Atatürk, 7 Eylül 1929, Cumartesi sabahı otomobille İstanbul’un birçok yerini gezmiş, Karaköy Köprüsü, Sultanahmet, Fatih yolunu takip ederek Rami’ye kadar gitmiştir.
Beyazıt’ta üniversite bahçesini gezen Atatürk, bahçenin düzenlenmesini yakından izlemiş, saat 11.30’da Sultanahmet Camii’ne gelerek burasının onarımı ile ilgilenmiş, bu konuda geniş bilgi almış, onarımın iyi yapılmasını ve acele edilmesini emretmiştir. Daha sonra Ayasofya Camii’ne giden Atatürk, burada Kayyum Mehmet Efendi Camii’nin Türklerin eline geçtikten sonra ne gibi yeni tesisler eklendiğini, bazı mahfellerin ve mermer küplerin ne zaman yapıldığını sormuştur. Atatürk, camiyi gezdikten sonra cami avlusundaki açık kahvede halkın arasında oturarak kahve içmiş, daha sonra buradan ayrılarak Topkapı Sarayı’na giderek Bağdat ve Revan köşklerini gezerek burada bir süre dinlenmiştir.
Saat 13.00’de Tokatlıyan Oteli’ne giden Atatürk, öğle yemeğini burada yemiş ve saat 16.00’da Dolmabahçe Saray’ına dönmüştür.
Atatürk’ün 7 Eylül, Cumartesi günü Ayasofya Camii’ne gerçekleştirdikleri ziyaretin üstünden üç ay kadar sonra, yani 16 Ocak 1930 günü Ayasofya Camii ecnebilerin ziyaretine açılmıştır.
Atatürk, camilerde Türkçe Kur’an ve Türkçe Mevlid-i Şerif uygulaması sırasında, hafızlara; “ayetlerin önce Arapça haliyle okunmasını ve namazın bu şekilde kılınmasını fakat daha sonra ayet ve surelerin Türkçe karşılıklarının verilerek halka öğretilmesini” emretmiştir. Atatürk’ün bu emirleri üzerine Türkçe Yasin-i Şerif okunmasından 10 gün kadar sonra, Ayasofya Camii’nde 3 Şubat 1932 Kadir Gecesi’nde, Hafız Yaşar (Okuyan) Bey, Arapça haliyle okunan Mevlid’den sonra, Türkçe olarak Tebareke suresini okumuştur. Daha sonra, Hafız Rıza, Hafız Seyit, Hafız Kemal Burhan, Fethi Turhan Beylerle otuz hafız hep birer birer muhtelif makamlardan Türkçe Kur’an okumuştur. Kur’an’dan Türkçe olarak Okunan her sureden sonra, Ayasofya Cami’nde toplanan elli bine yakın kadın, erkek Türk Müslümanlar, on üç asırdan beri ilk defa olarak Tanrı’larına kendi lisanlarıyla ibadet etme şerefine nail olarak Türkçe tekbir getirmişlerdir.
Atatürk’ün başkanlığında toplanan Vekiller Heyeti, 24 Kasım 1934’te alınan kararla Ayasofya Camii’nin Müze’ye dönüştürülmesi kararı alınmış (İstanbul’da bulunan tüm Bizans eserlerini aynı çatı altında toplanmasına ilişkin), 1 Şubat 1935 Cuma günü de Ayasofya Müzesi açılmıştır. Müzenin açıldığı ilk gün Alman bandıralı Resolute Gemisi ile İstanbul’a gelen seyyahlar Ayasofya’yı ve diğer camilerimizi ziyaret etmişlerdir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre, günümüzde yılda ortalama 3 ila 4 milyon civarında ziyaretçisi ile ülkemizde en çok tercih edilen müzelerin arasında birinci sırada yer almakta olan “Ayasofya Müzesi” hakkında, Cumhuriyet Gazetesi muhabirlerinden Nadir Dayı’nın 10 Nisan 1961’de yayımlanan E. L. Touriel isimli bir Amerikan vatandaşı ile gerçekleştirdikleri röportajı aşağıya alıyorum:
—“Türk tarihini Ezbere bilen bir Amerikalı… Evinde Türk tarihine ait yazılmış 300 cilttlik bir kitaplık bulunan Amerikalı Türklerin insanlık tarafını anlatıyor:
Türk tarihini ezbere bilen E. L. Touriel isimli bir Amerikalı, Türkiye tarihi hakkında araştırmalarda bulunmak üzere İstanbul’a gelmiştir. . Asıl mesleği Operatörlük olan Mr. Touriel Los angelas’ta ikamet etmekte ve sırf zevk için Türk tarihi ile meşgul olmaktadır. İfade ettiğine göre, evinde Türk tarihine ait yazılmış 300 ciltlik bir kitaplık bulunmaktadır. İstanbul’da kaldığı bu günlerde de Fransız ve İtalyan müverrihleri (tarihçileri) tarafından yazılmış birkaç tarih kitabı satın almıştır. Şimdi, 30 yıl Türkiye’de ikamet eden Alman tarihçi Von Hammer’in 18 ciltlik “Osmanlı Tarihi” kitabını bulmaya çalışmaktadır. Mr. Touriel’in tarih kitabı kolleksiyonundan başka Türkiye’de ve dışarıda doldurulmuş Türk müziğine ait plak kolleksiyonu vardır.
Bu plakların arasında Abdülhamit’i tahtan indiren Genç Türkler’in “Yaşasın Hürriyet” marşından en son çıkan bütün plaklar mevcuttur.Amerikalı’nın tahminine göre 3 bine yakın Türkçe şarkı beste ve marş plağı vardır. Kendisine refakat eden tercüman rehberi Kemal Korhanlar’ın ifadesine göre, kitap ve plak kolleksiyonunu genişletmek için şehrimize her gelişinde, adım adım İstanbul çarşı ve dükkanları dolaşmaktadırlar.
Türk tarihini bize Avrupa tarihi ile mukayese ederek anlatan Mr. Touriel sözlerine:
(…) “Osmanlı tarihi kadar insanı tesir ve mest eden romantik bir tarih yoktur. Ancak yabancı tarihçiler Fatih Sultan Mehmet devrine kadar olan Türk tarihinin menkıbelere dayandığını iddia etmekte ve bunların doğruluğunu şüphe ile karşılamaktadırlar.
Fatih, zamanında ilk Osmanlı tarihini tefsir yolu ile Krisofulos isimli bir Rum yazmıştır. Mufassal (ayrıntılı) olarak da ilk Türk tarihini yazan Dimetrius Candemir isimli bir Romanyalıdır. Bunlar dışında Türklere ait kaleme alınan tarih kitaplarının ekseriyetinde müverrihler (tarihçiler) daima taraf tutmuş ve Türkleri yerin dibine batırmıştır. Bu yüzden Türkler Avrupalılar tarafından vahşi ve barbar bir millet olarak bilinmişlerdir.
Yabancı müverrihler, Türk Sultanlarının kardeşlerini ve çocuklarını öldürtmelerini vahşet olarak kabul ederler. Hâlbuki aynı şekilde Pontus, İspanya Kralları Bizans İmparatorları da hareket etmişlerdir. Bunlar barbar olarak kabul edilmezken Türklere barbar denmesi tarafgirliğin en canlı misalidir.
Tenkit edilen diğer bir husus da Osmanlı İmparatorluğu topraklarında bulunan Hristiyanlara dokunmayan Yavuz Sultan Selim’in, Çaldıran’da 40.000. Şii’yi katletmesidir(23 Ağustos 1514).Hiçbir zaman tasvip etmesem de,aynı şekilde Fransızlar da davranmış ve Yavuz’un katliamından 50 yıl sonra yani 1590’da Saint Barthelemy katliamı sırasında 300 Protestan’ı öldürmüşlerdir. İşin garibi o zamanın Papa’sı bu cinayetlerinden dolayı Fransız Kral ve Kraliçesini tebrik etmiş ve bir hatıra plaka bastırmıştır. Katliamı tasvir eden bir tablonun halen Vatikan’da müstesna bir köşede bulunması beşeriyet için iğrenç ve utanç vericidir. (Saint Barthelemy katliamı kaynaklarda 20 Ağustos 1572 geçmektedir.)
İşte bu katliamlar sonucu Türklerin adı barbar, Fransızları ise temize çıkmıştır.
Türklerin insanca davranmaları ve işgal ettikleri memleketlerin halkını dilleri ve dinlerinde serbest bırakmaları yüzünden Türkiye’de Rum, Ermeni, Yahudi ekalliyetleri teşekkül etmiştir. Buna asıl sebep olan Fatih Sultan Mehmet’in tatbik ettiği “MİLLET” sistemidir.
Hâlbuki İspanyolların ve diğer Avrupa milletlerinin yaptığı gibi barbarca davranıp bu toplumları yok etme yoluna gitmeyen Türkler, Yavuz Sultan Selim’in düşünüp uygulamaya vakit bulamadığı şekilde milletleri yer değiştirip birbirleriyle karıştırmış olsa idi, bugün Türkiye’de azınlık diye bir problem kalmazdı.
1912’de Rodos adasını işgal eden İtalyanlar bu sistemi tatbik ederek ada halkının dini törenlerini yasak etmişler, İtalyanca konuşmaya ve isimlerini İtalyanlaştırmaya zorlanmışlardır. Ruslar da Türkistan ve diğer bölgelerde aynı şekilde davranmaktadırlar.Amerika birleşik devletleri muhtelif milletlerden meydana gelmesine rağmen halk aynı pota içinde yoğrulduğundan ve güdülen politika sayesinde birbirleriyle kaynaştırıldığından toplumlar teşekkül edememiştir.
Türklerin kendilerini tahrik etmeyen azınlıklara karşı daima insanca davrandıkları olaylarla sabittir. Rum Ortodokslar, Katolik şövalyelerden çektikleri işkenceyi hiçbir zaman Türklerden çekmemişlerdir. 1956 yılında Girit adasını dolaşırken ihtiyar bir Rum ile konuşup Türkler hakkındaki düşüncelerini öğrenmek isteyen Mr. Touriel, vatandaşın kendisine; “Türkler gitti, Ada’nın bereketi kalmadı.”
İşte Türkler bu şekilde sevilip insanca davranmalarına rağmen taraf tutan Avrupalı tarih yazarları yüzünden dünya’ya vahşi ve barbar olarak tanıtılmış, teoktatik olmaktan ziyade politik bir veçhe arz eden Hristiyan dini mensuplarının aralarındaki çekişmeler yüzünden kötülük ve işkence gördüğünü iddia eden Mr. Touriel inkılap tarihimizin kapalı kalmış bir noktasına temasla:
“Çok zeki olan Atatürk, Birinci Dünya Harbi sonunda Türkiye’yi parçalamak isteyen Avrupalıların yekdiğerine olan husumetinden faydalanmasını bilmiştir. İstanbul’u Rum Ortodokslarının dini başkenti ve Ayasofya’yı patrikhane yapmayı tasarlayan Yunanlıların emellerini gizlice Papa’ya bildirerek, Kurtuluş Savaşı sırasında Katoliklerin dini liderinden geniş para yardımı görmüştür.”demiştir.
Amerikalı doktor sözlerine: “Türkler kendilerini tanıtmak ve yabancıların kafasındaki yanlış inibaları silmek için türlü yollardan geniş propaganda yapmalıdır. Hiç olmazsa yabancıların gelip sizleri yakından tanımaları için turist celbi konusunu önemle ele almanız ve çalışmanız gerekmektedir,” diyerek sözlerine son vermiştir.
Nadir Dayı, 10 Nisan 1961’deki makalesini sonlandırırken, Dr. Touriel ‘in Türklerin diğer ırklarla karışım nispetini tetkik ve antropolojik etnik araştırmalarda bulunmak üzere o günlerde Anadolu’ya çıkacağını da eklemiştir.”
Eksiklikler benim fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.