Şüphesiz Konya denince ilk akla gelen isimlerdendir “Hazret-i Mevlânâ”.
Yazar Mehmet ÖNDER, 1975’de yayımlanan “ATATÜRK ‘ün Yurt Gezileri”adlı eserinin 248’nci sayfasında:
…”ATATÜRK ‘ün 22 Mart 1923 günü Konya’da Mevlânâ Türbesi ve Dergâhını ziyaret ederek Dergâh ’da düzenlenen Mevlevi semahını izlediği” yazar.
30 Eylül 1207 (6 Rebiu’l-evvel, 604) yılında bugünkü Afganistan’da bulunan, eski Türk Kültür merkezi “Belh” de dünyaya gelen Mevlânâ’nın asıl adı “Muhammed Celaleddîn” dir.
Mevlâna da, Rûmî de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir.
Asil bir aileye mensup olan Mevlânâ’nın annesi, Belh Emiri Rukneddin’in kızı Mümine Hatun, babası ise Sultânül-Ulema (Âlimlerin Sultanı) ünvanı ile tanınmış, Muhammed Bahaeddin Veled’dir.
Mevlânâ, Karaman’da bulundukları 1225 tarihinde on sekiz yaşındadır ve Semerkantlı Hoca Şerefeddin Lala’nın kızı Gevher Banu ile evlenmiştir.
İrfan ve sevgi güneşi Mevlânâ 17 Aralık 1273 (5 Cemaziye’l-ahir, 672) Pazar günü gurup vakti, bütün parlaklığı ile bütün güzellikleriyle gülerek ebediyet âleminin asumanına doğmuş, Mevleviler ise o geceye “Şeb-i Arus” demişlerdir.
Efendimiz manasına gelen Mevlânâ ismi kendisine daha pek genç yaşta iken Konya’da ders okutmaya başladığı tarihlerde verilir. Bu ismi, Şemseddîn-i Tebrîzi ve Sultan Veled’den itibaren Mevlânâ’yı sevenler kullanmış, adeta adı yerine sembol olmuştur.
Rûmî: “Anadolu” demektir.
Mevlânâ’nın, Rûmî diye tanınması, geçmiş yüzyıllarda “Diyâr-ı Rum” denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya’da uzun süre oturması, ömrünün büyük bir kısmının orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasındandır.
Hazret-i Mevlânâ’nın, Konya’ya yerleşmesiyle ilgili yorumu ise şöyledir:
—“Hak Teala’nın Anadolu halkı hakkında büyük inayeti vardır ve Sıddık-ı Ekber Hazretlerinin duasıyla da bu halk bütün ümmetin en merhametle layık olanıdır.
En iyi ülke Anadolu ülkesidir; fakat bu ülkenin insanları mülk sahibi Allah’ın aşk âleminden ve deruni zevkten çok habersizdirler. Sebeplerin hakiki yaratıcısı Allah, hoş bir lütufta bulundu, sebepsizlik âleminden bir sebep yaratarak bizi Horosan ülkesinden Anadolu vilayetine çekip getirdi.
Haleflerimize de bu temiz toprakta konacak yer verdi ki, ledünni (Allah bilgisine ve sırlarına ait) iksirimizden (altın yapma hassamızdan) onların bakır gibi vücutlarına saçalım da onlar tamamıyla kimya (bakışıyla, baktığı kimseyi manen yücelten olgun insan); irfan âleminin mahremi ve dünya ariflerinin hem demi (canciğer arkadaşı) olsunlar.”
Günümüzde Mevlânâ’nın Hayatı, Dostları, Eserleri, Anma Törenleri, Mevlevilik ve Mevleviliğin Tarihi Seyri, Mevlevilik Terbiyesi, Mevlevilik ve Sema, Türkiye’deki Mevlevihaneler üzerine sınırsız sayıda yazılmış eser bulunmaktadır. Mevlânâ vasiyetinde şöyle demektedir:
—“İnsanların hayırlısı, insanlara faydası dokunandır, Sözün hayırlısı da az ve öz olanıdır.”
Basında ise 1946 yılından itibaren Mevlânâ ve Mevlânâ müzesi ile ilgili yazılar çoğalır:
—“Bakanlar Kurulunun 2 Eylül 1926 tarihli kararnamesiyle kapatılan dergâh, 2 Mart 1927 tarihinde Âsâr-ı Atika Müzesi olarak açıldı. Bu müzenin bulunduğu yer, Alâeddin Selçukî’nin gül bahçesi imiş. Buraya Mevlânâ’nın pederi Sultanü’l-ulema namını taşıyan Mehmet Veled’e hediye etmiş, 18 Rebiülâhir 628 hicri senesinde vefat ettiği zaman bahçenin havuzu mevkiine defn olunmuş, bilâhare yani Mevlânâ’nın vefatından sonra Selçuk hanedanı, Karaman oğulları ümerası tarafından üzerine bir kubbe yaptırılmış sonra Osmanlı sultanları tarafından muhafaza edilmiştir.
Cumhuriyet Hükümeti, Eski Eserler Müzesi haline koymuştur. Umumun görmesine her gün açık bulunmaktadır. Mevlânâ ve oğlu Yeşil Kubbe’nin altında medfundur. Müzenin çok zengin bir kütüphanesi vardır.”
XIII. yüzyıl Anadolu’sundaki düşünce ortamını etkileyen, Türk kökenli bir tasavvuf ehli olan Mevlânâ “Divan-ı Kebir” ile “Mesnevi” de topladığı coşkulu şiirleriyle dünya edebiyatına mal olan, tasavvuf düşüncesini özgür anlayışla getiren önemli bir ozandır. Ne var ki Mevlana bütün yapıtlarını Farsça yazmıştır.
20 Şubat 1931 günü Konya’da incelemelerde bulunan ATATÜRK, Başbakan İsmet Paşa (İNÖNÜ) ‘ya müzeler, eski sanat ve uygarlık eserlerinin korunması hakkında bir telgraf çekmiştir.
Telgrafta:
-…”Memleketimizin hemen her tarafında emsalsiz defineler halinde yatmakta olan eski uygarlık eserlerinin ilerde tarafımızdan meydana çıkarılarak bilimsel bir şekilde korunma ve tasnifleri ve geçen devirlerin sürekli ihmal yüzünden pek harap bir hale gelmiş olan abidelerin korunmaları için müze müdürlüklerinde ve kazı işlerinde kullanılmak üzere arkeoloji uzmanlarına kesin lüzum vardır. Bunun için Milli Eğitim Bakanlığınca dışarıya öğretime gönderilecek öğrenciden bir kısmının bu şubeye ayrılması uygun olacağı fikrindeyim. (Kaynak: ATATÜRK ‘ün Söylev ve Demeçleri, Tamim ve Telgrafları V, 1972, sayfa 168)”
Kaynak eser olarak yararlandığım Yazar Mehmet ÖNDER ‘in 1975’de yayımlanan “ATATÜRK ‘ün Yurt Gezileri” adlı eserinin 250’nci sayfasında:
…”ATATÜRK ‘ün 21 Şubat 1931 günü Konya Âsar-ı Atika (Eski Eserler) ve Mevlâna Müzelerini ziyareti, incelemelerde bulunması ve Mevlâna Müzesi hatıra defterine: “Bilgi eseri olduğu anlaşılan tertip ve intizamdan çok memnun oldum” yazdığını betimler.
Ünlü Tarihçi yazar Cemal KUTAY, “ATATÜRK ‘e Göre Mevlana” başlıklı yazısında;
—“21 Şubat 1931 Cumartesi günü, Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1926 yılında kendi emirleri ile “Müze” halinde düzenlenerek ziyarete açılan “Mevlana Müzesi”, (O zamanki adı ile Asar-ı Atika Müzesi) ni ziyaret etmek istemiş ve öğleden sonra saat 14.00’de Müzeye gelmişti” der ve şöyle devam eder;
…”Gazi Mustafa Kemal Paşa, Müzede 3 saat kaldı. Sergilenen halıları, levhaları, yazma eserleri teker teker inceledi. Özellikle 14 ve 15. yüzyıllarda “Türkçe” ye çevrilmiş “Kuran Yazmaları” dikkatini çekmiş ve şöyle demişti:
-…”Demek ki, Atalarımız, yüzlerce yıl önce Kuran’ı tercüme etmişler! Buna memnun oldum!”
Gazi Mustafa Kemal Paşa, Müze Salonlarındaki incelemelerinden sonra, “Eski Çelebi Dairesi” olan Müdür Odasına geçmiştir.
Odanın Mevlana’nın Sandukasının yer aldığı Türbeye açık “Niyaz Penceresi Kemeri” üzerinde yıllar önce yeşil kenarlı bir Mevlevi Külahı resmedilmiş ve bu Külahın üzerine de italik yazı ile Mevlana’nın Farsça aşağıdaki şu Rubaisi yazılmış bulunmaktadır:
“Deha hemebesteend illa der-i tu… Ta rehnebered garip illa ber-i tu… Eş der Kerem-u nur- efşani… Hurşid-u mah-u situregançuker-i tu…”
Yazı Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın dikkatini çekmiş ve yanında bulunan Hasan Ali (YÜCEL) ‘e okumasını ve tercüme etmesini emretmiştir.
Farsça’yı çok iyi bilen Hasan Ali (YÜCEL), Rubaiyi okumuş ve anında Türkçe ’ye şöyle çevirmiştir:
“Ey keremde, yücelikte ve nur saçıcılıkta güneşin, ayın, yıldızların, kul olduğu Sen… Garip âşıklar, Sen’in kapından başka bir kapıya yol bulmasınlar diye, öteki bütün kapılar kapanmış, yalnız senin kapın açık kalmıştır…”
Gazi Mustafa Kemal Paşa, tercümeyi dikkatle dinledikten sonra, son cümle üzerinde durmuş ve şöyle demiştir:
-…”Demek bütün kapılar kapandığı halde, bu kapı açık oluyor! Doğrusu ben, 1923 yılında burayı ziyaretim sırasında, bu dergâhı kapatmayalım, Müze olarak halkın ziyaretine açalım diye düşünmüş, bir yıl sonra da, “Dergâh ve Tekkelerin Kapatılması Kanunu” çıkar çıkmaz, İsmet Paşa’ya;
-…“Mevlana Dergâhı ve Türbesi’ni kendi eşyası ile “Müze” haline getiriniz!…” demiştim!… Görüyorum ki, şu okunan Rubainin hükmünü yerine getirmişim! Bakınız ne kadar güzel bir müze oldu burası!”
Cumhuriyet Gazetesi, ATATÜRK ‘ün 21 Şubat 1931 günü gerçekleştirdikleri Konya Âsar-ı Atika (Eski Eserler) ve Mevlâna Müzelerini ziyaretini, 27 Şubat 1931 Cuma günü şöyle yayımlar:
…”Reisicumhur Hazretleri Konya’da bulundukları sırada müzeyi ziyaretlerinde üç saat kadar tetkikatta bulunmuşlardır. Müzede yaldızlı Türkçe tefsirler pek ziyade nazari dikkatini celp etmiştir. Gazi Hazretleri bu eseri “eski Türk keşfinin birer hazinesi “tavsif etmişlerdir.
Müzedeki halılar, püşideler, Mevlana’nın ve Şemsi Tebriz’inin elbiseleri ve serpuşları tetkik edilmiş ve bilhassa Şemsi Tebrizi‘nin serpuşunu dikkatle temaşa eylemişlerdir. Gazi Hazretleri müzeden ayrılırken “iyi ele geçen bir türbe enfes bir müze olur” diye müze müdürünü takdir eylemişlerdir.
Melbusatı tetkik sırasında 250 sene evvel Konya’nın Karaağaç’ında imal olunan (Türkmen mantosunu) çok beğenmişler ve fevkalade memnun olmuşlardır. Bu manto müze müdürü Yusuf Bey’in refikasına giydirilerek eski Türkmen kıyafetini takliden üç şekilde fotoğrafı çıkarılmış ve Gazi Hazretlerine takdim olunmuştur.
Avdetlerinden müze kapısı önünde tevakkuf ederek gördükleri ilmi intizamdan dolayı tekrar tekrar izharı iltifat eylemişler ve müdürden başlayarak müze memur ve hademelerinin ellerini sıkmışlardır.
Müzeden hâsıl ettikleri intibaı tespit için müze müdürü Yusuf Bey tarafından tezhip edilerek hazırlanmış olan hatıra varakasını muayeneden sonra resmini derç ettiğimiz büyük iltifatı yazmışlardır. Bu hatıraya bir çerçeve yaptırılarak müzede talik olunacaktır.
Eksiklikler benim, fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.