Kaşgarlı Mahmud’un tespitine göre, Farsça kökenli bir kelime olan ve “bezrem/bezram”kelimesinden türeyen “bayram”dini veya milli açıdan özel öneme sahip olan topluca kutlanan gün anlamına gelmektedir. Ortak değerleri yaşatan, birlik ve beraberliği geliştiren, toplum fertlerinin kaynaşmasına vesile olan ve milli değerlerin anılmasını sağlayan bu günlere, tarih boyunca bütün toplumlarca önem verilmiş ve bu bayram günleri, bütün toplum tarafından neşe ve sevinç içinde, çeşitli eğlence ve etkinliklerle kutlanmıştır.
İnsanlık tarihine bakıldığında, kutlanan bayramların genellikle dini bir temele dayandığı görülmektedir. Bu tarz bayramlar, o dine mensup toplumların bütün fertleri tarafından kutlanmıştır. Müslümanlarda dini bayramlar, İslamiyet’in kabulü ile başlayan Ramazan ve Kurban Bayramlarıdır.
Atatürk, milli ve manevi değerlerini yitiren, mukaddesata sırtını dönen bir milletin birlik ve beraberliğini korumanın imkânsız olduğunu bilen eşsiz bir liderdir. O, her fırsatta bir fert olarak, samimi bir dindar olduğu gibi, milletinin de dini değerlerini muhafaza etmesini her zaman teşvik etmiş, hem yaşayışıyla hem de sözleriyle çok sevdiği milletinin dinine ve mukaddesatına sıkı sıkıya bağlanmasını temin etmeye çalışmış, her fırsatta da yol göstermiştir. O’nun, çocukluk ve gençlik yıllarında dönemin geleneklerine uygun olarak ailede, çevrede ve okulda yeterli dini eğitim aldığı bilinmektedir. Yetişkinlik devrinde de din konusunda yerli ve yabancı kaynakları incelemeyi sürdürmüş, bu sayede İslamiyet hakkında geniş bir bilgiye sahip olmuştur. Özellikle Kur’an’ın Türkçe meâli, İslâm tarihi ve uygarlığıyla ilgili çok sayıda kitaplar okuduğu da bilinmektedir.
Notlar düştüğü ve bazı bölümlerini işaretlediği kitaplar arasında;
Şehbenderzâde Ahmed Hilmi’nin; “Târih-i İslam”,
Corcî Zeydân’dan tercüme edilen; “Medeniyyet-i İslamiyye Târihi”,
Leone Caetani’den çevrilen; “İslâm Tarihi”,
M. Şemsettin Günaltay’ın; “İslâm Tarihi”,
Ziya Paşa’nın; “Endülüs Tarihi”ve Stanley Lane-Poole’den tercüme edilen “Düvel-i İslâmmiye” adlı eserler dikkati çekmektedir. Atatürk, ayrıca Dolmabahçe Sarayı’nda ilim adamı ve düşünürlerle sohbet ve toplantılar düzenleyerek içtimai hayatı ilgilendiren dini konuları tartışmış, bu toplantılarda İslâmiyet hakkında yazılan kitapların ve Kur’an tercümelerinin değerlendirmesini yapmış, dinin gerekliliği konusunda pek çok söylevde bulunmuşlardır. Bu söylevlerden bazıları şöyledir:
-…”Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur.”
-…”Milletimiz, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.”
-…”Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır; Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura aykırı ilerlemeye mani hiçbir şey ihtiva etmiyor; Bizim dinimiz milletimize aşağılık, miskin ve hor görülmeyi tavsiye etmez. Aksine Allah da Peygamber de insanların ve milletlerin yücelik ve şereflerini muhafaza etmelerini emreder.”
-…”Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakla serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre karşı değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz, kasta ve eyleme dayanan bağnaz ve tutucu hareketlerden sakınıyoruz.”
Yıl 1911…
Atatürk, geçici olarak Trablusgarp Tümeni Kurmay Başkanlığına atanmış, Harbiye Nezareti tarafından İstanbul’a çağrılmıştır. 25 Eylül, takvimlerde Ramazan Bayramıdır. Atatürk, Ramazan Bayramı arifesinde İstanbul’dan Selanik’te bulunan Salih Bozak ‘a aşağıdaki mektubu gönderecektir:
24 Eylül 1911
-…”Salihciğim,
Erkânıharbiyei Umumiye Birinci Şube’ye memur edildim Başka hiç kimse bir kelime sormadı. Kimseden vaziyeti anlamak mümkün değil. Herkes birbirinden korkuyor. Hamit devrinde olduğu gibi. Orduyu ve memleketi kurtarmak için çok ve fedakârane çalışmak lazım; başka çare yok. İstanbul muhiti mülevves (kirli). Herkes menfat-i zatiyesinden (kişisel çıkarından) başka bir şey düşünmüyor. Bayramdan sonra mufassal (ayrıntılı) mektup yazacağım. Nuri (CONKER) orada ve âlâ, yoksa bu mektubu Üsküp’e gönder.
Fuat geldi mi?
Mehmet Ali, Rauf (ORBAY), İsmail vesair arkadaşlara selam.”
Adres: Erkânıharbiyei Umumiye Birinci Şube’ye memur
Mustafa Kemal
Yıl 1918…
Atatürk, böbrek tedavisi için gittiği Viyana’dan 30 Haziran’da Karlsbad’a gelmiş ve burada 5 defter halinde günlük tutmuştur. 28 Temmuz 1918 tarihine kadar devam eden günlüğün bazı bölümleri Fransızca yazılmışsa da bazı günler Atatürk tarafından atlanmıştır.
Atatürk tarafından yazılan bu günlükler içerisinde o yılki Ramazan Bayramı tarihi 9 Temmuz 1918 olarak yazılmıştır:
9 Temmuz 1918 Salı -…”Ramazan Bayramı’nın birinci günü. İlkin Karlsbad’ın Furtnu Bad denilen yerinde banyo yaptım. Saat 10’dan 13.30’a dek öğretmen ile birlikte büyük bir araba gezisi yaptık. Aieh’de bir çini fabrikasını ziyaret ettik. Birlikte yemek yedik. Sonra evde uyudum Saat 4’de üzerinde duyduğum ağırlığın giderilmesi için banyo yaptım. Ondan sonra bayram kutlamasına gelen Cemal ve Hüsnü Beylerle görüştük!
1-Osmanlı Devleti nasıl bir siyaset izlemelidir?
2- Türklük ülküsü.
3-Arabistan, Türkistan hakkında vb. uluslar hakkında izlenecek görüş noktası ne olmalıdır?
4-Devletimizin ileri gelenlerinin yurt hakkındaki bilgileri. (Cavit Bey).
5-İsmail Hakkı Paşa sorunu.
6-Cemal Paşa sorunu.”
10 Temmuz 1918 Çarşamba, 11 Temmuz Perşembe, Ramazan Bayramı’nın İkinci ve Üçüncü Günü;
-…”Bu iki günü yazmayacağım. Birçok anılarım gibi bunların da unutulmasında ne sakınca var. Yalnız şunu diyelim ki, insanlar gerçeği her zaman gizlerler.”
Atatürk’ün yazmadığı ve unutulmasında sakınca görmediği o iki günün yanıtını yıllar sonra (27 Şubat 1960) Akşam Gazetesi, “Ramazan ve Atatürk” başlığıyla gerçekleri şöyle özetliyordu:
—“Ramazan aylarının ATATÜRK üzerindeki etkilerini bilmiyoruz. Sadece Hafız Yaşar Okur ‘dan bu hususta bildiklerini, duyduklarını ve müşahedelerini anlatmasını rica ettim;
‘… Ramazan aylarının diyor, Atam için hususi bir önemi vardı. Ramazan gelir gelmez ince saz heyeti Çankaya Köşkü’ne giremezdi. Kandil geceleri de saz çaldırmazdı. Sadece beni huzurlarına çağırır Kuran-ı Kerim’den bazı sureler okuttururlardı. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir içe yöneliş içinde dinlerlerdi. Ruhen çok hoşlandığı her halinden anlaşılırdı.
Ramazan aylarında bir ay müddetle Hacı Bayram Veli ve Zincirlikuyu camilerinde şehitlerimizin ruhu için Hatm-i şerif okumamı emrederlerdi. O günlerde civar kasaba ve köylerden gelenlerle de camii hıncahınç dolardı. Atamın emirleriyle şehitlerimizin ruhlarına hediye edilen bu Hatm-i şerif kıraatlerinde ilahi nağmeler camii duvarlarında ihtizazlar (titreşim, ses ahengi) yaparak dalga dalga yayılırdı. Bu esnada cemaat huşu içinde dinler, şehit kardeşlerinin, babalarının ve dedelerinin ruhlarının istirahati için dua ederler, sıcak gözyaşları dökerlerdi.
Büyük Atatürk birçok vesileyle şöyle demiştir:
-…”Mukaddes mihrabı cehlin elinden alıp ehlinin eline vermek zamanı gelmiştir.”
Atatürk, bu sözünü dini davranışlarına daima düstur yapmışlardır. O, camileri ibadet için olduğu kadar, düşünmek, meşveret etmek için de birer mukaddes yer olarak telakki ederdi. Peygamberimiz Efendimizden de büyük büyük bir sitayiş ve takdirle bahsederlerdi.
O devirler için hep,
-…”Hazret-i Peygamberin zaman- saadetlerinde” diye saygı kelimeleri kullanırlardı. Ayrıca Peygamber Efendimizin dirayetli bir devlet adamı, iyi bir Başkumandan olduğunu da sık sık tekrar ederlerdi. Velhasıl, Büyük Atatürk‘ün Ramazan aylarına karşı ilgisi ve saygısı vardı. Herkesin inancına hürmet ederdi. Maneviyata bağlı idi.”
Yıl 1923…
29 Ekim’de Cumhuriyet’in ilanı ve Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığına seçildiği Türkiye Cumhuriyeti’nde“Diyanet İşleri Başkanlığı” makamı, din hizmetlerinin politika dışında ve üstünde tutulması gerekliliğinden, 3 Mart 1924 tarihli ve 429 sayılı kanun ile “Şer ’iye ve Evkaf Vekâleti” kaldırılarak kurulmuştur.
Atatürk, ülkenin geleceği için önemli gördüğü kurumların temellerini atarken Türk toplumunda dinin yerini ve önemini göz ardı etmemiştir. Türkiye’deki din hizmetlerinin geniş kitlelere ulaştırılması için bizzat kurulmasına öncülük ettiği kurumların başında Diyanet İşleri Başkanlığı gelmektedir. Bu bakımdan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Genelkurmay Başkanlığı (3 Mart 1924) ile aynı zamanda kurulması, Atatürk’ün din hizmetlerine ve sahih kaynaklı dini bilgilerin geniş halk kitlelerine ulaştırılmasına verdiği önemi göstermektedir.
4 Nisan 1924 tarihinde Mehmet Rıfat (BÖREKÇİ) Efendi Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı makamının ilk başkanı olarak göreve başlamış, vefat tarihi olan “5 Mart 1941” tarihine kadar sürdürmüştür. Atatürk’ün bu kuruma verdiği önemin bir göstergesi olarak Diyanet İşleri Başkanlığı makamına atanan kişilerin en yüksek memur maaşı ile “kırmızı plakalı” makam aracı tahsis edilmiştir. Diyanet İşleri Başkanları’nın görev sürelerini incelediğimizde 2. Diyanet İşleri Başkanı’nın “315 gün” sonra görevine atandığını görürüz. (Not: 23 Nisan 1920 Cuma günü açılan T.B.M.M.’nin 337 üyesinin 53’ü din adamıdır.14.01.1942‘de Ord. Prof. Dr. Mehmet Şerafettin YALTKAYA atanmıştır.)
Türkiye Cumhuriyet’inin, Diyanet İşleri Başkanlığı makamınca kutlanan ilk Ramazan Bayramı 6 Mayıs 1924 Salı gününe denk gelmektedir.
Atatürk, Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre önce, 16 Mayıs 1923 Cuma arife günü, Ramazan Bayramı nedeniyle Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti örgütüne, Belediye Heyetlerine ve yüce Türk milleti fertlerine çektiği tebrik telgrafında:
-…”Nihayetsiz güçlükler içinde meydana getirdiği orduların kazandığı zaferlerle edebî iftihara hak kazanan millet, siyasî ve toplumsal faaliyet alanlarında da aynı liyakati gösterecek ve inşallah milli ilerlemenin tam gelişimini içinde çok mesut bayramlara eriştirecektir” demiştir.
Atatürk, yine aynı günde, Ramazan Bayramı nedeniyle muzaffer ordularına:
-…”Bütün silah arkadaşlarımın tam bağımsızlık mücadelesinde zafer ve mutluluğa kavuşmalarına, bu feyizli günün kutsallığı hürmetine Cenabıhak’tan dilerim” mesajını iletmiştir.
Yıl 1933’tür. Atatürk’ün önderliğinde, az zamanda çok büyük işler yapılmış, karakteri yüksek, çalışkan Türk milleti milli beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Prof. Dr. M. Fuat Köprülü, 27 Ocak 1933’de Atatürk’ e Ramazan Bayramı dolayısıyla:
—“Türk milletine öz benliğinin tükenmez kudretini veren büyük kurtarıcı ve yol göstericimizin sonsuz saygılarımla bayramını kutlarken varlığımızı karanlıktan kurtaran bu mukaddes ışığın başımızdan eksik olmamasını ona candan bağlı her Türk gibi Tanrı’dan dilerim” teli ile tebrik etmiştir.
Yurt gezilerinden Mersin’de bulunan Atatürk, Prof. Dr. M. Fuat Köprülü’nün Ramazan Bayramı nedeniyle tebriklerine:
-…”Hakkımdaki samimi duygularınıza teşekkür eder, başarılar dilerim” yanıtını vermiştir (28 Ocak 1933).
Ve yıl 1938…
23 Kasım günü yalnız takvim yaprağında Ramazan Bayramı’dır bizler için. Bütün hayatında bizlere bayramların en gerçeklerini, en millilerini ve en ulvilerini tattırmış yüce insanı kaybettiğimiz günlerde hangi bayram, ne bayramı? Ogün yalnızca dini bir tarihe, örf ve adetlerimizin altında Atatürk’ümüzün imzası bulunan bir kanuna bağlı olduğumuz için birbirimize dudaklarımızın ucu ilemahzun ve açıkça söylediğimiz yalancı bir tebrik fısıldıyorduk;
—“21 Nisan 1938’de Ankara’da Atatürk’ün tinsel bedeni, istasyon caddesinden Devlet Demiryolları Umumi Müdürlüğü binası önünden Türk Ocağı’na doğru saptı. Tayyare Cemiyeti önüne doğru ecnebi askerleri karşılıklı sıralandılar. Halk durmadan ağlıyordu. Top arabası askerin önünden geçerek Türk Ocağı’nın yanındaki Etnografya Müzesi’nde muvakkat kabrin önünde durdu. Bu zaman Ocağın yan balkonunda Mareşal Wood bulunuyordu. Rahatsızlığına binaen cenazeyi burada bekliyordu. Büyük misafir, tabut muvakkat kabre girinceye kadar resmi selamı ifa etti. Tabut mermer merdivenlerden basamak basamak kayboldu.
Mermer mezar kaidesinin önünde Makbule Hanım, İsmet İnönü, Celâl Bayar, Mareşal Fevzi Çakmak, Abdülhalik Renda duruyorlardı. Mezarın etrafı beyaz renkte müslinlerle kaplanmıştı. Tabut Mehmetçiklerin elinde mermer sandukanın üzerine bırakıldı. Türk milleti bu suretle Ata’sına son vazifesini yapmıştı. O artık ebediyet yuvasına tevdi edilmişti.
O büyük adam ki bir zamanlar yaşamıştı. Okumuştu. Bir Türk zabiti olarak, Türk ordusuna girerek, dört bucak cephelerde savaşlar yapmıştı. Yeni bir Türkiye Devleti kurmuş, Türk milletini esaretten kurtarmış, onu muasır milletler seviyesine çıkarmıştı. Çalışan, koşan, düşünen O insan şimdi konuşmuyor, gezmiyor, yalnız rahat rahat yatıyordu. O’na başlar eğilerek, gözyaşlarıyla son tanzim yapılarak cenaze merasimine son verildi. Tabutun baş ve ayakuçlarında üç meşale yanıyordu. Dört subay da yalınkılıç nöbet bekliyorlardı. Ertesi gün Ankara halkı sırayla mezarı da ziyaret ederek bu vazifeyi de ödediler. Bir hafta sonra Atatürk, nöbetçi Mehmetçiklere teslim edildi.
10 Kasım 1953’te tabutu Etnografya Müzesi’nden alınarak büyük bir törenle Anıtkabir’e nakledilerek fani vücudu vatan topraklarına verilen Atatürk diyor ki:
-…”İki Mustafa Kemal vardır; biri ben, et ve kemik geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem. O, ben değil, bizdir. O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben onların rüyası temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve muvaffak olması gereken Mustafa Kemal odur.”
Bitmeyen özlem, gurur ve saygımız ile başta Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, üstünde yaşadığımız toprakların vatan olarak kalması için kanlarını akıtan tüm kahraman şehitlerimizi rahmetle, gazilerimizi minnet ve şükranla anıyor, Seç Haber ailesi olarak Ramazan Bayramınızı en samimi duygularımızla kutluyoruz efendim.
***Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.