“339.GAZİ MUSTAFA KEMAL”
-…”EŞİNİ MUTLU EDEBİLECEK HERKES EVLENMELİDİR, ÇOLUK-ÇOCUK SAHİBİ OLMALIDIR. BANA BAKMAYINIZ; BU MESELEDE ÖRNEK İSMET PAŞA’DIR.
BENİM HAYATIM BAŞKA TÜRLÜ DÜZENLENMİŞTİR.
BUNA RAĞMEN TECRÜBESİNİ YAPTIM.
SONRADAN ANLADIM Kİ BU İŞ BENİM BAŞARABİLECEĞİM BİR İŞ DEĞİLMİŞ.”
Atatürk, 29 Ocak 1923 Pazartesi günü, Uşakkizade Muammer Bey’in kızıyla evlenmiş, Nikah töreni Muammer Beyin evinde yapılmıştı. Bu çok sade bir törendi. O zamanlar nikahı her yerin kadısı ya da kadının izniyle mahalle imamı kıyardı. Törende nikahlananlar bulunmaz, onların yerine vekilleri ile tanıkları bulunurdu. Bir yenilik olarak Mustafa Kemal Paşa ile Latife Hanım, nikâh töreninde bulunmuşlardı.
Ben izninizle bu tarihi nikâh törenine kısa bir ara vererek, bizlere “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” şerefini bahşeden ve Ulu Önder ATATÜRK’ün yaşamına vesile olan o mübarek yuvanın kuruluşuna ait Şemsi BELLİ Bey’in Makbule Hanım ile gerçekleştirdiği röportajını sizlerle paylaşmak istiyorum.
RÖPORTAJ
Sayın Makbule ATADAN rahatsızdı. Gülhane Hastanesi’nin geniş ve ferah bir odasında tedavi ediliyordu. Yattığı oda, daha evvel Reisicumhurumuz Sayın Celal BAYAR’ın ameliyatı sırasında istirahatına tahsis edilen güzel bir daireydi.
Odanın sol tarafındaki karyolada yatan Makbule Hanım’ın karşısındaki büyük pencerelerden Anıt Kabir ve Ankara kalesi bütün azametiyle görünüyordu. Odanın ortasındaki yuvarlak masanın üzerinde Reisicumhurumuzun her gün gönderdiği karanfillerden müteşekkil bir buket vardı…
Ses makinesini küçük bir komedinin üzerine yerleştirdim. Mikrofonu Makbule ATADAN’a uzattım. Öğrenmek arzusuyla doluydum ki, önceden bir sürü sual tasarlamama rağmen ne soracağımı kestiremiyordum…
O gün Makbule Hanım çok neşeliydi… O da konuşmak ve dertleşmek ihtiyacındaydı sanki. Gözlerinin ışığından profiline kadar büyük ağabeyinden birçok şeyler muhafaza eden Sayın ATADAN, bakışlarını pencereden dışarıya çevirdi… Uzun uzun baktı…
—“Ne anlatayım, bilmem dedi. Atatürk’e ait o kadar çok şey var ve o kadar uzun ki, hangisini anlatsam bitmez…”
Hazinelere kavuşmuş bir insan şaşkınlığı içindeydim.
—Hanımefendi! dedim zararı yok, siz anlatın, bugün bitmezse yarın yine gelirim, öbür gün yine gelirim… Sizi yormazsam, istediğiniz kadar dinlerim…
MAKBULE HANIM
—“Efendim, büyük pederim ve büyük validem Selanik’e bir saat mesafedeki Langaza’da otururlarmış. Orada malları ve çiftlikleri olduğu için Selanik’e pek seyrek gelirlermiş. Bir gün yorgan kaplanırken annem Zübeyde Hanım’ın ayağına yorgan iğnesi batmış. Getirmişler Selanik’e. Ayağından iğneyi çıkarmışlar ama Selanik’in havasını beğenen annem, çiftliğe dönmek istememiş… Annem o zamanlar genç ve güzel bir kızmış… Babam Ali Rıza Efendi, işte bu sıralarda evlenmek niyetiyle kız arıyormuş…Bize naklettiklerine göre babam annemi bir defa rüyasında görmüş. Bilahare karşılaştığı vakit, onu bir hayli beğenmiş ve ailesinden istemiş… İstemiş ama veren kim?
Büyük annem, “Vermem” diye tutturmuş. Israr etmişler, rica etmişler…O, bir türlü muvafakat etmemiş. ”Sırmalı kaftan isterim, sırmalı potin isterim, altınlar, birçok şeyler isterim!” demiş durmuş. O zaman babamın maaşı da sadece üç altın lira…Bu kadar para ile müstakbel kayın validesinin arzusuna cevap veremeyeceğini anlayan rahmetlik babam, işi başka şekilde halletme çareleri düşünmüş… Annemin üvey kardeşini bularak kendisine yardım etmesini dilemiş… Üvey dayım ne yapmışsa yapmış, büyük validemin de annemin de gönlünü razı etmiş. Zübeyde Hanım’la Ali Rıza Efendi işte bu şartlar içinde ve bu kadar engellerden sonra evlenebilmişler…
Tekrar nikâh törenine dönüyoruz; Atatürk’ün tanıkları Mareşal Fevzi ÇAKMAK ile Kazım KARABEKİR Paşa’ydı. Latife Hanım’ın tanıkları ise Abdülhalik RENDA ile Salih BOZOK’tu.
29 OCAK 1923 Pazartesi günü, saat 17.00’de Atatürk Latife Hanım İzmir Kadısı, tanıklar ve konuklar bir masa etrafında oturmuşlardı.
Atatürk, Kadıya;
-…”Efendi Hazretleri, Biz Latife Hanım’la evlenmeye karar verdik, lütfen lazım geleni yapar mısınız?” demişti.
Kadı Efendi, Latife Hanım’a şöyle sormuştu:
—“ON DİRHEM GÜMÜŞ MİHRİ MÜECCEL VE ARANIZDA KARARLAŞTIRILAN MİHRİ MUACCEL İLE BURADA HAZIR BULUNAN GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA HAZRETLERİYLE EVLENMEYİ KABUL EDİYOR MUSUNUZ?”
Latife Hanım:
—“KABUL ETTİM.” cevabını vermişti.
Kadı Efendi, evlenme üzerine sorusuna Atatürk’ün de:
-…”EVET, KABUL ETTİM.” cevabını vermesi üzerine nikâhı kıymıştır.
Nikâhın kıyıldığı gün, Atatürk “41” , Latife Hanım “24” yaşındadır.
NİKÂH YÜZÜKLERİ İSMET PAŞA’DAN;
Tarihi bu an takılan yüzüklerle ölümsüzleştirilmişti. Nikâh yüzüklerini Lozan’dan İsmet Paşa kendilerine armağan olarak getirmişti. Latife Hanım ve Atatürk kendilerine armağan edilen nikâh yüzüklerini ömürlerinin sonuna kadar saklamışlardı.
Latife Hanım’ın nikâh yüzüğü özel eşyalarının tasnifi sırasında bulunmuştu. Yüzüğün içerisinde “339 LATİFE” yazılıydı. Latife Hanım’ın kasasından çıkan bu yüzük Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine verdiği on dirhem gümüş parayla birlikte aynı yerde durmaktaydı. Atatürk’ün evliliği iki buçuk yıl kadar sürmüş, ayrılırken yüzükleri birbirlerine iade etmişlerdi.
Latife Hanım’ın yüzüğü aramadan bulunmuştu.
Sesinizi duyar gibiyim!
Peki ya diğer yüzük, Atatürk’ün yüzüğüne ne olmuş? Telaşlanmayınız lütfen. İçerisinde “339. GAZİ MUSTAFA KEMAL” yazılı yüzük nerede ve nasıl ortaya çıkıyor?
Şimdi hep birlikte okuyalım:
14 MART 1955 ATATÜRK’ÜN KİŞİSEL VE ÖZEL EŞYALARI AÇILIYOR
“6195 sayılı kanunun uygulanışında, Cumhuriyet Halk Partisi’nin gerçekten neyi var nesi yoksa elinden alındı. Yalnız Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası kasalarında saklanmakta olan Atatürk’ün özel eşyasıyla evrakı devrin iktidarınca bir süre istenmedi.
1955 yılı Mart ayında, Ankara Üçüncü Sulh Hukuk Hâkimi’nden, Maliye Bakanlığı temsilcilerinden, Ziraat Bankası yetkililerinden ve üç Cumhuriyet Halk Partisi temsilcisinden bir kurul Ziraat Bankası kasa kesiminde toplandı. Atatürk’ün kişisel ve özel eşyası açılacaktı.
14 Mart 1955 günü, Cumhuriyet Halk Partisi temsilcileri, büyük kasa ile iki çelik dolabın anahtarlarını hâkime verdiler.
İlkin, çelik dolapların mühürleri söküldü.
Dolaptan çıkanlar bir bir yazılıp değerlendiriliyordu. Bir aralık kurulun yanına gelen Maliye Bakanı Hasan POLATKAN’ın işe karışması sonucu, Emniyet Sandığı’ndan çağrılan bilirkişi değerlendirme yapamayacağını bildirdi.
Bir kutudan, birisi plâtin, öbürü maden üzerine işlenmiş iki Cumhuriyet Halk Partisi rozeti, başka bir kutudan on Osmanlı altını çıktı. 1938 yılında düzenlenen tutanakta altınlardan beşinin Sabiha’ya, beşinin Zehra’ya ait olduğu yazılıydı.
Dolaplardan çıkan çok sayıdaki ağızlık, tabaka, saat gibi şeylerin çoğunluğu pırlanta, elmas, yakut, zafir gibi taşlarla işlenmişti.
Mustafa Kemal’in özel eşyası arasında ince bir parmak için yapıldığı belli olan bir nişan yüzüğü de vardı. Yüzüğün içinde “339. GAZİ MUSTAFA KEMAL” yazılmıştı.
Nefti bir mahfazaya özenle yerleştirilmiş bir tek pirinç tanesi eşya arasında dikkat çekti. Bu pirinç tanesi büyüteçle incelendi, üzerine “Ayet-el Kürsi “ metin halinde işlenmişti.
Yüzükleri bulmak onları bir daha bir araya getirebilmek gibiydi benim için. İsmet’in düşü işte…Gerçi okuduğum inceleme ve araştırma nitelikli bir kitapta veda anı gelince Latife Hanım, Kılıç Ali’yle birkaç dakika özel bir konuşma yaparak kendinse Kayseri olayını hatırlattı.
Latife Hanım; –
…’BİZİ YENİDEN BİR ARAYA GETİREBİLİRSENİZ SİZE ÖLÜNCEYE KADAR MİNNETTAR KALACAĞIM.” dedi. Bu kez Kılıç Ali’nin hiç umudu yoktu. Aslında Latife Hanım’ın da…
Atatürk’ün evliliği iki buçuk yıl kadar sürmüştür. 5 Ağustos 1925’te Atatürk ile Latife Hanım birbirlerinden ayrıldılar.
Ayrılma konusunda Hükümet şu resmi bildiriyi yayınladı:
“REİSİCUMHUR GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA HAZRETLERİ BAŞVEKALETE YAZDIKLARI 11 AĞUSTOS 1341 (1925) TARİHLİ TEZKERELERİNDE “UŞŞAKİZADE LATİFE HANIMEFENDİ HAZRETLERİ İLE RABITAYI İZDİVACİYELERİNE HİTAM EDEREK BİRBİRLERİNDEN AYRILMAYA KARAR VERDİKLERİNİ VE 5 AĞUSTOS 1341 TARİHİNDE TALÂK VUKU BULMUŞ OLDUĞUNU TEBLİĞ BUYURMUŞLARDIR. KEYFİYET MALÛM OLMAK ÜZERE VEKİLLER HEYETİ KARARI İLE RESMEN TEBLİĞ OLUNUR.”
Latife Hanım ebedi istirahatına kadar Atatürk’ün ilk ve son eşidir. Evlilik yıllarında Ankara’da yaşayan Latife Hanım, Atatürk’ten ayrıldıktan sonra ailesinin yanına dönerek sakin bir yaşam sürmüştür. Latife Hanım, Atatürk’le ilgili anıları konusunda herhangi bir açıklama yapmaktan ömrünün sonuna kadar büyük bir titizlikle kaçınmıştır. Latife Hanım, ailesini kaybettikten sonra İstanbul’a yerleşmiş ve Harbiye’deki evinde uzun süren sağlık problemleriyle birlikte kalan günlerini okuyarak ve yazarak geçirmiştir. Latife Hanım’ın yazdığı kitaplarından hiçbiri yayınlanmamıştır.
ATATÜRK’ÜN EŞİ LATİFE HANIM ÖLDÜ!
”LATİFE HANIM 12 TEMMUZ 1975 YILINDA 77 YAŞINDA CUMARTESİ GÜNÜ SABAH HARBİYE’DEKİ EVİNDE VEFAT EMİŞ, ÖLÜM NEDENİN İSE GÖĞÜS KANSERİ OLDUĞU BİLDİRİLMİŞTİR.”
O gün;
Latife Hanım, 13 Temmuz 1975’te Teşvikiye Camii’nden uğurlandı. Cenaze için devlet töreni yapılmadı. İstanbul Valisi Namık Kemal ŞENTÜRK yetkisini kullanarak kara, hava ve deniz birliklerinden oluşan bir şeref kıtası gelmesini sağladı.
Tören bir anda resmileşmişti.Tabutun üzerinde bir bayrak olmadığı fark edildi.Cenazeye katılanlardan Gültekin AĞAOĞLU, “Tabut üzerine bir Türk bayrağı bile konmamıştı. Ablalarımla birlikte ısrar ettik, bir bayrak bulunup üstüne örtülmesini sağladık” diyor. Gerçekten de son dakikada bulunan bir bayrak Latife Hanım’ın naaşının üzerine örtüldü. Anlaşıldığı kadarıyla bayrağın örtülmesi için çaba gösterenlerden biri de Vali ŞENTÜRK’ tü.
TOPRAK ANA, ONU İHMAL EDENLERİ AFFETMEZ!…FAKAT ONA YÖNELİR VE ONUN DİZLERİNE KAPANMAYI BİLİRSEK, DAİMA BİZLERE SICAK BAĞRINDA BİR YER VERİR. ÇÜNKÜ HİÇBİR ANA, TOPRAK KADAR EBEDİ VE ONUN KADAR KUCAKLAYICI DEĞİLDİR!…
BAŞKA BİR YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALIN…
EKSİKLİKLER BENİM, FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR.