-…”ARTIK TÜRKİYE, DİN VE ŞERİAT OYUNLARINA SAHNE OLMAKTAN ÇOK YÜKSEKTİR. BU GİBİ OYUNCULAR VARSA, KENDİLERİNE BAŞKA TARAFLARDA SAHNE ARASINLAR! MAZİNİN DALGINLIKLARI, PASLI DURGUNLUKLARI, TÜRKİYE HALKININ DİMAĞINDAN SİLİNMİŞ OLDUĞUNDA ŞÜPHE VE TERDDÜDE YER YOKTUR. ERİŞTİĞİMİZ MESUT VAZİYETTEN BİR ADIM GERİYE GİTMEK, KİMSENİN SÖZ KONUSU ETMEYE DAHİ YETKİLİ OLMADIĞI KATİ BİR HAKİKATTİR.” (1924)
ATATÜRK ‘ün din hakkındaki fikrini pek az kişi öğrenebilmiştir.
Süleyman Asaf İLBAY Bey ATATÜRK ‘ün din hakkındaki fikrini bizlere şöyle anlatır:
Orman çiftliğinde kaldığımız bir gün, din hakkında ne düşündüğünü sordum. Bana dedi ki:
-…”DİN VARDIR VE LAZIMDIR. TEMELİ ÇOK SAĞLAM BİR DİNİMİZ VAR. ARAÇLARI İYİ, FAKAT BİNA, UZUN ASIRLARDIR İHMALE UĞRAMIŞ. HARÇLAR DÖKÜLDÜKÇE YENİ HARÇ YAPIP BİNAYI KUVVETLENDİRMEK LÜZUMU HİSSEDİLMEMİŞ. AKSİNE OLARAK, BİRÇOK YABANCI UNSUR, (TEFSİRLER, HURAFELER) BİNAYI DAHA FAZLA HIRPALAMIŞ. BUGÜN BU BİNAYA DOKUNULAMAZ, TAMİR DE EDİLEMEZ. ANCAK ZAMANLA ÇATLAKLAR DERİNLEŞECEK VE SAĞLAM TEMELLER ÜSTÜNDE YENİ BİR BİNA KURMAK LÜZUMU HÂSIL OLACAKTIR.
DİN BİR VİCDAN MESELESİDİR. HERKES, VİCDANININ EMRİNE UYMAKTA SERBESTTİR. BİZ DİNE SAYGI GÖSTERİRİZ. DÜŞÜNÜŞE VE FİKİRLERE KARŞI DEĞİLİZ. BİZ SADECE, DİN İŞLERİNİ MİLLET VE DEVLET İŞLERİYLE KARIŞTIRMAMAYA ÇALIŞIYOR, KASDE VE EYLEME DAYANAN GERİCİ HAREKETLERDEN SAKINIYORUZ. GERİCİLERE ASLA FIRSAT VERMEYECEĞİZ.”
ATATÜRK ‘ün din hakkındaki fikrini çok yakından öğrenen şahsiyetlerden birisi de Sadettin KAYNAK ‘tır.
Saadettin KAYNAK, dini bir muhitte yetişmiş, Sultan Selim Camii ‘nin baş İmam’ı iken ilk TÜRKÇE EZAN ‘ı seslendirmiş ve daha sonraları görevinden ayrılıp ilahiden marşa, film müziğinden türküye kadar birçok alanda eser vermiş bir bestecidir. Sadettin KAYNAK, ATATÜRK ile yaşadığı bir anısını bizlere şöyle anlatır:
“ATATÜRK DOLMABAHÇE’DE İLK TÜRKÇE KURAN’I NASIL OKUDU?”
ATATÜRK, bir gün Dolmabahçe Sarayı’nın Büyük Müzayede Salonu’nda, saz takımını toplamıştı. Kanuni Mustafa, Mısırlı İbrahim, Nobar, Hafız Kemal, Hafız Rıza, Hafız Fahri, hep orada idik. ATATÜRK, bir sınav ve deneme yapmaya hazırlanmış gibi görünüyordu. Elinde, Cemil Said ’in tercümesi, Türkçe Kuranıkerim vardı.
Önce Hafız Kemal ’e verdi, okuttu. Fakat beğenmedi:
-…”VER BANA… BEN OKUYACAĞIM…” dedi.
Gerçekten okudu ama hala gözümün önündedir, askere komut verir gibi bir ahenk ve tavırla okudu. Bunun da farkına vardı.
Kuran’ı sıra ile dolaştırmaya başladı. Hafızlara birer birer okutuyordu.
Solunda Hafız Kemal, sağında ben vardım. Hepsi okuduktan sonra, sıra bana geldi. Hiç unutmam, Kuran’ı ötekilere verdiği gibi kapalı değil, açmış, önceden saptadığı anlaşılan sayfanın alt bölümünü göstererek:
-…”BU İŞARET ETTİĞİM AYETİ OKUYACAKSIN!” diye vermişti.
Baktım, NİSA SURESİ’NİN 27’NCİ AYETİ…
Okumaya başladım:
—“VALİDELERİNİZİ, KIZLARINIZI, HEMŞİRELERİNİZİ VE BİRADER VEYA HEMŞİRELERİNİZİN KIZLARINI, SÜTNİNELERİNİZİ, SÜT HEMŞİRELEİNİZİ, KADINLARINIZIN VALİDELERİNİ, TAHTI NİKÂHINIZDA BULUNMUŞ KADINLARIN VESAYETİNE VERİLMİŞ KIZLARINI TAHTI NİKÂHA ALMAK SİZE HARAMDIR. YALNIZ BİRLİKTE YATMADIĞIMIZ KADINLARIN KIZLARINI ALMAKTA HİÇBİR GÜNAH YOKTUR. KENDİ OĞULLARIMIZIN ZEVCELERİNİ VE İKİ HEMŞİREYİ İNKÂR ETMEYİNİZ. LAKİN BİR EMRİ VAKİ OLMUŞ İSE, ALLAH GAFUR VE RAHİMDİR.”
ATATÜRK bu son cümleye:
-…”BU HEYEZANDIR… BÖYLE ŞEY OLMAZ!” diye, hiddetle itiraz etti.
Haklı idi. Bende okurken, bunda bir yanlışlık olduğunu hissetmiş, fakat kitaba göre harfi harfine okumak zorunda kalmıştım. Hemen ayağa kalktım:
—“PAŞAM, BU ÇEVİRİ YALNIŞTIR. KURAN BÖYLE DEĞİLDİR!” dedim.
-…”İSPAT ET… YANLIŞ OLDUĞUNU!” dedi.
Cevap verdim:
—“KURAN’DAKİ ASLI: İKİ KIZ KARDEŞİ CEMETMEK HARAMDIR.”
-…”YAAAA!…” Diye hayretle yüzüme bakışından da belli idi ki, ATATÜRK bu çevirinin sakat olduğunu bilmiyordu.
Bunun üzerine; bu yanlışlığın ne FRANSIZCA ‘sından çevrilmiş olduğu anlaşıldı ve yarım saat bu çeviri yanlışlığını tartıştık. Fakat okuyuşumu beğenmişti.
Ertesi akşam yalnız beni çağırdı. Yanında İSMET PAŞA ’dan başka kimse yoktu. Beni, yine ortalarına oturtan ATATÜRK;
–…”DÜN AKŞAM SÖYLEDİĞİNİ TEKRAR ET…” Buyurdu. Yanlışlık meselesini anlattım. Arkamı sıvazlayarak:
-…”AFERİN… GERÇEKTEN HAFIZMIŞSIN!” diye iltifatta bulundu. Meğer Kuran’ın aslı ile diğer kitapları inceleyerek, karşılaştırmış, yanlışlığı o da saptamış…
-…”BU ÇEVİRİYİ BIRAKALIM… MEHMET AKİF’İN ÇEVİRİSİNİ ALALIM!” diyordu.
Bütün aramalara rağmen, AKİF ‘in MISIR ‘da bulunan çevirisi bir türlü ele geçirilemedi. Bir süre sonra, MISIR ‘a gittiğim zaman, AKİF ‘in çevirisini yakmış olduğunu öğrendim.
İzninizle, Saadettin KAYNAK Beyin bizler için çok değerli olan anlatımına biraz ara vermek istiyorum.
Ünlü Türk tarihçi ve yazarlarımızdan Cemal KUTAY, TARİH SOHBETLERİ serisinin birinci kitabının 169’ncu sayfasında ise şu başlığı atar:
“YAKILMASINI VASİYET ETTİĞİ BÜYÜK EMEĞİ!”
EŞREF Bey anlatır:
—“EN BÜYÜK EMELİ, KUR’AN-I KERİM’İ TÜRKÇEYE ÇİVİRMEKTİ. TERCÜME DEMEZ, MEAL TÂBİRİNİ KULLANIRDI. TERCÜMEYİ TAMAMLAMIŞTI DA… SONRA, BU TERCÜMENİN ASLININ YERİNE KONULMASINDAN ÜRKTÜ VE ÖLÜMÜNDEN SONRA BÜYÜK HİZMETİNİN YAKILMASINI VASİYET ETTİ. MEVZUUDA, ÖYLECESİNE HASSAS İDİ Kİ, TÜRK NESİLLERİNİ BU NASİBEDEN MAHRUM ETMEMESİNİ YALVARDIĞIM BİR GECE, SABAHA KADAR AĞLAŞTIK. BİZİM AĞLAŞMAMIZ!… BU CİDDEN GÖRÜLMEMİŞ BİR ŞEYDİR. AMMA O GECE, BİR İLAHİ SESLENİŞİ ANA DİLİNE ÇEVİRMEYE BU KADAR LÂYIK EMEĞİNİ, GATESİNDEN BAŞKA YOLLARDA KULLANILMASI ENDİŞESİ İÇİNDE YAKMAYI, ÂBİDE HALİNDE BIRAKMAYA TERCİH ETTİ.”
YAKILDI MI? ÖĞRENEN VE ARDINDAN GİDEN DE BULUNMADI.
(EĞER ÖMRÜ VEFÂ ETSEYDİ, EŞREF BEY MISIR’A GİDECEK, YOZGATLI İHSAN EFENDİ’DEN BU MİSİLSİZ ESERİ ALMAYA VE GÜNÜ GELDİĞİ ANDA, TÜRK MİLLETİNİN AZİZ EVLATLARINA ARMAĞAN ETMEK ÜZERE LÂYIK ELLERE EMANET EDECEKTİ. KENDİSİNDE BU HAKKI GÖRÜYORDU. FAKAT ÖMRÜ VEFA ETMEDİ İKİ GÖZÜ EŞREFCİĞİNİN…)
EŞREF Bey, AKİF ‘in tercümesinden birkaç ayeti hafızasında saklamış, sonra kendisine göstermeden not etmiş. Bir tek harfinin aslına uygun olmamasının endişesi içinde idi.
Fakat insan, bunları gördükten sonra, üstat Süleyman NAZİF ‘in teşhisini bütün kalbiyle tasdik ediyor:
—“EĞER ALLAH, KUR’AN-I TÜRKÇE İNZAL ETSEYDİ AKİF’İN LİSANI İLE İNZÂL BUYURURDU.”
Şimdi Sadettin KAYNAK Beyin değerli anısına kaldığımız yerden devam edelim:
TÜRKÇE KURAN ’ın anlattığım bu tecrübesinden sonra, FATİH CAMİİ ‘nde ilk defa “TÜRKÇE KURAN” okudum. Bunun ardından , “TÜRKÇE HUTBEYE” sıra gelmişti.
ATATÜRK: -…”HAYDİ BAKALIM… TÜRKÇE HUTBEYİ DE SÜLEYMANİYE CAMİİ’NDE MUKABELE İLE OKU. AMA OKUYACAĞINI ÖNCE DÜZENLE, BİR GÖREYİM…” Dedi.
Yazdım, verdim. Beğendi.
Fakat: —“PAŞAM, BENDE HİTABET YETENEĞİ YOK. BU BAŞKA İŞ, HAFIZLIĞA BEZEMEZ…” Dedim. -…”ZARARI YOK… BİR DENEYELİM…” Buyurdu. Bunun üzerine, tekrar sordum: —“HUTBEYE ÇIKARKEN SARIK SARACAK MIYIM?” -…”HAYIR, SARIĞI BIRAK… BENİM GİBİ BAŞI AÇIK VE FRAKLI!…” Ne diyeyim, devrim yapılıyor, —“PEKİ!” Dedim. O gün hıncahınç dolan SÜLEYMANİYE CAMİİ ‘nde cemaat arasına karışmış yüz elli de sivil polis vardı. Bu önlemin yerinde olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Ben “TÜRKÇE HUTBEYİ” okur okumaz, kalabalık arasından daha sonra ARAP olduğu anlaşılan biri sesini yükselterek: —“BU NAMAZ, OLMADI!…” diye bağırdı. Fakat çok şükür, itiraz eden yalnız bu ARAP ‘tı. Onu da, derhal karakola götürdüler.
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR.
BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALINIZ.
Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.