1972 yılında “İstiklal Mahkemeleri 1920-1923” konulu teziyle Tarih Doktoru unvanı alan Prof. Ergün Aybars göre, …”23 Nisan 1920 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı günlerde Türkiye topraklarında 38.000 İngiliz, 59.000 Fransız, 17.000 İtalyan askeri ve 90.000 kişilik Yunan ordusu bulunuyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplamında 200.000’i bulan işgal ordularına ve Doğu Anadolu’da Ermenistan devleti kurmak isteyen Ermenilere karşı savaşmak zorundaydı. Ayrıca Fransız işgal bölgesinde 10.000 Ermeni ve Karadeniz bölgesinde de Pontus devleti kurmak için uğraşan 20-25 bin Rum’a karşı savaşmalıydı. (Bakınız: ”İstiklal Mahkemeleri, İleri Kitapevi, 1995, Sf:11)”
İtilaf devletleriyle imzalanan Mondros Mütarekesiyle birlikte Osmanlı Devleti resmen olmasa da fiilen sona erdi. Bunun üzerine Millî Mücadele’yi başarıya ulaştırmak ve elde kalan toprakları düşman istilasından korumak için 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu.
Uzun yıllar savaşların getirdiği yılgınlık ve süresiz askerlik gibi o günün koşullarında zorunlu da olsa, kimsenin kabul edemeyeceği yaklaşımlar sonucu, ciddi bir asker kaçakları sorunu olmuştu. Asker kaçakları bir yanda düzenli ordu birliklerini mum gibi eritirken diğer yanda eşkıyalık, haydutluk gibi olumsuz bir suç ağının ana nedenini de oluşturuyordu.
Prof. Ergün Aybars göre, …”Son senelerde (1918) Türk ordusunun asker kaçağı sayısı 300.000 olup, bunlar kendi memleketlerine (doğdukları yer) kaçıp, hırsızlık yağmacılık, her çeşit güvenlik bozucu işlere girişiyorlardı. Kaçaklar vurulma tehlikesine rağmen, trenden atlamak, kollardan ayrılmak, karargâhlardan kaçmak şeklinde oluyordu.”
Otoritenin sarsıldığı, düşman işgallerinin başladığı böyle bir dönemde soygun ve yağmacılık yapan firari askerler memleketteki otoriteye büyük zarar vermeye başladılar. Meclis’in en önemli sorunlarından biri askerlikten firar edenler oldu. Bu nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920 günü açıldıktan sonra 29 Nisan’da ilk kanun (2 numaralı Hıyanet-i Vataniye Kanunu) yasalaştı ve kanun ile Türkiye Büyük Millet Meclisi kararlarına karşı gelmek ve ayaklanmak vatan hainliği olarak kabul edilip cezalandırılacaktı.
TBMM’nin kuruluğundan yalnızca dokuz gün sonra, 2 Mayıs 1920 tarih ve 3 sayılı kanun ile Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı (SSYB) kurulmuştur. Bu yıllarda, ülkenin büyük bölümünün işgal altında olduğu, işgali sonlandırmak için ulusal bir kurtuluş savağı başlatılacağı, ancak bunun için düzenli bir ordunun olmadığı bilinmektedir. Böyle bir ortamda Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları orduyu kurmadan SSYB’nı kurmuşlardır. Bu durum, sağlıksız bir toplum ve ordu ile ulusal kurtuluş savağında başarılı olunamayacağına olan inancın bir göstergesidir. (Bakınız: https://www.sechaber.com.tr/author/ismeterarpat/ Atatürk’ün Sağlık Hizmetlerindeki Faaliyetleri https://www.sechaber.com.tr/ataturkun-saglik-hizmetlerindeki-faaliyetleri/ )
2007 yılında Prof. Dr. Mehmet Kaplan Sosyal Bilimler Lisesi Yılın Gazetecisi Ödülü sahibi gazeteci yazar Taha Akyol göre, …”Türkiye Büyük Millet Meclisi, klasik bir “parlamento”, olağan bir “mebussan meclisi” değildir. Meclis, “salahiyet-i fevkalade” ye olağan üstü yetkilere sahiptir. Mustafa Kemal’in sözleriyle: …”Sınırlı bir kanun yapma vazifesi ile değil, bütün milletin genel idaresini üstlenmek ve memleketin ve Hilafet ’in selametini bizzat temin ve müdafaa vazifesiyle ve yetkisiyle teşkil etmiştir ve artık Yüce Meclis’inizin üstünde bir kuvvet yoktur!”
Ne demek bu?
Meclis, padişahtan da halifeden de üstün demektir! Kurulan rejimin sistemi, kuvvetler ayrılığı değil, kuvvetler birliğidir. Meclis hem kanun koyucu, hem de yöneticidir çünkü.
Peki hükumet?
Şimdilik hükümete lüzum yok, Meclis kendi içinden bir “icra heyeti” (yürütme kurulu) seçsin! “Yürütme kurulu” formülünün o sırada açıklanmayan anlamı, padişahın “başkan atama” yetkisini bu şekilde işlevsiz hale getirmektir. Klasik bir Bakanlar Kurulu oluşturulmadığına göre, padişah tarafından atanacak bir sadrazam veya Başbakan’da gerekmiyor. Mustafa Kemal, hem Meclis’in yani yasamanın başıdır, hem yürütmenin başıdır. Kuvvetler ayrılığı değil, Mustafa Kemal’in bütün ömrünce savunduğu “kuvvetler birliği ilkesi” geçerlidir.
Sistemin adı “Meclis Hükümeti sistemi”dir; Başkanlık sistemi değil, Parlamenter sistem de değil. Meclis Hükümeti sistemi, 1921 yılında Anayasa haline getirilecektir.”
İkinci adım on gün sonra gelecek, 3 Mayıs 1920’de çıkarılan bir kanunla “icra heyeti”nin adı “TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ HÜKÜMETİ” olacaktır ama yine Başbakansız bir hükümet… Yeni Türkiye’nin bu ilk Bakanlar Kurulu’nda üç bakanlık önemlidir: Dışişleri Bakanı Bekir Sami (Kunduh) Bey, Milli Savunma Bakanı Fevzi (Çakmak) Paşa ve bakan sandalyesine sahip Genel Kurmay Başkanı Albay İsmet (İnönü)… (Bakınız: “Ama Hangi Atatürk”, Doğan Kitap, 8. Baskı – Mart 2015, Sf: 148)”
Gazeteci-yazar Akyol’a göre bu üç bakanlık çok önemlidir. Çünkü Milli Mücadele’de Mustafa Kemal’in izlediği stratejiyi simgeleyen iki tipik olaydan birisi Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal’in “ilk mektubunu Bolşevik Lider (Vladimir İlyiç Ulyanov), bilinen adıyla Lenin’e yazmasıdır” ve 11 Mayıs 1920’de Dışişleri Bakanı Bekir Sami (Kunduh) Bey’in başkanlığında bir temsilci heyetini Moskova’ya göndermesidir. Akyol’a göre, Mustafa Kemal, 26 Nisan Pazartesi günü Lenin’e yazdığı mektupta “emperyalist hükümetlere karşı” ittifak öneriyor, Milli Mücadele için para ve silah desteği istemiştir.
TBMM Hükümeti, kurulduğu günden itibaren Sovyet Rusya ile iyi ilişkilere girmek ve onunla anlaşmalar yaparak, Batı’ya karşı verdiği mücadelede onun desteğini almak için büyük gayret sarf etmiştir. Hatta 2 Mayıs 1920’de, Hükümet üyelerinin ne şekilde seçileceğini belirten kanunun kabul edilmesi ile 3 Mayıs’ta yapılan seçimle oluşan ilk T.B.M.M Hükümeti, 5 Mayıs’ta yaptığı ilk toplantıda; birinci gündem maddesi olarak Sovyet Rusya ile ilişkileri ele almış ve Rusya’ya bir heyet gönderilmesi kararını vermişti. Hariciye Vekili (Dışişleri Bakanı) Bekir Sami (Kunduh) Bey başkanlığında, Yusuf Kemal (Tengirşek), Dr. İbrahim Tali (Öngören), Osman ve Seyfi Beylerden oluşan bir heyet teşkil edilerek, 11 Mayıs’ta yola çıkarılmıştır. 19 Temmuz 1920’de, Moskova’ya varan bu Heyet, burada Sovyet Rusya Heyeti ile dostluk anlaşması imzalamak için görüşmelerde bulunmuş, ancak Sovyet Rusya Dışişleri Halk Komiseri G. V Çiçerin’in Ermeniler için Türkiye’den toprak talep etmesi sebebiyle dostluk antlaşması imzalanamamıştı. Buna rağmen para ve silah yardımı konusunda bir uzlaşma sağlanmıştı.
26 Nisan 1920 tarihli mektup sorunu üzerinde durmak istiyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Moskova Hükümeti’ne (Lenin’e) Birinci Teklifnamesi:
“… 26 Nisan 1920
Emperyalist Hükümetler aleyhine 26 Nisan 1920 harekâtı ve bunların tahakküm ve esareti altında bulunan mazlum insanların kurtarılması amacını güden Bolşevik Ruslarla işbirliği ve harekâtı kabul ediyoruz.
Bolşevik kuvvetleri Gürcistan üzerine askeri harekât yapar veyahut takip edeceği siyaset ve göstereceği tesir ve nüfusla Gürcistan’ın da Bolşevik ittifakına dâhil olmasını ve içlerindeki İngiliz kuvvetlerini çıkarmak üzere bunlar aleyhine harekâta başlanmasını temin ederse Türkiye Hükümeti de Emperyalist Ermeni Hükümeti üzerine askeri harekât icrasını ve Azerbaycan Hükümetini de Bolşevik Devletler zümresine ithal etmeyi taahhüt eyler.
Yüksek hürmetlerimin ve samimi duygularımın kabulünü rica eyleriz.
T.B.M.M. Reisi Mustafa Kemal.” (Bakınız: “Mektuplarım Gazi Mustafa Kemal Atatürk ”, Yayın B Toplumsal Çözüm – İstanbul., Baskı: Aralık 2010., Sertifika No: 14691., Araştırma İnceleme: 27., ISBN:978-605-5622-47-3; Sf:177-178)
Sözü edilen bu 26 Nisan tarihli mektup, Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra Sovyet yöneticileriyle yapılmış olan yazışmaların ilkini oluşturmaktadır. Bu mektup iki ayrı metin olarak yayımlanmıştır: Biri Sovyet diğeri ise Türk kaynaklarından. Her iki metin birbirini tutmadığı için Sovyet kaynaklarınca yayımlanmış olan mektubun Atatürk tarafından yazılmış olup olmadığı hakkında kuşkular belirmiştir(!).
Önce, Sovyet kaynaklarınca çeşitli zamanlarda ve çeşitli yayımlarca servis edilen metninin özetini Abdula Mardanoviç Şamsuydinov yapıtından aktaralım.
Abdula Mardanoviç Şamsuydinov ’un bu mektupla ilgili şunları yazmaktadır:
“…Atatürk’ün; V. İ. Lenin’e gönderdiği ve “Türkiye Sovyet Rusya ile birlikte emperyalist hükümetlere karşı savaşmak zorundadır. Ve “Türkiye’ye saldırgan emperyalist düşmanlarla mücadele Sovyet Rusya’nın yardımına umut bağlamaktadır sözlerinin yer aldığı 26 Nisan 1920 tarihli mektubun Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin ilk dış politika belgesi olması bir rastlantı değildir.
“26 Nisan 1920 tarihli mektupta yeni Türk Hükümeti’nin izleyeceği dış politikanın başlıca ilkeleri açıklanıyordu.
Açıklanan bu ilkeler ise şunlardır:
Abdula Mardanoviç Şamsuydinov, 8 Maddeye özetlediği bu mektup için şu kaynağı göstermektedir: (SSCB Dış Politika Belgeleri, cilt 2, Moskova 1958, sayfa 554, 555.)
Ayrıca, SSCB Bilimler Akademisi Yakın Doğu Enstitüsü görevlilerinden olan Abdula Mardanoviç Şamsuydinov, 26 Nisan 1920 tarihli mektupla ilgili olarak şu bilgileri de vermektedir: …“TBMM’nin başvuru mektubu 1 Haziran’da Moskova’ya ulaştı ve Sovyet toplumu tarafından hoşnutlukla karşılandı. Bazı maddelerin gösterişli olmasına karşın, yeni Türk Hükümeti’nin dış politika ilkeleri, Padişah hükümetinin izlediği politikanın ilkelerinden köklü biçimde farklıydı. Bu ilkeler Türkiye’nin çıkarlarına uygun düşüyordu.”
Abdula Mardanoviç Şamsuydinov, bu yargısına birde dip notu ile şunları eklemektedir: …”Kemalistler 26 Nisan 1920 tarihli mektupta yer alan bazı ilkelerden sonra vazgeçtiler.”
Atatürk, Türkiye’nin ve Türk ulusunun bölünmezliği konusunda kesin bir tavır almış ve bu ilkesini her vesile ile yinelemiştir. Aşağıda bir incelemesine de yer vereceğim Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat’ın da değindiği ve belirttiği gibi …“nüfusu karışık olan topraklarda kendi kaderini belirleme hakkı” Birinci Dünya Savaşı sonunda elden çıkmış olan Arap topraklarında yaşayanlar için tanınmıştır. Bu bakımdan, herhangi bir yükümlülük altına girilmediği için “bazı ilkelerden daha sonra vazgeçilme(!)” diye bir sorun söz konusu olamaz.
Abdula Mardanoviç Şamsuydinov, SSCB Dış Politika Belgeleri, cilt II. s.555 kaynağına dayanarak 26 Nisan günü mektuba verilen yanıt konusuna da şöyle değiniyor:
SOVYETLERİN YANITI: …”Sovyet Hükümeti, TBMM’nin başvurusuna karşılık olarak TBMM’nin çalışmalarını ve emperyalistlere karşı girişilecek askeri eylemleri, “ezilen halkların kurtarılması yüce ülküsüyle uygun hale getirme kararını dikkate alacağını… Sovyet Hükümetinin her halka kendi kaderini belirleme hakkının tanınması ilkesine sürekli olarak bağlı kalarak, tüm dünya halklarına dostluk elini uzattığını, Sovyet hükümetinin Türk halkının bağımsızlık ve egemenlik uğrunda yaptığı kahramanca savaşı büyük bir ilgi ile izlendiğini ve Türkiye’nin bu zor günlerinde Türk ve Rus halklarını birleştirebilecek dostluğun sağlam temellerini atmaktan mutluluk duyacağını” açıkladı.”
Abdula Mardanoviç Şamsuydinov, Mustafa Kemal’le Sovyet yöneticilerinin mektuplaşmaları konusunda da – SSCB Dış Politika Belgeleri, cilt III, Moskova 1959, sf. 11-12 kaynağına dayanarak – şu bilgileri ve metinleri de vermektedir: …“Sovyet Hükümeti, diplomatik görüşmelerin T.B.M.M.’ne bir yandan Türkiye ile Ermenistan ve öte yandan da Türkiye ile İran arasında adaletin ve halkların kendi kaderini belirleme hakkının gerektirdiği doğru sınırları belirleme olanağı vereceği umudundadır. Sovyet Hükümeti ilgili tarafların çağrısı üzerine aracılık görevlerini üstlenmeye her an hazırdır.”
Sovyet kaynaklarına göre yukarıdaki mektuba Atatürk’ün verdiği yanıt hakkındaki Abdula Mardanoviç Şamsuydinov, şunları yazmaktadır:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ni hukuken tanıdığına ilişkin Sovyet Hükümeti mektubunun Türkiye’de büyük sevinçle karşılanması bir rastlantı değildir. Mustafa Kemal, Dışişleri Halk Komiserliğine verdiği yanıtta şunları yazıyordu: “…Sizce, sadece kendi zincirlerini kırmakla yetinmeyip iki yıldan fazla süredir bütün dünyanın kurtarılması uğrunda eşi görülmemiş bir mücadele yürüten ve ezginin dünya yüzünden sonsuza dek silinmesi için duyulmamış acılara seve seve katlanan Rus halkına, Türk halkının hayranlık duyduğunu bildirmekten çok büyük mutluluk duyuyorum. Bir yandan Batı emekçilerinin, öte yandan köle Asya ve Afrika halklarını, uluslararası sermayenin, efendilerinin en yüksek kazancı elde etmesi amacıyla birbirlerini yok etmeleri ve köleleştirmeleri için onları kullandığını anladıkları ve sömürge politikasının bir suç olduğu bilincinin dünya emekçi kitlelerinin kafasına yerleştiği gün, burjuvazinin egemenliğinin sona ereceğine ilişkin inancımın bütün yurttaşlarım tarafından da paylaşıldığına eminim.”
Abdula Mardanoviç Şamsuydinov, Atatürk’ün Sovyet yöneticileriyle mektuplaşması ile ilgili bölümü son buluyor, daha sonra Türkiye’den gönderilen Türk delegasyonun Moskova’da yapmış olduğu değinmelere yer veriyor.
Mustafa Kemal’in Lenin’e MEKTUBU (26 Nisan 1920 ): Mustafa Kemal’in Türkiye Büyü Millet Meclisi Hükümeti döneminde ve “Meclis Reisi” sıfatı ile çektiği ilk telgrafın metni Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivindedir. Oradan, Lenin’in adı anılmadan “Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannamelerine aktarılmıştır. Bu telgrafın metni de şudur:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Moskova Hükümeti’ne (Lenin’e) Birinci Teklifnamesidir;
26 Nisan 1920
Yüksek hürmetlerimin ve samimi duygularımın kabulünü rica eyleriz.
T.B.M.M. Reisi Mustafa Kemal
Lenin’e yazılan Atatürk’ün mektubunun kaynaklarımızdaki aslı budur(!). Buna karşılık, Sovyet kaynaklarınca yayımlanan aynı tarihli mektup metni daha değişiktir. Her iki mektup arasındaki çelişkiye ilk kez Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat değinmiştir.
Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat ‘ın mektup üzerine yaptığı incelemesini aynen aşağıya alıyorum:
Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat ‘ın 26 Nisan 1920 tarihli mektup üzerindeki incelemeleri:
…”Sovyet yazarları ve onları takiben bazı kişiler Kurtuluş Savaşı başlarında Mustafa Kemal Paşa ile Lenin arasında çok yakın dostluk münasebetleri kurulduğu ve hususta mektupların “Mustafa Kemal’den Lenin’e yazıldığını iddia (!) ederler.
Sovyet yazarları ve tarihçiler tarafından ikide bir Sovyet-Türk dostluğunu teyit maksadıyla bu mektuplardan iktibaslar yapılmaktadır. Mustafa Kemal’den Lenin’e gönderildiği söylenen ilk mektubun 26 Nisan 1920 tarihli olduğu iddia edilmiştir. Mustafa Kemal bu mektubu ile Lenin’den Kurtuluş Savaşı’na yardımda bulunmasını istemiş imiş (!).
Sovyet Tarihçilerine göre, böyle bir mektup Moskova’da Devlet Arşivinde muhafaza edilmektedir ve şu numara ile kayıtlıdır: -“AVP SSSR, f. 132, op. 3, No.2, d. 1, list 10”- (Bakınız: A. Moiseev, Kistorii Sovetskouretskich otnoşeniy Sovyet-Türk münasebetlerine dair. Moskova 1958, s. 97; S. İ. Kuznetsova, Ustanovleniye sovetsko-turetskich otnoşeniy-Sovyet-Türk münasebetlerinin kurulması. Moskova 1961, ss. 14-15)
Sovyetlerin Türkiye sahasında en başta gelen tarihçi Profesör A. Fi. Miller (VII. Tarih Kurumu Kongresi’ne de katılmıştır) 1948’de neşrettiği Yeni Türkiye Tarihi adlı kitabının 96. sayfasında bu münasebetle şunları yazmıştır: …“Mustafa Kemal 26 Nisan 1926 tarihinde V.İ. Lenin’e Moskova’ya bir mektup göndererek diplomatik münasebetlerin kurulmasını ve ihtilalci Türkiye’ye emperyalizme karşı mücadelesinde yardımda bulunmasını rica etti.”
Bu suretle Türkiye tarihi üzerindeki Sovyet mütehassısları böyle bir mektubun mevcudiyetini kabul etmiş oluyorlar.
26 Nisan Tarihli Mektup üzerine:
Mustafa Kemal’den veya “Sovyet-Türk Dostluğu”ndan bahsedilince, Sovyet tarih ve diplomatik literatüründe, resmi karşılamalarda “nutuklar çekilirken” –ikide bir,-Mustafa Kemal’in Lenin’e gönderdiği bu 26 Nisan 1920 tarihli mektubundan bahsedilmekte ise de, Sovyetler bu mektubun fotokopisini bir türlü neşretmemişlerdir(!). Hâlbuki ehemmiyeti daha az olan ve Ankara Hükümeti’nin Ukrayna ile akdettiği “Dostluk Antlaşması” nı teati etmek üzere Charkov’a gönderilen Sıhhiye Vekili Dr. Rıza Nur Bey, Lenin’e bir mektup götürmek üzere Moskova’ya da gitmişti.
10 Nisan 1922 tarihli bu Fransızca mektup Mustafa Kemal’in karakteristik Fransızca imzasını taşımaktadır. (Moustapha Kemal). “Au Camarade Lenine” diye adresi yazılı bu mektupta, “Her iki memleketin (yani Türkiye ile Sovyetlerin) emperyalist ve kapitalist devletler blokuna karşı mücadelede sağlam bir blok yapılması her zamandan daha lüzumlu olduğu” yazılmıştı. Bu sözlerle Türkiye’nin de “Emperyalist ve kapitalistlere karşı” savaştığı belirtilmişti.
Hâlbuki “kapitalist” sözü; “sadece bir kelime oyunu(!)” idi, zira Ankara Hükümeti’nin hâkim olduğu sahada “kapitalist nizam” tatbik edilmekte ve Mustafa Kemal kendisi de sonraları “kapitalistlerden” biri olmuştu.
Dr. Rıza Nur Bey tarafından Lenin’e ulaştırılan 10 Nisan 1922 tarihli mektubun fotokopisi neşredilmişti: “Sovyet Şarkiyat Dergisi” (Sovteskoye Vostokovedeniye, Moskova 1958, s.116.) Bu mektubun hakikatten “sanih” (authentigue) olduğu görülüyor; hem muhteviyatı hem de Mustafa Kemal’in Fransızca imzası bunu göstermektedir.
Hâlbuki Mustafa Kemal’e atfedilen ve (Lenin’e gönderildiği iddia edilen) 26 Nisan 1920 tarihli mektup, bu sahada tetkikat yapanlarda da baştan şüphe(!) uyandırmıştı. Çünkü bu mektupta Mustafa Kemal’in kaleminden çıkması mümkün olmayan maddeler vardır. Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçerin’in imzası ve 3 Haziran 1920 tarihli cevabı mektupta, Mustafa Kemal’e atfedilen “mektup”ta nakledilen “prensip”lerin, Misak-ı Milli” ile telif edilmesi imkânsızdır(!).
Çiçerin’in bu “cevabi mektubu” nun orjinali Ankara’da Dışişleri Bakanlığı Arşivinde muhafaza edildiği gibi (Fransızca), Haziran (1920) başlarında Trabzon, Erzurum ve Kastamonu’da (ve diğer yerlerde) yayınlanan gazetelerde de bunun Türkçe metni basılmıştır. Sovyet Dışişleri Bakanlığında çıkarılan “Sovyetler Birliği’nin dış siyasetine ait vesikalar” külliyatında Çiçerin’in bu mektubu Rusça olarak basılmıştır. (Moskova, 1958, cilt II., ss. 554-55).
Misak-ı Milliye Aykırı (!): Mustafa Kemal’in Reisi bulunduğu Büyük Millet Meclisi Hükümeti, güya(!) Lenin’e, yeni Türkiye’yi kurarken, şu esasları kabul ettiğini bildirmiş imiş(!);
5 ve 6. Maddeler, azınlıklar ve Boğazlara aitti.
İşte u mektuptaki 4. Maddenin Mustafa Kemal’in kaleminden çıkması imkânsızdır(!). “Misak-ı Milli” varken –Ermenistan, Lazistan ve Kürdistan’ın ve Doğu Trakya’nın– “kendi mukadderatını kendisinin tayini” prensibi hiçbir veçhile kabul edilemezdi, çünkü buraları tamamıyla bir Türk ülkesi idi.
Şu halde, Mustafa Kemal’in Lenin’e yazdığı iddia edilen 26 Nisan 1920 tarihli “mektubun” aslı esası yoktur(!).
Nitekim Profesör Hikmet Bayur da bu meseleyi incelemiş ve aynı neticeye varmıştır(!). (Bakınız: Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan Barış Antlaşmalarımız II.Belleten” Cilt XXX, 1966 Ocak, No. 117, s. 134-135).
Hâlbuki Sovyet yazarları hâlâ böyle bir mektubun mevcudiyetinden bahsederler ve bunu -Türk-Sovyet dostluğu- babında adeta “propaganda” yaparcasına kullanmak isterler. Hakikatin ise bir günün birinde meydana çıkacağı muhakkaktı. Nitekim öyle oldu da (!).
Tarih Kurumunun 7. Kongresi ve Profesör Miller: bu defa Türk Tarih Kurumu’nun VII. Kongresi’ne katılan Sovyet Heyeti Başkanı Profesör A. F. Miller, “Atatürk’ün Eserleri Sovyetler Birliğinde” adlı (gayet kısa ve umumi) tebliğini okuduktan sonra (28 Eylül 1970 tarih, seksiyon IV-V, 105 numaralı dershane) açılan konuşmalar sırasında Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat, Prof. Miller’e 26 Nisan 1920 tarihli mektubun mahiyetini sordu ve bunun Mustafa Kemal tarafından yazılamayacağını (!) belirtti.
Bunun üzerine orada bulunan Hikmet Bayur söz aldı ve bu mektubun hiçbir veçhile ile Mustafa Kemal tarafından gönderilmediğini (!) ikna edici bir tarzda anlatınca, Sovyet tarihçisi Miller de; Moskova’da hakikatten Mustafa Kemal imzasını taşıyan 26 Nisan 1920 tarihli böyle bir mektubun bulunmadığını itiraf etmek mecburiyetinde kaldı.(!)
Kongrede hazır bulunan ve aralarında Ankara Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi tarih profesörleri de olan dinleyiciler Sovyet tarihçisinin bu itirafını duydular. Bu suretle Sovyet yazarları ve siyaset adamları tarafından 50 yıldan beri kullanılan bu mektubun, aslında mevcut olmadığı(!) açıkça belirtilmiş oldu.
Gazeteci-yazar Hüseyin Sadettin, ya da bilinen adıyla Sadi Borak, eseri “Atatürk’ün Mektupları” sayfa 203’den 213’e kadar Atatürk’le Sovyet Yöneticileri Arasındaki Yazışmaların Metinlerine yer vermiştir. Bu metinlerden ilki 20 Haziran 1920 tarihli olup, T.B.M.M. Reisi Mustafa Kemal tarafından Rusya Sovyet Cumhuriyeti Umur-i Hariciye Ahali Komiseri Efendiye yazılmıştır:
“TÜRK ULUSU EMPERYALİZME ARACI OLMAYACAKTIR”
“…20 Haziran 1920
Rusya Sovyet Cumhuriyeti Umur-ı Hariciye Ahali Komiserliğinin 3 Haziran 1920 tarihi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Riyasetine hitaben gönderdiği mektubun mealini memnuniyetle öğrendik. Cevaplarımızı aşağıda arz ile şeref duyarız:
Umur-i Hariciye Komiser Efendi,
İçtenlikle açıkladığımız yukarıdaki beyanatımızla Sovyet Cumhuriyeti’yle kuracağımız ilişkilerde iki tarafın tam bir güven içinde bulunmasına ne kadar önem verdiğimiz arz edebildiğimi ümit eder ve içinde bulunduğumuz milli mücadelelere gösterilen iyilikcil ilişkinin Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türk Milletince heyecan ve sevinçle şeref duyarım.
Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal”
Not: 2007 yılında Prof. Dr. Mehmet Kaplan Sosyal Bilimler Lisesi Yılın Gazetecisi Ödülü sahibi gazeteci yazar Taha Akyol göre, Misak-ı Milli: …”Milli Mücadele tarihimizin ve bugünkü varlığımızın en önemli temellerinden biri olan Misak-ı Milli metninin kimin kaleminden çıktığı belli değildir. Atatürk Nutuk’ta “Misak-ı Milli adı verilen programın ilk müsveddeleri bir fikir vermek üzere kaleme alındı, İstanbul Meclisi’nde de bu ilkeler gerçekten toplu bir şekilde yazılmıştır ve tespit olunmuştur,” diyerek edilgen cümlelerle anlatılır, isim veya komisyondan bahsetmez. Esasları Sivas Kongresi’nde oluşan Misak-ı Milli’nin “ilk müsveddelerinin Ankara’da hazırlandığı ve Hüsrev Gerede tarafından İstanbul’a götürülüp Rauf (Orbay) Bey’e verildiği biliniyor. Rauf Orbay, Hüsrev Gerede, Mazhar Müfit, Yusuf Kemal (Tengişerek) gibi isimlerin anlattıklarını birleştirdiğimizde, Mustafa Kemal’in Ankara’dan gönderdiği “bir fikir vermek üzere kaleme alınmış ilk müsveddeler ’in ve Mebussan Meclisi’nde birbirine benzeyen çeşitli taslakların bir komisyonda birleştiği anlaşılıyor” denmektedir.
(Bakınız: https://www.sechaber.com.tr/author/ismeterarpat/
28 Ocak 1920 – Mısak-ı Milli’nin Kabulü https://www.sechaber.com.tr/28-ocak-1920-misak-i-millinin-kabulu/