Atatürk’ün sağlık hayatı hakkında şimdiye kadar yapılan en titiz çalışma, Türk araştırmacı yazar Dr. İbrahim Eren Akçiçek tarafından yapılan ve 2005 yılında İzmir’de Güven Kitabevi tarafından yayımlanan “Atatürk’ün Sağlığı, Hastalıkları ve Ölümü” adlı eserdir. Ve Sayın Eren Akçiçek, toplumda yıllarca oluşan yanlış bir bilgiyi de yaptığı basın toplantısında kamuoyuna açıklamış; Atatürk’ün …“Beni Türk Hekimlerine Emanet Ediniz.” şeklinde bir sözü olmadığını(!) açıklamıştır (1).
Daha sonra, Atatürk’ün sağlık hayatı hakkında Sayın Akçiçek’in kaynakçasından alınan önemli bazı anılar ile belgeler 2010 yılında Truva Yayınları tarafından yayımlanan Yrd. Doç. Dr. Ali Güler’in “Sonsuza Yolculuk – (Atatürk’ün Hastalığı, Ölümü, Cenaze Töreni ve Defin İşlemi)” adlı eseriyle Atatürk’ün geçirdiği kazalar, travmalar ve müdahaleler sayfa 15’te ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir;
…”Aile içinde anlatıldığına göre daha kundakta bir bebek iken eve giren ve kapıyı zorlayan hırsızlarla yapılan mücadele sırasında kapı yerinden çıkarak Atatürk’ün üzerine düşmüştür.
Atatürk, İlkokul çağında Mahalle Mektebi’ne giderken oradaki öğretmeni kulağını çekerek kanatmıştır.
Atatürk, 1911’de Gazeteci Mustafa Şerif takma ismiyle Trablusgarp’a giderken Mısır’dan Bingazi’ye geçişi sırasında at tepmesinden yaralanmış ve tedavi için İskenderiye’ye dönmek zorunda kalmıştır. 15 Kasım 1911 tarihinde Salih Bozok’a yazdığı mektupta: …”Ben seyahatin bir noktasında hayvandan vurularak tedavi için İskenderiye ‘ye geldim. İyileşmek üzereyim, valideyi hastalığımdan haberdar etme diyerek” bu olaydan bahsetmiştir.
Atatürk’ün hayatındaki yaralanmalardan biri “gözlerini” etkileyen yaralanmalardır. Bunlardan ilki Trablusgarp’ta yaşanmıştır ve bunun etkileri hayatı boyunca devam edecektir. Bu ilk göz yaralanması Mustafa Kemal’in Derne’de 16/17 Ocak 1912’de komutasındaki yerli kuvvetlerin İtalyanlara karşı baskın tarzındaki taarruzu sırasında olmuştur. Yoğun toz bulutu içinde kalmış ve bir kireç parçası gözüne girmiş ve gözünü zedelemiş, sol gözünde görme problemi yaratmıştır. Asit borikle yapılan tedavi bir sonuç vermemiştir.
Mustafa Kemal, 18 Ocak 1912’de Derne’de Hilaliahmer (Kızılay) Hastanesi’ne yatar. Başta Dr. Münir Bey olmak üzere hastane hekimleri kendisiyle yakından ilgilenirler. Doktorlar O’nu yurda göndermek istemişlerdir.
Doktor Münir Bey, Mustafa Kemal’e arızanın geçici olduğunu esasen komutan durumunda olan kimselere şiddetle ihtiyaç duyulduğu bir sırada ayrılmasının uygun olmayacağını belirtmiş ve tedavisini üzerine almıştı. Mustafa Kemal, bir ay kadar hastanede tedavi görür. Tamamen iyileşmeden hastaneden çıkar… (AGE. Dip Not:3., Sf:16; …”Bu hastanede görev yapan doktorlardan biri de Op. Dr. Kolağası Hüseyin Hüsnü Bey’dir. Trablusgarp Savaşı süresince bir günlük tutan ve orada Mustafa Kemal’in hastaneye yatışı hakkında bilgiler veren Dr. H. Hüsnü Bey’in günlüğü bir cep muhtırası şeklinde olup 22 Kasım 1911 – 30 Temmuz 1912 tarihleri arasında tutulmuştur ve bugün GATA Tıp Tarihi Müzesi’ndedir. Bakınız: Metin Özata, “Atatürk’ün Cephedeki Doktoru Hüseyin Hüsnü”, Silah Kuvvetler Dergisi, Sayı: 396, (Nisan 2008), Sf:18-27.)
…Mustafa Kemal, bir ay kadar hastanede tedavi görür. Tamamen iyileşmeden hastaneden çıkar. 4 Mart 1912’de yapılan genel savaş, çok zor şartlarda cereyan ettiğinden gözündeki rahatsızlık tekrarlar. 15 gün yataktan kalkamaz. Mustafa Kemal bu arada 6 Mart 1912’de Derne Komutanı olur. Atatürk, 22 Mayıs 1912’de arkadaşı Kerim Bey’e, Bingazi Ayn-ı Mansur Karargâhından yazdığı mektupta, ne sıkıntılarla Trablusgarp’a geldiklerini, yollarda ve Derne’de hastalanmasını, buna rağmen her türlü güçlükleri yenişini, karmaşık, düzensiz kuvvetleri teşkilatlandırırken ve eğitirken neler çektiğini anlatır. Özellikle burada çektiği göz rahatsızlığı hakkında ayrıntılı bilgiler bulunduğu için bu mektubun tamamını buraya alıyoruz:
“Ayn-ı Mansur Karargâhı’ndan
9 Mayıs 1328 (22 Mayıs 1912)
Kerim Bey Kardeşime
Muazzez Kardeşim Kerim Bey;
Ayrıldığımız gün olan 2 Teşrinievvel 1327 (15 Ekim 1911)’den bugüne kadar geçen 7-8 ay zarfında size ancak bir iki pek kısa mektup göndermiştim. Bunların ulaşıp ulaşmadığını bilmiyorum. Sonra Paris’te olduğunuzu, Tunus yoluyla geçmek isteyip de başarılı olamayarak sizin yardımınızla bize gelen bazı arkadaşlardan öğrendim.
Ben İstanbul’dan Naci, Hakkı ve Yakup Cemillerle çıktım. Naci’nin bütün hayallerine rağmen komite adına hiç kimse tarafından hiçbir yardım görülemedi. Paraları bitti. Genel Merkez’den 300 lira istediler. Birinci cevapta “Para yok, Enver’le görüşün” denildi. Naci’nin üstelemesine Nâzım’ın azarı ve teessüfüyle karşılık verildi. Benim senedimle Naci, Ömer Fevzi’den 200 İngiliz lirası aldı. Hareket edildi.
Ben yolda hastalandım. İskenderiye’ye döndüm. On beş gün kadar hastanede yattım. Bu sırada bizim Nuri, Fuat da geldiler. Tekrar bunlarla yola çıkıldı. Bu fedakâr ve vefakâr arkadaşlarla biraz zorlukla ve bir defa tevkif olunarak, yerimize diğerlerini bırakmak suretiyle Mısır hududunu geçtik. Tobruk’ta birkaç gün kalarak başarılı bir netice veren 9 Kânunuevvel 1327 (22 Aralık 1911) Muharebesini yaptıktan sonra Derne’ye geldik.
Derne kuvvetleri; Derne Vadisi’yle iki kısma ayrılmış bir haldedir. Enver zaten Batı’daki kuvvetle bulunuyor. Nuri’ye de onun Kurmay Başkanı yaptık. Ben de Fuat’ı alıp Doğu Kolu Kumandanı sıfatıyla Doğu Kuvveti’ne katıldım. Yollarda oldukça yorulmuş, ıslanmış, üşümüş, sefalet çekmiştik. Derne’de de henüz başlangıç halinde bulunduğu için sefaleti gidermek mümkün olamamıştı. 3/4 Kânunusani (16/17 Ocak) Baskını’yla başlayan 4 Kânunusani (17 Ocak) Muharebesi gecesi ve günü zaten hastalıklı görünen sol gözüm kanlandı ve görmez oldu. Istırabın derecesi vazife yapmama mani oldu. Hilaliahmer (Kızılay) Hastanesine yattım. Bir ay tedaviden sonra tam olarak görmediğim halde hastaneden çıktım.
Vaziyet bira büyüdüğü için Enver Umum Kumandan, ben de Derne Kuvvetleri Kumandanı oldum. Bu sırada idi ki, 19 Şubat (3 Mart 1912) günü umumi bir muharebe oldu. Bugün de fevkalade yorgunluk ve açlık muharebe geceye kaldığından soğuğa maruz kaldık ve bunun neticesi olarak gözümün rahatsızlığı ertesi gün nüksetti.
On beş gün kadar yataktan kalkamadım, gözlerimi açamadım. Nihayet ıstırap geçti, tekrar işe başladık. Fakat sol gözüm daha az görür oldu. Doktorlar Mısır’a gitmemi tavsiye ettiler. Ben razı olmadım. Nihayet bugüne kadar görme derecesinde bir fark görülemeyerek o derecenin yerleştiğine hükmedilmiştir. Gerçi uzman doktor zamanla açılacaktır, diyor, fakat ben inanmıyorum.
Bu harbin bitmesinden sonra askeri hayata veda ederek istirahat köşesine çekilebilmek ihtiyacı bilmem nasıl sağlanacak?
Sizin mebusluğunuz hakkında olup biten her şeyi bana Selanik’ten yazdılar. Nihayet Salah’ın hakkınızda yazdığı siyasi makaleyi de okudum. Zaman her şeyi halleder.
Nuri’yi Büyük Sunusi Şeyhi Esseyid Ahmed Şerif’in karşılaması için Cabu’ya gönderdik (12-15 günlük mesafe). Oraya ulaştı. Şeyhin gelmesini bekliyor.
Derne Kuvvetleri’ni âdeta tümen halinde tertip ettik. 2-3 günlük mesafelerde müfrezelerimiz de var. Bingazi’deki kuvvet daha büyük; düşman her noktada mutlak müdafaada, istihkâmını arttırmakla meşgul.
Biz de, pusu, baskın… Tacizlerle mütevekkil. Düşmanın Adalar Denizi’ndeki harekâtı bize hiç tesir yapmıyor.
Bu mektubun salimen size ulaşacağından emin olduğum için bu kadarla yetiniyor ve mektubunuzu, hatta telgrafınızı bekliyorum. Hürmetle gözlerinizden öperim.
Derne Kuvvetleri Kumandanı Binbaşı Mustafa Kemal”
21 Haziran 1912 Cuma günü tekrar hastaneye gelen Mustafa Kemal, 24 Ekim 1912’de Derne’den ayrılır. 10 Kasım 1912’de Mısır’a gelir. Mısır’dan geçerek Avrupa yoluyla Romanya üzerinden 20 Kasım 1912’de İstanbul’a gelir. Muhtemelen 10-17 Kasım 1912 tarihleri arasında Viyana’da zamanın tanınmış göz hekimi Profesör Ernest Fuchs tarafından muayene edilir ve bir müdahale geçirir (2). Mustafa Kemal, Viyana’ya Fuat Bulca ile dönmüş; Grup Komutanı Binbaşı Enver Bey (Enver Paşa) pasaport ve para meselelerini halletmekte Teşkilat-ı Mahsusa lideri Eşref Bey’i (Sencer Kuşçubaşı) görevlendirmiştir (3).
Mustafa Kemal’in Trablusgarp’ta savaş sırasında geçirdiği göz hastalığı, iyi bir tedavi görmesine rağmen gözünde hafif bir şaşılık bırakmıştır. Yine bu hastalıktan dolayı kalan bir etki de sinirlendiği zaman sol gözünün damarlarının belirgin bir şekilde atmasıydı. Yanındakiler O’nun sinirlendiğini bu gözünden anlıyorlardı. (AGE. Dip Not:6; …”Mustafa Kemal’in Trablusgarp’ta geçirdiği bu göz rahatsızlığı ile ilgili bilgileri birazda ayrıntılı bir şekilde vermemizin nedeni, O’nun gözünde bir kazadan dolayı oluşan arazın bazı çevreler tarafından O’na saldırmanın bir aracı haline getirilmesidir. Atatürk’e utanmadan “deccal” yakıştırmasını yapanlar bu göz hastalığını “doğuştan gelen bir eksiklik” olarak anlatmaktadırlar. Hâlbuki işin belgelere, hatıralara göre doğrusu anlatıldığı gibidir.”)
Mustafa Kemal’in maruz kaldığı ikinci göz rahatsızlığını manevi evladı Abdürrahim Tuncak ’ın anlatımından öğreniyoruz. Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ı da çok telaşlandıran, üzen bu hadise Birinci Dünya Harbi sırasında Suriye’de çölde maruz kaldığı bir kum fırtınasından kaynaklanmıştı. Zübeyde Hanım’ın duyduğu habere göre, “kum tanecikleri ok gibi gözlerine girmiş ve gözleri görmez olmuştu.” Asker ve cephane taşıyan bir trene binerek bir hafta süren uzun bir yolculuktan sonra Abdürrahim ile birlikte Halep’e gelen Zübeyde Hanım oğlunu görünce sarılıp öper. Mustafa Kemal, annesine; “Bak anne, kör değilim, seni görebiliyorum annem” der. Görme bozukluğu yoktu, ama çok zayıflamış, yüzü süzülmüştü (4).
Mustafa Kemal’in önemli bir yaralanması yine Trablusgarp savaşlarından birinde gerçekleşmiştir. Burada kolundan yaralanmıştır. Kendisi bu olayı “Zabit ve Kumandan ile Hasbihal” de şu şekilde anlatmaktadır: …”100 kişi kadar mücahit ve muhafiziye efradı ile düşmanın (Eritre) taburuna taarruz ettim. 500 metreye kadar yaklaştım. İstihkâmlar üzerimize ateş açtı. Sağ kolumdan kurşunla yaralandım. Çok kan kaybediyorsam da askerin kuvve-i maneviyesini bozmamak için hatt-ı harpten çekilmeyeceğim. (5)”
Türk milletinin adeta ölüm kalım mücadelesinin yapıldığı Çanakkale’de “Anafartalar Kahramanı olarak tarihin altın sayfalarına geçen Mustafa Kemal, burada Conkbayırı’nda önemli bir yaralanma geçirmiş ve okulunu bitirdiği gün Annesinin hediye ettiği bir tarafı siyah menevişli demir bir saat sayesinde ölümden kurtulmuştur (6).
10 Ağustos 1915’te Mustafa Kemal’in komutasındaki kuvvetler, İngilizlerin 8 Ağustos’ta ele geçirdikleri Conkbayırı’na sabaha karşı taarruza geçerler. 8. Tümen alayları tarafından başlangıçta top ve tüfek ateşi olmaksızın sadece süngü hücumuyla baskın tarzında geliştirilen bu taarruz sonucunda düşmana asker ve araç bakımından büyük kayıplar verdirilmiş ve 4 saat içinde Conkbayırı’ndan tamamen atılmıştır.
Conkbayırı, Türk askerinin eline geçtikten sonra düşman karadan ve denizden yönettiği seri ve keşif topçu ateşi ile Conkbayırı’nı cehenneme çevirir. Gökyüzünden şarapnel, demir parçaları yağmuru yağmaktadır. Büyük çapta deniz toplarının tam vuruşlu daneleri yerin içine girdikten sonra patlamakta, etrafta büyük lağımlar açmaktadır. Bütün Conkbayırı dumanlar ve ateşler içinde, etraf şehitler ve yaralılar doludur. Mustafa Kemal muharebe meydanında cereyan eden durumu gözlerken bir şarapnel parçası göğsünün sağ tarafına çarpar. Cebinde bulunan saati parçalanır, vücuduna nüfuz etmez. Yalnız derince bir kan lekesi bırakır. Mustafa Kemal, elini birden göğsüne götürür. Etrafındakiler çok telaşlanırlar ve heyecan duyarlar. O ise soğukkanlılığını ve metanetini korur. Parmağını ağzına götürerek ve başını, kaşlarını yukarıya kaldırarak sakin ve hareketsiz olmaları için işaret yapar (AGE. Dip Not:7;Eren Akçiçek, Sf: 134- 135’te Atatürk bu saati daha sonra 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders’e hediye etmiştir.)
Şüphesizdir ki, Mustafa Kemal’in yaralanmalarının en önemlilerinden biri de Sakarya’da cepheyi gezerken yaşadığı attan düşme olayı ve bunun sonucunda kaburgalarının kırılmasıdır. Başkomutan M. Kemal Paşa yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa (Çakmak) olduğu halde, 12 Ağustos 1921’de cephe durumunu yakından görmek ve sevk ve idare daha etkili olmak amacıyla Ankara’dan Polatlı’ya hareket eder. Paşa cepheye varınca savunma mevziinin iyice görüldüğü Polatlı güneyindeki Karadağ’a çıkar. Arazi ve mevzi durumunu görüp inceledikten sonra geri dönmek üzere ata bindiği sırada atın ürkmesi nedeniyle ayağı üzenginden kayar ve yüzüstü yere düşer. Yerin düz olmasına rağmen küçük bir taş kaburgalarına rastlar ve kırar. Bir süre baygın yatar, sonra kendisine gelir, …“Yok, yok bir şey yok. Telaş etmeyin. İşimize devam edelim. Bakınız hiçbir şeyim yok, görüyorsunuz…” der.
Acısını belli etmemeye çalışarak ayağa kalktı, atının başını okşadı. Sanki onu teselli eder gibiydi. Fevzi ve İsmet Paşalar otomobillerin getirilmesine müsaade etmelerini söylediklerinde, …”daha gezecek yerlerimiz var” diyerek kabul etmemiş ve atına binmişti. Rengi sararmış olduğu halde ağır ağır ilerlerken Emir Çavuşu Ali Metin’e dönerek, …”çocuk nefes alamıyorum” demesi üzerine arabalarla Dr. Adnan (Adıvar) ve Dr. Refik (Saydam) gelmişler, kısa bir muayeneden sonra Mustafa Kemal’in kaburga kemiklerinin zedelendiğini ve muhakkak Cebeci Hastanesi’ne gitmelerinin gerekli olduğunu söylemişlerdir.
Mustafa Kemal 16 Ağustos 1921’de Ankara’ya döner ve Çankaya’da Dr. Mim Kemal (Öke) ve Dr. Murat (Cankat) tarafından muayene edilir. Röntgeni alınmak üzere Cebeci Hastanesi’ne gidilir. Kazım Paşa ve Dr. Adnan (Adıvar) da oradadırlar. Mustafa Kemal’in çok ağrısı vardır. Kırılan kaburganın birinin ucu ciğerini tahriş eder ve nefes aldırmaz. Bu kazada üç kaburga kemiği kırılmıştır. Hemen güç bir şekilde temin edilen plasterle kırık taraf tespit edilir ve rahatlar.
Kendisine konuşmadan istirahat etmesi tavsiye edildiği zaman M. Kemal Paşa; …”Allah Konstantin (Yunan Kralı)’e yardım ediyor galiba” diyerek latife yapar, …“Maksat bizim yaşamamız değil, maksat milletin yaşamasıdır” der.
Atatürk ertesi gün cepheye dönmek ister. Doktorları müsaade etmez. Muayene geldiği gün Ankara’da Kılıç Ali’nin kız kardeşinin nikâh törenine katılır ve geceyi arkadaşlarıyla geçirir. Ağrısını hafifletmek için oturduğu minderin etrafı yastıklarla doldurulmuştur.
Kemikleri iyice sarıldıktan ve bir gecelik istirahatten sonra, …”Savaş bitince iyileşirim” diyerek 17 Ağustos 1921’de Ankara’dan tekrar cepheye dönmüştür. Kemik ağrılarına rağmen Alagöz Karargâhı’ndan savaşı yakından takip eder. 22 gün 22 gece bu savaşı mıhlanmış gibi oturduğu bir koltuktan idare etmiştir.
Mustafa Kemal’in son hastalıklarında alınan röntgenlerinde bu kırık kemiğin kaynak yeri, bakan doktorların yaptığı muayenede, akciğerleri muayene edilirken Atatürk sağ akciğer tabanında daima bir gayri tabiilik olduğunu, bunun kırılan kaburganın tesiriyle baki kaldığını anlatmıştır.
Mustafa Kemal’in geçirdiği kazalar arasında iki kere de köpek ısırması olayı vardır. Köpekleri çok seven Atatürk hayatı boyunca yanında köpek bulundurmuştur. Kuduz olmayan bu köpek ısırmalarının ilki elinden, diğeri de ayağından olmuştur.
Bu kazalar ve yaralanmalardan başka Atatürk’ün bazı tıbbi müdahalelere maruz kaldığını biliyoruz. Bunlardan biri II. İnönü Savaşı’ndan sonra Nisan 1921’de gerçekleşmiştir. Sol yanağında çıkan büyük bir çıban, oldukça ıstırap vermekteydi. Çankaya’da Op. Dr. Emin (Erkul), Kozan Mebusu Dr. Fikret Bey (Onuralp) ve Ankara Hastanesi Başhekimi Op. Dr. Ömer Vasfi (Aybar) tarafından cerahat drene edilir. Canı yandığı halde hiç sesini çıkartmaz her zamanki sakinliğini ve soğukkanlılığını korur.
Yine bir akşam Dolmabahçe’de iken sağ kulağının memesi altında oluşan şişliği Op. Dr. M. Kemal Öke Şişli Sıhhat Yurdu’nda yerel bir operasyonla çıkarır.
Atatürk’ün sırtında bulunan bir beni de, Şişli Sıhhat Yurdu’nda Op. Dr. M. Kemal Öke tarafından alınmıştır.
Kaynaklar:
1-Ogün Orpars, “Agoni, -Atatürk’ün Ölümündeki Sır Perdesi, Yazılmayan Tarih-“ Dip Not:17., Sf:55.
2-H. Ertuna, “1911-12 Osmanlı İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal”, Ankara, 1984, Sf:280-281. Ayrıca Bkz: N. Sakaoğlu, “Hüseyin Hüsnü Paşa’nın Güncesinde Enver ve Mustafa Kemal’in Trablus Günleri”, Popüler Tarih, Sayı:3, (Ağustos 2000).
3-Ali Güler, “Sarı Paşa, İnsan Atatürk”, Berikan Yayınevi, Ankara 2007, Sf:164. Ayrıca Bkz: C. Kutay, “Trablusgarp’ta Bir Avuç Kahraman”, Tarih Yayınları Müessesi, İstanbul, 1963, Sf:59-60. Philip H. Stoddard, “Teşkilat-ı Mahsusa” Arma Yayınları, İstanbul Kasım 1993, Sf:61; …”Teşkilat-ı Mahsusa’nın iki para kaynağı vardı: Harbiye Nezareti’nin gizli bütçesinden verilen ödenekler ve Almanya’dan yapılan altın aktarımı. Alman altınları, Alman Askeri Misyonu tarafından düzenli olarak İstanbul’a getiriliyordu. Kaynakların tümünden teşkilâtın eline geçen miktar 4.000.000 altın lira civarındaydı (1918 fiyatlarıyla yaklaşık 18.000.000 dolar.) bu miktarın içinde askeri ve propagandadif amaçlara ayrılan paralarda vardı. Eşref Kuşçubaşı, bu miktarın bugünkü değerinin yaklaşık 60.000.000 ila 80.000.000dolar olduğunu hesaplamıştır. Alman misyonu zaman zaman Türklerin, Almanların isteklerine uygun davranması için ödemeleri durdurmuştu, ancak bu “teknik” genellikle başarıyı sağlamamıştır.”
4-C. Sönmez, “Atatürk ve Çocuk Sevgisi”, Ankara, 1997, Sf:13-14.
5-Kurmay Yarbay Mustafa Kemal, “Zabit ve Kumandan ile Hasb-ı Hâl”, Ankara Genelkurmay Basım Evi 2010, Sf:31, -5- İnisyatif : …”Şark kuvvetleriyle batı ileri karakol mevziisine geldim. Ne tarafa taarruz edeyim? Vadi-i bu Mesafir’e ilerleyip boyun noktasını işgal ederek geri çekilme hattımızı kesmek isteyen düşmanın üzerine, Teğmen Kasım komutasındaki 70 kişilik Aile-i Mansur ve Sellavi mücahitlerini de alıp taarruz ettim. Saat on buçukta, düşmanın iki taburuyla çarpıştık. Düşman ricat etmek zorunda kaldı. 100 kadar mücahit ve muhafız askeriyle düşmanın Eritre Taburuna taarruz ettim. Bin beş yüz metreye kadar yaklaştım. Siperlerden üzerimize ateş açıldı. Sağ kolumdan kurşunla yaralandım. Çok kan kaybediyorsam da askerin moralini bozmamak için muharebe hattından çekilmeyeceğim. Eğer ölürsem yanımda bulunan Remzi benim kuvvetimi de idare eder.(Sf:45-46).”
6- Semih S. Tezcan, “Mustafa Kemal’den Atatürk’e”, Yüksek Öğrenim Eğitim ve Araştırma Vakfı, İstanbul 2015, Sf:78; …”Peş peşe cereyan eden Anafartalar muharebelerinde Mustafa Kemal göğsüne isabet eden bir şarapnel parçasıyla yaralanır. Göğüs cebindeki saati parçalanmıştır. Sonradan Harbiye günlerinden beri kullandığı bu saati çıkararak “İşte bir saat ki hayata değer” diyecektir. Çarpışmanın sonunda bu saati von Sanders’e armağan eder. O da kendisine özel bir kronometre vermiştir. İleride o kronometre müzeye konmak üzere Alman hükümeti tarafından istendiğinde, saatin çalınmış olduğu bildirilecektir. (Bkz: Section 1204)”
Yücel Matbaası, O’ndan Hatıralar, Cilt: XVI, Sayı: 91-92, Sf: 15’te ise Atatürk’ün İngiliz General’e kendisine Anafartalar’da bir Türk neferi tarafından emaneten verilen kol saatine nasıl sahip çıktığını gözler önüne serer:
(—)“24 Temmuz 1922 akşamı Konya’da General Towshend şerefine verdikleri ziyafette, yemeğin sonlarına doğru elindeki mercan tespihi General’e uzatan Atatürk;
-…”Biz Türklerde bir adet vardır. Misafirimize mutlaka bir hediye veririz. Ben asil bir milletin mütevazı bir Başkomutanıyım. Size ancak bu tespihi verebiliyorum.”
Ve sofradan kalkacağına yakın da kolundaki saati çıkararak General’e;
-…”Bu saati bana Anafartalar’da bir Türk askeri, ölen bir İngiliz subayının kolundan çıkardığını söyleyerek, getirdi. Saatin arkasında subayın künyesi yazılıdır. Bu subayın ailesini arattımsa da bulamadım. İngiltere’ye döndüğünüzde ailesini bulur ve saati verirseniz, çok memnun olurum.”