Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, 29 Ekim 1933’te Ankara Hipodromu’nda Onuncu Yıl nutkunu verirlerken, yüzyılların öncesine ve yüzyıl sonrasına şöyle seslenmişti:
(…)” Türk Milleti!
Kurtuluş Savaşı’na başladığımızın 15. yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!
Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.”
ATATÜRK, en büyük eseri olarak gördüğü, vicdanında milli bir sır gibi taşıdığı Cumhuriyet’in, 10.yılını tamamlamasından çok mutluydu. Sevinçliydi çünkü O, yıllar öncesinden Türk milleti adına ulusça yönetilmesinde neyin doğru olduğuna karar vermiş, başlattığı Millî Mücadele kazanılıncaya kadar milli bir sır gibi saklamış ve sabırla uygun zamanı ve koşulları bekleyerek Cumhuriyeti hayata geçirmiş ve uygulamıştı.
Acaba Cumhuriyet rejimi ATATÜRK ‘de ilk belirginleşmesi ne zaman olmuştu?
Resmi tarihimize göre 1919’da Millî Mücadele’yi başlatmak için Samsun’a çıktığında hedefinin milli iradeyi hâkim kılmak olduğunu ifade etmiş, Amasya Genelgesi’nde ortaya koymuş, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde de halkın temsilcileri tarafından tüm dünyaya duyurulmuştur. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni kurarak yeni kurulacak rejimde (Cumhuriyet) hâkimiyetin millete ait olduğu mesajını vermiştir. Ancak günümüz Millî Mücadele yazarlarımızın ortak görüşleri birdir ve ATATÜRK, Erzurum Kongresi’nce yönetim şeklini ilk kez telaffuz etmiştir: “Hükümet Şekli Zamanı Gelince Cumhuriyet Olacaktır. (Tarih: 20 Temmuz 1919).”
Oysa ATATÜRK ‘ün Cumhuriyet Fikri’nin dışarıya yansıması çok daha öncesine dayanmaktadır.
Örneğin, Münir Hayri Egeli, (Eski Bir Atatürkçü) Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar” adlı eserinden ATATÜRK ‘ün Cumhuriyet düşüncesinin varlığını ilk kez 1906 yılında ortaya çıktığını görüyoruz. O tarihte ATATÜRK, iki yakın arkadaşı Müfit ve Halil Beylerle Suriye’dedir. Eski Bir Atatürkçü’den Halil Bey’in ifade tarzıyla aktarıldığına göre:
…”Vallahi pekiyi hatırlamıyorum. Ya cûlûsu hümayun veya velâdeti hümayun şenlikleri yapılıyordu. Mustafa Kemal ile beraber resmigeçidi seyretmeye çıkmıştık. Birden kolumu tuttu:
“… Halil dedi, bir adam için böyle şenlikler yapmak budalalık değil mi?”.
Zaten mimli olduğumuz için gayri ihtiyari etrafıma baktım. O hiç aldırmadan devam etti:
“… Bir millet kendi kurtuluşu için şenlik yapabilir. Nihayet kendisine pek büyük hizmetler etmiş olan bir adam için de şenlikler yapabilir, diyelim. Fakat hanedanı Âli Osman içinde kazara bazıları bu memlekete hizmet etti diye onun nesline neden şenlik yapılsın. Padişah dünyaya gelmekle memlekete hayırlar mı geldi?”
Ben bu kadar sıkı kontrol altında etrafımızda inzibatlar dolaşırken, bu kadar cesur konuşmaktan ürkmüştüm. Fakat Mustafa Kemal devam etti:
“… Padişah da kim oluyormuş. Padişah da ne demekmiş?”
Ben, “Peki memleketi nasıl idare edeceğiz? Sultan Hamid fenadır, seninle beraberim. Ama o giderse gene bir padişah lazım,” diyecek oldum; fena halde kızdı:
“… Neden mutlaka padişah fikrine saplanıyorsun, Halil!” diye bağırdı ve “Cumhuriyet yaparız”, dedi. (Bakınız: Halit Yaşroğlu Kitapçılık, İstanbul, 1954. Sf: 34-35. /Aktaran: Erol Mütercimler, “Fikrimizin Rehberi Gazi Mustafa Kemal”, Alfa Basım Yayım Dağıtım San. Ve Tic. LTD. ŞTİ. , 2008. Sf:803-804.)
ATATÜRK ‘ün “Cumhuriyet düşüncesinin“ varlığını ortaya koyduğu diğer bir örnekte 31 Mart hâdisesinde yer almaktadır. Fuat Kızılkaya, 25 Temmuz 1948 tarihinde Cumhuriyet gazetesindeki makalesinden okunduğu üzere “ATATÜRK ‘ün yalnız Sultan Hamid’in hal’i ile yetinilmemesini ve Cumhuriyet ilan edilesini teklif etmiştir.”
Fuat Kızıkaya’ya göre, Bir kargaşa günlerinde İstanbul’da önemli bir toplantı yapılmıştır:
…“31 Mart hâdisesinde, hareket ordusu ile Selanik’ten İstanbul’a gelmişti. İrtica hadisenin bastırılmasından takriben bir ay kadar bir zaman sonra bir akşam “Fatih İttihat ve Terakki Kulübü’nde mühim bir toplantı olacağından bahisle bu toplantıya mutlaka katılınması hakkında bir davet mektubu aldım.
(Daha sonra Çanakkale milletvekili olacak) Atıf’la birlikte bu toplantıya gittik. Fakat biraz geç kaldığımız için içeriye girdiğimiz zaman salonu hıncahınç dolmuş bulduk. Kürsüde orta yaşlı bir zat, “… Arkadaşlar, diyordu; “herkes düşüncesinde hür ve serbesttir. Düşüncesinden dolayı hiç kimse suçlanamaz. Mustafa Kemal’de bu vatanın evladıdır. Özellikle ordunun bir kurmay subayı olması nedeniyle şerefli bir mevkie sahiptir. Bu nedenle, siyasi kanaatinden dolayı bu derece şahsına tecavüzde bulunulması doğrusu cemiyetimiz için ayıp bir şeydir.”
Açıklamasının salonda şiddetli gürültülere yol açması üzerine, hatip sözünü bitirmeden kürsüden indi ve biraz sonra toplantıya katılmış olanlar da yavaş yavaş salonu terk etmeye başladılar.
Geç kalmamız yüzünden en son sözü söyleyen kişinin açıklamasıyla meselenin Mustafa Kemal’le ilgili olduğunu anlamış, fakat esas konuyu kavrayamamıştık. Arkadaşlarımızdan aldığımız bilgiye göre onu da öğrendik:
(…) Hareket Ordusu Hadımköy’ünde toplandığı zaman Mustafa Kemal, Meclis-i Mebussan Reisi Ahmet Rıza ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ileri gelen bazı kişilerini Yeniköy’e davet etmiş ve orada yapılan bir toplantıda, ordu İstanbul’a girdikten sonra Osmanlı hanedanının idaresine son verilmesini ve Cumhuriyet İlan olunmasını ileri sürmüş. Bu teklif o zaman kabul olduğu halde daha sonra ordu İstanbul’a gelince reddolunmuş. O da cemiyetle ilgisini kesmiş. Son günlerde orduyu Cemiyet aleyhinde başladığı şeklinde bir dedikodu ortaya yayıldığından, bu toplantının yapılmasına karar verilmiş.” (Bakınız: “Atatürk ve Cumhuriyet Fikri,” Cumhuriyet Gazetesi, 25’inci Yıl, 25 Temmuz 1948, Sf:4’ten aktaran: Ahmet Bekir Palazoğlu, “Atatürk Kimdir? Cilt:5”, Atatürk İnkılapçılığı, Ebabil Yayınlar, Ankara, 2006. Sf: 65-64.).
Ancak, ATATÜRK ‘ün inançlı olduğu ve siyasi olayların akışı sonucunda kabul edileceğini bildiği Cumhuriyet rejiminin kurulması düşüncesinde ısrarını sürdürür. Londra’da Abdülhamid’in, Vahdettin’in küçük kardeşinin oğlu Sami ile konuştuğunu belirten Doktor A. İhsan Kırımlı kendisine anlatılan bir anıyı şöyle aktarır:
…”Hareket Ordusu İstanbul’a girdikten sonra Padişah’ın en yakınları, bütün saray erkânı, o zamanın mümtaz paşaları Ayazoğlu kasrında bir toplantı yapıyorlar ve devletin idare şeklinin ne olacağını münakaşa ediyorlardı. Konuşmaların en hararetli bir anında toplantının en küçük rütbe sahibi Hareket Ordusu Kurmay Başkanı (Mustafa Kemal) kükreyen sesiyle haykırdı: Cumhuriyet! Cumhuriyet!” (Bakınız: Ahmet Bekir Palazoğlu, “Atatürk Kimdir? Cilt:5”, Atatürk İnkılapçılığı, Ebabil Yayınları, Ankara, 2006. Sf: 65-64’ten aktaran: Erol Mütercimler, “Fikrimizin Rehberi Gazi Mustafa Kemal”, Alfa Basım Yayım Dağıtım San. Ve Tic. LTD. ŞTİ. , 2008. Sf:806.).
İstiklal Madalyası sahibi Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızdan Kazım Özalp Paşamıza göre de ATATÜRK ‘ün “Cumhuriyet” idaresinden ilk kez söz etmesi, Balkan Savaşı sonrasıdır. Savaştan sonra ATATÜRK, Sofya Ataşemiliterliğine tayin edilmiştir (Ekim 1913). Kazım Özalp o zaman İstanbul’dadır ve Mustafa Kemal ile Sofya’ya gitmeden önce görüşmüştür. Kazım Özalp bu görüşmesinde ATATÜRK ‘ün kendisine Cumhuriyet’ten söz ettiğini belirmiştir:
…”Enver Paşa’nın yönü belli… Napolyon sistemi… Akrabalarını kilit mevkiye getiriyor, hanedanın içine nüfuz etmeye çalışıyor. Böylelikle adeta çürümüş bir hale gelmiş Osmanlı hanedanına kendi istediği şekilde yön verecek. Bu yol doğru değil… İşi kökünden halletmek lazım. Bu hanedandan memlekete hayır yok. Sonra öyle diktatörlüğe giden idarelerin de medeni memleketlerde itibarı kalmıyor. En iyisi Cumhuriyet… Osmanlı hanedanını ortadan kaldırmak, yeni bir Türk devleti kurmak ve bu devletin esasını da Cumhuriyet prensiplerine göre hazırlamak lazım…” (Bakınız: Ahmet Bekir Palazoğlu, “Atatürk Kimdir? Cilt:5”, Atatürk İnkılapçılığı, Ebabil Yayınlar, Ankara, 2006. Sf:73’ten aktaran: Erol Mütercimler, “Fikrimizin Rehberi Gazi Mustafa Kemal”, Alfa Basım Yayım Dağıtım San. Ve Tic. LTD. ŞTİ. , 2008. Sf:807.).
ATATÜRK ‘ün yakın çalışma arkadaşlarından Mahmut Esat Bozkurt, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde hukuki temellerin atılmasında katkılarda bulunmuş Türk devlet adamıdır. ATATÜRK ‘ün “Cumhuriyet düşüncesinin varlığını ortaya koyduğu diğer bir örneğinde Sivas Kongresi anılarında buluyoruz.
Mahmut Esat Bozkurt:
…”Kongrede verilmiş bir önergeyi gördüm. Bu önergeyi verenlerin isimlerini hatırlamıyorum. Önergede deniyor ki: “İstanbul’daki Padişahlık hükümeti çürümüştür, Anadolu’da yepyeni, Cumhurluk mahiyetinde bir Türk devleti kuralım.” Önergenin altında ATATÜRK ‘ün kendi eliyle yazdığı şu cümleyi okudum: “Sırası gelecektir. Şimdi okunmasın!”.” (Bakınız: Aziz Ozan, “Atatürk Demokrat idi, O; asla Diktatör Değildi,” Tan Gazetesi, Sekizinci Yıl, No: 2596, 10 Sonteşrin 1942, Sf:4,7; aktaran: Ahmet Bekir Palazoğlu, “Atatürk Kimdir? Cilt:5”, Atatürk İnkılapçılığı, Sf:102.)
Çok açıkça görüldüğü gibi ATATÜRK ‘ün “Cumhuriyet düşüncesi” 1923 yılına gelinceye yaklaşık on yedi yıl boyunca sürmüştür. Tüm strateji ustaları gibi ATATÜRK ‘de sabırlıdır ve olayların içinde olmak yerine olayların akışını değiştiren kişi olmayı yöntem bellemiştir. O’nun düşünme yöntemi, “Uygulamayı evrelere ayırmak ve adım adım ilerleyerek amacına varmaktır.” Bunu kendi anlatımından Söylev’de okuyoruz (1927):
(…)”Osmanlı Hükümetine, Osmanlı Padişahına ve Müslümanların halifesine başkaldırmak ve bütün ulusu ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu. Türk ata yurduna ve Türkün bağımsızlığına saldıranlar kimler olursa olsun, onlarla bütün ulusça silahlı olarak karşı çıkmak ve onlarla savaşmak gerekiyordu. Bu önemli kararın bütün gereklerini ve isteklerini ilk gününde açıklamak ve söylemek, elbette yerinde olamazdı. Uygulamayı birtakım evrelere ayırmak ve olaylardan yararlanarak ulusun duygu ve düşüncelerin üzerinde işlemek ve adım adım ilerleyerek amaca ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. Ancak dokuz yılda (1927 yılında okunduğu için) yaptıklarımız bir mantıkçı gözüyle düşünülürse, ilk günden bugüne dek izlediğimiz genel gidişin, ilk kararın çizdiği çizgiden ve yöneldiği amaçtan hiç ayrılmamış olduğu kendiliğinden anlaşılır. (ATATÜRK, Söylev, Cilt:1, Sf:11)”.
Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, 29 Ekim 1933’te Ankara Hipodromu’nda Onuncu Yıl nutkunu verirlerken, yüzyılların öncesinden yüzyıl sonrasına şöyle seslenmeye devam ediyordu:
(…)” Yurttaşlarım!
Az zamanda çok büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türk Cumhuriyetidir.
Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârane yürümesine borçluyuz.
Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak zorunluluğunda ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Bunda başarılı olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da önemle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan derneği olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterine, yorulmaz çalışkanlığını, fikri zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve önlemlerle besleyerek inkişaf ettirmek ülkümüzdür.
Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, beşeriyete hakiki huzurun temini yolunda, kendi(sine) düşen medeni vazifeyi yapmakta başarılı kılacaktır.
Büyük Türk milleti, onbeş yıldan beri giriştiğimiz işlerde başarı vaad eden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde milletimin hakkındaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.
Bugün, aynı inan ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük bir millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafıyla, âtinin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk Milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türküm diyene!”
Ve bu sözlerle bitiriyordu ATATÜRK, Onuncu Yıl Nutku’nu. Seç Haber ailesi olarak, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün önderliğinde yazılan kurtuluş destanının gururunu ve bu destanın varış noktası olan Cumhuriyetimizin ilanının 100.yıldönümüne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içinde en büyük bayramımızı coşkuyla kutluyoruz efendim.