Atatürk’ün Hacı Bektaş’ı ziyareti, her yıl 22 Aralık tarihinde düzenlenen etkinliklerle, mahalli bir bayram olarak kutlanmaktadır. Atatürk’ün 1919 yılının 22 Aralık günü Hacı Bektaş’ı ziyaretinde ağırlanmış olduğu “Ulusoy” ailesine ait evde, Kültür Bakanlığı tarafından kamulaştırılarak “Atatürk Evi” olarak düzenlenmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün 22-23 Aralık 1919’da Hacı Bektaş’a gelişinde, Dergâhta dinlendiği yer olarak bilinen mekânda hemen üstte gördüğümüz sanatçı “Filinta Önal” tarafından yapılan “Atatürk” rölyefi yer almaktadır.
Prof. Dr. Haydar Baş, “Hoş Geldin Atatürk” adlı eserinde, Ulusoy ailesi ile kan bağı olan ve Hacı Bektaş’ta tahrirat kâtibi olan İmran Hanım’ın anlattıklarına yer vermiştir; …”Cumhuriyet’in temelleri Nevşehir’de Hacı Bektaş dergâhında atılmıştır. Bu toplantıdaki tutanakları tutan kişilerden biri de Girit adası kumandanı Memiş Kumandan (Çavuş)dır. 14 yıl kumandanlık yapmıştır. Memiş Kumandan Atatürk’ün soyu hakkında şunları söylemiştir:
(—)”Atatürk’ün ailesi Selanikli değildir.”
Hacı Bektaş’ta tahrirat kâtibi olan Memiş Kumandanın kızı İmran Hanım ise şunları aktarmıştır:
(—)”Yavuz Sultan Selim zamanında Hacı Bektaş büyük bir yerdir. Hacı Bektaş’ta bir ilim mektebi var. Astronomiden, Tıp’a varana kadar her türlü ilim okutuluyor orada. Orada bayanlar da eğitim görüyor. Yavuz Sultan Selim; o dönemde gök ilmi ile uğraştığı için Memiş Kumandan’ın büyük dedesi Allah’a karşı gelmekle suçluyor. Memiş Kumanda’nın babası Yavuz Sultan Selim’e; …”Gökleri Sen mi Yarattın, Allah mı?” deyince Yavuz Sultan Selim bu âlimin ve atının başını vurduruyor. Başını kör bir kuyuya attırıyor. Vücudunu ise şu an Ankara civarında olan bir yere attırıyor. Bu âlim “Kesik Baş” olarak bilinmektedir.
Karısına ise işkenceler ediyorlar. Göğsüne çengel geçirerek asıyorlar. Kesik Baş’ın karısı da bir âlimdir ve kitapları da vardır. Yavuz Sultan Selim ikisini de öldürdükten sonra onlara ait kütüphaneyi ve Hacı Bektaş Veli’ye ait kütüphaneyi yaktırıyor. Yangı yedi gün sürüyor. Bu yangı üzerine yazılan şiirler de mevcuttur.
Hacı Bektaş Veli’nin kitaplarının olmamasının tek nedeni Yavuz Sultan Selim’dir. Öyle bir ilim erkân yerinde kütüphane olmaması mümkün mü? Bugüne kadar gelen eserler ise o yangından çengellerle çekilip kurtarılan kitaplardır. Uzay gözlem merkezi de o yangında yanıyor.
Yavuz Sultan Selim bu eziyetlerle yetinmeyip 13 yaşındaki erkek çocuklarını sürüyor. Benim akrabamı ben Diyarbakır’da buluyorum. Birbirini öldüren, kan davası olan iki soy aynı soydan olduğunu öğrendi de kan davası sona erdi. Bunlar Yavuz Sultan Selim’in sürgün ettiği akrabalarımız.
Yavuz Sultan Selim’in Kırım’a gönderdiği Peygamberimizin soyundan bir ailenin çocuğu ben çocukken Türkiye’ye geldi. Türkçe’yi unutmuştu. O ağladı biz ağladık. Bir Peygamber soyuna bu zulüm yapılamaz. Alevilere yapılan bir zulümdür bu.
Atatürk’ün sülalesi de bu zulüm ve katliamlarda Malatya’dan Selanik’e sürgün ediliyor. Çünkü Atatürk’ün sülalesi Peygamberimizin sülalesindendir. Ulusoy’larla biz aynı soydanız. Bizim kızımız onların annesi. Kan bağımız buradan geliyor. Kadıncık Ana (Fatma Belkıs) bizim kızımız onların da annesi.”(Bakınız: İcmal Yayıncılık, Kasım 2017, Sf:63-64)
Karadeniz bölgesi Rumları tarafından Batum’da “Pontus Rum Hükümeti” adıyla bir hükümet kurulduğu gün, Mustafa Kemal (Atatürk) başkanlığında Heyet-i Temsiliye, Ankara’ya gelmek üzere 18 Aralık 1919 Perşembe günü Sivas’tan hareket etmiştir. Heyet adına Atatürk, ayrılırken Sivas Valisi Reşit Paşa’ya teşekkür etmiştir. Atatürk, Sivas il sınırını geçerken Sivas Valisi Reşit Paşa’ya çektiği telgrafta: …”Vilayetiniz sınırını geçerken Sivas’ta hakkımızda gösterdiğiniz misafirperverliğe ve kıymetli yardımlarınıza bir kere daha teşekkür etmeyi bir vazife sayarak cümleten saygılar sunarız.” demiştir.
Atatürk, 19 Aralık Cuma günü sabahı saat 9.30’da Kayseri’ye gelerek Raşit(d) Ağa’nın evinde misafir olarak kalmıştır. Cumartesi günü ise, Kayseri’de Hükümet ve Belediye’yi ziyaret etmiş, Raşit Efendi (Ağa) Kitaplığında şehir ileri gelenleri, tüccar ve esnaftan bazıları ile bir toplantı yapmış, 21 Aralık Pazar sabahı da Kayseri’den hareketle Mucur’a gelmiş ve geceyi Mucur’da geçirmiştir.
Atatürk, 21 Aralık’ta Kayseri’den ayrılırken, Heyet-i Temsiliye’nin candan karşılanışı nedeniyle şehir halkına hitaben: …”Anadolu’nun kalpten gelen heyecanına bu yolculuğumuzun ilk konak yeri Kayseri’de temas ettik. Bu temasın bıraktığı hürmet ve bağlılık dostluk ve nezaket izlerinin doğurduğu şükran hissini ömrümüz oldukça koruyacağız.”demişlerdir.
Atatürk, 22 Aralık Pazartesi günü, Mucur’dan hareketle Hacı Bektaş’a gelmiş ve geceyi Çelebi Cemalettin Efendi’nin misafiri olarak Hacı Bektaş’ta geçirmiştir.Ünlü Türk tarihçilerimizden Enver BehnanŞapolyo, Atatürk’ün Hacı Bektaş’ı ziyareti hakkında şunları anlatmıştır:
…”21 Aralık sabahı Kayseri’den hareket eden Atatürk, Yenice Çiftliği’nden Kırşehir’deki Hacı Bektaş’a inecekti.Hacı Bektaş’taki Çelebi Cemalettin Efendi, Anadolu’da bulunan 6.000.000. (altı milyon) Kızılbaşların bağlandığı büyük bir şeyhti. Onu ziyaret ederek bütün Kızılbaşları da kendisine çekmek istiyordu. Aynı zamanda burası Anadolu Bektaşilerinin bağlandığı kutsal bir merkezdi. Bütün Türk Alevileri Çelebi Cemalettin Efendi ile Hacı Bektaşi Dede Postu vekili Niyazi Baba’yı tanıyorlardı. Onların sözlerinden çıkmıyorlardı. Çelebi ile Dede Baba, Kızılbaş ve Bektaşilerin nezirleri ve göndermiş oldukları parayla yaşıyorlardı. Kızılbaşlar Çelebi’yi nurdan bir insan gibi telakki ediyorlardı. Kızılbaşlar muhtelif köylerde birer sekt halinde yaşayan çoğu göçebe Türkmenlerdi. Tahtacılar, Kızılbaş Oymakları gibi…
İşte Atatürk bütün bu insanların da itimadını kazanarak, onların ruhlarını elde etmek üzere bu ziyareti zorunlu görmüştü.
Mucur’da Atatürk’e yol göstermek üzere bir heyeti Yenice Çiftliği’ne göndermişlerdi. Bu zamanda Kaymakam vekâletini Malmüdürü Nihat Bey yapıyordu. Fakat birdenbire 22 Aralık 1919 Pazartesi günü saat 8.30’da Mucur’a geldiler. Otomobiller Hükümet Konağı’nın önünde durdu. Nihat Bey, Atatürk’ü karşılayarak Hükümet Konağı’nı kendilerine tahsis etti. Derhal kasaba eşrafıyla temasa geçerek direktifler verdi.
Ertesi sabah otomobillere binerek Hacıbektaş’a hareket ettiler. Hacıbektaş’a daha gelmeden Beştaşlar mevkiinde Kızılbaşların Çelebisi Cemalettin Efendi Atatürk’e karşı çıktı. Bu mühim bir hadiseydi. Bir zamanlar Ankara Valisi Sırrı Paşa, Hacı Bektaş’ı ziyarete geldikleri zaman Çelebi, bu iki paşayı da ancak dergâhının selâmlığında karşılamıştı. Hâlbuki Çelebi Atatürk’ü Bektaşlarda karşılamaya gelmişti.
Kaymakam vekili Nihat Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya: …”Paşam! Çelebi’nin bu hareketi dâvanız için falihayırdır!” demiştir. O da gülümsemiştir.
Çelebi siyah bir kupa arabasıyla gelmişti. Atatürk ve Cemalettin Çelebi bu arabayla Hacı Bektaş’a geldiler. Çelebi’nin konağına geldikten sonra selâmlığa geldiler. Biraz istirahatten sonra Çelebi’nin oğlu Hamdullah Efendi’nin dairesine gittiler. Bu dairenin muhteşem salonunda bir sofra kurulmuştu. Burada bir âyin-i cem başlamıştı. Sofrada adaklar ve bâkireler sâkilik ediyorlardı. Bunlar Çelebi’ye kendilerini adak etmiş, gayet güzel bâkire kızlardı. Ayin-i cem başladığı zaman Cemalettin Efendi başındaki yeşil sarığı çıkararak bir rahleye koymuştur.
Atatürk: …”Çelebi Efendi içmez misiniz?”
…”İçmiyorum. Fakat sizin şerefinize zehir de olsa içerim.”diyerek bir kadeh içti. Bu gece bu salonda yenilip içildikten sonra Mustafa Kemal’i harem dairesinde misafir ettiler.
Sabahleyin Çelebi’nin dairesinden Hacı Bektaşi Veli’nin kabrini ziyarete gittiler. Sandukanın üzerinde yeşil bir örtü ve birçok yerinde peşkirler bulunuyordu. Örtünün ucu öpülerek tazim ediliyordu. Ziyaretten sonra Has bahçede bulunan bir köşke girildi. Bu zarif köşkün içinde yine bir sofra kurulmuştu. Burada nefis mezeler ve taş kadehler içinde içkiler içildi. Bâkireler sâkilik etti. Canlar hizmet ettiler. Rakıdan sonra meydan evinde bir yemek yendikten sonra “Kırklar Meydanı” gezildi. Bir mihrap, mihrabın yanında Selman-ı Pâk Kürsüsü, bunun içinde “Karapost” yani “Dede Babalık Postu” bulunuyordu. Dede Babalık Postu’na Bektaşilerin babası oturuyordu.
Fakat bu zamanlarda Dede Postu boştu. Sultan İkinci Mahmud zamanında Yeniçerilerle Bektaşiler de birleşerek isyana iştirak ettiklerinden Karapost sahibi Dede Baba da öldürülmüştü. Bir daha bu posta Baba gelmemiş ve Dede Baba’nın yerine Kiler Evi Babası Bektaşi Babası tanılıyordu.
Niyazi Baba da Dede Babalık vekilliğini yapmaktaydı. Ancak Hacı Bektaş’a İstanbul tarafından bir Nakşibendi Şeyhi gönderiliyordu. Bu zamanlar bu Nakşibendi Şeyhi Halepli Hafız Mehmed Efendiydi. Bu şeyh Bektaşilerin hiçbir işine karışmıyordu. Ne Ayin-i Cem’e ne de diğer merasimlere iştirak ediyordu. Yalnız İstanbul hükümetinin mümessilliğini yapıyordu.
Atatürk, Niyazi Baba’ya dönerek: …”Ebubekir, Ömer ve Osman nerede?” deyince, Niyazi Baba da on iki dilimli tacını aşağı eğerek: …”Bunların hepsi camide!” diye cevap verdi.
Çünkü Bektaşiler üç halifeyi sevmiyorlar ve sadece Ali’yi halife tanıyorlardı. Cami de Kırklar Meydanı’nın yanında bulunuyordu. Atatürk, Kızılbaşların “Akyazılı” dedikleri rakılarını, “Kızıldeli” dedikleri şaraplarını içtikten sonra Çelebi Cemalettin Efendi, Bektaşi Babası Salih Niyazi Baba ile hususi surette görüştükten sonra onlardan kendisiyle beraber çalışacaklarına dair söz aldı. İkindi vakti Mucur’a geldiler. Geceyi burada geçirdikten sonra 24 Aralık Çarşamba günü Kırşehir’e geldiler.
Bu zaman Kırşehir’de mutasarrıf Ankaralı Ekrem Engür bulunuyordu. Bu zat Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti âzasından olup vatansever biriydi. Burada da halkla temastan ve öğle yemeğini yedikten sonra 25 Aralık Perşembe günü Kırşehir’den hareket ederek Kaman nahiyesine geldiler. O geceyi bir köy odasında geçirdiler.
26 Aralık Cuma günü Kaman nahiyesinden hareket ederek Beynam Köyü’ne gelip, bu geceyi de burada geçirmişlerdi. Artık Ankara’ya yaklaşmışlardı.” (Bakınız: Enver BehnanŞapolyo, “Mustafa Kemal ATATÜRK”, Kopernik Kitap, 2018, Dolmabahçe A.Ş. Sf:312…315)