Temeli Kurtuluş Savaşı’na dayanan Türkiye Cumhuriyeti, her alanda çok önemli dönüşümlerin ve gelişimlerin olduğu bir süreçtir. Gerek cumhuriyete gidilen yol, gerekse de cumhuriyet sonrasında gerçekleşen olaylar, cumhuriyet dönemi kazanımlarının mucizevî kazanımlar olduğunu göstermektedir.
Osmanlı Devletinin yüzyıllara varan açlık, sefalet, savaş ve yıkım dönemi Anadolu’nun işgali ile sonlanmıştı. Avrupa karşısında iyice güç kaybeden Osmanlı ekonomisi, kapitülasyonlar, sarayın yaptığı şatafata dayalı gereksiz harcamalar, uzun süren savaşlar ve dışarıdan alınan borçlar nedeniyle 18. Yüzyılın sonlarına doğru iflas etmiştir.
1854 yılında ilk defa dışarıdan borç alan Osmanlı Devleti, 1865 yılına geldiğinde dış borçların yıllık ödemelerini de borç alarak ödeyebilmiştir. 1875 yılında devletin geliri aynı yıl ödenecek borçlardan daha azdı. Böylece devletin ödemesi gereken borçları 4 milyon liralık bölümü karşılıksız kalıyordu. Sonuçta devlet, 6 Ekim 1875’de iflasını açıklamıştır. 1881’de yayımlanan Muharrem kararnamesi ile alacaklı devletlerin Osmanlı Devleti’ni haczetmesi anlamına gelen Duyun-ı Umumiye (Genel borçlar idaresi) kurulmuştur. Bu idare Osmanlı Devleti gelirlerinin %20’sini yönetecek yetkiyi elde etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Türkiye’nin sırtındaki en büyük kamburlardan biri Duyun-ı Umumiye idaresi olmuştur. Bu idare resmen 1928’de kapatılmıştır. 1930-1954 döneminde Osmanlı’dan devralınan bütün borçlar ödenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti kanla-irfanla kurulmuştur. Kurtuluş savaşı kan dökme pahasına yapılırken, Cumhuriyet irfanla ilan edilmiştir. Cumhuriyetin sağlam temellere oturması en başta ekonomi ayağının sağlam olmasıyla mümkün olmuştur. Dünyada bu denli harabe üzerine kurulu bir devletin, bırakın ekonomik büyümeyi gerçekleştirmesi, yaşaması bile pek görülen bir durum değildir. Büyük savaşta işgal edilmiş ve harabeye dönmüş, savaş sonrasında büyük ekonomik atılımlar gerçekleştirmiş devletler vardır. Ancak Türkiye gibi yüzyıllar süren yokluk, cahillik ve savaşların pençesinde boğulmuş bir devletin örneği yoktur. Türkiye’nin kurtuluş savaşı sonrası yaptıklarına mucize demek çok yerinde olacaktır.
Kurtuluş savaşı sırasında verilen ekonomik mücadele de destansı bir mücadeledir. Yurdun önemli kısımlarının işgal edilmiş olması, çalışma çağında olanların önemli bir kısmının askerde olması ve TBMM’ye karşı isyanlar nedeniyle yer yer otoritenin sarsılmış olması ekonomik anlamda ciddi sıkıntılar doğurmuştur. Buna rağmen çok başarılı bir savaş ekonomisi sürdürülmüştür. Cephe gerisinde üretim faaliyetlerinin sürdürülmesi ve ticari faaliyetlerin yerine getirilmesi güvence altına alınmıştır. Herhangi bir gasp ya da yağma harekenin önüne geçilmiştir. Halktan istenen fedakârlıklara en başta Mustafa Kemal de uymuş ve en temel ihtiyaçlarını bile çok kısıtlı imkânlardan temin etmiştir. Askerin ihtiyaçları Tekâlif-i Milli emirlerine göre çok kolay yerine getirilmiştir. Milli mücadele için verilen ekonomik mücadele de amacına ulaşmıştır. Hatta milli mücadele döneminde alınan sıkı tedbirlerle Milli mücadele sonrasına biraz para bile kalmıştır. Kurtuluş savaşı sonrasında ülkenin imarında bu para kullanılmıştır.
Kurtuluş savaşsı sonrası ülkenin durumu içler acısı bir haldeydi. Buna göre doktor sayımız 337, sağlık memuru sayısı 434’dü. 150 kadar ilçede doktor yoktu. Pek az şehirde eczane vardı. Salgın hastalıklar almış başını gitmişti. Bit bile çok ciddi bir sorundu. Nüfusun yüzde seksenine yakının yaşadığı kırsal bölgelerde diplomalı ebe sayımız sadece 136 idi. Ülke genelinde 60 eczacı vardı ve bunların sadece sekizi Türk’tü. Beş bin köyde sığır vebası vardı. Bir milyon kişi frengiydi, iki milyon kişi sıtma, üç milyon kişi trahomlu. Bebek ölüm oranı yüzde 40’ın üstündeydi. Anne ölüm oranı yüzde 18, Ortalama yaşam süresi de 40 yaş civarındaydı. Nüfusun yüzde kırkından fazlası hasta olan geri kalan kısmı da oldukça sağlıksız bir hayat şartlarına sahip olan nüfustu. Un, şeker ve pamuk üretimi yerli ihtiyacın çok gerisindeydi. Şekeri sadece çok varlıklı kimseler tüketebiliyordu.
Sanayi diye nitelendirilen işletmelerin devlete ait olan kısmı %10’a bile ulaşmıyordu. Sanayi kemsindeki sermayenin de %85’i yabancıların elineydi. Dört mevsim kullanabileceğimiz yol yok denecek kadar azdı. Deniz ve demiryolları işletmelerinin neredeyse tamamı yabancıların elindeydi.
Yukarda verilen oldukça vahim göstergeler Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yılı olan 1923’e aittir. Şimdiki durumumuzla bile kıyaslandığında ne büyük bir ekonomik altılım yaptığımız daha iyi anlayabiliriz.
Türkiye’nin bu enkazdan derhal kurulması için ekonomi alanında milli bir seferberlik yapıldığını görebiliriz. İlk olarak 17 Şubat-4 Mart tarihleri arasında Türkiye İktisat Kongresi toplanmıştır. İzmir İktisat Kongresi olarak da adlandırılan bu kongreye çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi temsilciliklerinden oluşan toplam 1135 kişi katılmıştır. Türkiye’nin ekonomisinde söz sahibi olan kişiler, ekonomik olarak ülkenin kurtuluş reçetesini ortaya çıkarmışlardır. Böylece %100 Milli ekonomi modeli oluşturulmuştur.
Devletin en büyük gelirlerinden olan ve çiftçilerden alınan aşar vergisi 1925 yılında kaldırılmıştır. Böylece tarımdan elde edilen gelir %33’den %10’a düşürülmüştür. Çok büyük ekonomik sıkıntılar içerisinde olan devletin vergi indirimine gitmesi hiç alışıldık bir durum değildir. Yani kemeri devlet sıkarak vatandaşı rahatlatmışlardır. Buna ilave olarak Ziraat Bankası’ndan çiftçilerin yaralanma durumlarında kolaylık sağlanmıştır. Böylece 1927’de bankanın çiftçilere verdiği kredi miktarı 17 milyon lira iken 1930’da verilen kredilerin toplamı 30 milyon liraya çıkmıştır. 1924’den itibaren kurulan tarım kooperatifleri ile çiftçilere destek sağlanmıştır. 1929 yılında dünyada meydana gelen ekonomik krizden köylümüzü korumak için 1932 yılında “Buğday Koruma Kanunu” çıkarılmıştır. Böylece 1930’da 5 milyon ton civarında olan buğday üretimi 9 milyon tona çıkarılmıştır.
5 Nisan 1925’de çıkarılan Şeker Kanunu ile şeker fabrikalarının kurulmasına izin verilmiştir. Böylece 1926’da Alpullu ve Uşak şeker fabrikaları, 1933’de Eskişehir, 1934’de Turhal şeker fabrikaları kurulmuştur. İlerleyen yıllarda şeker pancarı üretimi olan pek çok ilde şeker fabrikası kurulmuştur.
Günümüzde çok sık duyduğumuz yerli ve milli üretimi sağlamak için 15 Mayıs 1927’de Teşvik-i Sanayi kanunu çıkarılmıştır. Bu kanundan 435 kuruluş yaralanmıştır. Böylece yerli üretimde ciddi artışlar olmuştur. Buna bağlı olarak birçoğu halen üretime devam etmekte olan 46 büyük ölçekli fabrika kurumuştur. Bu fabrikalar içerisinde şeker fabrikaları, dokuma fabrikaları, kâğıt fabrikaları, çimento fabrikaları, çelik fabrikaları, sigara fabrikaları en önemli işletmemeler arasındadır.
Bütün bu fabrikalar sayesinde Türkiye’de 1929-1938 arasında ağır sanayi üretimi %152, toplam sanayi üretimi ise %80 arıtmıştır. Şeker üretimi ise 200 kat artmıştır. Tekstil üretimi ülke ihtiyacının %80’nini karşılar duruma gelmiştir. Özel sektörde üretilen ürün değeri 1927’de 15 milyon lira iken 1932 yılında 154 milyon liraya çıkmıştır.
Ekonomik verilere baktığımızda sadece Atatürk döneminde ticaret açığı vermediğimiz görürüz. Bu kadar sınırlı kaynaklarla böylesi mucizevî kalkınma Atatürk’ün dehası ve vatanseverliği sayesinde mümkün olabilmiştir. Ebedi önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün bizim için bir kurtarıcı olmasından çok daha öte bir anlamı olduğunu kavramımız gerekmektedir.
Yararlanılan kaynaklar:
Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.