Atatürk’ün Nutuk’ta, kendisinden övgü dolu sözlerle bahsettiği “Kerim Bey” ya da bilineni “Abdülkerim (Öpelimi) Paşa”, Atatürk’ün eski arkadaşlarından olup, 1872 Selanik doğumludur. Abdülkerim Paşa, mütareke yıllarında Divan-ı Harp başkanlığı yapmış, son derece başarılı bir Osmanlı subayıdır.
Abdülkerim Paşa, I. Dünya Savaşı sırasında 27 Mart 1915’te Kafkas Cephesi’ndeki II. Kolordu Komutanlığına atanmıştır. Sarıkamış yenilgisinin ardından 1915’te Karakilise Muharebesi’nde Rus kuvvetlerini Malazgirt’te yenmiştir. Paşa, 30 Eylül 1915’te 3. Ordu Sağ Cenah (Doğu Cephesi) Grup Kumandanı, 1916 yılının Ocak ayında 3. Ordu Kumandan Vekili, Şubat 1916’da Artçılar Kumandanı ve 20 Kasım 1916’da 20. Kolordu Kumandanı olarak Sina, Filistin, Suriye ve Makedonya cephelerinde savaşmıştır. Abdülkerim Paşa, 17 Temmuz 1918’de Tiflis’de Gürcistan Murahhaslığı’na atanmış, Mondros Mütarekesi sonrasında İstanbul’a dönmüştür. 8 Şubat 1919’da Askeri Temyiz Divanı I. Meclis Temyiz Üyeliği, 27 Ekim 1920’de Birinci Divan-ı Harb-i Örfi Üyesi, 26 Mart 1922’de Hurşit Paşa’nın ölümü üzerine Birinci Divan-ı Harb-i Örfi Başkanlığa getirilmiş, 1923’de Cumhuriyet’in ilanı öncesinde 16 Ocak günü ölmüştür.
Atatürk, Trablusgarp Savaşı sırasında Urla Karantinası, Rus Vapurundan Salih (Bozok) Bey’e yazdığı 4 Ekim 1911 tarihli mektubunda: -…”Senin vasıtanla Valideme verilmek üzere Kerim Bey (Abdülkerim Paşa)’ e kırk lira bıraktım…” kendisinden bahseder. Ve yine Urla Karantinası, Rus Vapurundan 4 Teşrinievvel 1327 (17 Ekim 1911) tarihli Fuat (Bulca)’ya yazdığı mektubunda:-…”İstanbul’da bulunan Kerim Bey (Abdülkerim Paşa)’e mektup yazın. O zavallı oradaki mücadele de yalnız kaldı. Mektuplarınız ona kalp kuvveti verir.”(Bakınız: https://www.sechaber.com.tr/mustafa-kemalin-trablusgarpa-giderken-yazdigi-mektup/)
Emekli Tuğgeneral Hamdi Ertuna tarafından 1984’te yayımlanan “1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal” isimli eserde; Atatürk’ün Derne’de Ayn el-Mansur Karargâhı’ndan 22 Mayıs 1912 tarihli Kerim Bey’e (AbdülkerimPaşa) yazdığı mektubunda: ”… İstanbul’dan hareket tarihimiz olan 15 Ekim 1911’den bugüne kadar geçen 7-8 ay içinde size ancak bir iki ve pek kısa mektup göndermiştim. Bunların elinize geçip geçmediğini bilmiyorum…” (Bakınız: Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1985, Sf: 207-210 / Ayrıca: Prof.Dr. Utkan Kocatürk, “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”, Sf:19)
Bir çoğumuzun sakalı olması sebebiyle tanımakta zorluk çektiğimiz aşağıdaki fotoğrafında Atatürk, komutanlık ve teşkilat kurmada üstün niteliğini gösterdiği ilk yer olarak tarihe geçen, Osmanlı Devleti ile İtalya Krallığı arasında 1911 – 1912 yılları içinde yapılan ve 1 yıl 16 gün süren Trabalusgarp Savaşı sırasında Ayn el Mansur, Derne’de çekilmiştir.
Türk – İtalyan Savaşı olarak da bilinen bu savaş, Trablusgarp’ın dışında, Adriyatik Denizi, Ege Adaları, Çanakkale Boğazı ve Kızıldeniz gibi çeşitli bölgelerde sürmüş, Balkan Savaşı’nın çıkması üzerine 15 – 18 Ekim 1912 tarihleri arasında, Ouchy (Uşi) kentinde Osmanlı – İtalyan delegeleri arasında imzalanan Ouchy (Uşi) Barış Antlaşması ile sona ermiştir.
Atatürk, işte bu fotoğrafını 13 Mayıs 328 (26 Mayıs 1912)’de Ayn el-Mansur Karargâhından Kerim Bey’e (Abdülkerim Öpelimi Paşa) aşağıdaki kartpostal notu ile kendisine takdim etmiştir;
Atatürk’ün Nutuk’ta, kendisinden övgü dolu sözlerle bahsettiği Abdülkerim Paşa, 2 Eylül – 18 Ekim tarihleri arasında Heyet-i Temsiliye adına Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal Paşa ile İstanbul Hükümeti adına bir anlaşma ortamı sağlamak amacıyla 27 – 28 Eylül 1919 gecesi telgraf yazışmaları yapmıştır.
Türk yazar ve siyasetçi Sabahattin Selek’e göre: …”Damat Ferit Paşa Hükümeti iyice sıkışmıştır. Artık yaşama şansı kalmamış, sadece Bab-ı Ali çevresinde kabul görmektedir. Kabine arasında da artık anlaşmazlıklar yoğunlaştığından Ali Rıza Paşa ve arkadaşları kabinenin istifasını teklif etmişler, fakat Damat Ferit Paşa buna pek yanaşmamıştır. Son bir çare olarak Mustafa Kemal Paşa’nın arkadaşı olan Abdülkerim Paşa’yı Mustafa Kemal’le görüşmeye yollamışlardır. Abdülkerim Paşa – Mustafa Kemal Paşa görüşmesi telgraf başında 27/28 Eylül’de tam sekiz saat sürmüştür. Bu görüşmede Abdülkerim Paşa,“Padişahın “20 Eylül bildirisini” (Sultan Vahdeddin’in beyannamesi, 20 Eylül 1919) hatırlatarak vatanın kurtuluşu için hükümetle milletin elele vererek çalışmasını teklif etmiş ve bunu sağlayabilmek için de Mustafa Kemal Paşa’dan bir yerde buluşma-görüşme talep etmiştir.” (Bakınız: S. Selek, “Anadolu İhtilali, I. Kitap, Ankara, Sf:298)
Ünlü tarihçi Murat Bardakçı: …”Sultan Vahideddin’in İstanbul gazetelerinde 21 Eylül 1919’da yayınlanan ve Damad Ferit Paşa Hükümeti’nden övgü ile bahseden bu beyannamesinin milletin düşüncesini menfi şekilde etkilenmesinden endişe eden Mustafa Kemal Paşa’nın girişimi ile ertesi gün Sivas’tan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Hey’et-i Temsilyesi” adına padişaha bir telgraf çekildiğini ve açıkça hain olarak nitelenen Ferit Paşa Hükümeti’nin yerine itimada sahip kişilerden meydana gelen yeni bir hükümetin kurulması istenmiştir.”(Bakınız: “Bir Devlet Operasyonu: 19 Mayıs”, Turkuvaz Kitap, I. Baskı, Eylül 2019, Sf:334, Telgrafın tam metni için “Nutuk, Gazi Mustafa Kemal Tarafından”, Devlet Matbaası, İstanbul 1934, 3/100, 99 Numaralı vesika.)
Bilindiği üzere bahsi geçen görüşme, Sivas’ta telgraf makinesi başında gerçekleşmiş, 27 Eylül 1919 gecesi saat 23.00’de başlamış ve sabah 7.30’a kadar devam etmiştir. Abdülkerim Paşa, Damat Ferit Paşa’nın hıyanetlerini sergileyen bu görüşme tutanaklarını aynen Padişah’a göstermiş ve 3 gün sonra Damat Ferit Paşa Kabinesi istifa etmiştir.Bu görüşmelerin tümü Nutuk’un Belgeler cildinde büyük bir övgüyle yayımlanmıştır:
Efendiler,
Eylül’ün 25’inci günü akşamı, Ankara’da bulunan Yirminci Kolordu Komutan Vekili Mahmut Bey’den aldığım bir kapalı (şifreli) telgrafta şunlar bildiriliyordu:
…”Bu gece İstanbul telgrafhanesinden Fuat Paşa’yı telgraf başına istediler. Dâhiliye Nezareti’nin vilâyet şifresi ile bir şifre yazdırdılar. Bunun özeti, vatanın kurtulması yalnız Padişah’ın bildirisindeki en doğru yol göstermelere uygun hareket etmekle kolaylaşacaktır. Millî Mücadele, medeniyet dünyasına iğrenç gayeler gibi aksettirildi. Hükûmet ile millet arasındaki ayrılık yabancıların işe karışmasına yol açacaktır. Konferans, bizim hakkımızda karar verirken, bu anlaşmazlık iyilik ve kurtuluş belirtisi olmayacaktır. Sonuç olarak, hareketin liderleri ile görüşmek üzere, yüksek şahsiyetlerle, bildirilecek yerde buluşma bir oldubitti şekline sokularak, vaktin darlığı dolayısıyla hemen cevap beklenmektedir. Görüş ayrılıklarına saygılı davranılacağını, şahsa ve şerefe dokunulmayacağını abartmalı bir şekilde ekliyor. Telgrafı yazan zat, Genelkurmay Tuğgenerallerinden Abdülkerim Paşa‘dır. Bu telgrafa Ticaret ve Ziraat Nâzırı Hâdi Paşa vasıtasıyla ve aynı şifre ile cevap beklemektedir. Adı geçenin, böyle bir hileye başvurarak, müracaatın bizden geldiğini ilân etme ve yayma gayesi güttüğü anlaşılıyor. Telgraf başında beklediklerinden, bir an önce, kabul edilip edilmeyeceği ile ne cevap verileceğinin bildirilmesi istenmektedir. Ali Fuat Paşa Hazretlerine de yazılmıştır”(Belge: 109).
Mahmut Bey’e aynı gün saat 19.00’dan sonra makine başında verdiğim telgrafta şunları bildirdim: …”Kerim ve Hâdi Paşalara, Fuat Paşa’nın Ankara’da olmadığını ve meşgul bulunduğunu, ancak, görüşmek istedikleri takdirde, Sivas’ta bulunan Hey’et-i Temsiliye ve bu Hey’et içinde bulunan Mustafa Kemal Paşa ile istedikleri şekilde görüşmenin mümkün olduğunu bildirirsiniz (onlar görüşme isteğinde iseler), diye kaydettirirken dikkatli bulunmak gereklidir” (Belge: 110).
Mahmut Bey, Kerim Paşa‘nın Ankara’ya çektiği telgrafı aynen bize de yazdı. İçindekiler aşağı yukarı Mahmut Bey’in özetlediği gibiydi. (Belge 111)
Efendiler,
İstanbul Hükûmeti ile haberleşmeyi kesişimizin on beşinci günündeyiz.
Millî karara karşı muhalefet durumuna geçen bazı yerler, ister istemez millî akıma uymaya mecbur edildi. İstanbul’a, her gün bütün memleketten, hükûmetin düşürülmesi isteği ile ilgili telgraflar yağdırılmaya başladı. İtilâf Devletleri’nin, Anadolu’da dolaşan subay ve memurları, her yerde açıktan açığa, Millî Mücadele’ye karşı tarafsız olduklarını ve memleketin iç durumuna karışmadıklarını söylemeye başladılar. Bu durum karşısında, Padişah ve Ferit Paşa’nın, artık Millî Mücadele liderleri ile uzlaşmaktan başka çıkar yol kalmadığını hesaba katarak, fakat herhalde mevkilerini de korumak şartıyla, bir uzlaşma yolu olabilecek imkânlar araştırmaya başladıkları kanısına varmak yanlış olmaz inancındayım.
Efendiler,
Adı geçen rahmetli Abdülkerim Paşa, benim çok eski bir arkadaşımdı. Pek namuslu, gayretli, temiz kalpli bir vatanseverdi. Selânik’te, ben kolağası o binbaşı olarak aynı büroda çalışmış, yıllarca özel arkadaşlık etmiştik. Rahmetlinin tavır ve durumundan bir tarikata bağlı olduğu anlaşılıyordu. Bazı tekkelere devam ettiği de görülmüştür. Ancak, herhangi bir şeyhe bağlılığını bilen yoktur. Çünkü kendisini inançları ve vicdanî değerlendirmelerinde taşıdığı manevî derece bakımından “hazret-i evvel, büyük hazret” olarak kabul eder, kendi dostluk çevresi içinde yer alanlara, kendisince, karşısındakinde gördüğü yeteneğe uygun “hazret”, “kutup (en yüce kişi) gibi makamlar verirdi. Bana “kutbu’l-akdâb” derdi.
Şimdi açıklayacağım görüşmemizde de bu noktalara tesadüf edeceğiz:
Kerim Paşa’nın, kendine has bir konuşma ve yazış tarzı vardı. Kerim Paşa, çok samimî ve zamanında kendisine büyük şöhret kazandıran yüksek bir söz söyleme gücü ile konuşur ve öyle yazardı. Kendisinde, inandırma güç ve kudreti olduğu da sanılır ve öyle kabul edilirdi. Bizim, Selânik’te bulunduğumuz sıralarda, orada ordu komutanlığı ve ordu müfettişliği ile bulunmuş olan Hâdi Paşa, Kerim Paşa’yı açıkladığım vasıflar ile dostlar arasında sayılır ve sevilir bir kimse olarak tanımıştı.
İşte Ferit Paşa’nın kabine arkadaşı Hâdi Paşa, sıkışmış olan Padişah’ın ve Ferit Paşa’nın pek elverişli bir yolla imdadına yetişmek istiyordu. Kerim Paşa, Ali Fuat Paşa’yı da Selânik’ten tanıyordu.
Efendiler,
27/28 Eylül 1919 gecesi, gece yarısına bir saat kala telgraf başında, Kerim Paşa ile karşı karşıya geldik, İkimiz birbirimizi şu sözlerle tanıdık:
Sivas -…”Mustafa Kemal Paşa telgraf başındadır. Kerim Paşa’ya söyleyiniz, buyursunlar diyorlar.”
İstanbul – …”Yüksek şahsiyetleri, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri misiniz, ruhum?”
Ben – …”Evet, Sayın Kerim Paşa Hazretleri,” dedikten sonra:
Kerim Paşa – …”Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne” adresini yazdırdı ve …”Paşa’ya söyleyiniz anlar; Hazret-i Evvel karşınızdadır.” sözlerini bir çeşit parola gibi ilâve etti.
Kerim Paşa – …”Zatıâlilerinin afiyetleri (Yüksek esenliğiniz) iyidir inşallah kardeşim” diye başladı.
Kerim Paşa’nın İstanbul Hükûmeti tarafından kalbinin temizliğinden ve ahlâkının güzelliğinden yararlanılarak nasıl aldatıldığını anlamak için, sözlerinin başlangıcını kendisine olduğu gibi tekrarlatacağım.
Rahmetli Kerim Paşa şöyle devam etti: …”Vatanın iyiliği için büyük vatansever kardeşimle ve sayın temsilci kardeşlerimle görüşmek isterim. Ayağınız toprağına ulaştırılmak üzere Ali Fuat Paşa vasıtasıyla bir telgraf göndermiştim. İşte, zatıâlinizin eline ulaşan o telgraftaki esaslar üzerinde inşallah sevindirici bir çözüm buluruz, Memleketin geçirmekte olduğu nazik ve pek önemli karışık devreyi Allah’ın lütfu ile kolayca aydınlığa çıkartırız. Bunun için de Allah’ın keremi ve nurdan yaratılmış kurtarıcı emellerinizin gönül mürşidi ile bu konuda önemli şeyler konuşarak, vatan için olan dileklerimizi birleştirelim değil mi? Pek anlayışlı ve tedbirli kardeşim! Ne buyurursunuz, ruhum? Yere batasıca kötü niyetlilerin bu güzel memleketimiz üzerindeki iftiralarına ve açıktan açığa kötülük yapmalarına engel olalım, onları ümitlerinin pusularında kötürüm ve cansız olarak bırakalım. Yalnız hükûmet ile milletin sırf vatanın kurtuluşu ile ilgili hizmetlerini ve işlerini birleştirelim. Çünkü ortak ve yüce gaye aslında hep birdir. Vatan düşüncesiyle gösterilen bunca asil tepkilerin, medeniyet dünyası karşında aziz topraklarımızın korunması ile ilgili en büyük vatanseverlik olduğunu bir kere daha belirtmek üzere içinde bulunduğumuz durumun güçlüklerini yok edelim ve buna bir çare bulmak için de bu aziz kardeşiniz ile görüşmeye başlayalım, bekliyorum kardeşim. Bu teşebbüsüm hakkında, hükûmetin geniş ölçüde iyi niyet gösterdiğini ilâve ederim, ruhum!”
Efendiler,
Kerim Paşa ile 27/28 Eylül, gece yarısından önce saat 23.00’te başlayan bu görüşmemiz, sabah saat 07.30’a kadar tam sekiz buçuk saat sürdü. Üç ana noktaya (evreye) ayrılabilen bu görüşmemiz, yazıda “eseri cedit” denilen büyük tabaka kâğıtlardan yirmi beş sayfayı doldurdu.Bunların hepsini burada okuyarak sabrınızı kötüye kullanmaktan korkarım.
Rahmetli Kerim Paşa’nın, sağlam görüşlere ve -kendi inancına ters düşmesine rağmen- maalesef güçlü bir mantığa da dayanmayan bu tatlı sözlerinin ve tantanalı cümlelerinin okunup dinlenebilmesi için, yayınlayacağım belgeler arasında bu konuşmaya da olduğu gibi yer vereceğim. Yalnız, bu görüşmede her iki tarafın güttükleri hedef ve dayandıkları temel noktalar hakkında, özellikle sonucu bakımından kısa bir fikir verebilmek için müsaade buyurursanız bu noktaların her (evresine) birine bir parça dokunacağım (katacağım).
Kerim Paşa’nın bilginize sunduğum ilk telgrafına karşılık verirken biraz da onun tarz ve üslûbuna uymuş olduğum görülecektir.
Verdiğim yanıtta, ben de böyle başladım:
…” Kerim Paşa Hazretleri’ne “kutbü’l-akdâb” (Yüceler yücesi) deyiniz, anlar” diye başladıktan sonra …”Şimdi yanıt veriyorum” dedim ve …”Pek sayın ve temiz kalpli kardeşim Abdülkerim Paşa Hazretleri’ne. Tanrı’ya şükürler olsun, sağlığım yerindedir. Büyük ve asil milletimizin meşru haklarının bilincine varmış, onu korumaya ve savunmaya bütün varlığı ile girişmiş olduğunu görmekle pek mutluyum… Karşılıklı görüş belirtmek hususunda gösterilen isteğe içten gelerek teşekkür ederiz.
Fuat Paşa aracılığı ile çekilmiş olan telgrafın içindekileri öğrenmiş bulunuyoruz.
Dayanak noktası olarak kabul buyurulan bildiride ileri sürülen hususların, Ferit Paşa ve arkadaşlarına karşı yöneltilmiş bir haykırış ve çıkışma olduğu azıcık bir düşünme ve inceleme ile anlaşılacak açıklıktadır.
Padişah’ın kalbini derîn üzüntülere boğan durum ve davranışlar, milletimiz tarafından değil, Ferit Paşa, Dâhiliye Nâzırı Adil Bey, Harbiye Nâzırı Süleyman Şefik Paşa ve bunların çalışma arkadaşları olan Harput Valisi Ali Galip Bey, Ankara Valisi Muhittin Paşa, Trabzon Valisi Galip Bey, Kastamonu Valisi Ali Rıza Bey ve Konya Valisi Cemal Bey tarafından işlenen kötülüklerle ortaya konmuştur.
Malatya’daki ihanet teşebbüsü (haince girişim), Çorum’daki haince tertip, Konya’daki kanlı teşebbüs eğer içyüzleri ile bilginize ulaşmış değilse, zatıâlilerinizi bir çözüm başlangıcı olarak düşündüğünüz noktadaki isabetsizlikten dolayı mazur (özürlü) görürüz. Yabancıların görüşlerinin lehimize döndüğü tamamıyla doğrudur. Ancak, bu dönüş, hiçbir vakit Ferit Paşa Hükümeti’nin güttüğü siyasetin sonucu değildir. Bu sonuç, milletimizin varlığını göstermek ve ispat etmek için kendi kendine girişmiş olduğu kararlı teşebbüsünün eseridir. İşte bu konuda Zatışâhâne’yi aldatıyorlar.
Kurtuluş çaresi ve yaşama ilkesi ancak ve ancak Kuva-yıMilliyenin önderliğinin benimsenmesinde ve millî iradenin hâkim olmasındadır. Bu sağlam ve meşru temelden en küçük bir sapma, Allah korusun, devlet, millet ve vatanımız için pek acı bir yıkım getirir.
Milletimizin asil mücadelesini kötüye yormaktan ve etrafa öyle tanıtmaktan geri durmayan kötü niyetli aşağılık kimselerin çok olduğu bir gerçektir. Ancak, asıl derin bir esefle karşılanacak olan husus, bu kötülükten başka bir şey düşünmeyenlerin başında, sonsuzluğa kadar yaşayacak olan devletimizin sadrazamı Ferit Paşa ile nâzırlık mevkilerini tutan Âdil Bey, Süleyman Şefik Paşa gibi devlet adamlarının yer almış bulunmasıdır.
Memleketimize (Yurdumuza) takım takım Bolşeviklerin girdiğini ve Millî Mücadele’nin bir Bolşevik mücadelesi olduğunu resmî olarak ilân eden ve yayan bu bahtsızlardır. Asil ve temiz Millî Mücadele’mizin, İttihatçıların son çırpınışları ve kanlı hareketleri olduğunu ve onların parasıyla yürütüldüğünü resmen ve açıktan açığa bütün dünyaya ve yabancı gazetecilere söyleyen bu gafillerdir (şaşkınlardır).
Anadolu’da karışıklık olduğunu basın yoluyla resmen ilân eden ve – Ateşkes Anlaşması’nın özel maddesine göre – aziz vatanımızı düşman işgaline uğratmak isteyen bu cahillerdir.
Malatya’nın Müslüman halkı ile Sivas’ın Müslüman halkını birbirleriyle boğazlaşmaya sürüklemek isteyenler bu zavallılardır. Millî Mücadele’nin önüne geçeceğim diye Sivas’ın ve millî duyarlığın görüldüğü her yerin yabancılar tarafından işgalini isteyen bu hainlerdir. Bununla birlikte, bizim en yüce gayemiz, tıpkı siz kardeşimin düşündükleri gibi, kötü niyetlilerin bu güzel memlekete yönelttikleri iftiraları ve açıktan açığa yürüttükleri mel’unlukları kırmak ve onları kendi ümitlerinin pusularında kör kötürüm ve cansız düşürmek, devlet ile milletin faaliyetini sırf vatanın kurtuluşu ile ilgili noktada birleştirmektir. Yüce Tanrı’ya şükürler olsun, bu gayenin gerçekleştirilmesinde, artık milletimiz her türlü kötü niyet belirtilerini kırmış, bütün kahramanlığı ile dönüşü olmayan kesin adımlarını atmıştır. Yabancılar bile, milletin yaygın gücünü ve kesin kararını, buna karşılık İstanbul Hükümeti’nin ne kadar soysuz ve milletle ilgisi bulunmayan âciz bir hey ‘et olduğunu iyice anlamıştır. Merzifon’u boşalttılar. Samsun’u da boşaltmaya başladılar. İç işlerimize ve Millî Mücadele’mize karşı tarafsız kalacaklarını söylüyorlar. İşte millî teşebbüslerimizin, istiklâlimizi güvence altına alma yolunda elde etmeyi başardığı ilk sonuç budur.
Millî akım, İstanbul’da Kanun-ı Esasî (Anayasa) hükümlerine uyulmasını sağlamakla sonuca ulaşacaktır.Şimdiki hükûmetin, geniş ölçüde bir iyi niyete sahip olduğunu sanmanın doğru olmadığını arz etmeme müsaade buyurmanızı rica ederim:
Ben, daha Erzurum’da iken Ferit Paşa’ya gerçeği ve durumu açıklayarak, milletin kuvvet ve iradesine karşı çıkacak hiçbir kuvvet kalmadığını yazmış; kendisini, karşı koyma ve engelleme yolunda devam etmemesi gereği ile uyarmıştım. Bu gafil zat (aymaz kişi), buna cevap vermediği gibi, millî akımın birkaç kişinin körüklemesinin eseri olduğunu da ilân etti. Çıkar hırsı ile bilgisizlik gaflet ve körlüğü ile iki tarafı da idare ederek mevkilerini koruyabilecekleri şeklinde boş bir zan içinde bulunan birkaç valinin aldatıcı raporlarını benim tertemiz ve vatanseverce uyarılarımdan daha üstün tuttu. Bugün, her türlü kötülük, hainlik, beceriksizlik ve zavallılık durumunda kaldıktan ve millet de bütün olup bitenlerin içyüzünü tam bir açıklıkla kavradıktan sonra, bize düşen görev, hemen millî davayı benimseyecek yeni bir kabinenin iş başına gelmesini sağlamaktır.Eğer şimdiki kabinenin şahısları ve hayatları bakımından herhangi bir çekinceleri varsa, bugün için bu gibi şeylerle uğraşma tenezzülünden pek yüksek olan milletimiz adına kendilerine istedikleri söz ve güvenceyi vermeyi de milletimizin çıkarı açısından gerekli sayarız. Ancak, tuttukları yanlış yolda inatla direnmeye devam edecek olurlarsa, bundan doğacak sonuçların sorumluluğu kendilerine ait olacaktır.İşte, yaptığınız iyilikçi girişim dolayısıyla, durumu bir defa daha ve son olarak, asil yüksek şahsiyetleri gibi kalbi gerçekten de vatan ve millet sevgisi, padişaha muhabbet ve bağlılıkla dolu olan ve kardeşlik hatıralarını daima saygı ile taşımakta olduğum siz kardeşim Abdülkerim Paşa Hazretleri ile de bildirmiş olmak, bizim için her türlü vicdan huzurunun daha da sağlamlaşmasına vesile olmuştur.”
Efendiler,
Buraya kadar söylediklerim bir tek maddenin özetidir. Bundan sonra gelen maddede:
…”Millî Mücadele bütün genişliği ile İstanbul’a doğru ilerlemektedir. Ferit Paşa ve arkadaşları bunu bilmektedir. Zatıâlileri de bu bilgileri isleyip aydınlanınız” dedikten sonra, o günlerde yapılmış olan başarılı hareketlerin raporlarını özetleyerek açıkladım ve: …”artık bütün bu hareketleri durdurmak yalnız ve ancak bir tek şeye bağlıdır. O da kabine başkanlığının millî davayı bütün anlamıyla benimseyecek bir zata verilmesi ve o zatın da bu millî davayı kavrayarak ona göre tedbir almaya girişmesidir” dedim.…”Bütün bu söylenenler karşısında siz kardeşimin de bir düşünceleri varsa lütfen bildirmenizi rica ederim” cümlesinden sonra, …”Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi adına Mustafa Kemal” diye imzamı koydum.
Bundan sonra Kerim Paşa, …”Önce, zatıâlileriyle birlikte olan sayın zevatın hepsine selâm ve saygılarımızı arz etmek ve duyurmak lütfunda bulunmanızı rica ederim” girişi ile görüşmemizin ikinci noktasına geçtiler.
Kerim Paşa devam etti: …”Başladığım kısa konuşmanın bütün safhalarını zatıâliniz anlattınız. İşin çözüme götürülmesi bakımından iki yerde isabet gösterilmediğini söyleyerek mazur görüleceğimi belirttiniz. Gerçi, bütün durumlar ve çeşitli bölgelerdeki olaylar bilinmedikçe, bir konuda hakemlik etmek güç ise de, memleketle ilgili bir işin çözüme bağlanmasında bize ışık tutan, tertemiz vatan endişesi olduğundan, dayanağımız sağlam ve açıktır. Vatanın alın yazısına karar verileceği şu sıralarda, tek vücut olarak birleşmiş bir millet ve hükûmetin göreceği işi göz önünde bulundurarak, bunun kolaylıkla bir çözüme ulaşması dileğimi arz etmek isterdim. Padişahın hareket noktası olarak aldığıma işaret buyurduğunuz bildirisini anlamakta bendenizin yanılmış olması mümkündür. Yalnız, müsaade ediniz de, asıl, işlerin çözümünde en büyük dayanak sayılan bu yüksek bildirideki toplayıcı yönleri açıklayarak, Padişah’ın sözlerinin neleri içine almış olduğunu belirteyim. Ben zannediyorum ki, Padişahımız…”
Ben, derhal Kerim Paşa’nın devam etmesine fırsat vermeden şunu yazdırdım: …”Kerim Paşa Hazretleri, gereğinden fazla açıklama yapmak, her ikimizi de asıl gayeden uzaklaştırabilir. Bir de Padişah’ın bildirisinin yorumları ile fazla uğraşmanın yararı yoktur. Rica ederim asıl konu üzerinde görüşelim.”
Kerim Paşa cevap verdi: …”Asıl konu üzerinde görüşeceğiz. Müsaade buyurursanız devam edelim efendim.”
Ben, …”Rica ederim en son söz ve teklif üzerinde anlaşalım,” dedim.
Kerim Paşa, …”Evet, oraya geleceğiz efendim.”
Söze ben devam ettim ve: …”Kerim Paşa Hazretleri, meşru çalışmalarımızın ve millî tepkilerimizin artık daha fazla kötüye yorulmasına ve düzeltilmeye muhtaç görülmesine; hele bu düzeltme ve değiştirmeler içinde, suçluluğu ve hainliği ortaya çıkmış bir kabine üyelerinin meşru olmayan savunmalarının esas alındığını görmeye tahammülümüz yoktur. Biz, son durumu açıklayarak milletin kesin isteğini arz ettik. Bilmem tekrarı gerekli midir? Zatıâlileri sonuçlandırılması gerekli bu millî isteğe karşı, Ferit Paşa Kabinesi’nin, devletin en yüksek sadrazamlık mevkiini hâlâ kirletmesine aracılık etmek istiyorsanız, bu gayretiniz hiçbir yararlı sonuç veremeyeceği gibi siz kardeşimiz hakkındaki eski kardeşlik duygularımızın da sarsılmasına yol açacağından endişe ederim.
Şimdi, Ferit Paşa, bir an bile kaybetmeden mevkiini bir namuslu kimseye bırakacaksa ve buna siz de inanıyorsanız, çözüm bekleyen hiçbir güçlük kalmamış demektir. Aksi takdirde, aracılığınız, kalbinizin kırılmasından ve boşu boşuna yorgunluktan başka bir sonuç vermeyecektir.
Ferit Paşa, mevkiini korumaya devam ederse, kendisinin çok acı bir sonla karşılaşmasına yol açacaktır. En son ve en kesin söz şudur: Maksadımız bu sarsılmaz gerçeği Padişah’ın bilgisine sunmaktır. Siz, ancak bu asil görevi yerine getirerek bugün vatan ve milletin yüksek kişiliğinizden beklediği dinî ve millî görevi yapmış olursunuz.”
Kerim Paşa, …”Sözü uzatmamak elbette asıl maksattır (doğal ve gerçek amaçtır)” diye başlayarak, sözü gereğinden fazla uzattı.
Bu uzun sözler şu cümle ile son buldu: …”Burada vatan için yaptığım şu teşebbüs elbette Allah ve millet katında bütün asaletiyle bezenmiş olarak kalır ve işin gerçek sahibi olan her şeye kadir ulu Tanrı, millet ve vatanın kurtuluşunu sağlayacak esasları orada bulunanlara böylece bağlayarak tamamlar. Ulu Tanrı güçlükleri çözücüdür. Değerli gözlerinizden öperim.”
Yeniden cevap verme sırası bana gece yarısından sonra saat 4.30’da geldi.
Kerim Paşa’nın dokunduğu noktaları karşılıksız bırakamazdım. Ben de uzun düşünceler ileri sürdüm ve sonunda: …”O halde, dedim, bizim ve sizin gibi onur sahibi ve vatansever kimselerin yapacakları teşebbüsün gayesi ne olmak gerekir? Yönetiminin her dakikasından millet için, gelecekteki kaderimiz için yeni bir yıkım yolu hazırlamaktan başka bir sonuç beklenmeyen Ferit Paşa ile milletin arasını bulmak imkânsızlığı ile uğraşmak mı, yoksa bir an önce bu meşru olmayan kabinenin yerine millet ve memleketin ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte yeni bir hey’etin devlet işlerini üzerine alması gereğini Padişah’a bildirmek üzere yol aramak mıdır? Lütfedip bu iki noktadan biri için evet veya hayır şeklinde cevap verirseniz, Tanrı ve millet katında bütün asaletiyle değerli kalacağına şüphe olmayan bu asil teşebbüsünüzün bizlerle ilgili yönünü tamamlamış olursunuz.”
Kerim Paşa, istediğimiz kısa cevaba yine uzun bir cevap verdi. Fakat bu uzun sözler arasında, bazı cümlelerle, bize padişahın aldatılmış olmayıp her şeyi bildiğini anlatıyordu.
Kerim Paşa’nın bazı cümlelerinde şu sözler vardı: …”Yüce padişahlık katı kesin karar ve çözüm makamı olup meşru bir devlette bu yüksek makam, bütün millet fertlerinin yöneleceği mihraptır. Anadolu’nun bütün dileklerinin Halife Hazretleri’ne duyurulduğu hakkında bendenize bilgi vermişlerdir. O halde, millet işlerinin yöneleceği ve dileklerinin kabul edileceği yüksek bir makam olan Padişahımız Efendimiz her şeyi bilmektedir.”
Kerim Paşa, kendisine has cümlelerle devam ettiği görüşlerine şöylece son verdi: …”Ulu Tanrı, nice yüksek sebepler yaratarak ve telkin ederek bu çözülmesi güç düğümü bütünüyle çözecektir. Elbette ki, Tanrı’nın buyruğu güzeldir ve yakındır. Tanrı’nın eli bütün ellerden üstündür. Geleceğimiz, Tanrı’nın lütfu ile milletçe lâyık olduğumuz yücelikte uğurlu ve hayırlı olacaktır. İşte Kerim’in inancı budur aziz ruhum.”
Bu defa Efendiler, gece yansından sonra saat 6.10’a gelmiş olmasına rağmen, üçüncü safhanın açılmasına ben sebep oldum. Merhum Kerim Paşa’nın pek hoşlandığını bildiğim bir ifadeyle “Büyük Hazret” diye söze başladım: …”Ümmetin ve milletin yüce mihrabı olduğu içindir ki, milletin dileklerini bildirme yolunu bulma teşebbüsünden geri durmadık. Yalnız, zatıâlinizi büyük bir yanlışlıktan kurtarmak maksadıyla arz edelim ki, Anadolu’nun bütün dileklerinin Halife’ye duyurulduğu hususundaki sözlere, milletin daha, kesin bir güveni yoktur. Çünkü millet bilmektedir ki, Padişah, hainlikleri ortaya çıkmış birkaç kişiyi millete tercih buyurmazlar.”
Kerim Paşa’nın dokunmuş olduğu noktalara cevap verirken şunları da söyledim: …”Pek güzel ve yakın olan Tanrı emrinin yerine gelmesi ile,bahtsız ve zulme uğramış asil milletimizin kurtuluşa ve huzura kavuşmasını yüce Tanrı’nın denizler kadar engin olan koruyuculuğundan ümitle diler ve ufukları hep inatçı bir dumanla sarılı olan İstanbul’daki bazı kimselerin gerçeği görmemek için aşağılıkça direnen duygularının eriyip kaybolmasını bekleriz. Milletin asil ruhu da işte böylesine duygularla doludur. Yalnız tekrarlamama müsaadenizi rica ederim ki, evet veya hayır şeklinde karşılık verilmesini istirham ettiğimiz sorular maalesef karşılıksız bırakılmıştır. Azizim, Allah’ın eli bütün ellerden üstündür. Ancak bununla birlikte güçlükleri yenmeye ve problemleri çözmeye girişenlerin kesinleşmiş bir hedefi olmak gerekti… Millet, Tanrı’nın buyruğunu yerine getirecektir ve buyurduğunuz gibi milletçe elde edeceklerimiz hayırlı ve uğurlu olacaktır. Lütufkâr dualarınızın eksik edilmemesini rica ederim. Gayret bizden, yardım ve kolaylık ölümsüz Tanrı’dandır.” Mustafa Kemal
Artık Kerim Paşa’nın yorulduğu anlaşılıyordu;
…”Son iki sözüm ruhum” diyerek başladı ve …”Millî Dava’nın ilkelerini üstün tutmak ve korumak şartıyla, içten gelen dileklerin sayılıp döküldüğünü ve Tanrı’nın eli… Yüce ayetinin, Tanrı tarafından hayırla kabul buyurulması için kullanılmış olduğunu” söyledikten sonra …”Allaha ısmarladık yine görüşeceğiz…” diyerek çekilmek istedi.
Bırakmadık!
Son sözü biz söylemek istedik ve dedik ki: …”Kardeşimizin hatırında kalsın diye son bir cümle arz ediyorum: – Millet güçlü, her şeyi kavramış ve tuttuğu yolda kesin kararlıdır. Millî Mücadele hızlı bir gelişme seyrindedir. Yüce ve Şevketli Padişahımız Efendimiz ‘in lütuflarının ve sevgilerinin bir belirtisi olmak üzere karar vermelerinin ve soruna çözüm getirmelerinin zamanıdır.” (Belge:112)
Efendiler,
Bundan sonra Ferit Paşa Kabinesi ancak üç gün dayanabilmiştir. Sonradan kendisi ile görüşemediğim dostum rahmetli Kerim Paşa’nın bazı kimselere söylediğine göre, bu görüşmemizi olduğu gibi Padişah’a göstermeyi başarmış ve bunun üzerine direnme gücü kırılmış.
Kerim Paşa’nın Kara Vasıf Bey’e yazmış olduğu 8 Kasım 1919 tarihli mektubunda da buna işaret edilmiştir. Rahmetlinin bu mektubunda şu satırlar vardır: …”Eski sadrazam, en son yapılan görüşme, bunun yol açtığı sürekli etki ve ciddî tartışmalar sonunda, çekilmek gerektiğine inanarak ve bütün direnme gücü kaybolarak istifasını sundu… İşte sessiz sedasız, vatan için çalışan ve tek başına bendenizin tertemiz gayreti ile başarılan büyük olay budur…”
Dikkate almak gerekir ki, bu yazıları ben yazmıştım.
Eski sadrazam ile Padişahımız Efendimiz Hazretleri, bütün bu görüşmelerin sonuçlarını öğrendikten sonra, dayandıkları sağlam temeller karşısında kararlarını vermişlerdir… Yapılan teşebbüsün ve yazılan yazıların ne dereceye kadar önemli noktaları içine aldığı ve nasıl bir dürüst vicdan ve keskin görüşle, yaşanan gerçeklerin kâğıda geçirildiği, elbette Tanrı katında ve milletin tarihî değerlendirmesinde asaletle bezenmiş bir değer olarak kalacaktır… Beni, bütün bunları sayıp dökmeye yönelten gerekçeler, geride kalmış olayları gerçek yüzleri ile ortaya koymaktır…
Rahmetli Kerim Paşa mektubunun sonunda, …”Bu kâğıdımın bir kopyasını Heyet-i Temsiliye’ye göndermek lütfunu esirgemezseniz, büyük gerçeklerin tam olarak ve birlikte yayınlanmasına yardım etmiş olursunuz” demiş. Oysa bana mektubun kopyası değil aslı gönderilmişti. Bu mektubu da yayınlanacak belgeler arasına koyacağım. (Belge: 113)
Efendiler,
Bu görüşmenin yapıldığı gecenin ertesinde, yani 28 Eylül günü, görüşme özeti bütün kolordulara kapalı tel (şifre) ile bildirildi.Rahmetli Kerim Paşa’nın Fuat Paşa’ya yazdığı ilk telgrafında, İstanbul’daki yüksek mevkili şahısların mücadele liderleriyle belli bir yerde buluşup konuşmalarından söz edildiğini görmüştük. Bunun benzeri, fakat aksine yani Anadolu’dan İstanbul’a gitme yolunda bir teklif de, bundan daha önce Trabzon’dan çıkmıştı.
Müsaade buyurursanız bunu biraz açıklayayım:
Trabzon Valisi Galip Bey, 18/19 Eylül tarihlerinde teftiş göreviyle Ardase’de bulunuyordu. Kâzım Karabekir Paşa’nın Ardasa’ya gidip Vali ile görüşmesi söz konusu idi (Not: Ardasa, Gümüşhane ili Torul ilçesinin eski Rum zamanından kalma adıdır). Bu konu üzerinde 19 Eylül günlerinde telgraf başında Kâzım Karabekir Paşa ile görüştük. Sebebi Trabzon’dan aldığım 18 Eylül tarihli bir telgraftı. Kendisine olduğu gibi verdiğim bu telgrafta: …”Millî çıkarları bozan altı maddeyi kabul etmiyoruz (Bu altı madde İstanbul ile ilişki kesme konusundaki emirdir). Arz edeceklerimizin Zâtışâhâne’ye ulaştırılması da oraya gönderilecek bir heyetle sağlanabilir kanısındayız” denilmekte idi. (Belge: 114)
Kâzım Karabekir Paşa, makine başında Trabzon Valisi ile görüşmüş, özetini bildirdi. Vali soru tarzında birtakım görüşler ileri sürmüş. Karabekir Paşa uygun karşılıklar vermiş. Vali, en sonunda: …”İstanbul’a bir heyet gönderilerek durumun Padişah’a arzını ve bu heyetle birlikte kendisinin gitmesini teklif etmiş ise de, artık bizim çeşitli yollarla konuyu arza bir çare düşünmüş olmamız dolayısıyla, bu düşüncesinden vazgeçmiştir. Böyle bir heyetin gitmesi ve buna sarayın durumunu iyi bilen Gümüşhane temsilcisi Zeki Bey’in de katılması teklif edilmektedir” denilmekte idi. (Belge: 115)
Gariptir ki, iki gün sonra, yani 21 Eylül 1919’da, Torul’daki Yarbay Halit Bey’in gönderdiği bir şifrede de bu heyet meselesinden söz ediliyordu. Fazlasıyla kuşkuya düşen Padişah’ı yabancıların ve Ferit Paşa’nın kucağına atmamak için, İstanbul’a gizlice bir heyet gönderilmesinin uygun olacağı, eğer bu heyete Servet ve Zeki Beyler de temsilci olarak alınırsa kendilerinin sevinerek kabul edecekleri, Zeki Bey’in ağzından bildiriliyordu. (Belge: 116)
Halit Bey’e 22 Eylül’de verdiğim cevapta Zeki ve Servet Beyler ‘in de içinde bulunacağı bir heyetin İstanbul’a gönderilmesinin uygun olmadığını bildirdim.
24/25 Eylül tarihinde Halit Bey’den aldığım bir telgrafta, …”Trabzon’daki muhalefetin başı durumunda olan Trabzon Valisi Galip Bey’i, kolordunun ve Erzurum valisinin davetini kabul edip Erzurum’a gitmediğinden, mecburiyet karşısında ve silahlı koruma ile bu gece (24/25 Eylül) Erzurum’a gönderdim” deniliyordu. (Belge: 117)
Efendiler,
Garip bir tesadüf değil midir ki, rahmetli Kerim Paşa’nın ilk aracılık telgrafı, Trabzon valisinin tutuklandığı gecenin ertesi günü, Trabzon’da, Vali, Zeki ve Servet Beylerle, bunların aldatması üzerine bazı kimselerin İstanbul ile ilişki kesme konusundaki teşebbüslerinin ve İstanbul’a bir gizli heyet olarak gitme plânlarının başarısızlığa uğratılmasının gerçekleştiği bir günde, yani 25 Eylül günü çekiliyor ve bizi ancak 27/28 Eylül gecesi aramak gereği duyuluyor.
Yazışmaların şeklinden anlaşıldığına göre, Erzurum’a giden Vali Galip Bey, Kâzım Karabekir Paşa’ya, yeniden İstanbul’a bir heyet aracılığı ile başvurmaktan söz etmiştir. Bununla ilgili olarak, Paşa’nın 27 Eylül tarihli bir “olur” isteme telgrafını alıyoruz. Buna 28 Eylülde karşılık olarak çekilen telgrafta, Kerim Paşa ile yapılan görüşmemin özeti verildikten sonra, …”Söz konusu müracaatın gerekli görülüp görülmediğinin bildirilmesini rica ederiz. Gerekli görüldüğü takdirde, Trabzon valisinin, Millî Mücadele’mize karşı gelme konusunda Dâhiliye Nâzırı Âdil Bey’den hiçbir farkı olmadığından, kendisinin asil Millî Mücadele’mize hiçbir şekilde karışmasına müsaade buyurulmaması” karşılığı veriliyor. (Belge: 118)
Kâzım Karabekir Paşa’nın 30 Eylülde verdiği karşılıkta: …”Trabzon valisinin bu gibi işlere karıştırılmaması konusundaki” düşüncemizin yerinde olduğu kabul edildikten sonra, …”Trabzon’un durumunda çoktandır beklenen düzelme gerçekleşti” deniliyordu. (Belge: 119)
Efendiler,
Son olarak sunduğum bilgilerle bir gerçek üzerinde daha düşünceleri aydınlatmak isterim. Trabzon Valisi Galip Bey ile Zeki Bey, saray ve Ferit Paşa ile ilişki içinde idiler. Bir hey ‘et halinde İstanbul’a gitmekten maksatları, millî gayeye hizmet değil, orada gerekenleri aydınlatarak ve bazı tedbirler tavsiye ederek, yeni talimat almak gibi bir maksada dayandığına bence şüphe yoktur. Nitekim Zeki Bey daha sonra İstanbul’a gidince, arkasından gerektiği kadar para ve cephane göndermeye söz verilerek ve özel bir talimat ile Trabzon ve Gümüşhane dolaylarında örgütler kurmak üzere gönderilmiştir. Kendisini İnebolu’da tutuklatıp Ankara’ya getirtmiştim. Bana, bu söylediklerinin hepsini itiraf etti. Yalnız, sözde İstanbul’u aldattığını, alacağı para ve silâhları bize teslim etmek niyetinde bulunduğunu söyledi. Buna o gün ve hatta bugün bile inanacak saf kimseler bulunabilir mi? Bununla birlikte, ben bu zatı, Erzurum Kongresi’ndeki ilişkinin hatırasına saygı duyarak, yalnız gerekli uyarı ve nasihatlerde bulunmakla yetinmiş ve serbest bırakmıştım.”