Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’ten çocukluk arkadaşı ve can yoldaşı ve kendisine eşi Latife Uşşaki’den sonra “Kemal” diye hitap edebilen tek kişi olarak bilinir Kurmay Albay Mehmet Nuri Conker.
Yaşar Gürsoy’un “Atatürk ve Can Yoldaşı Nuri Conker” isimli kitaba göre, Teşkilat-ı Mahsusa’nın ilk başkanlarından Süleyman Askeri Bey’in kayınbiraderidir de. Hatta Atatürk ile uzak bir akrabalıkları bulunan Salih Bozok’un oğlu Cemil Salih Bozok’a göre de annesi Nuriye hanımın erkek kardeşidir, yani dayısıdır.
1907 doğumlu Cemil Salih Bozok’a ailesi tarafından sonradan aktarılanlara göre: …”Atatürk ile Babası Salih Bozok’un üçüncü kuşaktan akrabalık bağları vardır. Çünkü Atatürk’ün dedeleri olan Hacı İslam Ağa ile Hacı Salih Ağa aynı zamanda babası Salih Bozok’un da dedeleridir. Bu nedenle Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’a ailece “Hanım Hala” demektedirler…”
Yaşar Gürsoy’a göre, Mehmet Nuri Conker 30 Eylül 1881 yılında Selanik’te doğmuştur. Babası Hacı-Hoca Mehmet Osman Efendi, annesi ise Zehra Hanım’dır. Ancak, Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı Resmi İnternet Sitesi’ne göre Milli Mücadele Komutanlarımızdan Kurmay Albay Mehmet Nuri Conker 29 Eylül 1882 doğumludur (Bakınız: https://www.tsk.tr “Milli Mücadele Komutanlarımız” https://ata.msb.gov.tr/Genel/icerik/mehmet-nuri-conker ). Naaşı, 6 Kasım 1981 Tarihli ve 2549 Sayılı Kanun gereği 31 Ağustos 1988’de Ankara Cebeci Şehitliğinden alınarak, Devlet Mezarlığı’na nakledilmiş, Mehmet Nuri Conker’in mezar taşına doğum tarihi 1881 olarak yazılmıştır.
Cemil S. Bozok’a göre, dayısı Kurmay Albay Nuri Conker, babası Hoca Osman Efendi’nin Selanik’teki Kule Kahveleri semtindeki mütevazı evinde dünyaya gelmiştir. Bu ev aynı zamanda kendisinin de doğduğu evdir: …”Ancak altı yaşında bu evi tanıdım. İçinde birkaç yemiş ağacı bulunan küçük bir de iç bahçesi vardı. Buradan bir orta kapıyla anneannemin kardeşinin evine geçiliyordu. Ondan da öbür kardeşlerininkine. Bütün bu evleri ananemin babası, kızlarına yaptırmış. Bizim oturduğumuzun giriş kapısının üstüne gelen yere de dik bir merdiven ile çıkılan küçük bir selamlık dairesi vardı. Burada da dayım Nuri Conker ailesi ile oturuyordu…”
Söz Nuri Conker Bey’in ailesine gelmişken, Süleyman Tekir’in “Süleyman Askeri Bey (Teşkilat-ı Mahsusa’nın İlk Başkanı) isimli kitaba göre, Kurmay Albay Mehmet Nuri Conker’in evlilik yaptığı Nedime Hanım Süleyman Askeri Bey’in kız kardeşi değildir(!): …”Nuri Conker, Nedime Hanımla evlidir. Nedime Hanım’ın 19 Temmuz 1969 günü vefatı üzerine gazeteye verilen ölüm ilanındaki ifadeler aynen şu şekildedir: “Rumeli eşrafından merhum Mahmut Nedim ve Pakize Hanım’ın kızı Atatürk’ün en yakın arkadaşlarından merhum Nuri Conker’in refikası…(Bakınız: Milliyet, 21 Temmuz 1969, Sf:11, İlan No:10080).” Süleyman Askeri Bey’in kız kardeşi ise Süreyya Hanımdır(!). Süreyya Hanım ise Jandarma yüzbaşı ve son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Kerbelâ mebusu olarak bulunmuş ve sonradan “Özbudak” soyadını almış olan Nuri Bey’dir(!).”
Yaşar Gürsoy’un “Atatürk ve Can Yoldaşı Nuri Conker” isimli kitabın basım tarihi 2011’dir. Yani 19 Temmuz 1969 günü Nedime Hanım’ın vefatı üzerinde gazeteye verilen ölüm ilanından on iki yıl sonra yayımlanmıştır. Gürsoy, kitabın hazırlama aşamasında Rahmetli Nuri Conker’in torunları Nuri Conker, Prof. Dr. Nur Vergin, Zeynep Conker, Rahmetli Salih Bozok’un torunu Salih Bozok’a ve gerekli mercilere sonsuz minnetlerini sunmuş ve teşekkür etmiştir. Ancak aile fertleri isim benzerliğinden kaynaklandığı anlaşılan mühim bir hatayı düzeltmek istememiştir. Araştırmacı bir yazar olarak Süleyman Tekir Bey’e teşekkürü bir borç bilirim.
Cemil S. Bozok’un anılarına tekrar dönecek olursak, …”Bizim oturduğumuz evin giriş kapısının üstüne gelen yere de dik bir merdiven ile çıkılan küçük bir selamlık dairesi vardı. Burada da dayım Nuri Conker ailesi ile oturuyordu. Tek katlı bu evin en büyük odasında bir de ocak vardı. Dedem bazı kış günleri, bu ocakta kadayıf pişirirdi. Nar gibi de kızarırdı. Ailece sinin başına oturur, iştahla yerdik. Medrese öğrenimi görmüş dedem Osman Efendi, iri yapılı, otoriter bir adamdı. Hayatını adı Mekteb-i Zindan olan bir Mahalle Mektebinde ders vermekle kazanıyordu. İmzasını da şöyle atıyordu: “Muallim-i Sıbyan, der mekteb-i Zindan, Tikveşli Osman.” Dedem, erkek çocuğu dayım Conker’i çok sever, onun kurmaylığı ile iftihar ederdi. Dindarlığı da taassup derecesindeydi. Zamanın yeni fikirleriyle yetişmiş olan dayımla babama “Farmosanlar” derdi. Annem beni doğurduktan bir süre sonra Selanik’ten ayrılır, İskeçe’de babamın yanına döner: Annemle babamın evlenmesi de, dayımla babamın çocukluktan başlayan çok samimi bir arkadaşlık vesilesiyle meydana gelmiştir…”(Bakınız: Salih Bozok – Cemil S. Bozok, “Hep Atatürk’ün Yanında”, İstanbul-Çağdaş Yayınları, I.Basım: Mayıs-1985.)
Ünlü gazeteci ve yazar Nagehan Alçı (Kütahyalı)’ya göre, …”Türk Devlet arşivlerinde Atatürk’ün 23 Nisan 1920’den itibaren her günü kayıtlıdır. Her gün ne yaptığı bellidir. Sadece 9 gün kayıtlı değildir. O dokuz gün Atatürk’ün ne yaptığını bilen yoktur. İşte o dokuz gün Nuri Conker’in ölümünden sonraki dokuz gündür. Atatürk adeta çökmüş ve can yoldaşını kaybettiği için bunalıma girmiştir. Odasından hiç çıkmamıştır. (Bakınız: Haber Türk, “Bir cenaze ardında bıraktığı sorular”, 22.01.2021)”
Mustafa Kemal, Harbiye Nezareti ve Genelkurmay’dan izin aldı; 25 Mayıs 1918, saat 10.00’da Sirkeci’den kalkan trenle Viyana’daki Cottage Sanatoryumu’na hareket etti. Böbreğindeki sızı ağrıya dönüşmüştü.
Kendisini Profesör Zuckerandl karşıladı, tedaviye başladı…
O sırada Sultan Reşat’ın ölüm haberini aldı. Yeni padişah Vahdettin’e telgrafla tebriklerini sundu. Viyana’da iyileşemeyince Profesör Zuckerandl, kendisini Karlspat’a, kaplıca tedavisine gönderdi.
Doktor Vermer Paşa, Mustafa Kemal ve emireri Şevki için büyük hamamın hemen karşısında geceliği 140 krona “Rudolfs Hof” isimli özel bir ev (banyolu pansiyon) ayarladı. Ama Mustafa Kemal evi beğenmedi, hoşnutsuzluğunu doktora açtı. Vermer karşı çıktı: “…Sen buraya ciddi bir kür yapmak için mi geldin, yoksa lüks ve debdebeli gürültüler içinde zevk etmek, yorulmak için mi? Ne istiyorsunuz, işte sakin ve rahat bir apartman! Şimdi müsaade ediniz sizi muayene edeyim ve suret-i hareketinizi çizeyim. Göreceksiniz ki dediğim şeyleri harfiyen takip edince başka bir şey düşünmeye vakit bulamayacaksınız.”
Mustafa Kemal sözü uzatmadı ve doktorun tavsiyelerini yerine getirmeye başladı.
Haziran ayına girilmişti. Canı sıkkındı, Nuri Conker’e uzun bir mektup yazdı. Mektup samimiydi, hem devleti ilgilendiren hem de çok yakın bildiği candan arkadaşlarıyla ilgili bilgiler yüklüydü.
-…”Lahey ateşemiliteri Nuri Beyefendi’ye
12 Haziran 1918/ Viyana
Aziz kardaşım,
Mektubunuzu, Hazret-i Ali ile kıymetinizin şimal denizi sahilinden cenup istikametinde süzülen güneşli manzaralarını muhtevi (:içeren) kartı ve hissiyat-ı uhuvvetkârânenizin (:kardeşlik hislerinizin) nişane-i kıymetdarı (:kıymetli bir alameti) olan hediyenizi büyük memnuniyetle aldım. Çok teşekkür ederim.
Ben İkinci Ordu kumandanı iken Falkenhayn’ın taht-ı idaresinde (:yönetim altında) teşekkül eden gruba merbut (:bağlı) yedinci ordu kumandanı tayin olunduğumu ve bu kumandayı almak için evvela İstanbul’a ve badehu (:sonra da) ordunun tahaşşüd ettiği (:toplandığı) Halep’e gittiğimi ve sonra merkum (:adı geçen) generalin ordularımızı ve memleketimizi felakete sevk ettiğini görerek ‘Ya o, ya ben!’ diyerek istifa ettiğimi ve bu istifam kabul olunduktan sonra tekrar tevdi olunan (:emanet edilen) İkinci Ordu kumandanlığını kabul etmediğimi ve en nihayet karargâh-ı umumiye merbut (bağlı) Sisponikk bir ordu kumandanı olarak mezuniyet verildiğinin Salih’in yazmış olduğunu zannederek bilginize hükm ediyorum.
Bu sırada idi, veliyy-i ahd hazretleriyle Almanya impartorunun davetine icabetle karargâhlarına gittim. Orada imparator, Heidenburg ve Lord Mavorf’a güzide generallerini tavsif edebildim (:vasıflandırma) Vekayi (Olaylar) ve hadisat (hadiseler/olaylar) dahi beni teyide (:desteklemede) teehhür etmedi (:gecikmedi).
Bedbaht; Filistin’i, Kudüs’ü verdikten sonra kendisi de iade olundu. Yerine Liman Paşa gitti ve şeraiti (:şartları) benim dediğim tarza yakın bir surette tebeddüle (:değişiklik) oldu. Fakat ben Almanya seyahatinden avdetimde (:döndüğümde) yolda kendimi üşüttüm bunun neticesi olarak böbreklerimde bir “Piyelit” (:idrarın toplandığı pelvisin enfeksiyonuna verilen ad.) denilen hastalık hâsıl oldu. İstanbul’da bir buçuk ay yattım iyi olduğumu zannederek kalktım. Üç ay zarfında daha iki defa nüks etti, en sonra bera-yı tedavi Viyana’ya gelmeye mecbur oldum. On iki gündür burada Cottage Sanatorium’de müteassis bir profesör tarafından tedavi oluyorum. Bir hafta sonra cure (:kür) yatmak üzre Karlsbad’a gideceğim. İyileşmeye başladım.
Bana Liman’ın yerine beşinci Ordu Kumandanlığı verdiler. Hastalığım mani (:engel) oldu. Birinci Ordu kumandanı Esat Paşa birinci ordunun lağvıyla oraya gitti. Daha başka fevkaladeden bazı vazifeler teklif ettiler, kabul etmedim. Şimdi de bir ordu teklif ettiler. İade-i sıhhatten sonra kabul edeceğime söz verdim.
Fethi Bey (Okyar) İstanbul Mebusu oldu. Meclis’te bazı itirazâtda ve tesiratda (tesir) bulundu. Şimdi meclis kapalı olmak münasebetiyle işsizdir. Afiyettedir. İzzettin (Çalışlar) ikinci ordu harbiye reisidir, karargâhları Halep’tedir. Rauf (Orbay) oradadır. Fuat (Bulca) alayıyla Filistin cephesine gitmiş. Hüseyin Bey (Hüsnü) yedinci ordu sıhhiye reisidir. Kaymakam oldu. Sobranyalı (:Bulgar Parlamentosu) İsmail Bey ve Refikası iyidir. İstanbul’a gelirken Sofya’da görüştüm. Bana karşı pek ciddi arkadaşlık gösterdi.
Salih’e gelince; ben, kavgalı gürültülü bir tarzda İstanbul’a gelirken Salih Bozok, Cevat Abbas ve Şükrü’den mürekkeb olan (:oluşan) yaverânımızı (:yardımcılar) da beraber getirdik. Yeniden uhdemize verilen ikinci ordu kumandanlığına istinaden. Birkaç gün sonra, bu zevatın (:zatların) üçü de ayrı ayrı evlerinden merkez kumandanlığına celb ve derhal yedinci orduya avdetleri ihtar olunur.
Bana geldiler, ben her şeyden istifa ve sarf-ı nazar (:vazgeçmek) ettikten sonra kendilerini muhafaza etmek için kanunen bir hakka malik olmadığımı ve muhalif-i nezaket (:nezakete aykırı) olan bu tarz muamele faillerine karşı hiçbir nev ricada bulunmaya tenezzül etmeyeceğimi kati olarak kendilerine beyan ettim.
Salih hakikatte böbreklerinden rahatsızdı. Şükrü Manisa’da ailesi nezdine mezun gitmiş ve oradan da ikinci orduya kendiliğinden gitmiş olacaktı. –Muamelat-ı cariyeyi (:yürüyen işlemleri) bilmiyormuş ve ikinci ordu yaveri imiş gibi– Cevat kendi başının çaresine bakacaktı.
Salih mevzubahs ettiğiniz hastalığının inde’l-muayene (:muayene sırasında) tahakkuku (:ortaya çıkması) üzerine altı hafta terk edildi. Bu sırada Enver Paşa’dan muma-ileyhin (:adı geçenlerin) eski vazifesine tayinini ricaya Hakkı merhum muvafakat etti. Fakat bilmediğimiz bir tesir bu işi akim (:sonuçsuz) bıraktı. Salih’de de bir tekaüdlük (:emeklilik) hevesi uyandı ve bunu her şeye tercih etti, yine Enver Paşa’ya rica edebildik muavenet (:yardım) vaadiyle muvafakat etti, bir aralık bu da, bazı tesiratla (:tesirlerle) teehhüre (:gecikmeye) uğradı. Nihayet oldu.
Şükrü gitti. Cevat Harbiye Nezareti rüesesâsından (:reislerinden) bazılarıyla zannederim en kuvvetli olarak İsmail Hakkı Paşa ile işini uydurarak yaverlik sıfatını muhafazaya muvaffak oldu.
Salih’i, bana her türlü fedakârlığı vaat eden zengin bir tüccara Hakkı Sapanca’nın kardeşına gönderdim. Ne yapacaksan buna yap dedirttim. Beraber İzmir’e gittiler. Orada bir şeyler yapmışlar, hareketimden evvel gelmiş görüşmüştüm. Memnun bir vaziyette idi.
Salih’in biraz asabi ve sıkıntılı olduğunu bilirsin. Birdenbire emsali gibi milyoner olmak istiyor. İnşallah zengin olur bir müddet de böyle gitsin herhalde ordularda şurada burada perişan olmaktan ise şimdilik bu vaziyeti daha iyidir. Sultan Hamit’in muhafızı olsaydı yine perişan olacaktı. Benim muvakkat (:geçici) ve monniminal yaverliğimde emniyetsiz bir vaziyet idi. Maa hâzâ, (:Bununla beraber) âtiyen (:gelecekte) sıkıntıya düçar olursa Cenâb-ı Hakk’da bizim vaziyetimize bir salabet (:cesaret, güç) verirse tekrar asker olması gayr-ı mümkün (:mümkündür) değildir. Cemal Paşa da müstafi (:istifa eden) idi. Daha emsali çoktur.
Salih’in bir de münasebetsiz fikri vardı siz de haberdar olmuşsunuz nasihat ettiğinizi ona ait mektubunuzu okuyarak anlamıştım. Ben kendisine kati olarak dedim ki bunu yapmayacaksın. Çünkü bedbaht ve perişan olursun. Saniyen (:ikinci olarak) ben de dâhil olduğum halde seni sevenler sana selam vermeyeceklerdir ve o hanımcağıza söyle bu hareketi muvafık değildir ve ben onun namuslu bir kadın olduğunu kabul etmiyorum. Hülasa (:kısacası) vazgeçirdik.
Benim sizin yanınıza gelmekliğim bilmem mümkün olur mu? İstanbul’dan uzak kalmak istemiyorum. İstanbul’dan hareketimde tekmil mâmelekim (:bütün sahip olduğum her şey) sivil- askeri elbisem nişanlarım tekmil çamaşırlarım hülasa her şeyim üç bavulda olarak bagaja teslim edildi. Bütün bu eşyalar bugüne kadar kayıp… Pek çıplak ve mustarip bir haldeyim. Henüz tahariyât (:araştırmalar) devam ediyor.
Feyzi Bey’le görüşüyoruz. Bu mektubumu da onun delaletiyle (:işaretiyle) göndereceğim. Çünkü sizin bahsettiğiniz zevatın kendileri görünmediler. Siz de Feyzi Bey vasıtasıyla mektup gönderirsiniz. Size yazılacak yahut daha doğrusu ancak şifahen söylenebilecek pek şayan-ı tetkik (:incelemeye değer) mesail-i mühime (:önemli meseleler) vardır. Fakat bunları şimdi talik (:geciktirmek) edeceğim. Siz yine hatırınıza gelen şeyleri sorarsınız.
Hasretle gözlerinizden öperim kardeşim.
Mustafa Kemal.” (Kaynak: Yaşar Gürsoy, “Atatürk ve Can Yoldaşı Nuri Conker”, Alfa Yayınları 2208, Anı-Anlatı 28, I.Basım: Mayıs 2011, Sf:82…87.)
Ayrıca okuyabilirsiniz: 30 Haziran 1918: Atatürk Viyana Karlsbad’da https://www.sechaber.com.tr/30-haziran-1918-ataturk-viyana-karlsbadda/