Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1 Kasım 1922 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 130’uncu toplantısının birinci oturumunda Türk tarihi ve İslâm tarihi hakkında çok detaylı bir konuşma yapmıştır. Milli Mücadele komutanlarımızdan General Ali Fuat Cebesoy hatıralarında o günkü konuşmanın çok iyi hazırlandığını, hatta kıymetli ilim ve din adamlarının rötuşundan da geçmiş olduğunu belirtmiştir.
Unutulmamalıdır ki, bir dünya lideri olan ATATÜRK, hayatı boyunca bilime ve kitaba olan önemi vurgulamış ve bunu yaşamına yansıtmıştır. Hayatının çoğu cephelerde geçmiş olmasına rağmen kitaplarını yanından ayırmamıştır. Sadece öğrenim hayatı değil idari hayatı boyunca da kitap okumak ve araştırmaktan hiçbir zaman vazgeçmemiştir. ATATÜRK, gerek Milli Mücadele dönemindeki liderliği sırasında gerekse Türkiye Cumhuriyeti kuruluş dönemindeki görevleri sırasında kitaplardan edindiği bilgi ve tecrübeleri mesleğine yansıtmıştır.
O günkü konuşmanın en dikkat çekici yanı ise ATATÜRK ‘ün, Kâşgarlı Mahmud’un, “Divanü Lügâti’t-Türk” adlı yapıtından alıntıladığı Türklerin kökeni ile ilgili verdiği bilgi olmuştur:
“Efendiler,
Bu insanlık dünyasında en az yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanında da bir derinliği vardır. Türk milletinin kökünün dayandığı “Türk” adındaki insan, İnsanlığın ikinci babası Nuh Aleyhisselam’ın oğlu Yasef’in oğlu olan kişidir.”(Konuşma metninin geniş özeti için bakınız: https://www.sechaber.com.tr/ataturkun-nutukta-kullandigi-belgeler-belge-264/)
Divanü Lügâti’t-Türk, esasen Araplara Türkçe öğretmek amacıyla Kâşgarlı Mahmud tarafından yazılmış Türkçe – Arapça bir sözlüktür. Eserin Arapça adının Türkçe karşılığı ise “Türk Dilleri Lügâti” olup, eserin adında çokluk şeklindeki “lügât” kelimesi ise dönemin Türk topluluklarının diyalektlerini ifade etmektedir.
Kâşgarlı Mahmud’a göre, yirmi boydan oluşan Türklerin kökünün Nuh Peygamber’in oğlu Yafes’e ve onun oğlu Türk’e dayanmaktadır. Bu durumun İbrahim Peygamber’in oğlu İshak’a, İshak’ın oğlu Rum ve Rum’dan gelenlerin soyunun adlandırılmasına benzediğine dikkat çekmektedir. Türklerin her bir boyunun çeşitli kollara ayrıldığını belirten Kâşgarlı Mahmud, bu kolların sayısını ancak Tanrı’nın bilebileceğini belirterek, eserinde yalnızca büyük Türk boyları ile ana kollarını anmıştır.
Oğuzlara özel bir önem veren Kâşgarlı Mahmud, eserinde Oğuzların bütün kollarını adlarıyla, damgalarıyla birlikte ayrıntılı bir şekilde tanıtmıştır. Bunun nedeni kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre, Kâşgarlı Mahmud’a eserini yazdığı sırada Oğuzların arasında bulunması, Oğuzların çoğunluğunu oluşturduğu Selçuklu Sultanı Alparslan ordularının Anadolu’da ilerlemesi ve siyasi bir güç olarak ortaya çıkışı düşünülmektedir. Kâşgarlı Mahmud, eserinde Oğuz kollarını ve hayvanlarına vurdukları damgaları herkesin bilmesi gerektiğini de yazması bu düşüncenin doğru olabileceğini göstermektedir.
Oğuzlara böylesine büyük önem veren Kâşgarlı Mahmud, her Türk boyunun yaşadığı bölgeleri en batıdan başlayarak doğuya doğru sıralamıştır:
“… Rum (Bizans) ülkesine en yakın olandan başlayarak hem gayrimüslimleri hem de Müslümanları belirli bir düzen içerisinde sıraladım:
Rum ülkesine en yakın boy Beçenek (Peçenek)’tir.
Sonra:
2-Kıfçak (Kıpçak),
3-Oğuz,
4-Yemek,
5-Başgırt,
6-Basmıl,
7-Kay,
8-Yabagu,
9-Tatar,
10-Kırgız gelir. Kırgızlar, Çin ülkesine yakındırlar.
Daha sonra,
11-Çigil,
12-Tohsı,
13-Yagma,
14-Ograk,
15-Çaruk,
16-Çomul,
17-Uygur,
18-Tangut ve Çin’de olan ‘Hıtay’ gelir.
Bundan sonra Tavgaç gelir, bunların ülkesi de Maçin’dir.
Yirmi boyu, batıdan doğuya doğru sıralayan ve bunları Türk adı altında toplayan Kâşgarlı Mahmud günümüzde, çeşitli adlarla anılan soydaş toplulukların nasıl tanımlanması gerektiğine de bin yıl öncesinden ışık tutmaktadır. O, Türk boylarının yaşadığı coğrafyayı anmakla kalmamış eserinde “Bu boyların her biri şu haritada gösterilmiştir diyerek” eserine eklediği harita üzerinde Türk soylu halklarının yaşadığı bölgeleri de göstermiş, ayrıca eserin sözlük bölümünde Türk topluluklarıyla ilgili ayrıntılı bilgiler vermiştir.
Atatürk – Atabey Türk Ocakları kurucusu ve genel başkanı Hüseyin Hakkı Kahveci’ye göre “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Kıpçak Türk’üdür!”
Kıpçaklar, Cavanşir Fevziyev’e göre IX – XIV. yüzyıllarda Merkezi Asya’dan Karadeniz kıyılarına kadar geniş coğrafyada ve bu arada Azerbaycan’da da yaşamış olan büyük bir Türk halkıdır.
Macar kaynakları XI. yüzyılda Batı Sibirya’da Kıpçak – Kimer birliklerinin bulunduğu bilgisini aktarır. Diğer Türk topluluklarıyla karışan Kıpçaklara “Kumanlar” da denilmiştir. Pek çok kola ayrılan Kıpçaklar da Oğuz Türkleri gibi “Atabey” adı verilen kişiler tarafından yönetiliyordu. Her kolda 40-45 bin kişilik Kıpçak nüfusu bulunurdu.
Kıpçaklar, XI. yüzyıl sonlarında Karadeniz’in kuzey kıyılarında Kıpçak Hanlığı’nı (1098-1239) kurmuşlardır. Bu dönemde Kıpçaklar bugünkü Ukrayna, Moldova ve Bulgaristan topraklarında yaşıyorlardı. Kıpçaklarla başka bir Türk kavmi olan Peçenekler arasında gerilim ve çok sayıda muharebe olmuştur. Kıpçaklar kendi coğrafyalarında siyasi ve askerî nüfuzlarını XII. yüzyıl ortalarına kadar muhafaza etmişlerdir.
Kafkasya bölgesinde Kıpçaklarla Gürcüler arasında sıkı bir ittifak söz konusu olmuştur. Gürcü Kralı IV. David (1073-1125) Kıpçaklarla hasım olan Alanları mağlup etmiş ve Kıpçakların Dağıstan’a yerleşmelerine olanak sağlamıştır. 1123 yılında Selçukluların Tiflis’e yürüyüşü sırasında Kıpçaklar Gürcülerin yanında yer almış ve Tiflis’in Selçuklular tarafından fethedilmesinin önüne geçmişlerdir. Tarihi kaynaklarda XII. yüzyıl sonlarında 40 bin Kıpçak ailesinin Gürcistan’a yerleştiğine dair bilgiler bulunmaktadır. Bu Kıpçak birlikleri Gürcistan’ın Trabzon Devleti’yle sınırını koruyorlardı.
Türk – Moğol yürüyüşleri Kıpçakların yerleştikleri coğrafyayı da etkilemiş, sonda Kıpçakların parçalanmalarına ve Türk – Moğol İmparatorluğu’na bağlı hale gelmelerine neden olmuştur. Daha sonraki dönemde Kıpçaklar Altın Orda İmparatorluğu’na, Kırım, Kazan, Nogay, Sibir, Astrahan Hanlıklarına ve Rus Knezliklerine bağlı olmuşlardır. Kıpçakların bir kısmı ise Anadolu üzerinden Yakın Doğu’ya göç etmiş ve Memlûk Devleti’nin kuruluşuna yakından katkıda bulunmuşlardır. Kıpçaklar Memlûk ordusunda büyük güç sahibi olmuştur.
Kıpçak Türkleri Doğu Avrupa halklarıyla, İran, Suriye ve Bizans İmparatorluğu ile sıkı ticaret ilişkilerine sahip bulunmuşlardır. Yerleştikleri geniş coğrafya Kıpçakların sosyal ve kültürel yaşamı üzerinde önemli ölçüde etki sahibi olmuştur. Karadeniz’in kuzey kıyılarına yerleşen Kıpçaklar Hristiyanlığı, Kuzey Kafkasya, Anadolu ve Yakın Doğu’daki Kıpçaklar ise İslamiyet’i kabul etmişlerdir.
Geniş bir coğrafyada dağınık halde yaşamaları Kıpçakların asimilasyon sürecini hızlandırmıştır. Buna rağmen Kıpçaklar Merkezi Asya, Anadolu ve Doğu Avrupa’nın Türk tarihinde derin iz bırakmış, bu coğrafyanın sosyal, kültürel ve siyasal ilişkiler sistemi içinde Türk etkeninin pekişmesine katkıda bulunmuşlardır. Günümüzde Türk halkları arasında Kıpçak adlı Türk boyları halen yaşamaktadır.
Kazakistan’daki ve Altay Dağları çevresindeki bazı Türk toplulukları kendilerine Kıpçak adını vermektedir. Türk topluluklarından biri olan Ahıska Türkleri de Kıpçakları kendi ataları olarak kabul etmektedirler. Diğer yandan Kırım’da ve Anadolu’da bazı coğrafi mekân adları Kıpçaklarla ilişkilidir. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Gah Rayonu’nda da ‘Kıpçak’ adlı bir köy bulunmaktadır (1).”
(…)”Atatürk Kıpçak Türk’ü müdür?
Atatürk – Atabey Türk Ocakları kurucusu ve genel başkanı Hüseyin Hakkı Kahveci’ye göre, “… Atatürk’ün kökeni de Kıpçak, Trabzon Sancağı’na bağlı Bayburt Kıpçaklarından olan ataları gelip Karaman/Taşkale’ye yerleşiyorlar. Atatürk’ün dedelerinden Kızıllar aşireti mensubu Kızıl Hafız Ahmet Efendi, 1466’da padişah fermanıyla Rumeli’ne (Usturga ili, Ohra ilçesi, Çupa köyü) Evlad-ı Fatihan olarak göçer. Kızıllar aşireti ise Anadolu içlerine her yere dağılmıştır. Ben KÖK neyse onu söylüyorum. Sonradan hemşericilik uyduranları dikkate almayalım. Atatürk, 19 Mayıs’ta Samsun’a değil Trabzon’a çıkıyordu. Mecburen Samsun’a çıktı. Ve korumak için gelenlerin hemen hepsi Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin silahlı mensuplarıydı: …”Arkadaşlar, beş sene evvel ilk defa Samsun‘a ayak bastığım zaman, bana kalp kuvveti veren vatandaşlarımın ilk safında Trabzonluların bulunduğunu asla unutmayacağım. Sakarya Büyük Meydan Savaş’ında, Üçüncü Tümen ile yetişen Trabzon evlâtlarının muharebe meydanlarında gösterdikleri fedakârlıkların kıymetli hâtırası daima dimağımda canlı kalacaktır..(2).” Ailenin göç yolları ve dağınık yerleşimi oralı olduğunu göstermez…(3)”
Kaynakça:
1-Cavanşir Fevziyev, “Türk Dünyası (II.Cilt) Türk Halkları”, 2022-Yeditepe Yayınevi.
2-Prof. Utkan Kocatürk, “Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri”, 1999-Semih Ofset, Ankara.
3-Hüseyin Hakkı Kahveci, “Asil Kan”, 2022-Destek Yayınları.