BİR GÜNLÜK GÜL
“Dimitrina , General Ratsov’un kızıydı, onunla sık sık beraber olmak durumundaydık. Babası Bulgar müdafaa vekiliydi. Davet eder, her seferinde giderdim. Konuşurduk. Konu dönüp dolaşıp siyasete gelince “Kadın erkek eşitliği” derdim. Seçme hakkı seçilme hakkı. Kadınların her türlü özgürlüğü olmalı… Dimitrina da” Bu Avrupa’da bile yok Mustafa, Türkiye’de ne zaman olur?”Çok yakında” derdim “çok yakında!”…
Kadınlar yeniden doğuracaklar kendilerini… Ey Türk kadını! Daha Avrupa’da yokken sen kazandın seçme seçilme hakkını.”
Atatürk’ün günlüğünden bir parçadır yukarıda okuduğunuz.
Dimitrina’ya Türk kadının kendini yeniden doğuracağını anlatan Mustafa Kemal, 5 Aralık 1934 yılında da Seçme ve Seçilme hakkını kendilerine armağan ederek söylediğini yapmıştır. Bu bir kimlik demektir. Hani insanoğlunun her zaman bir yerlere, bir şeylere ait olma ihtiyacı vardır ya! İşte kimlik en büyük psikolojik ihtiyaçtır ve Cumhuriyet sayesinde elde edilen bu kimlik; “onur, namus, şeref, gurur” gibi değerleri içerir.
‘Bunlar hepimiz için mi çok önemlidir?’ diye soramadan edemiyorum bazen…
Keşke bir kanunla bazılarımızın kafasına zeka, akıl yürütme, analitik düşünebilme kapasitesi de koyabilseymiş ki; bugün bütün bu haklarımızı kaybedersek ne olur? sorusunu aklımıza getirebilelim…
Sormak aklımıza gelse, cevap apaçık ortada zaten!
Söylesin birileri bana; kadının gücünün karşısında hangi karşı devrim kıpırdanabilir ki?
Saygıdeğer Türk kadını:
Kendi ülkenin sokaklarında yabancılaşman mümkün, kocanın gözdesi olmaktan çıkıp ikincil olman mümkün, istemediğin çocuğu istemeden doğurup, istemeye istemeye anne olmak zorunda kalman da mümkün, üç defa “boş ol!” a dul kadınlığa terfi etmen mümkün…
Birkaç diploman, uzmanlık alanın, mayası iyi tutmuş köklerin de olabilir ama bunları istediğin gibi kendi hayatına uyarlaman, yaşam mücadelende yanına yoldaş etmen elinden alınabilir…
Tüm sahip olduğun değerlerin, biriktirdiğin tecrübelerin işe yarayamaz, kullanılamaz duruma getirilebilir.
Manikürlü ellerinin, papatya kokulu saçlarının, pürüzsüz teninin, kumsalda kapatmak zorunda kalmadığın zarif bedeninin hiç de alışkın olmadığın şekilde kapatılma ihtimali de var…
Erkek egemen bir toplumun, et yığını olarak görülen ve kullanılan bir metası haline gelebilir, aşık olduğun adam yerine sana uygun olduğu düşünülen başka bir adamın hiç olmayı istemediğin karısı da olabilirsin. Şansın varsa belki ilki olursun en fazla.
1979’da kafalarına taş düşerek, zorla, itelenip kakalanarak kapanmaya zorlanan İranlı hemcinslerin ile aynı kaderin ortağı olabilirsin.
Başka bir ülkenin havaalanında soyunurken karanlığından, Mustafa Kemal’in kızı olmanın ne kadar kıymetli bir hazine olduğunu bir dolu “ah!”la içine çekme ihtimalin de…
Çok şükür ki, tüm bunlar “şimdilik” ihtimal dahilinde…
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü geldi çattı ya kapıya! Sevgili Türk kadını, bazı yalancıları izleyeceksin televizyonlarda…
“Kadınlar gününüz kutlu olsun!” diyecekler…
“Olmasın! Kutlu filan olmasın, eşitliğim ve özgürlüğüm sebebimdir, olacaksa bunlar kutlu olsun” deyin…
Sana “bir günlük gül” uzatacak, almak için hamle yaparsan, ellerine dikeni batacak bilesin.
O gül de sahte, söylenilenler de. Çünkü gerçekten Türk kadını düşünülüyorsa, gerçekten ona verilen haklara saygı duyuluyor ve bunun da gerekli olduğu inancı varsa…
Sade ve sadece Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın” sözü şiar edinilmeli.
Çok geç olmadan farkına var Türk kadını, farkına var sahip olduğun hazinenin. O hazine ki senin hayat damarındır, kesme sakın! Kestirme de !