18 Ağustos 1923 tarihli hükümet programında da uygulama şu sözlerle tarif edilmişti:
“Halkın talim ve terbiyesi için gece dersleri ve çırak mektepleri tahsis olunacak, halk lisanı ile halkın ihtiyacına muvafık milli güzidelerin yetiştirilmesi için istidat ve kabiliyeti tebarüz eden ve ailesinin kudret-i maliyesi müsait olmayan gençler orta ve yüksek mekteplerde Suret-i Mahsusa da bi himaye ve Muavenet mazhar olacakları gibi ihtisas peyda etmeleri için Avrupa’daki irfan mekteplerine gönderilecektir.”
Bu uygulama çerçevesinde Maarif Vekâleti yurt dışına gönderilecek öğrencileri seçmek maksadıyla Avrupa Konkuru adı verilen sınavlar düzenleme kararı alarak, 1924 Ekim’inde Cumhuriyetin birinci yıldönümü kutlama programı çerçevesinde de ilk sınavı açtı. Sınav sonuçlarına göre 22 kişiden oluşan ilk grup Almanya ve Fransa’da öğrenim görme şansını yakaladı.
1928 – 1945 yılları arasında Almanya, Fransa, Belçika, İsviçre ve İngiltere’ye yılda ortalama 120 öğrenci gitmişti.
ECNEBİ MEMLEKETLERE GÖNDERİLECEK TALEBE HAKKINDA KANUN
Kanun Numarası: 1416
Kabul Tarihi: 8.4.1929
Yayınlandığı Resmi Gazete: Tertip: 16.4.1929
Yayınlandığı Düstur: Tertip: 3, Cilt: 10, Sayfa: 407
Bu Kanun ile ilgili olarak Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe giren yönetmelik için, “Yönetmelik Külliyatının” kanunlara göre düzenlenen nümerik fihristine bakabilirsiniz.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren devlet eliyle Avrupa’nın çeşitli ülkelerine gönderilen Türk öğrencilerine bugünden baktığımızda branşlarının en tanınmış veya öncü isimler haline geldiklerini görürüz. Almanya, Fransa, İsviçre, İngiltere, Avusturya ve Belçika gibi gelişmiş ülkelerin okullarına gönderilen bu öğrenciler döndüklerinde, bir kısmı mesleklerinde, bir kısmı da eğitmen olarak üst düzeyde görevler almışlardır.
Modern Türkiye’nin bilimsel temellerinin atılmasında ve kültürel gelişmesinin sağlanmasında Avrupa öğrencilerinin payı çok büyük olmuş, ayrıca yine Maarif Vekâlet’ine bağlı talebe müfettişinin denetiminde olarak ailesinin parasıyla Avrupa’da öğrenim gören pek çok öğrenci de dönüşlerinde Türkiye’nin geleceğini kurmada önemli rol sahipleri olmuşlardır.
—“Elbette ki 1925 – 1945 arasındaki 20 yılda gönderilen öğrencileri kapsayan bu çalışmada Avrupa’ya gönderilen öğrencilerin tamamını saymak mümkün değildir,” notunu düşen Sayın Kansu ŞARMAN, “CUMHURİYETİN ÖĞRENCİLERİ AVRUPA’DA (1925 – 1945)” eserinin 56.sayfasında oldukça geniş bir isim yelpazesi vermektedir.
Sayın Ali KUZU, “ATATÜRK’ÜN DE ÇOCUKLARI VARDI” adlı eserinin s:113-114’de ise;
—“1932 yılında alınan bir kararla Türkiye’nin dört bir yanından sınavla seçilen başarılı gençler Avrupa ve Amerika’ya eğitim için gönderildi. ATATÜRK, çiçeği burnunda bir ülkenin temel taşlarını oluşturacak gençlerin en iyi eğitimi almasını sağlamaya çalışıyordu. Ölümüne kadar 700 genç Almanya başta olmak üzere çeşitli ülkelerde eğitim alarak yurda döndü. Her biri branşında son derece büyük başarılara imza attı.
Yıllar geçti, o zamanın başarılı gençleri şimdinin ihtiyar delikanlıları oldu. Ama onlar ATATÜRK ‘ü hiçbir zaman unutmadı. Önceleri küçük topluluklar halinde bir araya gelen ATATÜRK ‘ün çocukları, son dört yıldır bunu bir gelenek haline getirerek 10 Kasım’lar da ve 23 Nisan’lar da toplanıyor. Sayıları her geçen yıl azalan ATATÜRK ‘ün çocuklarının son toplantısında 19 kişi vardı. Yurtdışında oldukları için toplantıya katılamayan 3 kişiyle birlikte sayılarının 22 olduğunu söyleyen Sayın Nüvit ARICAN toplantıyı düzenleyen isim. Sayın ARICAN, Almanya’da makine mühendisliği eğitimi gördükten sonra Türkiye’de yöneticilik yapmış. Ömrü yettikçe her toplantıyı organize etmekten şeref duyacağını söylüyor.”
1918’de İstanbul’da doğdu. Bursa ve İzmir’de ilköğreniminin ardından İstanbul’da Galatasaray Lisesi’ne girdi. Bunlardan 1936 yılında mezun olan Nüvit ARICAN, Sümerbank’ın açtığı Avrupa sınavını kazanarak Almanya’ya makine mühendisliği eğitimi için gönderildi. II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla geri çağrılan Sayın ARICAN, Almanya’nın çağrısıyla yeniden Almanya’ya gitti ve 1942 ‘de makine mühendisi diploması aldı.
Ardından yine Sümerbank’ın isteğiyle Stuttgart’ta mensucat (tekstil) mühendisliği eğitimi aldı. 1945’te yurda döndü. Sümerbank’ın Bakırköy Bez Fabrikası’nda işe başladı. Sırasıyla, Kayseri Pamuklu Müessesinde teknik müdürlük ve Sümerbank’ta dış alım müdürlüğü yaptı. Mecburi hizmetini tamamladıktan sonra, Altınyıldız Fabrikası’na kurucu müdür olarak geçti. Ardından Bozkurt Mensucat Fabrikası’nda 12 yıl müdür olarak hizmet etti. Bursa’da Sentetik İplik Farikaları genel müdürlüğü yaptı. 1973’te emekli oldu.
“SS SUBAYI GELDİ, SİZ DE ENTERNESİNİZ,” dedi. (Kendisiyle söyleşi, Nisan 2004.)
Sümerbank’ın açtığı sınavla Almanya’ya gönderilen Sayın Nüvit ARICAN, Stuttgart’taki öğrencilik günlerini ve Türkiye’ye dönüşlerinde savaş nedeniyle bir kampta yaşamak zorunda kalmalarını şöyle anlatıyor:
—“Benim, Avrupa’ya gitmek filan öyle bir şeye dair bir fikrim yokken, ilk açılan Sümerbank’ın müsabaka imtihanına mektebin teşvikiyle girdim. Galatasaray Lisesi’nden hemen bütün fen şubesi oraya gitti. Daha evvel annem diplomat olmamı isterdi. Sümerbank imtihanlarını bizim sınıfta iki kişi kazandık. Hemen akabinde Berlin’e gönderildim. Bizim sınıftaki Mustafa isminde bir arkadaşın müthiş zekâsı vardı, bir de o kazandı. O’nu İngiltere’ye göndermek üzere ayırdılar, beni Almanya’ya…
Almanya’ya kalkan tren, İngiltere’ye kalkan vapurdan daha önceydi. Dolayısıyla bütün sınıf arkadaşlarım beni geçirmeye geldiler ve işte “RE RE RE – Sİ Sİ Sİ GALATASARAY LİSESİ” filan yola çıktık; ama içimde bir sızı kaldı, böyle bir hak aslında Mustafa’nın olmalıydı. Berlin’e gittiğimizde orada birkaç arkadaşımızı bulduk ve ben bir talebe yurduna yerleştim, lisan konusunu geliştirmek üzere.
Lisan diplomamı alıp Sümerbank’ın talebe müfettişine müracaat ettim. Fabrikalarda pratik yapmamız gerekiyordu, çalışmamı gerekiyordu. Bir fabrikaya girip çalışmak için kendilerinden müsaade istedim, o bana müsaade etmedi. Dedi ki,
—“BEN BİR İSTİSNA YAPAMAM. DİĞER ARKADAŞLARIM, LİSAN ÖĞRENMEK ÜZERE HİTLER GENÇLİĞİ YETİŞTİREN MEKTEPLER İÇİN TERTİPLEDİM, SEN DE ORAYA GİDECEKSİN”
Diplomam elimde olunca ben orada spordan başka bir şey yapmadım tabii. Gayet mahdut bir toplum içindeydik. Spor hocası da Avrupa’nın sırık atlama şampiyonu Vegner diye bir adamdı. Berlin’e dönüşte, bu sefer Stuttgart’a gitmem gerektiği söylendi, fabrikalarda çalıştım. Stajyer olarak çalıştık yani işçi gibi, dökümhanede döküm işçisine yardım ettik, marangozhanede marangozun yardımcılığını yaptık; bize verilen vazifelerde, parçanın imali, parçanın kesilmesi, şekillenmesi gibi alanlarda çalıştık; velhasıl mektebe girdiğimiz de teknik konulardan bahsedildiğinde, böyle ne nedir bilmez bir durumdan kurtulmuş olduk.
Stuttgart’ta bir buçuk sene yahut bira daha fazla bir zaman geçmiş oldu. Biz birinci sömestrdeyken harp başladı ve Sümerbank, talebelerini geriye çekti. İstanbul Yüksek Mühendis Mektebi’ne tekrar girmiş olduk.
Görsel: Franz von Papen
Belki birkaç hafta sonra Almanya’nın dünyaca itimat ve takdir edilen diplomatı olan Türkiye’deki sefiri Franz von Papen’in ağzından, Almanya’nın talebelere garanti vermesi üzerine biz tekrar okula döndük.
Sosyal hayatımız da çok iyiydi. Bir yandan spor yaptık, kayak yaptık, tenis oynadık, top oynadık.
1942’de ben diplomamı aldım, artık yüksek mühendis olmuştum. Türkiye’ye geldim; Sümerbank bu sefer, makine yüksek mühendisliğinin üzerine bir de mensucat mühendisliği teklif etti. Hani teklif değil de, emretti. Ve ben, Stuttgart’a yakın Rotlingen şehirciğine –ki bu şehir pamuklu mensucat konularında tanınmış bir mektebe sahip idi – gittim.
Almanya’da harp o zaman sürüyordu. Rotlingen’e geldik, tabii gıda kıtlığı var; zaman zaman hava akınları olduğunda sığınaklara girip çıkma durumu var. Anlaşılan Stuttgart, Rotlingen’e hakkımda bir bilgi vermiş; oradaki profesör, enstitü müdürü bana talebe değil de sanki onların meslektaşıymışım gibi davrandı. Bir taraftan çalışmalarım devam ediyordu. Sonra, o sırada harp adamakıllı kızıştı ve istikamet belli oldu; Almanya’nın kazanma ihtimali pek yok gibiydi.
Ve yine o sıralarda Türkiye Almanya’ya harp ilan etti. Türkiye, Alman uyruklularını enterne etti. Almanlar da aynı uygulamayı bize yaptılar. Bütün talebeleri Viyana’da topladılar.
Kordiplomatikle beraber 15-20 öğrenci trene alındık. Tren hareket etti, bir de baktık bir “SS”subayı geldi,
—“SİZ DE ENTERNESİNİZ” dedi.
Slezya’da bir otele götürdüler bizi. Ve orada beş ay kadar zorunlu ikamet ettik. Açık hava hapishanesi gibi, ama yemekler dışarıdakinden daha da iyiydi. Zaten Türkiye’nin harp ilanından sonra para da gelmiyordu.
Bizi oradan Ruslar çıkardı diyebilirim;
Rus ordusu, bulunduğumuz Slezya’ya yaklaşmıştı artık, top sesleri bile geliyordu. Ve alelacele bizi trene, eski camı kırık, bakımsız vagonların içine tıktılar ve bulunduğumuz yerden kaçtık. Aşağı yukarı bir ay nerede olduğumuzu bilmeden böyle bir sirk gibi dolaştık.
Ondan sonra günün birinde baktık Danimarka hududuna gelmişiz.
Orada bir talimat geldi;
—“TALEBELER İSVİÇRE’YE GİTMEK ÜZERE GERİ DÖNECEKLERDİR,” diye.
Ama ben kordiplomatikle beraber Danimarka ‘dan İsveç’e, Göteborg’a geçmiş oldum, öteki arkadaşlar İsviçre’ye varmak üzereyken onları bir yerde toplamışlar, ondan sonra oradan da hep beraber İsviçre’ye geçmişler; onu duyduk.
Ondan sonra Göteborg’dan bir gemi kalktı. Birkaç gün kaldık orada. Bu gemi Göteborg – New York arasında sefer yapan güzel, 22 bin tonluk, büyük bir gemi idi. Göteborg’dan çıktık, Kuzey Denizi’ne girerken sirenler öttü. Sonra anladık ki, her ne kadar Alman ordusu teslim olmuş idiyse de Alman Bahriye’sinin denizaltıları teslim olmamış.
Norveç sahillerini kıyı kıyı takip ederek gittik.
Yolda da İngiliz destroyerlerinin, muhriplerinin öyle vızır vızır dolaşıp denize su bombası yahut mayın artıklarını da görebiliyorduk uzaktan; bir köpük ve beyazlık oluyordu. Sirenler çalınca önceden bildiğimiz kurtarma sandalının yanında, üzerimize kurtarma yeleğini giymiş olarak hazır ol vaziyetinde durur beklerdik. Ta ki tehlike alarmı kesilene kadar. Cebelitarık’a varmadan önce gemi Lizbon’a uğradı. Oradan başka bir gemiyle Mısır’a, Port Sait’e geldik. Birkaç gün sonra da İstanbul’a geldik ve vatanımıza ailemize kavuşmuş olduk.” Kendisiyle söyleşi, Nisan 2004. (Kaynak: Kansu ŞARMAN / TÜRKİYE İŞ BANKASI YAYINLARI, ISBN 978-975-458.758-6 türk promethe’ler “CUMHURİYET ÖĞRENCİLERİ AVRUPA’DA 1925 – 1945” s:299-304)
Yurt dışına öğrenci gönderme uygulaması ilk kez III. Selim zamanında başlamış, II. Mahmut, Tanzimat dönemlerinde ve takip eden yıllarda devam etmiştir.
Cumhuriyet döneminde de Avrupa’ya öğrenci gönderme geleneği devam etmiş ve ülkenin geleceğinin teminatı olan gençler, amaçlanan atılımın gerçekleştirilebilmesi için en yeni bilim ve tekniği almaları için Avrupa ülkelerine gönderilmiştir.
Uygulama, 1923-1929 yılları arasında eskiden beri devam edegelen yöntemlerle yapılmakta ve devlet kurumları ve özel kurumlar kendi seçtikleri öğrencileri kendi belirledikleri kriterler doğrultusunda Avrupa’ya göndermişlerdir.
1929 yılında kabul edilen 1416 sayılı, “Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanun” ile Avrupa’ya gönderilecek öğrencilerin seçimlerine ve tahsil süreçlerine düzen getirilmiştir. 29 Aralık 1928’de Kanun tasarısı gerekçesi ile meclise sunulmuştur. Kanun, 8 Nisan 1929’da kabul edilmiştir. 16 Nisan 1929’da Resmi Gazetede yayınlanması ile uygulamaya konulmuştur.
1416 sayılı kanun, öğrencilerin sınav usulleri, tahsil planları, taahhütnameleri, finansmanları, denetlenmeleri, mezuniyet sonrası istihdamları, cezai müeyyideleri, kendi imkânlarıyla Avrupa’da okuyan öğrencilerin devlet hesabına geçişleri konularına açıklık ve düzen kazandırmıştır. Yurt dışına öğrenci gönderme uygulaması sistemli hale gelmiştir.
Vekâletler, belediyeler, diğer devlet kurumları ve Askeri Fabrikalar Umum Müdürlüğü’nün yanında birçok kamu iktisadi teşebbüsü yurt dışına öğrenci göndermiştir. Öğrenciler Talim ve Terbiye Kurulu’nun hazırladığı, 1 ila 3 gün süren sınavlarla belirlenmiştir. Yurt dışına gitmeye hak kazanan öğrenciler kendisine sunulan taahhütnameyi imzalayarak, ön görülen tahsil planlarına uygun hareket etmeyi ve mezuniyeti sonrasında devlet hizmetinde çalışmayı kabul etmişlerdir. Taahhütnamelerine uymayanlar tazminat ödemek zorunda kalmışlardır. Almanya ve Fransa en çok öğrenci gönderilen ülkeler olmuştur. Bunların yanında Avusturya, Çekoslovakya, İsveç, Belçika, İsviçre, İtalya, İngiltere, Macaristan, Amerika ve Rusya’ya öğrenci gönderilmiştir. Öğrenciler, lisans, lisansüstü ve mesleki eğitim almışlardır. Eğitimlerini tamamlayıp yurda dönen öğrenciler, imzaladıkları taahhütnameler gereği belirli süreler devlet hizmetinde çalışmışlardır. Bu süreyi tamamlayanlardan görevlerine devam edenler olduğu gibi, kendi fabrikalarını, şirketlerini kuranlar, yurt dışında önemli şirketlerde çalışanlar olmuştur. 1416 sayılı “Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanun” bugüne kadar yürürlükte kalmaya devam etmiştir.
Temelleri bu kanuna dayanmak suretiyle Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar ki süreçte yüzlerce öğrenci yurt dışına gönderilmiştir. Genellikle Avrupa’ya gönderilen bu öğrenciler yurda döndükten sonra aldıkları eğitimle çağdaş bir toplum oluşturma yolunda çalışmışlardır.
Bu kişilerden ilk akla gelenler;
Ressam Mahmut Celalettin CÜDA, Şeref AKDİK, Besteci Necil Kazım AKSES, Tıp Doktoru Osman Cevdet ÇUBUKÇU, Kimyacı Remziye HİSAR, Besteci Ahmet Adnan SAYGUN, Kimyacı Ali Rıza BERKEM, Tarihçi Enver Ziya KARAL, Astronom Hatice Nüzhet GÖKDOĞAN, Hukukçu, yazar Hıfzı Velvet VELİDEDEOĞLU, Coğrafyacı Mehmet Besim DARKOT, Yazar Sabahattin Ali, Edebiyatçı Sabahattin EYÜPOĞLU, Şair, yazar, çevirmen Sabri Sait SİYAVUŞGİL, Heykeltıraş Zühtü MüRiDOĞLU, Fizikçi Mustafa Nusret KÜRKÇÜOĞLU, Matematikçi Cahit ARF, Sosyolog Ziyaeddin Fahri FINDIKOĞLU, Hikâyeci, Hukukçu, Siyasetçi Samet AĞAOĞLU, Arkeolog Ekrem AKURGAL, Jeolog İhsan KETİN, Hititolog Sedat ALP, Patolog Kamile Şevki MUTLU, Fizikçi Sait AKPINAR, Arkeolog Jale İNAN, Tarihçi Ayşe Afet İNAN, Felsefeci Macit GÖKBERK, Maden Mühendisi Bedrettin SARP, Seramik Mühendisi Şahap KOCATOPÇU, Mekanik Bilimci Mustafa İNAN, Kimya Mühendisi Adnan ŞENER, Mimar Tarık EMİROĞLU, Sanat Tarihçisi Oktay ASLANAPA, Yapı Makine Mühendisi Sedat ERSOY, Gemi İnşa Mühendisi Seyfeddin SARAÇOĞLU ve Tekstil Mühendisi Turan KURAL gibi aydınlardır.
Bu bilim kültür ve sanat insanları Başöğretmenimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün;
-…”SİZİ BİR KIVILCIM OLARAK GÖNDERİYORUM, VOLKAN OLUP DÖNÜNÜZ!” sözü ile Avrupa’dan ülkeye döndükten sonra hem kendileri hem de yetiştirdikleri öğrenciler Türk aydınlanmasına hizmet etmişlerdir.
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR. BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALINIZ.
İsmet ERARPAT
Yazının her türlü hakkı saklıdır