6 Ağustos 1929, Salı
ATATÜRK bugün İstanbul’u onurlandırdı. Vali Muhittin, Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa, Cumhuriyet Halk Partisi müfettişi Hakkı Şinasi Paşa, ATATÜRK ‘ü Tuzla’da karşıladılar. ATATÜRK Tuzla istasyonunda trenden inerek karşılamaya gelenlerin ellerini sıkarak hatırlarını sordu, çocukları okşadı. ATATÜRK bu arada bir çocuğa adını sordu, “MUSTAFA” cevabını alınca;
-…”SEN BENİM İSMİMİ ALMIŞSIN,” dedi.
ATATÜRK, trene bindikten sonra İstanbul heyetine:
-…”EN NİHAYET BENİ İŞTE İSTANBUL’A GETİRTTİNİZ,” dedi.
Tren Pendik’te durunca burada ATATÜRK ‘ü Büyük Millet Meclis Başkanı Kazım Paşa ile Başbakan İsmet Paşa, bazı milletvekilleri karşılamıştır. ATATÜRK trenden inince Kazım ve İsmet Paşalarla öpüşmüş, her ikisinin,
-…”NASILSINIZ, İYİ MİSİNİZ?” diye hatırlarını sormuştur.
ATATÜRK, Kazım Paşa’ya:
-…”HASTA MI OLDUNUZ PAŞA?” diye sormuş, Kazım Paşa’da:
—“UFAK BİR RAHATSIZLIK GEÇİRDİM,” cevabını vermiştir.
ATATÜRK, Pendik kampında bulunan ve kendisini karşılamaya gelen Darüşşafaka öğrencilerine iltifat ettikten sonra Kazım ve İsmet Paşa ile birlikte otomobile binerek İsmet Paşa’nın köşkü ‘ne gitmiştir. ATATÜRK ‘ü köşkte İsmet Paşa’nın annesi Cevriye Hanım ile oğlu Ömer karşılamıştır. ATATÜRK köşkte yarım saat kadar kalarak bir kahve içmiş, dönüşte Pendik Kız Okulu öğrencilerinin buketini alarak teşekkür etmiş toplanan halka iltifatta bulunmuştur.
ATATÜRK, Pendik istasyonuna yeniden gelince burada özel trene binmiş ve özel tren saat 11.00’de Haydarpaşa istasyonuna girmiştir. (Kaynak: “ATATÜRK’ÜN İSTANBUL’DAKİ GÜNLERİ” Niyazi Ahmet BANOĞLU s:299)
Şimdi dilerseniz 6 Ağustos 1929, Salı gününü bir de Macide TANIR ’dan dinleyelim;
ATATÜRK ‘le olan bu fotoğrafımda küçük Macide beş yaşında. (?:1) O zaman biz Pendik’te oturuyoruz. Ve ATATÜRK ‘ü karşılamaya gidecek olan çocukların arasına Halkevi’nden beni de seçiyorlar. ATATÜRK geldiğinde okumam için bir hoş geldin yazısı yazarak bunu da ezberlemem için bana veriyorlar. O tarihte ben beş yaşındayım işte bu bahsettiğim 1929 yılıdır.
ATATÜRK, Beyaz Trenle seyahat ediyormuş.(?:2) İstanbul’dan Ankara’ya bir gidişinde bende kendisini görme şerefine o küçük kız çocuğu olarak erişiyorum. ATATÜRK ‘ün seyahati sırasında duraklamayı uygun bulacağı yerler oranın belediye başkanına önceden bildiriliyor. Hazırlık yapılarak ATATÜRK bekleniyor. Ben de o gün bana verilen konuşmayı ezberliyorum ve ATATÜRK ‘ü beklemeye başlıyorum. Tren geliyor, ATATÜRK iniyor ve ben koşturarak yanına gidiyorum. Ve ezberlediklerimi söylemeye başlıyorum. Tabii ne kadarını söylemeyi başardığımı hatırlayamıyorum. Çünkü müthiş heyecanlıyım. O kadar ki bütün vücudum titriyor. Bugün bile o anı hatırladığımda çok heyecanlanıyorum. ATATÜRK ‘ün gözlerine baktığım anda o küçük kalbim öyle çarpıyor ki…
Fotoğraftaki yüz ifademden e o anki şaşkınlığımı anlayabilirsiniz. O utanç, heyecan ve korkuyla ATATÜRK ‘ün göğsüne başımı dayıyorum ve öylece kalıyorum bir müddet.
ATATÜRK benim bu halimden çok etkileniyor ve bana adımı soruyor. Ben “İSMİM MACİDE” diyorum.
Bunu üzerine yanındakilere:
-…”MACİDE’NİN BABASI BURADA MI?” diye soruyor.
Belediye Başkanı da babamın o an orada olmadığını söyleyince ATATÜRK bana dönüyor ve:
-…”BENİM KIZIM OLURMUSUN?” diye soruyor.
Ve ATATÜRK babamdan izin alarak beni evlat edinmek istiyor. O gün eve gittikten sonra küçük valizimi çıkararak içerisine yalnız pijamamı ve diş fırçamı koyup beklemeye başlıyorum. ATATÜRK ‘ün kızı olacağım için sevinç içerisindeydim. Tabii ailemden ayrılmak zorunda kalacağım hiç aklıma gelmiyor.
Babam:
—“KIZIM BİZİ BIRAKIP GİTMEK İSTİYORMUSUN GERÇEKTEN?” diyene kadar da bu hayalimden vazgeçemiyorum. Babam bu cümleyi kurunca valizimi fırlatıp babamın kucağına atlamış ve ağlayarak “HAYIR BABACIĞIM GİTMİYORUM BİR YERE, SİZİ BIRAKMAM,” demiştim. Babamla ATATÜRK bu konuyu gerçekten konuştular mı orasını anımsamıyorum işte.
ATATÜRK ‘le ilgili ikinci anım ise benim için ve eminim ki tüm Türkiye için çok acılı bir anıdır. Bugün bile o günü düşündüğümde gözlerim dolar. Bu ATATÜRK ‘ün cenazesinin kaldırıldığı günle ilgili anımdır. ATATÜRK öldüğünde Erenköy Kız Lisesi’nde öğrenciydim. O zaman lisenin trampet şefiydim. ATATÜRK ‘ün ölüm haberi geldiğinde öğretmenlerimiz bizi evimize göndermeyerek sabahki törene erkenden yetişebilmemiz için okulda tuttular. ATATÜRK ‘ü kaybettiğimiz gün hepimiz gözyaşları içerisindeydik. Günlerce kendimize gelemedik. Dolmabahçe’den Gülhane’ye yürüdük. O vakit Gülhane’de sanki çiçekler, ağaçlar bile yas tutuyor gibi gelmiştir bana. Onu çok güzel bir törenle uğurladık İstanbul’dan. Zaten O’na yakışan da buydu. Başka türlüsü olamazdı.
Yıllar sonra, 1957 yılında Londra’da ATATÜRK sayesinde bir kez daha onore edildim. Londra’da ünlü bir oyuncu bayanla tanışmıştım. Beni de kendisine oyuncu olarak takdim ettiler. Fakat kendisi benimle ilgilenmedi. Kuru bir merhabayla elimi sıktı yalnızca, Türk olduğumu öğrenene kadar.
Bunu öğrendiğinde “ATATÜRK!” diye bağırdı. Meğer kendisi ATATÜRK hayranıymış. “Size bir şey söyleyeceğim” dedi bana.
“BEN” dedi,
—“UZUN ZAMAN ÖNCE BELGESEL BİR FİLM GÖRDÜM. GENCİ YAŞLISI HERKES AĞLIYOR. BU NASIL BİR LİDERDİR Kİ DEDİM KENDİKENDİME., HALKI ONU BÖYLESİNE SEVMİŞ, BENİMSEMİŞ. BU MERAK BENİ ONUNLA İLGİLİ BULDUĞUM HER KAYNAĞI OKUMAYA İTTİ. VE ATATÜRK’LE İLGİLİ İNGİLİZCE YAZILMIŞ VEYA İNGİLİZCEYE TERCÜME EDİLMİŞ NE KADAR KAYNAK VARSA ALIP OKUDUM. BİR DAHA BÖYLE BİR DÂHİNİN DÜNYAYA GELECEĞİNİ SANMIYORUM. NE MUTLU SİZE, ÇOK ŞANSLISINIZ.”
ATATÜRK ‘ün ülkesinden bir sanatçı olduğum için benimle tekrara görüştü, gösterisine davet etti, yemeğe davet etti, arkadaşlarıyla, diğer oyuncularla tanıştırdı. Bu benim asla unutmayacağım bir anımdır.
Bu ülkede sanatın ve kültürün var olmasını, yayılmasını, hatta benim ve benim gibi birçok kadının sanatçı, oyuncu, meslek sahibi bireyler olmasını ATATÜRK ‘e borçluyuz.
Ben bir Cumhuriyet kadını olmanın haklı gururunu her zaman yaşadım. Bir ATATÜRK çocuğu, genci ve kadını olarak bize ailemiz tarafından öğretilen yalnız çalışmak, çalışmak, çalışmaktı. Esas görevimiz çalışmak ve öğretmekti. İyi bir not almanın, iyi bir iş yapmanın maddi karşılığı olmadığı gibi, şımarık bir hareket, bir düzeysizlik de ortada yoktu. Onun için o yılların nesli çok ama çok iyi yetişti; ATATÜRKÇÜ, VATANSEVER, İNSANSEVER, DÜRÜST, NAMUSLU, HAYSİYETİNE DÜŞKÜN DEĞERLİ BİR KUŞAKTIR.”
Biz bunu biraz da ATATÜRK ‘ün kurup yaşatmaya çalıştığı, ancak o gittikten bir müddet sonra kapatılan o güzel, nezih, nadide kurumlara; buralarda aldığımız o eğitime borçluyuz. Bunlardan bir tanesi benim yaşamımda çok önemli olan Halk Evleri’dir.
Halk Evleri’nde şiir, hikâye, roman, yazı dünyası konuşulur; okunur, tartışılır, müzik yapılır, dans edilir, piyano çalınır, şarkı söylenir, temsiller verilirdi. Bu yerler kapatılmayıp, bir de sanayi kendi gücü ile ayakta kalmaya çalışan o bölgelere götürülseydi, bugün okuma – yazma oranı daha yüksek olacak, eğitilmiş bir ulusun evlatları olarak, herkes evinde kalacak, hem kendileri mutlu olacak, hem de büyük kentler, köykent olmayacaktı. Daha da önemlisi Türkiye şeriata kapılarını kapayacaktı.
Kısacası benim kanaatimce Köy Enstitüleri, Halk Evleri kapatılmasaydı bugün Türkiye çok başka yerlerde olabilirdi. Çünkü herkes işini, aşını, okulunu doğduğu yerde bulacaktı ve o doğduğu yere kök salacaktı. Çünkü Köy Enstitüleri’nde sağlık ocağından, ziraat ten marangozluğa, şiire, edebiyata, dokumacılığa kadar yaşamda gerekli olan her şey öğretiliyordu. (Kaynak: “ATATÜRK’Ü YAŞAYANLAR” ISBN: 978-9944-756-47-1 Derleyen: Gönül BAKAY – Leyla PEKCAN s: 167-169)
Değerli okurlarım, biz araştırmacılar için her bir hatıra değerli bir bilgi niteliği taşımaktadır. Anlatılan o günlerin hafızalarda canlanmasının yarattığı o müthiş heyecan ve coşkunun tesirinde kaldığımız birçok yazılarımız olmuştur ve olacaktır da. Sizlerle paylaşımım olan bu değerli eserin sorumluluğunun bilinciyle, birazdan aşağıda okuyacağınız sizler için seçtiğim notları dikkatte almanız dileklerimle.
*ATATÜRK ‘le olan bu fotoğrafımda küçük Macide beş yaşında. (?:1)
MACİDE TANIR VE ATATÜRK: Türk sinema ve tiyatro dünyasının önemli ismi Macide TANIR, hayatını kaybedince Milliyet sanatçıyı “‘Tiyatronun cadısı’ Macide TANIR ’a veda” başlıklı bir yazıyla andı.
Belma AKÇURA
Yasemin Bay imzalı yazıda TANIR ’ın 1920 doğumlu olduğu belirtilirken şu ifadelere yer veriliyor: Macide TANIR ’ın unutamadığı anısı Atatürk ile karşılaşmasıydı. Henüz beş yaşındayken, 6 Ağustos 1929’da Macide Tanır ATATÜRK ’ün ziyareti nedeniyle düzenlenen kortejde ona çiçek sunar…” Atatürk’le tanıştığında beş yaşında değildi.
Gazetemizin sıkı takipçilerinden Düral Kadıoğlu şöyle diyor: “Türk tiyatro ve sinema dünyasının en önemli isimlerinden bir kişinin ölüm haberindeki özensizlik, sizler için belki küçük, önemsiz, ancak ben ve benim gibiler için çok önemli bir ayrıntı ve çok üzücü. Haberin içeriğinde 1920 doğumlu olarak belirtilen Macide Tanır Hanımefendi, Atatürk ’le tanıştığı 6 Ağustos 1929’da nasıl beş yaşında olabilir?”
OMBUDSMAN GÖRÜŞÜ: Macide TANIR haberimizde belirtildiği gibi 1920 değil, 1 Ocak 1922’de doğdu. Dolayısıyla Atatürk ile tanıştığında beş değil yedi yaşındaydı. Hem doğum tarihi hem de Atatürk ile tanıştığında yaşı konusunda yapılan yanlışlık için okurlarımızdan özür dileriz. (Kaynak: http://www.milliyet.com.tr/macide-tanir-ve-ataturk/ombudsman/haberdetay/18.02.2013/1670151/default.htm )
*ATATÜRK, Beyaz Trenle seyahat ediyormuş.(?:2)
Atatürk’ün Yurt Gezilerinde Kullandığı Vagon, (Beyaz Tren): Atatürk ‘ün yurt gezilerinde (1935-1938) yılları arasında kullandığı Beyaz Tren’in özgün tek örneği olan vagon; Ankara Garda “Kurtuluş Savaşında Atatürk Konutu ve Demiryolları Müzesi” yanında 1964 yılından günümüze sergilenmektedir. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğünce 1991 yılında “Atatürk’e ait korunması gerekli kültür varlığı” olarak tescil edilmiştir.
Vagonun teknik özellikleri: Ağırlığı: 46.3 ton, Uzunluğu: 14.8 metredir. İmalatçı firma: LHV Linke Hofmann-Werke, Breslau,1935.
Atatürk ‘ün 1935-1938 yılları arasında yaptığı tüm yurt gezilerinde kullandığı bu vagon O’nun son yolculuğunda da yine “ev sahipliği” yapmıştır. 19 Kasım 1938 Cumartesi günü Ata’nın naaşı Dolmabahçe Sarayı’ndan alınarak Sarayburnu’nda Yavuz Zırhlısına yerleştirildi. İzmit’te bekleyen “Beyaz Tren” in bu vagonundaki orta masaya törenle konuldu. Saat 20.23 idi. Naaşın çevresinde altı meşale yakılmıştı ve altı subayda kılıçlarıyla saygı duruşuna geçerek nöbete başlamışlardı. Tümen bandosu matem marşına geçtiğinde de saat 20.32’de tren garda toplananların gözyaşları arasında Ankara’ya doğru harekete geçmişti. Tren Ankara’ya 20 Kasım 1938 Pazar günü saat 10.04’de vardı. İstasyonda İnönü, milletvekilleri, asker, polis, memur, öğrenciler ve halk beklemekteydi. Ata’nın tabutu 10.26’da vagonun penceresinden alınarak Kurtuluş Savaşını yönettiği ünlü “Direksiyon Binası” nın önünde bekleyen top arabasına yerleştirilerek kurduğu kurtardığı ulusuna vedasını, son yolculuğunu da “Beyaz Tren” le yapmış oldu.
Vagon; Mutfak, Muhafız/Maiyet tuvaleti, Muhafız/Maiyet kompartımanı, Bayan kompartımanı, Banyo, Atatürk ‘ün yatak odası, Salon ve Dinlenme bölümlerinden oluşmaktadır. (Kaynak: www.tcdd.gov.tr)
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR. BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALINIZ.