Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verilen ve uzun süren bir bağımsızlık mücadelesinden sonra 29 Ekim 1923’te kurulmuştur. Ülkenin bağımsızlığını kazanmasından sonra Atatürk, zaman zaman yurt gezilerine çıkmıştır. Büyük Önder bu geziler esnasında, Milli Mücadele sırasında düşmana karşı birlikte mücadele ettiği milleti ile daha yakından temas kurma imkânına sahip olmuş, uzun süren savaşlardan yeni çıkmış olan halka moral vermiş, yeni kurulan Türk devletinin muasır medeniyetler seviyesine çıkması için yapılması gerekenler konusunda vatandaşları bilgilendirmiş, yaptığı inkılâpların uygulanışını görmüş ve yapacağı inkılâplarla ilgili olarak da kamuoyu oluşturmuştur. Gerekli kamuoyu desteğini sağladığına inandıktan sonra da yapmak istediği inkılâpları Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde hayata geçirmiştir.
Bu geziler, Atatürk’ü görmek isteyen Türk halkı tarafından büyük bir sabırsızlıkla beklenmiştir. Nitekim geziler öncesinde zaman zaman Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından karşılama töreni yapılmaması istenmesine rağmen kadını-erkeği, genci-yaşlısı bütün Türk halkı, Ulu Önder’e olan sevgi ve saygısını göstermek için büyük bir heyecan ve coşkuyla geçeceği yollar üzerine toplanmıştır. Halkın ilgisinden ziyadesiyle memnun olan Atatürk ise gittiği her yerde özellikle vatandaşlarla yüz yüze görüşebileceği ve fikir alışverişinde bulunabileceği belediye, okul, Cumhuriyet Halk Fırkası, Türk Ocağı ve Halkevlerini ziyarete büyük önem vermiştir. Bu görüşmeler sayesinde halkın beklentileri de hükümet programlarına yansımıştır. Bu nedenle Atatürk’ün yurt gezileri, genellikle önemli siyasal ve sosyal değişimlerin yaşandığı günlerin hemen öncesi veya sonrasında gerçekleşmiş olması bakımından dikkat çekmektedir.
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1938 yılı boyunca ülke içinde yaptığı geziler iki hat üzerinde olmuştur.
Birincisi, Ankara’dan başlamak üzere; Eskişehir, İzmit, Derince, Yalova, Gemlik, Bursa ve Mudanya yolu üzerinden İstanbul’da noktalanan bir hattır. Kendisi bu yolculuk boyunca, ülkenin sanayileşmesi için yerel kaynakların kullanılması ile şehirleşmenin, bu hedefleri gerçekleştirecek şekilde yapılandırılması gibi birçok konuda düşünmüş, beraberindeki vekillerden sorunları dinlemiş, telkinlerde bulunmuş, direktifler vermiştir.
Atatürk, Ocak ve Şubat aylarını kapsayan birinci gezisinden sonra Mayıs’ın ikinci yarısında ikinci önemli gezisini yapmıştır. Güney illerini kapsayan bu gezinin, gerginliklerin giderek arttığı Hatay’a yakın yapılmış olması dikkat çekicidir. Atatürk, Hatay sorunu ile yakından ilgilenmekteydi. Yolculuk, Mersin’den başlamış, ikinci durak Tarsus olmuş ve Adana’da sonlanmıştır.
İki uzun gezinin arasında kalan dönem ise, Ata’nın Büyük Çiftlik ve Çubuk Barajı’nda tetkikler yaptığı gezintiler dönemidir. Çiftlikte modern ziraat teknikleri ile sağlıklı ürünler elde edilmiştir. Bütün bir ülke ziraatının gelişiminde Atatürk Orman Çiftliği’ne çok şey borçludur. Atatürk, çiftlik başta olmak üzere, Ankara’nın içinde kendi adına kayıtlı neyi varsa milletine bağışlamıştır. Haziran başından itibaren yaz mevsiminin sonlarına kadar olan zaman diliminde, Cumhurbaşkanlığı yatı Savarona ile Marmara kıyılarına yönelik gezintiler yapmıştır.
Atatürk, birinci büyük gezisine çıkmadan 1938 yılının 14 Ocak günü, Mısır Kralı Faruk’a gönderilecek düğün hediyelerinin seçimi ve Yunan Veliahttı ile Arap Kralı’na çekilecek telgraflar ile meşgul olmuştur. Bu işlerin muhataplarından birinin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın hamleleri ile Sadabat Paktı’na alınmaya çalışılan Mısır, diğerinin de Balkan Antantı üyelerinden Yunanistan olduğu düşünülecek olursa, Ulu Önder Atatürk’ün neden bu iki ülke ilişkilerinde titiz davrandığı daha iyi anlaşılabilir. Aynı gün Türkiye’nin önemli bürokratlarından olan Dışişleri Özel Kalem Müdürü Refik Amir Kocamaz’ın kızı Hatice Kocamaz ile İktisat Bakanlığı’nın genç memurlarından Enver Yelkenci’nin nişan merasimlerine katılır. Gece buradan ayrılarak Dışişleri Bakanlığı Köşkü’ndeki toplantıya katılır.
Atatürk yine en hareketli günlerinden birini yaşamıştı ve bu kadar yoğunluğun olduğu bir yaşam şekli Gazi’nin başlangıç evresinde bulunan hastalığının hızla ilerlemesinde etkili oluyordu.
Bursa gezisine başlamak üzere 20 Ocak 1938’de, Ankara’dan yine halkın coşkun tezahüratları ile uğurlanırken, beraberlerinde Başbakan Celal Bayar, İçişleri Bakanı ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri Şükrü Kaya, Dışişleri Bakanı Doktor Tevfik Rüştü Aras, milletvekillerinden Salih Bozok, Ali Kılıç, İsmail Müştak Mayakon, Doktor Şakir Ahmet, Ziya Naki ve Kavalalı İsmail Hakkı bulunmaktaydı. Tren Eskişehir’e geldiğinde istasyonda başlarında Vali ve Belediye Başkanı olmak üzere binlerce insan yer almaktaydı. 13 yaşındaki bir öğrenci Eskişehir’in işgal yıllarındaki fedakârlıklarına ilişkin bir konuşma yapmıştır. Ulu Önderimiz, kendilerini karşılamaya gelen halktan bir kısmını vagonuna buyur etmiş, onlara mesleklerinin ne olduğunu sorarak, şehirlerinde yaşadıkları temel sıkıntılar ve ihtiyaçlar konusunda anlatılanları dikkatle dinlemiştir. Atatürk milletinin gündelik yaşamını, mesleki faaliyetlerini ve ihtiyaçlarını önemseyen istisnai bir liderdi. Sorunların kökeni ve çözümünün yine sosyal hayatın kendi içindeki pratik tecrübelerin anlaşılmasından geçtiğini düşünüyordu. Kısa bir zaman içinde ulaşılmış olan başarıların arkasında da bu hızlı, etkin ve pratik düşünce kabiliyeti etkili olmuştur.
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yine Eskişehir İstasyonu’ndayken halktan bir istek gelir. Bu istek, daha evvel Eskişehir’e getirilmiş olan suya, “Atatürk” isminin konulmasıdır. Belediye başkanı Atatürk’ten aldığı cevabı, şu sözlerle halka iletir: …”Arkadaşlar, şehre getirilmiş olan suya, “ Atatürk” adı verilmesi konusundaki isteğinizi Atatürk işitti. Hâlbuki Atatürk, bunu sizin düşündüğünüz gibi düşünmüyor. Çünkü Atatürk, tabiatın vermiş olduğu bir nimetin sahibi olmak iddiasında hiçbir zaman bulunmadı. Özellikle bu iddianın karşısında olarak kendi hakkı olmayan bir nimetin kendisine verilmesinin yerinde olmayacağı kanaatindedir. Eskişehir, kendi suyunu kendi muhitinden almıştır. Tıpkı en karanlık ve en çetin günlerde düşmanlarla mücadele ederken hiçbir yerden ümit ve imdat beklemeksizin kendi kuvvetini yine kendinden aldığı gibi. Binaenaleyh başlı başına bir kuvvet olan bu memleketin insanlarının kendi sularına herhangi bir mana ile ad vermek manasız olur. Su da kendilerinindir, kudret ve kuvvet de kendilerinin… Şimdi Atatürk’ün kendilerinden istediği şey, sularını, kudretlerini hatta hayatlarını yalnız kendi şehirleri için değil, icabında bütün Türkiye için harcayabilecek bir azim ve yetenekle geliştirebilmektir. Siz Atatürk’ ten su adı istediniz, Atatürk sizden bunu istiyor.”
Atatürk İzmit ‘e vardığında yine coşkun tezahürat ve alkışlarla karşılanmıştır. İzmit, tarihi gecelerinden birini yaşamaktadır. İstasyonda Ulu Önder’i karşılamak için İzmit ve İstanbul valileri ile Amiral Şükür Okan, İzmit Belediye Reisi Kemal Öz ve binlerce insan hazır bulunmuştur. Atatürk, vagonunda kabul ettiği İzmit Kâğıt Fabrikası Direktörü Mehmet Ali Kâğıtçı ‘ya fabrikanın icraatları ve kaynak ihtiyaçları hakkında çeşitli sorular yöneltip, kendisini dinlemiştir. Büyük Şef, İzmit’ten ayrılırken halkın kendisine bu kuvvetli bağlılığından gurur ve sevinç duyduğunu bildirmiş ve trenle alkışlar arasında Derince ’ye hareket etmiştir.
Atatürk, Derince ’den bindiği Akay idaresinin Heybeliada vapuru ile üç saatlik bir deniz yolculuğundan sonra, 22 Ocak sabahı saat 6.00’da, Yalova’ya ulaşmıştı. Beraberindeki heyetle birlikte halkın sevgi halesi içinde karşılandıkları iskeleden, doğruca inşaatı yeni tamamlanmış olan Otel Termal Yalova’ya geçmiştir. Böylelikle, yapımına 1935 yılında başlanan ve projesi Mimar Sedat Hakkı Eldem tarafından çizilmiş olan otelin ilk misafiri, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmuştur.
Sonradan turizm trafiğinde uğrak yerlerden biri haline gelecek olan Otel Termal’i diğerlerinden ayıran özellik, şifalı kaplıca sularını tedavi amaçlı değerlendiren bir sağlık tesisatına sahip oluşuydu. Otelin profesyonel kadrosu içinde hastabakıcı, eczacı ve doktorların olduğu bir sağlık ekibi de vardı. Tedavi amaçlı gelenler, bu doktorların kontrolünden geçtikten sonra, çeşitli banyoların bulunduğu daire, elektronik alet ve sağlık malzemeleri ile aşamalandırılmış tedavi sürecine tabi olacaklardı.
Otel, “Termal” adı ile uluslararası bir nitelik de kazanmıştı. Tesisata doğrudan gelen ve değerlendirilen su, kimyevi değildi. Daha çok insandaki sinir ve doku sisteminde rahatlatıcı etkiler bırakan radyoaktivite ağırlıklı fiziki özellikler taşımaktaydı.
Büyük Önder de otelin bu vasıflarını takdir ediyordu. Kendisi hastalığının başlangıç etkilerini önce burun kanamaları, daha sonra da sindirim sıkıntılarından kaynaklanan etkilerle hissetmeye başlamış, mevsimi olmadığı halde banyo kürlerinin rahatlatıcı olacağını düşünmüştü. Kaldığı süre boyunca, istirahat etmiş, sıhhati için yukarıda belirtilen kontrol ve aşamalardan geçirilmiştir. Yalova Kaplıcası İşletme Müdürü ve Başhekimi Prof. Dr. Nihat Reşat Belger tarafından buraya daha önceki gelişinde de muayene edilmiş, ciddi bir hastalıkla karşılaşılmamıştı. Aynı doktor tarafından yine muayene edildi. Doktor, karaciğerinin büyümüş olduğunu tespit etti. Ertesi gün, İstanbul’dan Yalova’ya çağırılan Dr. Nihat Reşat İrdelp de önceki teşhisi doğrulayan sonuçlara ulaştı. Gazi buna rağmen, neşesi ile çevresinde bulunanlarda hararetli bir çalışma isteği yaratıyordu. Gündüz, Millet Çiftliği’ndeki bir gezintiden sonra otelde misafirleri ile sohbetli bir akşam yemeğinde bulunmuştu. Başbakan Celal Bayar ile İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın katılmış oldukları toplantı ve konuşmalarda, her biri mesleklerinde uzman olan kişileri dinlemiş, Yalova ve çevresindeki faaliyetlerle ilgili bilgiler almış, direktifler vermiştir. Atatürk’ün Yalova’da bulunuşu, Otel Termal ile sınırlı olmamış bir ara motorlu teknesi Acar ile Yalova sahillerinde gezinti yapmıştır. Orgeneral Fahrettin Altay da yanına gelerek kendisine saygılarını sunmuştur.
Daha önceden yapılan bir plan dâhilinde gerçekleştirilen gezinin en önemli duraklarından bir tanesi Gemlik, diğeri ise Bursa olmuştu. Sanayi gelişimimizin doruğunu oluşturan Suni İpek ve Merinos fabrikaları, Büyük Önder Atatürk tarafından hizmete açılacaktı. Bu çok önemli tarihi olaydan önce Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya ve İktisat Bakanı Şakir Kesebir ile buluşmuş, Baltacı Çiftliği’ne giderek bazı tetkiklerde bulunmuştu.
Heyet, Gemlik’te Atatürk’e yapılan coşkun tezahürat sesleri arasında halk ve öğrenciler tarafından karşılanmıştır. Gemlik adeta bir bayram yerine dönmüştü. Kendisi, mahiyetindekilerle birlikte, Suni İpek Fabrikası’nı gezmiş ve tetkiklerde bulunmuştur. 1935 yılında temeli atılan fabrika beş yıllık sanayi planına dâhildi. Fabrikada 500 işçi çalıştırılacak ve ihtiyacı olan selüloz, İzmit’ teki fabrika tamamlanıncaya kadar dışarıdan getirilecekti. Yılda 300 bin kilogram suni ipek yapacak olan işletme 2 milyon liraya mal olmuştur. Atatürk ayrılırken fabrikanın defterine: -…”Suni İpek Fabrikası’nı ziyaretimden duyduğum bahtiyarlık büyüktür. Bu değerli kurumun millete kutlu olmasını dilerim,” sözlerini not etmiştir.
Atatürk, üç gün kalacağı Bursa il sınırında Orgeneral Fahrettin Altay, Bursa Valisi Şefik Soyer ve diğer yetkililer tarafından karşılanmıştı. Kalacağı Çelikpalas Oteli’ne kadar kendisine halk tarafından sevgi gösterilerinde bulunulmuştur. Bir taraftan da yaveri, yolda Bursa’da meydana gelen savaşın geçtiği yerleri gösteriyor ve anılarını tazeliyordu. Bir ara halk, Büyük Kurtarıcıyla kucaklaşmak için otomobile doğru koşar. Atatürk gözleri yaşla dolu olarak Celal Bayar’a döner ve şunları söyler: -…”Bak Bayar, bu kadar temiz, bu kadar fedakar ve vefakar olan bu millet düşman işgali altında kalabilir miydi.”
Gazi, Cumhuriyet Meydanı’na gelindiğinde, otomobilinden inip halkın tezahüratları arasında yaya yürümüştür. Gece, şehrin her tarafı ışık seli içindedir. Çelikpalas’ın önünde muazzam bir fener alayı düzenlenmiştir. Ulu Önder, Vali Şefik Soyer’e: -… “Halkın bana gösterdiği ilgiden dolayı fevkalade duygulandım. İnkılabın ilk günlerinin heyecanını tekrar yaşadım,” demiştir.
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Bursa Belediye Başkanı’na gönderdiği mektupta da ifade ettiği gibi, Türk Milletinin siyasi ve medeni yüksekliğini gösteren parlak deliller gördüğü şehirden memnun ayrılmış, bu misafirperverlik ve ilgiyi yanıtsız bırakmamıştı.
Çelikpalas Oteli’nin, Bursa Belediyesi’nin de desteği ile gelişebilmesini sağlamak için otelin sahibi olan şirketteki 34.830 Türk Lirası değerindeki hisseleri ile 1923 yılında aynı belediyenin kendisine hediye etmiş olduğu otelin bahçesine bitişik durumda bulunan köşkü, belediyeye hediye ediyordu.
Atatürk’ün Merinos Fabrikası’nın açılışına katılacağını öğrenen Bursalılar, sabahın erken saatlerinden itibaren, bazıları yayan, bazıları ise otobüslerle olmak üzere fabrikanın bulunduğu sahaya akın etmişlerdi. Altıparmak’ tan, Merinos Fabrikası’na kadar olan bütün alan, Büyük Önderi görmeye gelen halk yığınları ile dolmuştu. Kız ve erkek öğrenciler ellerinde Türk bayraklarıyla kortej oluşturuyorlardı. Çevre köylerden buraya bazıları atlarıyla bazıları da yaya gelen köylüler, dev bir kütle meydana getirmişlerdi. Beraberlerinde Başbakan Celal Bayar ve diğer bakanlar olduğu halde, bu coşku dolu halkın arasından geçen Büyük Önder, saat tam dörtte fabrikayı şereflendirmiştir. Önce otelin girişinde bulunan kantinde dinlenmiş, ilgililere sorular yöneltmiştir. Bir müddet sohbetten sonra heyetle birlikte törene iştirak etmiştir. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın meyvelerinden biri olan Merinos Fabrikası, yörenin kendi yün hammaddesini işleyerek iplik ve ondan da kumaş üretecekti. O zamana kadar dışarıdan ithal edilen hammadde yerli halk tarafından üretilecek, işletme içinde istihdam edilecek aynı yerli halk tarafından da mamul madde haline getirilecektir. Yerli üreticiyi kapsayan hammadde bölgesi, aslında Çanakkale’ye kadar uzanan ve “Merinos Mıntıkası” olarak addedilen geniş bir bölge idi. Gerek Suni İpek Fabrikası, gerekse Merinos Fabrikası, diğer alanlarda yapılandırılacak sanayiler için de örnek olmuşlardı. Fabrika, üç buçuk milyon liraya mal olmuştu. Kullanacağı eşya ve işleyeceği maddenin toplamı, iki milyon dört yüz elli kiloyu bulacaktı. Bunun içinde hesaplanılan tiftik yüz elli, merinos yünü iki milyon kilogram tutacaktı. Yapı, her ekipte beş yüz elli kişi bulunmak üzere, toplam üç ekipte bin altı yüz elli kişiyi bir araya getirip üretime yöneltecek kapasitedeydi.
Başbakan Celal Bayar’ın fabrikanın açılışındaki konuşmasında geçen önemli sayısal veriler yanında şu cümleleri de dikkat çekicidir: …”Buraya gelirken Atatürk’ün yanında mevki almak şerefini elde etmiş bulunuyordum. Gelirken bahsimiz milli mücadelenin ilk karanlık yıllarına ait bulunuyordu. Atatürk etrafına baktı; -…”Bayar, bak bu güzel memleket, bu temiz yürekli halk, müstevlilerin ayakları altında bırakılabilir mi idi?” buyurdu. Bunu söylerken Atatürk, kurtardığı bu milleti refaha götürecek yolun üzerinde idi. Şehirde candan, samimi tezahüratınıza şahit oldum. Heyeti mecmuanızı gözyaşlarımla selamladım. Dedim ki; “Kalpler birleşmiştir. Millet, Şefini seviyor. Ben bu sevgililer için ezeli saadetler dilerim.”
Başbakanın bu konuşmasından sonra, Sümerbank Genel Direktörü B. Nurullah Esad Atatürk’e fabrikayı açması için pamuktan yapılmış olan beyaz bir yastık üzerindeki altın anahtarı takdim etmişti. Anahtarın kulpu Sümerbank’ın sembolünü taşıyordu. Gazi alkışlar arasında kapıyı açtıktan sonra her biri yapağının kumaş haline gelene kadar geçirmiş olduğu aşamalarda önemli işleve sahip olan makinelerin önünde tek tek durmuş, çalışmalarını dikkatle izlemiştir. Buradan konuklarla birlikte Bursa Belediyesi’nin verdiği ziyafete gidilir. Ziyafetten sonra Bursa Belediye Başkanı, Gazi’nin içinde Bursalılara teşekkürü ve bağışlarını sunduğu mektubu okur. Atatürk’ün Çekirge yolu üzerindeki köşkle, Çelikpalas’taki hisselerini belediyeye hediye ettiğini bildiren mektup, dinleyenlerde belli etmedikleri derin bir üzüntü de yaratır. Bu, aslında, bir bakıma Atatürk’ün Bursa ile vedalaşmasıdır. Avukat Hulusi Köymen Bursalılar adına bağlılıklarını bildiren bir konuşma yapar. Gazi konuşmayı şu şekilde cevaplandırır:
-…”Kıymetli konuşmacı arkadaşımızın sözleri, benim üzerimde çok büyük duygusallık uyandırdı. Bunun derecesini anlatmak bence olanaksız. Fakat Bursa’yı ve Bursalıları seven ilk Türk ben değilim. Tarihte ve dünyada en büyük imparatorluk kurmuş olan Türkler de, öncelikle dikkat bakışlarını Bursa’ya, bu kıymetli şehre yöneltmişlerdir. Onun kıymetini anlamış ve anlatabilmişsem çok mutluyum. Bursa, inkılap hayatımızda birçok zor anlar geçirmiştir. Fakat Bursalılar kıymet, yetenek ve güçleriyle bu zor zamanları kolaylıkla atlatmıştır ve biz de kendilerine kavuşmak mutluluğuna sahip olduk. Bugün o mutluluğun safhalarından birine yetişmekle bahtiyar olduğumu bildirebilirim.”
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 3 Şubat 1938 günü, saat üç buçukta yine Başbakan Celal Bayar, İçişleri Bakanı, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri ve Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya ile İktisat Bakanı Şakir Kesebir eşliğinde Bursa’dan Mudanya’ya hareket etmişlerdi. Büyük Önderin içinde bulunduğu otomobil, Mudanya İskelesi’ne kadar olan yolda, köylülerin sevgi ve hayranlık koridoru içinde yolculuğunu yapmıştı.
Atatürk, daha sonra buradan da Ege Vapuru ’na alkışlar arasında binerek, “Sağ Ol Atatürk”, “Uğurlar Olsun” haykırışları içerisinde İstanbul’a yönelmiştir. Kendisinin aklı, artık gezi planının bir aşaması olan Bursa’da kalmaz. Çünkü girişimler meyvelerini vermeye başlamış, Bursa’nın sanayi kalkınması için yeni tedbirler alınmıştır. İç piyasanın istikrara kavuşması için büyük işletme dericileri ile küçük işletme sahibi deri esnaflarının sundukları fiyat farklılığı araştırılmış, kalite ıslahı çalışmalarına gidilmiştir. Standart havlu imali de düşünülmüştür. Bu sanat daha sonra da güçlenerek gelişecektir. En önemlisi de, Bursa Genel Sanayi Müdürü’nün başkanlığında işletmecilerin ve çeşitli esnafın katıldığı toplantıda Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılığın samimi olarak dile getirilmesi olmuştur.
Ege Vapuru, gece geldiği Kalamış açıklarında demir atmıştı. Gece burada geçirilmiş, ertesi gün seyre devam edilmiştir. İstanbul’a gelindiğinde ise Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda kalmış, Perapalas’ ta yemekte olan Başbakan Celal Bayar ile İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da kendisinin yanına gelmişlerdir. Atatürk, İstanbul’da bulunduğu o günlerde dış ilişkiler ile meşgul olmuştu.
Büyük Önder, Şubat ayının ortasına kadar İstanbul’da kalacak, sonra da başkente dönecekti. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 5 Mayıs günü Ankara içinde bir gezintiden sonra Orman Çiftliği’ne gelmiş ve öğle yemeğini burada yemiştir. Çiftliğin çeşitli kısımlarında dolaşmış ve manevi kızı küçük Ülkü’nün, kendisi tarafından yaptırılıp döşettirilen evine uğrayarak burada onunla güzel zamanlar geçirmiştir. Atatürk, başkentteki değişiklik ve ilerlemeler hakkında haberler almayı ve bunu bizzat yakından takip etmeyi seviyordu. Yine böyle bir ilgi ile iki gün sonra Çubuk Barajı’na giderek, önce baraja yakın gazinonun terasında dinlenmiştir. Ardından, barajın üst kısmından durarak, nasıl çalıştığını gözlemlemiştir. O sırada su seviyesi yüksek olduğundan dolayı baraj kapakları açılmıştır. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’in ziyareti bir tatil gününe denk geldiğinden, halk da orada kalabalık bir küme oluşturmuştu. Ve hemen herkes meraklı bakışlarla kendisini izlemekteydi. Atatürk, burada bayrak çekimini de seyrettikten sonra köşke dönmüştür.
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün 1938 yılı içerisindeki gezilerine ait planın ikinci aşaması Güney illerimize yönelik olanıydı ve gezinin temelinde Hatay Sorunu vardı. Gezisine başlamadan önce, Ankara Stadyumu’nda İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın güzel bir konuşma yaptığı genç öğrencilerin resmigeçidi ile jimnastik gösterilerini sundukları 19 Mayıs Gençlik Bayramı etkinliklerini izlemiştir. 19 Mayıs’ın akşamüstü saat 17.00’de trenle Ankara’dan Mersin’e hareket etmiştir. Bursa gezilerindeki aynı büyük coşku Mersin’de de olmuştu. On binlerce ağızdan “Yaşa, Var ol, Ulu Önder!” çığlıkları yükselmişti. Halkı selamlayıp, asker ve öğrencilerin resmigeçitlerini izlemiş, oradan Valilik konağına hareket etmiştir. Daha sonra da, Mersin şehrinin üç kilometre doğusunda kurulmuş olan Yeni Plaj İstasyonu’na geçmiş ve oradaki tesislerle ilgilenmiştir.
Atatürk’ün Güney gezisini yaptığı bir sırada, hemen yakınlarda bulunan Hatay’da, üzücü birtakım olaylar meydana gelmekteydi. Burada Fransız memurları otomobillerle dolaşıp sınıra yakın köylerde silah altına alabilecekleri ve ordularını besleyebilecek kaynakları listelemekle meşgullerdi. Yine Türkiye-Suriye sınırında bulunan Meydanı Ekbez Köprüsü’nün altına dinamit döşenmişti. Bıraktığı etki bakımından en üzücü olanı ise Garro’nun Büyük Şefimizin hasta olduğuna dair yaydığı haberlerdi. Buradaki amaç, Hatay seçiminin akışını kendi menfaatleri yönünde değiştirmekti. Gazi, olayların olumsuz akışına bir son verebilmek ve diplomatik kanallarla normal yolunda yürüyen Hatay Davası’ndan hiçbir teyakkuz karşısında geri adım atılamayacağını göstermek üzere burada bulunuyordu. Atatürk, bu kararlı tutumun en iyi ifadesini, daha 27 Ocak 1937’de Asım Us imzasıyla yayımlanan beşinci başyazısında özetlemiştir:
-…”Türkiye Cumhuriyeti çok haklı olduğu Hatay davasını ortaya atarken bunun bütün sonuçlarını düşünmemiş olduğunu kim iddia edebilir? Dava uluslararası olmuştur. Davasında haklı olan Türkiye’dir. Artık dinlenebilecek sözün kimin ağzından çıktığına çok dikkat etmelidir. Türk’ün sözü, Türk’ün haklı ve yerinde sözü Türk’ün kendisidir. Ona uymamak, onu tanımamak, onu hiçe saymak, buna cesaret gösterenlerin düşünmedikleri akıbetle karşılaşacaklarına asla şüphe etmemelidir.”
Gazi, Almanların Renani işgali karşısında bile sesini çıkaramayan Fransa’nın, Türkiye’nin yollayacağı bir tümen askerle baş edemeyeceğinden emindi. Ama o rasyonalist dış politikayı terk etmedi. Atatürk’ün, Mersin ve Adana’da askeri denetlemesi bir çatışmayı başlatmaya yönelik değildi. Gezinin hedeflediği asıl mesajın, Mart 1938 Centilmenler Anlaşması’na rağmen sancakta sömürgeciliğin kendilerine sağladığı ayrıcalıkları sürdürmek isteyen bazı Fransız subay ve idarecinin, Fransa’yı da diplomatik alanda müşkül duruma soktuklarını önemsemeyerek, seçimlerin dengesini çoğunluk olan Türklerin aleyhine bozma girişimlerine “dur!” denilen bir mesaj olarak düşünülmesi daha doğru olur.
Atatürk, akşamüstü denizde bir motor gezisi yapıp dönüşte İdman Yurdu’nun iskelesinden çıktığında, yine kendisine sevgi tezahüratlarında bulunan bir kalabalık tarafından karşılanmıştır. Akşam Belediye Parkı’nın içindeki köşkte kaldıkları sıralarda şehirde rengârenk bir fener alayı düzenlenmiş, sahil boyundan içerilere kadar her yer ışık cümbüşü ile aydınlanmıştı. Denizden ve karadan atılan havai fişekler, gökyüzünü gündüz gibi ışıtmıştı. Adana gibi birçok çevre illerden de vatandaşlarımız Ata’yı görmek için buraya akın etmişlerdi. Önde Mersin Halkevi Bando Takımı ve partili gençler yer almıştı. Arkalarında da büyük bir halk kitlesi vardı. Ertesi gün, portakal bahçelerini dolaşan Atatürk, Silifke’ye de uğramış ve Viranşehir (Pompeiopolis) harabelerinde gözlemde bulunmuştur. Viranşehir’den dönüş yolunda, uzun uzun köylülerle sohbette bulundu. Vali Konağı’ndaki dairelerinde meşgul olduktan sonra Mete İstimbotu ile Batı yönüne doğru bir deniz gezintisi yapıp, konağa geri döndü. Mersin gezisi boyunca kendisine eşlik eden Mersin Belediye başkanı, Vali ve Tüm General’i burada yemeğe buyur etmişti. Üç gece boyunca, şehrin resmi ve özel bütün haneleri elektrik ile ışıklandırılmış bir haldeydi.
Büyük Önder’in hastalığı konusunda birtakım basının çıkardığı ve çoğu da Hatay’daki Türklerin morallerini yıpratmak için kullanılan haberler karşısında bir grup Hataylı, Halk Partisi Başkanı Abdülgani Ağa’nın öncülüğünde Mersin’e gelerek kendisine hislerini ve saygılarını sunmuşlardı. Büyük Şef, tam seçimlerin yapıldığı bir dönemde görevlerinin başından ayrılmamalarının daha yerinde olacağını kendilerine bildirmiştir. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, son derece yoğun geçen Mersin seyahatinden memnun bir şekilde ayrılarak, 24 Mayıs günü saat 13.00’te trenle Tarsus’a hareket etmiştir.
Saat tam 13.41’de istasyona ulaşan Gazi, burada da halkın yakın ilgisi ve bağlılığı ile karşılaşmıştır. Burada bulunduğu yaklaşık yarım saat boyunca Tarsus Parkı’nda kaymakam ve belediye başkanının imar işleri hakkındaki açıklamalarını dikkatle dinlemiştir. Aynı gün, yine trenle Adana yoluna koyulmuş ve saat 16.30’ da Adana İstasyonu’na ulaşmıştır. Bir emri ile ölüme hazır yığın yığın insanın, Hatay olayları karşısındaki tepkilerini ve Cumhuriyet Rejimi ’ne bağlılıklarını içeren sloganlar gökyüzünü dolduruyordu. Gazi, Atatürk Parkı önünde piyade ve topçu birliklerinin geçit törenini izledi. Hatay’da yakılan vatan meşalesi, sanki geçit törenindeki askerlerin çelikleşmiş yüzlerine aks ediyor gibiydi. Atatürk, askerin intizam ve uyumu karşısındaki hayranlığını, Tümen komutanını kutlayarak göstermiştir. Tören bittikten sonra, Ulus Parkı’nı şereflendirir ve buradan da imar çalışmaları hakkında bilgiler alır. Tren vagonunda Tümgeneral ile aralarında buradaki askeri birliklerin durumu hakkında son bir değerlendirme yapılır ve 25 Mayıs akşamı Ankara’ya geri döner.
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 27 Mayıs’ta, çok kısa bir müddet kaldığı Ankara’dan İstanbul’a geçmiştir. Kritik bir döneme işaret eden Dünya olayları karşısında, ordumuzun da modernizasyona ve şartlara uygun şekilde yapılandırılmaya ihtiyacı vardı. Bundan dolayı, TBMM’den çıkan Milli Müdafaa bütçesi sevindirici olmuş, Yugoslavya’dan General Mariç ordumuzun donanma ve manevra üstünlüklerinden faydalanmak amacı ile Harp Akademisi’ni ve Topçu Atış Okulu’nu gezerek ülkesine dönmeyi planlamıştır. Fransız temsilcisi Garo’nun Hatay’da iki Arap kökenli kişinin meçhul bir şekilde öldürülmelerini fırsat bilerek Reyhaniye Halkevi’ne baskın vermesi gibi fiili olaylar da problemleri giderek arttırıyor, her ihtimale karşı savunmaya önem verilmesi gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyordu. Ancak savaşa gebe olan bir durumda diplomasi trafiği de artmaktaydı. Bundan dolayı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, özellikle bu dönemde trafiğin Yakın şark ve Balkanlar istikametini kontrol etmek ve nabzını dinlemek için vefatına kadar Ankara ve İstanbul ile ilgisini kesmek istememişti.
Büyük Önder’in, özellikle yaz aylarında yaptığı Marmara içi deniz gezilerini renklendirecek en önemli olay, Almanya’nın Hamburg Limanı’nda demirlemiş bulunan Amerikan yatı Savarona’nın satın alınıp, Cumhurbaşkanlığı yatı olarak hazırlanmasıydı. Atatürk’ün de içinde bulunduğu bir Karadeniz gezisi sırasında Ertuğrul yatının fırtınalı havalara karşı dayanıklı olmadığının anlaşılmasından sonra yeni bir yat alınması gerekliliği kendisini hissettirmişti. Savarona, dünyada bulunan yatların en büyüğü ve güzeliydi. Yedi yıllıktı. 1930’da, M. Cadwalader isminde büyük servet sahibi Amerikalı bir kadın, denizlerde gezip eğlenmek amacıyla Savarona’yı Almanya’daki ünlü Bohm und Voss tezgâhlarına ısmarlamıştı. Son dretnot Yavuz’da Almanya’nın en büyük gemi inşa merkezlerinin başında gelen bu tersanede imal edilmişti. Geminin, o zamanlar işsizliğin kol gezdiği Amerika’ya değil de, Almanya’daki bir tersaneye yaptırılmış olması Cadwalader’in hemşerilerini çok kızdırır. Omurgası 29 Temmuz 1930 günü törenle kızağa konur, teknesi ise 28 Şubat 1931 günü tamamlanır. Aynı yılın Temmuz ayında gelenekler gereği burnunda şampanya şişesi patlatılarak denize indirilir. Savarona’nın toplam maliyeti 10.400.000 doları bulmuştur. Savarona’nın bundan sonraki durumu hayret uyandırıcıdır. Amerikan hükümeti tescil için sahibinden bu maliyet kadar bir gümrük vergisi ister. İtiraz ile karşılaşılınca da geminin Amerikan sularına girmesi men edilir. Cadvalader, çaresizlik içinde Avrupa’da yatını satacağı bir yer arar. Gemi, Hamburg Limanı’na girdiğinde, Alman hükümeti başkalarına kaptırmamak için üzerine haciz koyar. ABD Başkanı F. Roosevelt’in Atatürk’e karşı derin bir sempatisi olduğundan gönlü, Savarona’nın özellikle Türkiye tarafından satın alınmasından yanadır. F. Roosevelt’in girişimleriyle Newyork Limanı’na girmiş olan bir Alman transatlantiğine Savarona’nın karşılığı olarak haciz konulacağı bildirilir. Hitler’in talimatı üzerine de haciz kalkar. Gemi, 1 Mart 1938 günü Türk hükümeti tarafından satın alınır. 20 Mart sabahı, İngiltere’nin Southampton Limanı’na hareket eder ve 24 Mart’ta da yata merasimle sancak çekilir.
Savarona, 1 Haziran’da İstanbul sularına girerek Florya Deniz Köşkü önünde demirlemiş, bir müddet burada kaldıktan sonra, Ege kaptanı Sait Özege ile yanındaki mürettebat tarafından Dolmabahçe önüne getirilmişti. Ağırlığı 4 bin ton gelmekteydi. Boyu 106, eniyse 16 metreydi. O dönemin en ileri sistemine sahip olan dört kazandan ikisi çalıştığında 16 mil, dördü çalıştığında 26 mil hız almaktaydı. Yatın döşemeleri çok değerliydi. Banyo ve tuvalet daireleri siyah mermer ve kurna başı gibi kısımlar altın kaplama olmakla birlikte, diğer daireler gümüş kaplamaydı. Gemi, bünyesinde yemek salonu, telsiz ve telgraf dairesi, briç odası ile toplantı salonu gibi fonksiyonları birleştiriyordu. Dinlenme ve toplantı amacıyla kullanılan salon, gerçek bir şaheserdi. Burada zengin bir kütüphane ve modern bir müzik seti bulunuyordu. Yemek salonunun ortasındaki masa, 20 kişinin rahatça yemek yiyebileceği büyüklükteydi. Bardak takımları gerçek Bohemya kristalinden özel ısmarlanarak yapılmış, üzerlerine Savarona yatı arması işlenmişti. Porselen tabaklar, açık yeşil işlemelerle süslüydü. İki mutfak ve bunlara bağlı olan iki de fırın bulunuyordu. Biri, yat sahibi ve misafirlere, diğeri ise mürettebata hizmet vermek için tesis edilmişlerdi. Büyük salonu ısıtan şömine dikkat çekiciydi ki, Bayan Cadwalader bu şömineyi Portekiz’deyken bir şatoda görmüş, satın almak istemiştir. Şatonun sahibi, bu şöminenin ancak şato ile satın alınabileceğini söyleyince, o da öyle yapıp, şömineyi buradan söktürüp, Savarona’ya monte ettirmiştir. Yatın en üst katında, kumanda ve süvari kamaralarından kullanılabilen elektrikli bir düzenek mevcuttu. Ana güvertenin altındaki katta, ön kısımda iki yataklı kamara ile arkasında egzersiz ve terleme salonları oluşturulmuştu. Savarona’nın kırk beş kişilik de daimi mürettebatı vardı.
Savarona’nın limana geldiği gün, İngiltere’den dönmüş olan İş Bankası Genel Müdürü Muammer Eriş de gezisiyle ilgili bilgi vermek üzere Dolmabahçe Sarayı’nda bulunuyordu. Atatürk, öğleden sonra Muammer Eriş’i de yanına alarak yata gidiyor, orada ikameti için gereken hazırlıkları tespit ediyordu. Gazi, resmi veya özel hangi binaya girse, ayrıntısına kadar her yerini gezer, özellikle banyo ve tuvaletlerde eksiklik olup olmadığına bakar, eğer yok ise hemen tedarik edilmesini sağlardı. Yeni yapıları incelemekten büyük zevk duyardı. Yakın arkadaşlarından biri yeni bir ev yaptırmaya kara vermiş olsa, derhal Atatürk’e gösterip görüşünü alırdı. Çünkü yakınlarının konforlu bir evde yaşaması onu da rahatlatıyordu. Aynı özenli tutumunu, Savarona’yı incelerken de göstermişti. Bu hazırlıklar bir, iki gün içinde tamamlanmıştı. Gazi de Dolmabahçe’den ayrılıp yata yerleşmiş, Savarona’yı çok beğenmiş ve isminin değiştirilmesine gerek duymamıştı. “Savarona” sözcüğü, ilginç bir birleşime sahiptir. Efsaneye göre “Sava”, Atlantik’te yaşadığına inanılan biraz martıyı, biraz da pelikanı anımsatan bir kuştur. “Rona” ise Bayan Cadwadaler’in genç kızlık ismidir. “Savarona” ismi, bu iki ismin birleşimi ile oluşturulmuştur. Hasan Rıza Soyak, yıllar sonra hatıralarında Atatürk’ün mahzun bir eda ile kendisine dönerek, -…”Ne olurdu, bu gemi elimize birkaç sene evvel geçmiş olsaydı?” dediğini yazacaktı.
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, memleketimizin omurgasını oluşturacak olan bir dizi işi takip ederken, büyük gezilerini de tamamlamıştı. Rahatsızlığına rağmen yatta da, yine eskisi gibi ara vermeksizin devlet işleriyle meşgul oluyor, Hükümet Erkânı ve Genel Kurmay Başkanı ile sık sık görüşüyor, dışarıdan gelen elçilerimizi kabul ederek, kendilerinden bulundukları memlekette güdülen siyaset ve genel eğilimlere dair ayrıntılı bilgiler alıyordu. Komutanlara da özellikle yabancı memleketlerin askeri durumları hakkında sorular yöneltmiş, onların açıklamalarını saatlerce sabrederek dinlemişti.
Yaz mevsimi içinde, yeni alınan Cumhurbaşkanlığı yatı Savarona ile Marmara Denizi’nde bulunan bazı limanlar ve deniz donanmamızın manevra yaptıkları yerlerde gezintilerine devam etmişti.
Yeni Cumhurbaşkanlığı yatı ile ilk hareketi 3 Haziran 1938’de önce Yeşilköy-Florya, daha sonra boğaz yönünde olmak üzere beş saat kadar süren bir deniz gezintisi olmuştur. Atatürk’ün bu gezintilere çıkma isteği birazda hastalığının etkilerinden birini oluşturan aşırı vücut ısısının verdiği sıkıntıdan kaynaklanmaktaydı.
24 Haziran 1938’de, Savarona’nın hareketi halindeki serinlikten yararlanma düşüncesiyle, Erdek Limanı’na kadar uzanan bir gezintiye çıkmıştı. Donanmaya ait bazı gemiler de, Erdek Limanı’na demir atmış bulunuyorlardı. Orada bulunan donanmamız kendisini selamlamış, Amiral Şükrü Okan yata buyur edilmişti. Gazi, Amiralle de saatlerce sürecek uzun bir görüşme yapmıştı. Gece Erdek’te geçirilecekti. Atatürk, daha sonra bu düşünceden vazgeçti. Tekrar İstanbul’a hareket emrini verdi. İki gün süren bu gezinti kendisini biraz olsun rahatlatmıştı.
Prof. Fissenger, ikinci gelişinde, Gazi’nin Savarona’da sürekli bulunmaktan sıkılabileceği düşüncesi ile kendisine istediği zaman deniz motorlusu ile gezintiler yapabileceği konusunda tavsiyede bulunmuştu. Gazi de, bu tavsiyeye uyarak, 10 Temmuz’da, Acar motoru ile bir geziye çıkar. Yanında Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, Kılıç Ali, Salih Bozok, Hasan Rıza Soyak, Kız kardeşi Makbule Hanım ile Afet ve Sabiha Hanımlar bulunmaktadır. Öğle yemeği motorda yenilir. Atatürk istirahat etmek için motorun salonundaki bir koltuğa uzanır. Motor ilk olarak Florya’ya uğrar. Rıhtımdaki insanlar Atatürk’ü dimdik karşılarında görünce sevinç içinde, “Yaşa, Varol Atatürk” diye bağırarak alkışlamaya başlarlar. Çünkü Gazi’nin hasta olarak yattığını bilmektedirler. Buradan hemen yata dönülmesini istemez. Rota, Boğaz’a doğru izlenir. Boğaz’dan geçerken, yine halkın coşkun tezahüratı ile karşılaşırlar. Rumelikavağı’na kadar gidilir. Fakat yorgunluk hissetmiş olduğu için geri dönülür.
23 Temmuz’da Savarona ile Dolmabahçe önünden başlayarak Florya, Moda, Adalar ve Boğaz hattını izleyen bir geziye daha çıkmıştır. Yat, Moda önünden geçerken, Hamidiye Okul Gemisi tarafından top atışı yapılarak selamlanır.
24 Temmuz günü saat 16.30’da Büyükdere’den ayrılarak yine Dolmabahçe’de biten bu gezi Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün son gezisi olacaktı. Hastalığının ağır kriz dönemine girmesinden dolayı, bu tarihten vefatına kadar Dolmabahçe Sarayı’ndan ayrılamayacaktır.
Kaynakça:
1-Gazeteler:
Son Posta: 15 Ocak 1938, Sf:3. / 22 Ocak 1938, Sf:1. / 25 Ocak 1938, Sf:11. / 1 Şubat 1938, Sf:1. / 2 Şubat 1938, Sf:11. / 3 Şubat 1938, Sf:1,3. / 4 Şubat 1938, Sf:1,3. / 5 Şubat 1938, Sf:1. / 21 Mayıs 1938, Sf:1,11. / 22 Mayıs 1938, Sf:1,11. / 2 Haziran 1938, Sf:1,7,11. / 4 Haziran 1938, Sf:1. / 25 Temmuz 1938, Sf:1. / 11 Temmuz 1938, Sf:1,11. / 25 Haziran 1938, Sf:1.
Cumhuriyet: 21 Ocak 1938, Sf:1,3. / 22 Ocak 1938, Sf:1. / 23 Ocak 1938, Sf:1,3. / 24 Ocak 1938, Sf:1. / 2 Şubat 1938, Sf:1. / 3 Şubat 1938, Sf:1,3,8. / 30 Mart 1938, Sf:16. / Mayıs 1938, Sf:1. / 9 Mayıs 1938, Sf:1. / 20 Mayıs 1938, Sf:1,8. / 21 Mayıs 1938, Sf:1,3. / 22 Mayıs 1938, Sf:1,7. /24 Mayıs 1938, Sf:1,3. / 25 Mayıs 1938, Sf:1,3. / 27 Mayıs 1938, Sf:1,6. / 11 Temmuz 1938, Sf:1. / 25 Haziran 1938, Sf:1.
Akşam: 15 Ocak 1938, Sf:2./ 22 Ocak 1938, Sf:2,3. / 25 Ocak 1938, Sf:1,8. / 3 Şubat 1938, Sf:1,9.
Ulus: 6 Mayıs 1938, Sf:1. / 22 Mayıs 1938, Sf:1,3. / 23 Mayıs 1938, Sf:1,3. / 25 Mayıs 1938, Sf:1,3. / 3 Haziran 1938, Sf:1.
2-Kitaplar:
1-Mehmet Önder, Atatürk’ün Yurt Gezileri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Basım, Ankara, 1998, Sf:9./111./112.
2-Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları, Hulusi Turgut (der.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Basım, İstanbul, 2005, Sf:614./625./632./633./634.
3-Celal Bayar, “Atatürk’ten Hatıralar”, Sel Yayınları, İstanbul, 1955, Sf:107.108.
4-“Celal Bayar’ın Söylev ve Demeçleri (1921-1938): Ekonomik Konulara Dair”, Derleyen: Özel Şahingiray, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1999, Sf:208./209.
5-“Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (1906-1938)”, (Hazır. Ali Sevim, İzzet Öztoprak, M. Akif Tural), Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2006, Sf:862./863.
6-Utkan Kocatürk, “Doğumundan Ölümüne Kadar: Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 1. Basım, İstanbul, 2005, Sf:544./575./ 578./579.
7- Falih Rıfkı Atay, “Çankaya”, Pozitif Yayınları, İstanbul, 1968, Sf:565./566.
8- Eser Tutel, “Gemiler… Süvariler… İskeleler”, İletişim Yayınları, 1998, İstanbul, Sf:65./68./70.
9-Hasan Rıza Soyak, “Atatürk’ten Hatıralar”, Yapı Kredi Yayınları, 4. Basım, İstanbul, 2008, Sf:703.
10-Muhittin Gül, “Atatürk’ün Yurt Gezilerinin Kamuoyu Oluşturmadaki Rolü”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt VIII, Sayı 3 (Aralık 2006), Sf:53./54.
11-Mehmet Akif Tural, “Atatürk’ün Yurt Gezileri, Büyük Nutuk Adlı Eseri ve Hayattan Ayrılışı”, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II, Ankara 2004, Sf:391./393.
12-Latif Daşdemir, “Atatürk’ün Yurtiçi Gezilerinin Önemi ve Bilinmeyen Bir Gezi Çeşme-Ilıca Ziyareti”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt VIII, Sayı 3 (Aralık 2006), Sf:13-38.
3-Makaleler:
1- Can Keklik, “1938 Yılı Türk Basınında Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Türk İnkılabı”, TC. İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Anabilim Dalı, İstanbul 2008, Sf:8.