Görselde, Paris’teki sürgün yıllarında eşiyle birlikte gördüğümüz EleftheriosK. Venizelos (D. 25 Ağustos 1864 Hanya / Girit – 18 Mart 1936 Paris), Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanistan’ı İtilaf Devletleri yanında savaşa sokan Yunan devlet ve siyaset adamı olarak tanınmış, yüksek öğrenimini Atina Hukuk Fakültesi’nde yapmıştır. 1897’de Girit’in Osmanlı Devleti’nden ayrılması için başkaldırmış, 1898’de ayaklanmanın başarıya ulaşması üzerine özerk Girit Devleti’nin başkanı olmuş, Ekim 1910’da Başbakan ’lığa getirilmiştir.
EleftheriosK. Venizelos, 1911’de Yunan Anayasası’nın yapılmasında ve onaylamasında büyük rol oynamış, devlet yönetiminde yenilikler yapıp orduyu güçlendirmiştir. 1912’de Bulgaristan, Karadağ ve Sırbistan ile Balkan Birliği’ni oluşturarak Londra Barış görüşmelerinde Girit’in Yunanistan’a katılmasını sağlamıştır.
I.Dünya Savaşı’na İtilaf Devletleri’nin yanında girilmesi için Kral Konstantin’e bulunmuşsa da önerisi kabul edilmediğinden 1915’te görevinden ayrılarak mensubu olduğu Liberal Parti seçimi kazanınca yeniden Başbakan ‘lığa getirilmiştir. Ama bu kez de Kral ve Saray Partisi ile anlaşamadığından görevinden çekilerek Selanik’te yerel bir hükümet kurup savaşa katılma hazırlıklarına girişmiştir. 1917’de de yandaşlarıyla birlikte Kralı tahtından çekilmeye zorlamış, Aleksandros zamanında yeniden Başbakan ‘lığa getirildiği sırada Yunanistan’ı İtilaf Devletleri yanında savaşa sokmuştur.
İngilizlerin desteğiyle (I. Dünya Savaşı’na girmeleri karşılığında İngiltere devleti Yunanistan’a Kıbrıs’ı teklif etmişleridir.) 15 Mayıs 1919 tarihinden itibaren İzmir’den başlamak üzere Anadolu’yu işgal etmek üzere saldırmıştır. Esasen, Mondros Ateşkes Antlaşması ile Osmanlı Devleti’ni fiili olarak ortadan kaldıran Müttefik devletler, Osmanlı toraklarını paylaşma konusunda aralarındaki uyuşmazlığı çözmek için barış görüşmelerine başlamışlardır. İlk aşama olarak 18 Ocak 1919 tarihinde Paris’te, “Paris Barış Konferansı” düzenlenmiştir. I. Dünya Savaşı’na, savaşın sonunda katılan, Osmanlı Devleti’nin paylaşımında hiç adı geçmeyen Yunanistan, İngiltere ve Fransa Devleti tarafından, fazla güçlenmesini istemedikleri İtalya’ya karşı bir koz olarak elde tutulmaya çalışılmıştır. Antik Yunan kültürünün mirasçısı olan Yunanistan, iyi bir politikacı ve devlet adamı görüntüsü çizen Başbakanı EleftheriosK. Venizelos ve o dönemin en güçlü silah tüccarı Sir Basil Zaharoff (1849 Muğla/Menteşe doğumlu)’un çabaları sonucunda bu sofrada yer bulmuştur.
Yunanistan tarafından “Megalo İdea/Büyük idealini gerçekleştirmek” fikri çerçevesinde ilhak alanı olarak istenen İzmir, büyük devletler tarafından Paris’te düzenlenen konferansta kendilerine işgal sahası olarak bırakılmıştır. Böylece Paris Barış Konferansı’nda işgal hakkı kazanan Yunanistan, Büyük İskender’in büyük Yunanistan’ı kurmak için hayali bir girişimle İzmir’e asker çıkarma yönünde hazırlıklara girişmiştir. Nitekim işgal kararı Yunan Başbakanı EleftheriosK. Venizelos’a tebliği edilir edilmez, Venizelos: …”bildirdiğim askeri kuvvetler derhal İzmir’e gönderilmelidir” mealinde Yunan genel karargâhına telgraf çekmiş, derhal harekete geçen Yunan Askeri Şurası da I. Tümen’in İzmir’e çıkarılmasını kararlaştırmıştır.
Paris Barış Konferansı, I. Dünya Savaşı’na katılmış 32 devletin temsilcisinin katıldığı konferans, ülkelerin sınırlarını tekrar çizmek için yapılmış bir konferanstı. Konferansta ağırlıklı söz sahibi olan “İngiltere – Fransa – İtalya – Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD)” Başbakan ve Dışişleri Bakanlarından oluşan “10’lar Konseyi” denilen bir yapı da oluşturulmuştur.
Yine Japonya dışındaki dört ülkenin Başkan ve Başbakanlarının oluşturduğu “4’ler Meclisi” özel toplantılarla istedikleri kararları alır boyuta ulaşmıştır. ABD Başkanı Wilson, İngiliz Başbakanı Lloyd George, Fransız Başbakanı Clemenceau, İtalya Başbakanı Orlando, Konferansa damga vurmuş olmasına karşın, İngiltere ve Fransa en kârlı çıkan ülke olmuştur.
Konferansta Milletler Cemiyeti’nin statüsü belirlenmiş ve dünya barışı üzerine çalışmalara ağırlık veren ABD Başkanı Wilson, Şubat ayında görevini tamamladığını düşünerek ülkesine dönmüştür. Wilson, Konferanstan ayrıldıktan sonra Batı Anadolu ve Trakya’dan Yunanistan’a verilecek toprak parçası ağırlıklı bir konu gündeme gelmiştir.
Yunan Başbakanı Eleftherios K. Venizelos, Konferans başlamadan 30 Aralık 1918 tarihinde Yunanistan’ın isteklerini bir muhtıra ile açıklamış, 3 veya 4 Şubat günleri yapılan toplantılarda, İstanbul dışında tüm Trakya’yı, Batı Anadolu ve On İki ada ile Kıbrıs, Meis, Rodos, İmroz ve Bozcaada’nın da içinde olduğu adaları istemiştir. Ancak, daha önce Batı Anadolu’nun kendisine verileceği gizli anlaşmalarla vaat edilen İtalya, bu duruma karşı çıkmıştır. İngilizler, Batı Anadolu’nun İtalyanlar yerine üzerlerinde söz sahibi oldukları Yunanistan’a verilmesi konusunda eski sözlerini unutarak açıkça tavır almaktan çekinmemişlerdir.
Kurulan komisyonlarda, İtalyan üyelerin itirazlarına karşın, Batı ve Doğu Trakya’yı İzmir ve çevresinin Yunanistan’a verilmesi kararlarını almışlardır. İtalyanlar, ısrarlı istekleri yerine gelmeyince Konferansı protesto ederek bir süre için toplantılara katılmamışlardır. İngiltere Başbakanı Lloyd George, İtalyanların bir oldubitti ile İzmir’i işgal edebileceklerini düşünerek Yunanistan’ın İzmir’e asker çıkarması için Fransa ve ABD ‘yi ikna edebilmiştir.10 Mayıs 1919 tarihinde İtalyanlar olmadan yapılan toplantıda İzmir’in işgalinin ayrıntıları oluşturulmuştur. Alınan karara göre;…”İngiliz Amirali Calthorpe, işgal sırasında İzmir’de bulunacak, Yunan kıtaları 14 Mayıs’tan evvel İzmir’e gelmeyecek, işgal olayı Türklere 12 saat evvelden bildirilecek, işgalden 36 saat önce İzmir tablalarının Müttefiklere teslimi istenecek ve daha sonra bu tabyalar Yunanlılara verilecektir.” Gerekçe ise; …”İzmir’de bulunan Hristiyanların can ve mal güvenliğini sağlamaktır.”
Osmanlı Devleti, toprakları üzerinde paylaşımlar yapılırken Paris Barış Konferansı’na davet edilmemiştir (!).
İstanbul Hükümeti ve Veliaht Abdülmecid Efendi’nin girişimleri sonucu ABD Başkanı Wilson’un karşı çıkmasına karşın İngiliz – Fransız ve İtalyan Başbakanlarının kabul etmesi üzerine Damat Ferit Paşa’nın Başkanlığında; Tevfik Paşa, Maliye Bakanı Tevfik Bey ve Danıştay Başkanı Rıza Tevfik Bey Paris’e gitmiştir. 11 Haziran 1919 günü, Damat Ferit Paşa “Delegasyon Başkanı” olarak “10’lar Konseyi / Yüksek Konsey’de Osmanlı Devleti’nin hak ve hukukunu dile getirmiş, 15 Haziran günü de Osmanlı Kurulu tarafından bir muhtıra sunulmuştur.
“10’lar Konseyi” Osmanlı delegasyonunun görüşlerini dikkate almamışlar ve Osmanlı Devleti ile yapılacak barışı ise ABD Hükümeti’nin Osmanlı topraklarının bir kısmında “manda” iradesi isteyip isteyemeyeceği konusunda vereceği karara kadar erteleme kararı almışlardır. “10’lar Konseyi” bu kararını 28 Haziran 1919 tarihinde bir delegasyonuna bildirmişlerdir. Bu kararla birlikte Osmanlı Kurulunun Paris’te kalmayıp İstanbul’a dönmesi istenmiştir.
Yunanistan’ın Ege’yi istila etmek, mümkünse İstanbul’a da sokulmak için İngiltere’ye ödediği rüşvetlerden sadece bir tanesinin belgesi 12 Mayıs 1919 tarihli İstanbul gazetelerinde şöyle yayımlanmıştı (!): …”Birinci Yunan tümeninin Selânik Limanı’nda gemilere bindirilmesi tamamlandı. Bu birlikler Bolşeviklere karşı gönderilmek üzere hazır bekliyordu.”
15 Mayıs’ta İzmir’in Yunanistan tarafından işgali ile Atatürk’ün Anadolu’daki görevine başlamak için İstanbul’dan mahiyeti ile birlikte Samsun’a doğru yola çıkması aynı tarihe rastlamaktadır (16 Mayıs 1919).
Ancak, Atatürk daha İstanbul’dan hareket etmeden 15 Mayıs günü Genelkurmay Başkanlığına ve İstanbul Hükümetinin bulunduğu Babıâli’deki veda ziyareti sırasında İzmir’e Yunan kuvvetlerinin çıkarıldığı haberini öğrenmiştir. O gün şaşkın ve telaşlı hükümet üyelerinden İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey ile Denizişleri Bakanına, …”Ne yapmayı planlıyorsunuz?” diye sormuş; “protesto edeceğiz!” cevabını alınca da, …”Bu lâzımdır, doğrudur. Ancak böyle bir protesto ile Yunanlıların İzmir’den geri çekilişlerine veya İngilizlerin onları geri çekeceklerine ihtimal veriyor musunuz?” diye tekrar sormuş ve …”Daha kesin tedbirler düşünmeli.” diyerek hükümet üyelerini uyarmıştır (Bakınız: Falih Rıfkı Atay, “Çankaya, İstanbul, 1980, Sf:172).
Böylece İzmir’in işgalini, ilk gün hükümetten öğrenen Atatürk, ertesi gün de sorumluluk bölgesinde asayişi sağlamak, mevcut silah ve cephaneleri toplamak ve kendiliğinden toplanan ve bölgelerine yapılacak muhtemel bir saldırıya karşı koymak için çalışan şûraları dağıtmak olan görevine başlamak üzere İstanbul’dan ayrılmıştır (Bakınız: Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı: I, Vesika No:3).
Atatürk, 20 Mayıs 1919 günü Samsun’dan Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya telgrafında: -…”İzmir’in Yunan askerleri tarafından işgali hadisesi yakın temasta bulunduğum milleti ve orduyu tasavvur ve tasvir edilmeyecek kadar üzmüştür. Ne millet ve ne ordu, mevcudiyetine karşı yapılan bu haksız tecavüzü kabul etmeyecektir,”demiş; milletin duygularını paylaşan Atatürk milletine güvenmekle yanılmadığını kısa bir süre sonra bütün dünyaya göstermiş, Türkiye Büyük Millet Meclisi 6 Eylül 1922’de iki yıl önce Yunan işgali karşısında yas işareti olarak kürsüye örtülmüş olan siyah renkteki örtüyü kaldırma kararını vermişti.
Yunan devleti yetkilileri 7 Eylül’de İzmir’den ayrılırken, birliklerinin sonuncuları da 16 Eylül günü de Urla yarımadasından ayrılmışlardır. Üç yıl süren savaşta Yunanistan devletinin kaybı 35.000, esirler de dâhil olmak üzere 70.000’i geçtiği, ordu silahlarının yarısını ve malzemelerin neredeyse tamamını bıraktığı bilinmektedir.
EleftheriosK. Venizelos,savaşın kaybedilmesi üzerine yeniden krallığa getirilen Konstantin tarafından görevinden uzaklaştırılıp Fransa’ya sürgüne gönderilmiş, 1924’te Yunanistan’da Cumhuriyetin ilanı üzerine ülkesine dönerek yeni yönetimde önemli bir rol oynamıştır. 19 Ağustos 1928 seçimlerini kazandıktan on bir gün sonra, Türkiye ile iyi ilişkiler kurmayı amaçlamış, Atina’dan 30 Ağustos 1928’de İsmet İnönü’ye yazdığı mektubunda şöyle demiştir: …
”Sayın Başkan, Excellence Yunan halkının büyük bir çoğunluğu güven göstererek kaderlerini dört yıllığına bana teslim etmiş bulunuyor. Sizi temin etmek isterim ki benim en büyük arzum, iki ülke ilişkilerinin düzenlenmesi ile iki ülke arasında yakın bir dostluğun sağlanması ve bu yakın dostluğu, bu sefer, mümkün olan en geniş şekli ile bir dostluk antlaşması, saldırmazlık ve hakemlik antlaşması ile resmileştirmektir. Türkiye’nin bizim topraklarımızda gözü olmadığını iyi bildiğim için seçim süresi boyunca her fırsatta halk önünde Yunanistan’ın da Türk topraklarında hiçbir şekilde gözü olmadığını defalarca tekrarladım. Bu konuda var olan antlaşmalar samimiyetle ve kayıtsız-şartsız kabul edilir. Bugün Sayın Rüştü Bey’e yazdığım bu özel mektup ile onun da katkılarını talep ediyorum. Lozan’daki işbirliğimiz her ne kadar benim ülkem için talihsiz şartlar altında gerçekleşti ise de bu işbirliğimizin hoş anısını her zaman muhafaza ediyor ve büyük bir ilgi ile Türkiye ‘de ülkeyi yeniden kuruşunuzu izliyorum. Şundan eminim ki, her iki ülke arasında var olan anlaşmazlığı yeni bir dostluk antlaşması ile bitirirsek sonlandırırsak ve bu antlaşma bir taraf için zafer ile sonuçlanan bir savaş ertesinde yapılmaz, tam tersine her iki tarafın da özgür iradeleri sonucu yapılır ise o zaman daha değerli olur, işte o zaman barışın insanlarının (arzuladığı) susadığı genel barışa büyük bir hizmet etmiş oluruz. Hiçbir şey bu iki devletin bu barışa/ ulaşmasını engelleyemez. Ekselansları, ilişkilerimizin bu şekilde düzenlenmesinin her iki tarafın da ortak arzusu olduğundan kuşku duymuyorum. Bu ortak arzumuzun gerçekleşmesine, nüfus mübadelesinden kaynaklanan ve daha sonra oluşan, her iki ülke için de hayati öneme sahip olan meselelerden başka hiçbir şey engel olmamaktadır. Karşılıklı bir barış antlaşmasını imzalayacak bu iki ülke pek çok menfaatlerini daha yetkin bir biçimde koruyabilir. Bu çok değerli hedefimizin gerçekleşmesi için çok değerli katkılarını esirgemeyeceğini düşündüğüm Rüştü Bey’e de (ona) yazıyorum. Bay Başkan bu teminatıma lütfen inanınız, siz ekselanslarının görüşleri benim için çok değerlidir, saygılarımla.”
EleftheriosK. Venizelos, böyle bir mektubu kaleme alması onun hem Türk-Yunan ilişkilerini verdiği öneme hem de dört yıllık iktidarında nasıl bir dış politika izleyeceğine dair ipuçları vermiştir.
Nitekim 27 Ekim 1930’da Ankara’ya gelerek Atatürk ile görüşmüş, 29 Ekim 1930’da Cumhuriyet’in ilanının 7. yıldönümü için tertiplenen töreni izlemiş, 30 Ekim 1930’da ‘Ankara Antlaşması’nı ya da resmi adıyla; “1) Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakemlik Antlaşmasını, 2) Deniz Kuvvetlerinin Sınırlandırılmasına İlişkin Protokolü ve 3) İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Antlaşması’nı imzalamış ve aynı gece Ankara Türk Ocağı’nda düzenlenen Cumhuriyet balosuna da eşi ile birlikte katılmıştır.
İsmet İnönü, Başbakan sıfatıyla ilk yurtdışı gezisini Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras ile birlikte 3 Ekim 1931’de Yunanistan’a gerçekleştirmiştir. 1 Ekim’de İstanbul’dan vapurla hareket edilen ve iki gün sonra Yunanistan’ın Pire Limanı’nda son bulan gezinin amaca hem Yunanistan Başbakanı Venizelos’un Türkiye’yi ziyaretine karşılık vermek hem de iki ülke arasında o yıllarda gelişmeye başlayan dostluğu pekiştirmekti. Başbakan İsmet İnönü, Atina’da onuruna verilen yemekte yaptığı konuşmada şöyle diyordu: …”Gözlerimizin önünde yükselen ve gittikçe büyümekte olan bina, en sağlam ve dayanaklı yapılardan biri olacak ve her türlü tecrübelere karşı durabilecek kuvveti haiz bulunabilecektir. Çünkü biz bu yapı için çok iyi malzeme kullandık. Bu yapının kuruluşunda kullanılan harç, dünyanın en iyi ve en sağlam çimentosu olan menfaat birliğidir…
Not: Başbakan İsmet İnönü, Yunanistan’ı ziyarete giderken yanına eşi Mevhibe İnönü’yü ve iki oğlunu da almıştı. Pire’ye varıldığında İsmet İnönü, eşi ile çocuklarını resmi heyete dâhil olmadıkları için gemide bırakmıştı. Venizelos bunu öğrendiğinde, onları Pire’den getirtip Atina yakınlarında bir sarayda konuk etmiştir.
1933’de ülkesindeki ekonomik bunalım nedeniyle tekrar görevinden ayrılan Eleftherios K. Venizelos, (Bakınız: https://www.sechaber.com.tr/ataturkun-15-eylul-1933-tarihli-telgraflari/?fbclid=IwAR3OgOJuBKqweOkUBGIBc83cCFc6RvKlooZP0jaSeXqa5_tZO1848xunzZ8) Girit’te bir ayaklanma düzenlediyse da başaramamış, 1935’te de ülke dışına çıkarılarak 18 Mart 1936’da Paris’te ölmüştür.
Savaş meydanlarında ülkesini yenmiş ve ordularını büyük bir bozguna uğratmış olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk için Yunanistan Başbakanı EleftheriosK. Venizelos, Nobel Ödülü Komitesi Başkanlığı’na bir mektup yazarak Nobel Barış Ödülü’nün Atatürk’e verilmesini teklif etmiştir.
Mektupta neden şöyle belirtilmiştir:
Nobel Ödülü Komitesi Başkanlığı’na Oslo, Norveç;
“Barışı takviye hareketleri, yeni ve seçkin Türk Devleti’ne bugünkü görüntüsünü veren tüm reform hareketleriyle birlikte yürümüştür. Türkiye anlaşmalarda belirtildiği üzere kendi sınırlarıyla samimi şekilde yetinerek yakın doğuda barışın gerçek savunucusu olmuştur. Barışın oluşmasında bu kıymetli katkının sahibi bu kişi Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’dır. Bu nedenle 1930 yılında Yunan Hükümeti başkanı sıfatıyla ben Türk-Yunan paletinin imzası ile yakın doğuda barışa doğru yeni bir devir başlarken Mustafa Kemal Paşa’yı Yüksek Nobel Barış ödülü için aday göstermekten şeref duyarım. En derin duygularımın kabulünü rica ederim. Bay Başkan E. K. Venizelos.”
EleftheriosK. Venizelos’un Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdiği 12 Ocak 1934 tarihli Atina’dan yazdığı mektubun Türkçe ’ye çevirisi:
—“Yedi yüzyıldır Yakın Doğu ve Orta Avrupa’nın büyük bir kısmı kanlı savaşlara sahne oluyordu. Bu durumun asıl sebebi Osmanlı İmparatorluğu ve Sultanların mutlakiyeti idi…
Hıristiyan halkların boyundurluk altına alınmış olmasının sonucu olarak Haç’ın Hilal’e karşı verdiği savaşlar, bu halkların (Haç’a inanan) arka arkaya yaptığı ayaklanmalar boyundurluktan kurtulmayı amaçlıyordu. Bu durum, Sultanların Osmanlı İmparatorluğuna vurduğu mühür var oldukça sürekli bir tehlike kaynağı olmaya devam ediyordu.
Mustafa Kemal Paşa milli hareketinin her hasımını yenmesi ve 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile var olan istikrarsızlık ve fanatizm tarihe karıştı. Gerçekten de çok kısa bir zaman içinde milletin hayatında çok büyük ve köklü bir değişiklik yaşandı. Teokratik bir rejim altında yaşayan, şeri düzen ile hukukun sürekli birbirine karıştığı yıpranmış bir İmparatorluğun yerine güç ve hayat dolu milli ve çağdaş bir devlet kuruldu.
Kanlı savaşlarımız nedeniyle yüzyıllar boyunca Türkiye ile sürekli mücadele halinde olan biz Yunanlılar, Eski Osmanlı İmparatorluğu’nun ardılı olan ülkede gerçekleşen bu derin değişikliğin sonuçlarını ilk hissedenler olma şansına sahip olduk. Ona büyük bir samimiyetle elimizi uzattık, o da bu eli kabul etti. Çünkü Küçük Asya Felaketinden hemen sonra savaştan milli bir devlet olarak yeniden doğmuş olan Türkiye ile yeni bir anlaşma zemini bulacağımızı anladık.
1930 yılında Yunan hükümetinin başı olarak, Türk-Yunan Dostluk Antlaşması’nın Yakın Doğu’da yepyeni bir dönem başlattığı şu anda, Mustafa Kemal Paşa’yı “Nobel Barış Ödülü” ne aday gösterme şerefine nail oluyorum.”
Eleftherios K. Venizelos’un bu isteği yerine getirilmemiştir.
Ancak, 10 Kasım 1938 Perşembe günü ebediyete intikal eden Atatürk için bir İngiliz gazetesi; …”Arkasında hiç düşman bırakmadan ölen tek komutan” yazacak, Yunan basını ise; …“Onu hem düşman, hem dost olarak tanımış olan Yunan Ulusu; kendisini düşman olarak ne kadar takdir etmişse, bir dost olarak da o kadar sevmiştir,” diyecektir.
***Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.