyenizden rica ederim.
Efendiler, pekiyi bileceksiniz ki, Adana’mızın yevmi halâsından bugüne kadar her vesileden istifade ederek buraya gelmek istiyordum. Maatteessüf şimdiye kadar buna muvaffak olamadık. Bugün çok vicdanî olan bu arzumun tahakkukunu görmekle bahtiyarım.
Aziz vatanımızın diğer kısımlarında bazı seyahatler yapmış ve oralardaki dindaş ve kardeşlerimiz ile temaslarda ve uzun hasbihallerde bulunmuştum. Burada o kadar müsait fırsat bulamayacağımızı zannediyorum. Yalnız bugünkü meşhudatım ve dinlediğim nutuklar ve Adanalıların üzerimde bıraktığı intibaat bende şu itminanı hâsıl etti ki, Adanalılarla fazla görüşmeğe ihtiyaç yoktur. Çünkü söyleyeceklerimi onlar vazıh surette anlamış bulunmaktadırlar.
Efendiler, Belediye Reisi Beyefendi Hazretlerinin Adana halkı namına şahsıma ait taltif atını çok kıymetli buluyorum. Arkadaşlarımız ve milletin bütün efradı gibi, millî dâvamızda benim de mesaim sebketmiş ise de, bu mesaide kuvveti icraat ve muvaffakiyet varsa bunu şahsıma atfetmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletin şahsiyeti mâneviyesine atfediniz. Ben milletin bu âli, mânevi şahsiyeti içinde bir ferdi nâçiz olmakla bahtiyarım. Efendiler, millet heyeti umumiyesiyle mânevi bir şahıs halinde ve bir kitlei vahdet şeklinde tecelli eyledi ve bu vahdeti ulviyeyi muhafaza ederek ona düşman olanları bertaraf eyledi.
Âtiye itminanla, yürümekte devam edilecektir. Bugüne kadarki mesâii milliyemizin kıymeti pek yüksek, muvaffakiyet ve muzafferiyetlerimizin derecesi pek kuvvetlidir. Fakat düşmanlarımız o kadar çok ve kalplerinde, vicdanlarında ve kafalarında aleyhimize besledikleri hissiyat ve efkâr o kadar kavidir ki, elde ettiğimiz bu kadar muzafferiyat ile o hissiyat ve efkârın bertaraf edildiğini zannetmek gaflete düşmek olur. Tarihi yapan akıl, mantık, muhakeme değil, belki bunlardan ziyade hissiyattır. Düşmanlarımızın hakkımızda uzun asırlarla tekasüf eden hissiyatını yalnız bugünkü hâdisat ile Bilebileceğimizi zannetmek, hakikati ifade etmek olmaz. Biz bunu zaferlerle değil, ancak bugünkü terakkiyatı kabul, bugünkü ilmin ve medeniyetin talep ettiği hususatın kâffesine tevessül ve bütün medeni milletlerin seviyei irfanlarına bilfiil muvasalat etmekle yapacağız. Milletimizin kabiliyeti, çalışmağa olan aşkı, bize bu ulvî merhaleyi suhuletle kat ettirmeğe kâfidir. Ben şimdiden büyük milletin o merhaleye muvasalatını görmekteyim. Bilhassa bugün ve bu geceki meşhudatım, bu emniyeti daha çok takviye etti. Hemşehrileri olmakla mübahi olduğum Adanalılara bir daha teşekkür ederim. Buradaki takdirkâr tahassüs atımın bütün hayatımca baki kalacağına emniyet buyurabilirsiniz.”