(—)”Atatürk hiçbir zaman başkanlık sistemine yönelmemişti. Akşam gazetesinde yayınlanan bir yazı üzerine bizde de Amerika’daki başkanlık sisteminin uygulanacağı gibi dedikodular başlamış ve Atatürk buna çok üzülmüştü. Hemen İsmet Paşa, Fethi Bey ve Nuri Conker de dâhil olmak üzere bazı mebusları çağırarak Hasan Rıza Soyak’ın aktardığı şu sözleri söyledi:
-…”Arkadaşlarımız içinde başvekillik yapacak kişiler çoktur. Fakat benim başvekil olmam gerekirse bu görevi alçakgönüllülükle kabul ederim.
O durumda benim aynı zamanda cumhurbaşkanlığını üzerimde bulundurmamın yasal imkânı yoktur. Benim alacağım bu yeni durumu çeşitli türde yorumlayarak Türk milletinin kafasını karıştırmak hiç de mantıki değildir.
Amerikan sistemini memleketimizde uygulamayı hiç aklıma getirmedim. Sistemsiz ve kanunsuz tarzda cumhurbaşkanlığı ile başbakanlığı birleştirmeyi asla düşünmedim ve düşünecek adam olmadığım bütün milletçe bilinir.(1)”
Hasan Rıza Soyak bu gözlemlerinden özetle şöyle diyordu:
1930 yılı baharında Atatürk bir yurt gezisinde yol boyunca halkla temas ediyordu. 6 Mart 1930 akşamüstü otomobille Antalya’ya varmıştı. Ben daha önce Antalya’ya ulaşmıştım. O gün kendisini karşıladım. Birlikte halkın gösterileri arasında bize ayrılan yere geldik. Atatürk sinirli görünüyordu. Bir sigara yaktı ve söze şöyle başladı:
-…”Bunalıyorum çocuk!
Büyük bir acı içinde bunalıyorum. Görüyorsun ya, her gittiğimiz yerde bitmeyen dertler ve şikâyetler dinliyoruz. Her yer derin bir yokluk ve perişanlık içinde… Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz. Bunda bizim günahımız yok. Uzun yıllar, hatta yüzyıllarca birtakım bilinçsiz yöneticilerin elinde kalan bu cennet memleket işte bu acınacak duruma düşmüş. Memurlarımız henüz istenilen düzeyde ve karakterde değil. Çoğu görgüsüz, yeteneksiz ve şaşkın… Zavallı halkımız ise bir sürü batıl görüş ve inanmışın etkisi altında uyuyup kalmış.
Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misin?
Halkımızın zihninde kökleşmiş olan ve her şeyi başta bulunanlardan bekleme alışkanlığı… İşte bu zihniyetle herkes büyük bir tembellik ve rehavet içinde bütün iyilikleri bir kişiden, yani şimdi benden bekliyor, benden istiyor. Nihayet ben de bir insanım be birader! Kutsal bir gücüm yok ki.
Önce kafaları bir köhne, geri, uyuşturucu düşünce ve inançlardan temizleyeceksin. Sonra yetkili ve enerjik insanlardan oluşan bir devlet mekanizması kuracaksın. Bu makinenin başında halkla birlikte çalışarak kaynaklarımızı işleteceksin. Böylece memleket ileriye doğru yol alacak. Başka çaremiz yok. İleri milletler düzeyine erişmek için bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde bu işleri tamamlamak imkânsızdır. Yine cesaretimizi kaybetmeden yolumuza devam etmeliyiz.”
Salondan nasıl çıktığımı bilmiyorum. Bu çelik iradeli adamın böyle bir sinir bunalımına girmiş olması beni çok sarsmıştı. (2)”
Hasan Rıza Soyak Atatürk’e yapılan haksız tenkitleri, yani Atatürk’ün devleti yönetemediği yolundaki eleştirileri bir gün kendisine iletiyor. O’nun da tepkisini şöyle anlatıyor:
Atatürk sözlerimi büyük bir dikkatle dinledi, bir an düşündü, yüzünde kırgınlıktan eser yoktu. Sonra ekledi:
-…”Haydi diyelim ki ben gaflete düştüm. Ama bakanlıkların yürütmekte oldukları işlerin büyük bir bölümü bilgi ve uzmanlık isteyen konulardır. Ben dışişleri ve milli savunma işlerinden başka yerlerde nasıl yararlı olabilirim? Bu iki bakanlıkta sorumluluk durumunda olan arkadaşlarla daima temas halindeyim. Bu arkadaşlara yardım etmeye çalışıyorum. Öteki alanlarda ilgililerin dikkatini çekiyorum. Bunlar tümüyle sorumluluk ve uzmanlık isteyen işlerdir. Oralarda benim ortaya atacağım yanlış görüşler görev sahiplerini şaşırtabilir. Memlekete yarar yerine zarar getirir.
Şikâyetleri tabii görmeniz gerekir çocuk!
Memleketin durumu malum, devletin geliri az. Her alanda iş bilen uzmanlar az. Aksaklıklar bunların doğal sonucudur. Hep birlikte daha uzunca bir süre bunlara katlanacağız.
Şimdi gelelim, yapılan işlerin daha verimli duruma getirilmesine…
Ha bak, çocuk!
Önemli olan budur. Memleketi çağdaş memleketler düzeyine ulaştırmak için yapılan devrimlere karşı tartışmalara meydan vermemek bir zarurettir. Fakat zaruri olan bir şey daha var; devrim ilkeleri dışındaki sorunlara en verimli çözümleri bulmak… Bu ancak karşılıklı, açık, özgün, içten tartışmalarla sağlanabilir. Bunun için bir an önce mecliste böyle bir özgür eleştiri ve tartışma sistemi yaratmaya çalışacağız. (3)”
Demek ki Atatürk kişisel yönetime yani diktatörlüğe karşı eleştiri ve tartışmaya dayalı bir düzeni savunuyor, kendisine yapılan eleştirileri de saygıyla karşılıyordu.
Atatürk geniş bir hoşgörü sahibiydi. Bunlardan birini eski Bayındırlık Bakanı ve Büyükelçi Behiç Erkin şöyle anlatıyor:
—“17 Aralık 1920’de demiryolu Ankara’dan Biçer İstasyonu’na vardım. Mustafa Kemal Paşa, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşek) Bey ve çevresinde yer alanlar otomobillerle Akşehir’den Biçer’e geldiler. Paşa bizim vagona geldi. Benim yanımda Demiryolları Teftiş Dairesi Reisi Muhtar Bey vardı. Söz arasında Gazi’ye, “Biliyor musun paşam, sen benim gözümden düştün,” dedi.
Gazi gülerek, “Niçin efendim,” diye sorunca Muhtar Bey, “Çünkü rütbe peşine düştün, müşir (mareşal) oldun,” dedi.
Gazi, “Başkumandanlık makamının çevre üzerindeki otoritesini sağlamak için bu zaruridir,” cevabını verdi.
Muhtar Bey bununla yetinmeyerek, “Hayır efendim!” dedi. “Şimdiye kadar sana itaat etmeyenler mi vardı? Sen Mustafa Kemal kalacaksın.”
Muhtar Bey’in bu sözleri Gazi’nin hoşuna gitti, neşesi arttı.
Kaynakça:
(1): Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, YKY, 8’nci Basım, İstanbul, 2016, s:417
(2): Soyak, age, s:418
(3): Soyak, age, s:390-392
(4):Hıfzı Topuz, Atatürk Sesleniyor – Gazi ile sohbetler ve anılar, Remzi Kitapevi, 2. Basım, İstanbul, s:22-25