—“Her defasında bir gün üzüntü içinde yakın dostlar vasıtasıyla haber gönderip “Harbiye’ye ne zaman gidiyorsun?” diye sordum. Bana kendi el yazısıyla gelen cevap imza şuydu:
-…”Bu dakikada vapıra (u) gidiyorum. Bu an-ı meş’um bize kan ağlatacak. Bendeniz sizi unutmayacağıma vicdanen yemin eder, sizden de aynı vefayı beklerim. Allahaısmarladık.” İmza: Mustafa Kemal
ATATÜRK için yeni bir şey söylemek kabil mi? Senelerdir çeşitli kimselerce söylenenlerden, yazılanlardan sonra yeni bir şey yazılabilir mi? Bence bu mümkün ama gene de karar merciini size bırakmak isterim.
ATATÜRK ‘ü yaşayanlar…
Her defasında keşke diyorum ama nafile. Gerçek şudur ki, Bizler O’nu hiç görmedik, ancak tanıyanlardan dinleyerek ve Onunla yaşama şansına sahip olan şahıslardan birçoğunun yazdıkları yaşam hikâyelerini de okuyarak O’nun hakkındaki bilgilerimizi geliştirdiğimizdir.
Bir de, ATATÜRK ‘ü yaşayanların haricinde, O’nu tıpkı bizler gibi hiç görmemiş ama aile yakınları nedeniyle O’nu görmüş kadar iyi tanıyan birkaç kişinin de anlatımları da vardır ki, onlarda zaman içerisinde raflardaki yerini alarak eşsiz güzellikteki resimlerinin süslediği, o muhteşem kapakları ile evlerimizde ve iş yerlerimizde bulunan özel kitaplığımızda yerini almıştır.
Kitap demişken hemen hatırlatmak isterim.
Manevi kızlarından Küçük Ülkü yaptığı röportajdan birinde şöyle anlatır:
—“Sabahları kahvaltı salonunda birlikte kahvaltı ederdik. ATATÜRK “4500” kitap okumuş bir insandı. Bazı geceler kitap okuduğu için geç yatardı…”
Bence bu sayı daha fazla ama hatırat böyle diyor ve gerçek bu.
Bu durumda; 57 yılla sınırlandırılan ömründe 4500 kitap okuyan ATATÜRK ‘e Cumhuriyetimizin ilanından sonra düzenlenen bir davette, davet sahibi tarafından kendisine bir hatıra defteri takdim edilir.
ATATÜRK, kendilerine takdim edilen defterdeki diğer kimselerin yazdıklarını okuduktan sonra, defter sahibine hitaben şu anlamlı satırları yazar:
-…” HATIRAT DEFTERİNİ BAŞKALARININ YAZILARI İLE DOLDURMAYA HEVES ETMEKTENSE, HAYAT DEFTERİNİ KENDİ FAALİYET VE FAZİLET ESERLERİNLE DOLDURMAYA BAK!”
ATATÜRK ‘ü yaşayanlar, aile yakınları nedeniyle O’nu görmüş kadar iyi tanıyanların yanı sıra bir de ATATÜRK ile yaşadıkları gönül ilişkileri ile kendisini daha yakın hissedip, o kişilerle gerçekleştirilen röportajlar, sayısız eserler de bulunmaktadır günümüzde.
İşte bu röportajlardan birine 10 Kasım 1964 Salı günü yayımlanan Cumhuriyet’te rastlarız.
ATATÜRK ‘ün henüz okulda iken sevdiği kız konuşuyor:
—“Gazi’yi sevmek ne demek, O’NA TAPARDIM..,”
Senelerce hayatta olmadığı yazılan 77 yaşındaki Emine ARIK, sonu olmayan aşkının hikâyesini anlattı.
Röportaj: Yılmaz ÇETİNER
ATATÜRK ‘ün çocukluk arkadaşlarının senelerce önce neşredilen hatıralarında sık sık ismi geçen bir komşu kızı vardır…
“EMİNE”
12 – 13 yaşındaki Mustafa Kemal’in bu küçük kızdan hoşlandığı, onun için giyimine itina ettiği, daima penceresinin önünden geçtiği, bu çocukluk hatıralarını süsleyen sayfalardır…
Acaba, Büyük Kurtarıcımızın kalbinde ilk heyecanı uyandıran ve bu adı taşıyan şarkıyı sevmesine sebep olan “EMİNE” hayatta mıdır?..
Yıllarca önce, onun vefat ettiği söylendiği ve yazıldığı için, bu sualin cevabını vermek belki kimsenin aklına gelmemiştir. Ama bugün, 77 yaşına ulaşan Emine Hanımefendinin hayatta olduğunu duyduğumuz zaman derhal onu bulup, bir hatırayı ortaya çıkarmak ve sizlere tanıştırmak için bir vazife olmuştu…
Uzun araştırmalarla nihayet kendisini bulmamızdan sonra; 70 yıl susan, hislerine sadakat gösterip bu gizli hatırayı kalbinde saklamakta direnen Emine Hanımefendiyi nihayet ısrarlarımız karşısında konuşturabildik.
Görsel için; Emine Hanımefendinin henüz 16 yaşındayken bilgisi verilir ve ayrıca onunla yaptığımız sohbetlerin anılarını 5’nci sayfamızda bulacaksınız denmektedir.
Sayın Sadi BORAK imzalı “ATATÜRK ‘ün Özel Mektupları” adlı eserin 16 ve 17’nci sayfasında ise şu bilgi bulunur:
— “Ş” PAŞANIN KIZI “E” HANIM KİMDİR?
Asaf İLBAY, anılarında bu adı açıklamamakla beraber aldığı bir mektup vesilesiyle 1930 yılında sağ olduğuna değinmektedir. Fakat nerede, hangi kentte olduğu belli değildir. Bunula beraber bu ünlü paşa ile kızının adı pek az kimse tarafından bilinmektedir.
Zaman zaman ilginç araştırmalarıyla kimi olaylara ışık tutmuş olan Yılmaz ÇETİNER, Salih BOZOK ’un da anılarında söz konusu edilen bu olaya eğilmiş, “MUTLU BİR TESADÜF VEYA MESLEK ŞANSI İLE” Mustafa Kemal’in ilk aşkının hayatta olduğunu ve kimliğini saptamıştır. Bu Selanik Merkez Kumandanı Şevki Paşa’nın kızı Emine Hanımefendidir.
YILMAZ ÇETİNER “E” Yİ BULUYOR!..
Bundan sonra araştırmalara başlayıp Teşvikiye taraflarında bir küçük ahşap evin mütevazı dekoru içinde Emine Hanımefendiyi 77 yaşının basamağında buluyor, hem de sıhhatli olarak.
Diliyoruz ki, bu kitabın yayın alanına çıktığı tarihte Hanımefendi hayatta olsun. Yılmaz ÇETİNER ‘in övgüye değer bu gazetecilik başarısı 1964 yılına rastlar. Kendi ifadesine göre Emine Hanımefendi o tarihte 77 yaşındadır.”
Sayfamın hemen başında ATATÜRK için yeni bir şey söylemek kabil mi? Senelerdir çeşitli kimselerce söylenenlerden, yazılanlardan sonra yeni bir şey yazılabilir mi? Bence bu mümkün ama gene de karar merciini size bırakmak isterim demiştim, hatırladınız değil mi?
İşte tamda o noktadayız bence.
Sayın ÇETİNER ‘in yayımlanan röportajından 29 yıl evvel ne tesadüftür ki günlerden yine Salı’dır…
16 Temmuz 1935, Cumhuriyet Gazetesi, sayfa: 1’de:
Bursa 15 (Özel) — ATATÜRK, bugün Orhangazi, İzmit ve Yenişehir yolu ile saat 15.30’da şehrimize geldiler ve caddelerde toplanan halkın coşkun alkışları arasında Çekirge ’deki Köşk’lerine gittiler. İl Bay’ımız, Parti Başkanı ve Süel Komutanlar ATATÜRK ‘ü İzmit’te karşıladılar. ATATÜRK, Köşk’lerinde kısa bir dinlenmeden sonra Çekirge ’de bir gezinti yaptılar ve bir aralık Eski Kaplıcaya girip gezdiler. Gece buradaki Saylavlarla Komutanları ve İl Bay’la, Şar Bay’ı Köşklerinde yemeğe alıkoydular,” haberi yer almaktadır.
Daha önceden ATATÜRK ‘ün Bursa’ya geliş tarihleriyle alakalı geniş kapsamlı bir araştırma yapmıştım.
Bu nedenle 15 Temmuz’da ATATÜRK, Yalova’dan hareketle büyük onurlarla Bursa’yı şereflendirdikleri, Uludağ Oteli’ne çıkan ATATÜRK ‘ün geceyi ise Çekirge Köşk’ünde geçirdikleri bilgisi aldığım notlar arasında bulunmaktaydı. Ayrıca, 16 Temmuz 1935 için ATATÜRK ‘ün Uludağ’da bir gezinti yaptıklarını, akşam sofra meclisinde ise bir müzik öğretmenine utla bir parça çaldırdıktan sonra ATATÜRK ‘ün;
-…”BU PARÇALAR, ATALARIMIZIN YADİGÂRI KIYMETLİ ESERLERDİR. BUNLARIN KAYBOLMAMALARI LÂZIMDIR” söylevinde bulunduğunu da alıntılamışım. Kaynak olarak da; Hasan Rıza SOYAK 1965. “Doğumundan Cumhuriyetin İlanına Kadar Fotoğraflarla ATATÜRK ve ATATÜRK ‘ün Hususiyetleri” sf.24-25’den.
“ONSUZ FAKAT O’NUN İZİNDE 26 YIL” sür manşeti ile 10 Kasım 1964’de sayfa 1’de yayımlanan Sayın Yılmaz ÇETİNER ‘in Emine ARIK Hanımefendiyle gerçekleştirdiği röportajın üstünden dokuz yıl geçmiş, O’nun biz gençlere emanet ettiği Cumhuriyet ise 50’ci Şeref Yaşına basmıştı.
Cumhuriyetimizin 50. Kuruluş yıldönümü kutlandığı günlerde (1973), yine SOYAK imzalı ve Yapı Kredi Bankası A.Ş. tarafından yayımlanan “ATATÜRK ‘ten Hatıralar (1 – 2)” eserinde 15 Temmuz 1935’e ait ancak 1965’teki eserinde yer almayan bir hatırası ile karşılaşırız. Konumuz “ATATÜRK’ÜN İLK AŞKI VE İLK MEKTUP” olduğundan bu hatırat bölümünden izninizle kısa bir alıntı ile hatırlatma yaparak Sayın ÇETİNER ‘in röportajına devam edeceğim.
Hasan Rıza SOYAK:
—“Ben o sıralarda vazife ile Avrupa’da olduğumdan bu seyahatte bulanamamıştım ama pek muhterem dostum merhum Vali Fazlı GÜLEÇ, Bursa’da ATATÜRK ‘ün evinde ve sofrasında geçen bir hadiseyi şöyle anlatır der:
“Bursa’da vali idim. 1935 yazında ATATÜRK orayı şereflendirmişti. Meclis kapalı olduğu için mebuslarımızdan birkaçı da Bursa’da bulunuyordu. İlk akşam onları, beni ve daha bazı kimseleri lütfedip, yemeğe davet buyurular. Yemeğe başlamadan önce öteden beriden konuşuluyordu. Bir aralık ATATÜRK mebuslardan birine döndü:
-…”SİZİN BENİMLE SINIF ARKADAŞI OLAN BİR KARDEŞİNİZ VARDI, NE OLDU?” diye sordu.
Muhittin Baha PARS:
—“İzmir’de öğretmendir; fakat tatil dolayısıyla şimdi burada bulunuyor, emrederseniz çağırayım” cevabını verdi.
ATATÜRK çağrılmasını istedi. Birkaç dakika sonra, tekrar aynı zatın başka kardeşleri olup olmadığını da sordu. Mebustan bir de büyük kardeşi olduğunu, onun da Bursa’da öğretmen bulunduğunu öğrenince onun da çağrılmasına muvafakat etti ve mebus her iki kardeşini davet etti.
Bir saat kadar sonra davetliler geldiler.
ATATÜRK ‘ün sınıf arkadaşı olan zat salon kapısından girer girmez yüksek sesle gayet laubali bir tavırla:
—“Hoş geldin Kemal” dedi.
Bu her bakımdan yakışıksız hareket, meclise bir ağırlık çökmesine sebep oldu. Büyük Adam’a gelince, O’ hiç bozmadı:
-…”BUYURUN, OTURUN” diyerek her ikisine de yer gösterdi.
Sofraya oturmuş içmeye başlamıştık, belki de içkinin tesiri ile sınıf arkadaşı Hakkı Baha PARS:
—“ Bu akşamki daveti muhterem talebemden bilirim, beni başka kimse hatırlayamaz” yolunda bir sitemde bulundu.
Talebem derken sofrada bulunan Afet Hanım’ı (Prof. Dr. Ayşe Afet İNAN) kastediyordu. Bu sözlerde, davetin nasıl olduğunu bilen bizler üzerinde çok fena tesir yapmıştı. Fakat ATATÜRK, arkadaşlarının yüzüne bakıyor, hafifçe gülüyordu; hatta bir ara çok ağırlaşan havayı dağıtmak da istedi. Arkadaşına ismiyle hitap ederek şöyle bir muhavere kapısı açtı:
-…”SEN SELANİK’TE EVLENMİŞTİN, ÇOCUKLARIN OLMADI MI?”
-…”Oldu efendim, bir kızımla, bir oğlum var; her ikisi de benim gibi öğretmenlik yapıyorlar. Kemal, bilir misin o zaman sana da Paşa’nın kızını istedik ti de vermedilerdi…”
-…”YOK CANIM. BEN EVLENME İŞİNİ BİR DEFA DÜŞÜNDÜM VE YAPTIM. BUNLAR LAFTIR!..” ( burada yaşananların devamı için bkz. sf. 21 – 22 )”
Oysa Emine Hanımefendinin haricinde neleri, ne isimleri okuduk “MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN AŞKLARI” başlığı altında…
—“Hatice, Romen Kızı Fani, Mara Dimitrina, Nicolina Radoslavof, Elena Akçof, Hilda Christianus, Matmazel Edith – Madam Corinne, Beathe Gaulis, Madame Baur, Fikrîye Hanım…”
Sayfamın başlarında ATATÜRK, kendilerine takdim edilen defterdeki diğer kimselerin yazdıklarını okuduktan sonra, defter sahibine hitaben şu anlamlı satırları yazdığını paylaşmıştım sizlerle tekrar bir hatırlayalım dilerseniz:
-…” HATIRAT DEFTERİNİ BAŞKALARININ YAZILARI İLE DOLDURMAYA HEVES ETMEKTENSE, HAYAT DEFTERİNİ KENDİ FAALİYET VE FAZİLET ESERLERİNLE DOLDURMAYA BAK!”
Söz uçar yazı kalırmış. Benim için bu andan itibaren “LAFTAN ÖTEYE” gitmeyecek olan Sayın Yılmaz ÇETİNER ‘in röportajını sizlere paylaşarak huzurlarınızdan ayrılacağım. Bu kararı almış olmamda Sayın Hasan Rıza SOYAK ‘ın eserine bağladığımı düşünenler için belirtmek isterim ki, röportajda gözle görülen bir tutarsızlık vardır. Şöyle ki; Salih BOZOK ‘un anısıyla Sayın Asaf İLBAY ın anılarında Mustafa Kemal 10 – 12 yaşında Selanik Askeri Rüştiyesi öğrencisi olarak gösterilmektedir. Mustafa Kemal Rüştiyeye 12 yaşında başladığına göre yaşını da 12 olarak kabul etmemiz gerekmez mi? Aralarında 4 yaş fark olduğuna göre de Emine Hanımefendi 1885 doğumlu olup 1964 yılında 77 değil, 79 olması gerekir. İkinci tutarsızlık da bu gönül ilişkisinin geçtiği yıl ile ilgilidir. 1893 ‘mü, 1899 mu? Asaf İLBAY bu gönül serüvenini yıl zaman ve mekân göstererek 1899 yılına rastlamaktadır. Bu tarihte Mustafa Kemal 18, Emine Hanımefendi de 14 yaşındadır.
MUSTAFA KEMAL’İN İLK AŞKI KÜÇÜK EMİNE’Yİ BULDUK !..
ATATÜRK ‘ün henüz okulda iken sevdiği kız konuşuyor:
Röportaj: Yılmaz ÇETİNER
Mavi gözlü bembeyaz saçlı, narin yapılı 77 yaşındaki Hanımefendi duvarda asılı duran fotoğrafa bir müddet baktı… Baktı… Ve sonra tazelenen hatıralarının arasından ayrılıp ıstırap içinde sarsılarak:
—“Gazi’yi sevmek ne demek? Dedi… O bir ilahtı benim için… O’na tapıyordum…”
Emine Hanımefendi bu kelimeleri sarf ederken 65 yıl önceki duygulanmış, heyecanlanmıştı. Mahcubiyetten pembeleşen yüzünü zaman zaman elleri işe örterken dargın ve kırgın gözlerle yüzüme baktı:
—“Çocuk, dedi; Bunca yıl sonra bunları söyletmenin, içimde küllenmiş bir acıyı tazelemenin manası var mı? .hem şunu bilmelisin ki bunlar konuşulacak, anlatılacak mevzular değildir. Fakat sen geliyor, gidiyor, mütemadiyen beni konuşturmak için tahrik ediyorsun. Ama biliyor muşun belli etmeme gayretime rağmen, şu geçmişin hatıralarıyla teessür içinde boğuluyorum.”
Emine Hanımefendinin bu sözleri, inanınız ince, ipince bir hançer gibi beni mütemadiyen yaralıyor, dokunsalar ağlatacak duruma sokuyordu. Ama, şu anda o tazyike karşı tahammül edişimi düşünüyorum da “BİZ GAZETECİLER BAZEN TAŞ YÜREKLİ OLUYORUZ GALİBA” diyorum…
Eğik başımı kaldırmadan bir şeyler söylemeye, kendimi mazur göstermeye davranıyordum ki Emine Hanımefendi kısa bir fasılanın ardından şöyle mırıldandı:
—“Bu bir hayaldi azizim… Ve belki de bir rüyaydı.
Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün en yakın çocukluk arkadaşlarından rahmetli Salih BOZOK ‘un hatıralarında yer tutan şu satırları bilmem hatırlar mısınız?
—“Mustafa on, on iki yaşlarında iken sekiz yaşında bir komşu kızına aşık olmuştu. Akşamları mektepten çıkar çıkmaz evine koşar, derhal elbiselerini ütületir, oyun seyretmek bahanesiyle zıpzıp oynayan çocukların yanına giderdi. Fakat asıl maksadı, komşu kızını pencereden görmekti.”
MUSTAFA KEMAL’İN İLK AŞKI KÜÇÜK EMİNE
İşte şimdi 1894 yılında Selanik Rüştiyesinde okuyan Mustafa Kemal’in 8 yaşındaki komşu kızı Emine ile karşı karşıyaydım.
Yarım asırdan çok fazla bir zaman geçmişti aradan. Harpler olmuş… Rejimler değişmiş… Düşman istilaları görmüş, geçirmişti bu toprağın insanları… Ama Selanik Merkez Kumandanı Şevki Paşa’nın kızı Emine’nin duyguları, aşkı 70 sene önce nasılsa, hep aynı heyecanla aynı tazelikte idi. Ve karşımda olan Emine Hanımefendinin gönül bahçesinde tek bir çiçek halinde kalan bu aşkın daha da olgunlaştığını görüyorum.
Evet, 8 yaşında ve kafesin arkasındaki küçük Emine o zamandan bu zamana evlenmemiş, duygularına sadık kalmıştı.
EMİNE HANIMEFENDİ’NİN EVİNİ NASIL BULDUK?
Mustafa Kemal’in yakın arkadaşlarının hatıralarında sık sık adı geçen bu ilk aşkın, çocukluk aşkının küçük Emine’sinin değil bugün, senelerce önce de hayatta olmadığı söylenmiş ve öyle yazılmıştı…
Mutlu bir tesadüf veya meslek şansı ile böylesine mühim bir olayın kahramanı küçük Emine’nin hayatta olduğunu duyunca önce inanmamıştım…
Sonra araştırmalara başlayıp bazı ipuçları elde edince Emine Hanımefendinin hem de sıhhatli olarak hayatta bulunduğunu öğrendim…
Nihayet modern apartmanların yanı başında ki bir küçük ahşap evin çok mütevazi dekoru içinde Selanik Merkez Kumandanı Şevki Paşa’nın kızı Emine Hanımefendiyi bulduğum andaki sevincimi kolay kolay unutmayacağım…
HERKESİN GÖNLÜNDE BİR EMİNE YATAR…
Eminem şarkısını sevmesinin asıl sebebini şimdi öğrendiğimiz Mustafa Kemal’in yakınlarına sık sık söylediği şu sözleri de her halde hatırlarsınız?… <<Herkesin gönlünde bir Emine yatar.>>
İşte şimdi O’nun bu ilk aşkının hikâyesini geliniz bizzat Emine Hanımefendinin ağzından beraberce dinleyelim:
—“İstanbul’da doğmuş ve 3 – 4 yaşındayken Selaniğe götürülmüşüm. Babam Selanik Merkez Kumandanı Şevki Paşa… Zübeyde Hanımefendi, Makbule Hanım Efendi ve Gazi ile aynı sokakta senelerce oturduk… Çocukluğumuz hep beraber geçti… Annem, babam ve O’nun annesi sık sık beraber olurduk… Bizim zamanımız da pek küçük yaşta evlenildiğini bilirsiniz. Bu yüzden kızlarla erkekler pek kolay karşı karşıya gelemezdik… Gazi yakışıklı bir çocuktu. Kıyafetine çok itina eder ve herkesin hayranlığını çekerdi… O Askeri Rüştiyeye devam ettiği sıralarda bizim evin önünden taburla beraber geçer ve ben de aşk içinde dolu olarak kendisine bakar dururdum… O da tebessümle gözlerini bizim pencereye diker, bana mukabele ederdi… Rüştiye talebeleri arasında pek çok yakışıklı gençler vardı ama Gazi’nin hali herkesten başkaydı. Lacivert çuhadan caketinin göğsünde tek sıra ay yıldızlı düğmeler, kol kapaklarında üç sıra şerit dar ve yeşil pantolon içinde o kadar alımlı, o kadar zarif yürüşü vardı ki bu asla gözlerimin önünden silinmiyor.
KAPI EŞİĞİNDE 2 – 3 DAKİKALIK KAÇAMAK KONUŞMALAR…
O’nu kötü bir atın üzerinde gördüğüm zaman teessüre gark olurdum. Daima O’nun en iyi şeylere sahip olmasını ister, bundan zevk duyardım. Çocukluk hayallerimin biri de Gazi’nin padişah olmasıydı. Kapının eşiğinde iki üç dakikalık kaçamak konuşmalar benim için tadına doyum olmayan en büyük zevk halinde bütün benliğimi kaplar, bütün gece O’nun hayali ile uyurdum.
Bak sana bir şey söyleyeceğim çocuğum: Ben Gazi’yi <<benimle evlenir>> diye sevmedim. O yaşıma rağmen bunları düşünebiliyordum. O benim için erişilmez bir varlıktı. Karşılıksız bir aşktı bu… Seneler böylece ben kafes arkasında, O mektepte zaman zaman aile meclislerinde karşılaşmamız ve konuşmamızla geçiyordu… Babam esasen çok mutaassıp bir adamdı. Nedense Gazi’ye karşı herkesten ayrı bir sevgi hissettiğini biliyordum.
Nihayet bir gün O Rüştiye’yi bitirdi. Manastır İdadisini bitirip İstanbul’a Harbiye’ye gitmeye hazırlanıyordu.
SİZDEN DE AYNI VEFAYI BEKLERİM…
—“Bir gün üzüntü içinde kendisine yakın dostlar vasıtasıyla haber gönderip << Harbiye’ye ne zaman gidiyorsun?>> diye sordum. Bana kendi el yazısı ile gelen cevap şuydu:
“BU DAKİKADA VAPURA GİDİYORUM. BU ANI MEŞUM BİZE KAN AĞLATACAK. BENDENİZ SİZİ UNUTMAYACAĞIMA VİCDANEN YEMİN EDER SİZDEN DE AYNI VEFAYI BEKLERİM. ALLAHAISMARLADIK.” Mustafa Kemal
Bu mektubu aldığım zamanki sarsıntıyı bilmem bugün nasıl anlatabilirim. Feci vaziyetteydim. Ama bir yandan da O’nun nihayet Harbiye’ye gidişine seviniyordum.
Sonra araya yıllar, hadiseler girdi. Biz hâlâ Selanik’teydik. Gazi ise izinli olduğu sıralarda geliyor, annesini, kardeşini ziyaret ediyordu. Yine pek nadir görüşebiliyorduk O‘nun la… Fakat bu defa görüyordum ki memleket meselelerine, milletin dertlerine bütün mevcudiyeti ile sarılmıştı… Selanik’teki askeri mahalde veya diğer toplantı yerlerinde mütemadiyen arkadaşları ile görüştüğünü duyuyordum. Gazi o kadar mahmuldü ki eminim kendisine ayırabildiği hiçbir hususi hayatı yoktu…”
ŞEVKİ PAŞA’NIN KIZI EMİNE EVLENDİ Mİ?
—“Harbiye’yi bitirdikten sonra O’nun staj görsün diye Şam’a sürüldüğünü biliyoruz. Oradan Trablus, Kahire, Balkanlar ve nihayet gizlice tekrar Selaniğe dönüş…
Fakat artık büsbütün olgunlaşmış ve kendisini tamamen millet ve devlet işlerine vakfetmiş bir Mustafa Kemal vardı karşımda. Ne bayram, ne seyran ve ne de aşk, hiçbir şey umurunda değildi…
Yalnız bu arada Makbule Hanımefendiden duyduğum bir konuşma beni dünyalara sahip olmuşçasına sevindirmişti.
Gazi gelir gelmez annesine sormuş:
-…” ŞEVKİ PAŞA’NIN KIZI EVLENDİ Mİ, EVLENMEDİ Mİ?”
Zübeyde Hanımefendi,
—“Evlenmedi, ”demiş…
Gazi bundan fevkalade memnun olarak:
-…” HİÇ OLMAZSA ŞİMDİLİK NİKÂH YAPSAK!” diye bir arzu izhar etmiş. Ama yine araya giren büyük hadisler bizi bir evliliğe kadar götürmedi…”
KARŞILIKSIZ BİR AŞKTI BU…
Emine Hanımefendi bütün bunları anlatırken o kadar heyecanlanıyordu ki, sesinin titrediğini ve çok yorulduğunu hissediyordum. Bir aralık benim kendine sorduğum bazı suallere cevap olarak:
—“O’nunla evlenmediğime üzülmüyorum, dedi. Neticenin böyle olması daha iyi bence… O’nun gönül işleriyle uzun boylu uğraşacak vakti yoktu. Esasen bu bir karşılıksız aşktı. Hiçbir zaman mukabele beklememiştim…”
Peki, olduktan sonra ATATÜRK Cumhurbaşkanı olduktan sonra O’nu görmeyi hiç düşündünüz mü? Şevki Paşa’nın kızı, mavi gözlerinin pınarında biriken yaşları hâlâ zarafetini muhafaza eden ince uzun parmakları ile silerken:
—“Hayır, dedi…; Hayır. O’nun la tekrar görüşmeye tahammülüm yoktu. Seneler sonra biz de İstanbul’a gelip yerleşmiştik. Makbule Hanımefendi ile görüşüyorduk. Beni birkaç defa sarayda baloya davet ettiler. Ama heyecanımdan ne saraya, ne de yanlarına gidemiyordum. Yalnız Salih BOZOK Beyefendi ile birkaç defa konuştum…
ATATÜRK ‘ün rahatsızlığını nasıl haber aldınız?
—“Hayatımın en acı anları O’nun hastalandığı günlerde geçti. O tarihe ait gazeteleri hala saklarım. Hele Gazi’nin Savarona Yatında yatışından itibaren artan ıstırabım hâlâ devam ediyor. Her gün gider sanki O’nu görüyormuşum gibi yatı seyreder dururdum. Bir sabah Cumhurbaşkanlığı bayrağının yarıya inik olduğunu görünce yıldırımla vurulmuş gibi sarsıldım. O vefat etmişti… Ama koskoca bir milleti ve vatanı kurtarmış, sonra büyük inkılapları başarmıştı. Ölüm yıldönümüne ait bütün gazeteleri topluyorum şimdi… Benim için hayatın tadı yok artık. Bu gazeteler de ben öldükten sonra kim bilir ne olacak? Çoluk yok, çocuk yok…”
Bir büyük kurtarıcıyı ve O’nun dehasını henüz 11 – 12 yaşındayken keşfedip, O’nu yıllarca önce beğenmenin gururu içinde hiçkimse ile evlenmeyen Emine ARIK Hanımefendi, görüyordum artık iyice yorulmuştu. 77 yaşındaki bir kadının en hassas, en gizli hislerini ortaya sermek, yarım asır önceki olaylara doğru hafızasını zorlamak her halde az iş değildi…
Emine Hanımefendiye veda edip ayrılırken, o hâlâ bana, bunların yazılacak konuşulacak şeyler olmadığını söylüyor ve şunları ilave ediyordu:
—“Bu hayaldi azizim… Bu bir rüya idi.”
Bence de…
Eksiklikler benim fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.
İsmet ERARPAT