Atatürk’ün öz babası Ali Rıza Efendi 1839 yılında doğmuştu. Ali Rıza Efendi, saçının ve sakalının renginden kinaye, Kırmızı Hafız Ahmet Efendi adında bir ilkokul öğretmeninin çocuğuydu ve Selanik’in Çınarlı mahallesinde oturuyorlardı. Aile Selanik’e Manastır ilinin Debreibalâ sancağına bağlı Kocacık bucağından gelmişti…
Ali Rıza Efendi’nin doğum yeri olan Kocacık Bucağı halkı da Anadolu’dan gitme ve tamamıyla Türk, Müslüman Oğuzların Türkmen boyundandırlar. Türkçe konuşurlar, Türklüğün karakter ve geleneklerini titizlikle korurlardı. Murat Hüdavendigar’la Fatih Sultan Mehmet arasındaki dönemde Söke ve Aydın taraflarından önce Mora’ya sonra da Kocacık’a getirilip yerleştirilmişlerdi. Bazı fetihnamelerde adları “Sınır gazileri” diye de geçmektedir.
Ali Rıza Efendi 32 yaşlarında iken 1871 yılında henüz 14 yaşında olan 1857 doğumlu Zübeyde Hanım’la evlendi. Ailenin, Atatürk’ün doğumundan evvel Fatma, Ahmet ve Ömer adlı üç çocukları dünyaya gelmişse de bunlar hastalık nedeniyle ölmüşlerdi. Atatürk’ün en küçük kardeşi Naciye de genç kız iken ölmüştü. Bu surette ailenin Mustafa ve Makbule olmak üzere iki çocukları hayatta kaldı. Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi; 1888 yılında 49 yaşında, annesi Zübeyde Hanım 66 yıllık bir ömür sürerek 1923 yılında İzmir’de vefat etmişlerdi.
Prof. Dr. Utkan Kocatürk, doğumundan, bedenen aramızdan ayrılışına kadar “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” adıyla hazırlamış olduğu eserde, Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin ölüm tarihini 1888 olarak vermiştir. Ancak, Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin ölüm tarihi konusunda zaman zaman tartışmalar yaşanmış hatta bir dönem iki bakanlık anlaşmazlığa düşmüştür;
…”Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Daire Başkanlığı tarafından 4 Haziran 1987 gün ve 2972 sayılı yazıyla İlkokul 3’ncü sınıflara kaynak ve başvuru kitabı olarak tavsiye edilen Hayat Bilgisi kitabında “Ali Rıza Efendi 1893 yılı Kasım ayında öldü” ifadesi yer alırken;
…”Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları arasında yer alan “Türk Büyükleri” adlı kitapta; …”1871’de Zübeyde Hanım ile evlenen Ali Rıza Efendi’nin henüz 50 yaşlarında iken 1888 yılında ölmesi üzerine 7-8 yaşlarında yetim kalan küçük Mustafa’nın büyütülmesi ve yetiştirilmesi büyük Türk kadını Zübeyde Hanım’a düştü” şeklinde bir ifade bulunmaktadır.
Hemen belirtelim ki, Koza Yayınevi tarafından basılan, Mengüç Kırbaş – Zeki Sırmatel tarafından yazılan 3. Sınıf Hayat Bilgisi kitabında Ali Rıza Efendi’nin ölüm tarihine ilişkin olarak güvenilir kaynakların olduğu vurgulanmış; yapılan açıklamada şu görüşlere yer verilmiştir:
…“Meydan Larousse Ansiklopedisi I. Cilt, 233. sayfasında, …”Ali Rıza Efendi, 28 Kasım 1893 yılında Selanik dolaylarında Çayağzı mevkiinde gümrük memuru iken vefat etti” denilmektedir;
…”Atatürk Ansiklopedisi I. Cilt, 31. Sayfasında, …”Ali Rıza Efendi, 1893 yılında öldü” denilmektedir;
…”Ali Fuat Cebesoy’un, ‘Sınıf Arkadaşım Atatürk” adlı kitabın 5. Sayfasında “Ali Rıza Efendi 1893 yılı Kasım ayının ikinci yarısında vefat etti” ifadesi bulunmaktadır.”
Atatürk’ün hayat hikâyesini bizzat kendisinden defalarca dinlediğini belirten Ali Fuat Cebesoy hatıralarında:
“…Ali Rıza Efendi, 1893 yılı Kasım ayının ikinci yarısında vefat etti. Aile geçim derdine düştü. Zübeyde Hanım, oğlu ile kızı Makbule’yi alarak ağabeyi Hüseyin Ağa’nın kâhyalık yaptığı Langaza’daki çiftliğe gitti. Diğer kızı Naciye’nin o tarihlerde hayatta olup olmadığını bilmiyorum. Mustafa Kemal, bu olaydan bize şöyle bahsetmişti:
-…”Babamın vefatı, bizi ayakta tutan kuvvetli bir desteğin yıkılması gibi bir şey oldu. Adeta kendimi yalnız hissettim. Dayım bize çok iyi davrandı. Acımızı unutturabilmek için gayret gösterdi. Allah razı olsun. Çiftlik hayatına karıştım. Tarla bekçiliği yaptığım da oldu. Makbule ile beraber bakla tarlasının ortasındaki bir kulübede oturduğumuzu ve kargaları kovalamakla uğraştığımızı hiç unutmam. Dayım Hüseyin Ağa bu gibi vazifeleri sırf biz meşgul olalım diye buluyordu.” (“Sınıf Arkadaşım Atatürk – 1”, Ali Fuat Cebesoy, Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Ekim 1997, Sf.13-14)
Enver Behnan Şapolyo : “…Atatürk henüz yedi yaşındayken sevgili babasını kaybetmişti. Bu ölüm O’nun ruhunda büyük bir acı bırakmıştı… Zübeyde Hanım, kendisine bağlanan maaş az olduğundan Mustafa ile Makbule’yi üvey kardeşi Hüseyin Ağa’nın Çalı Çiftliğine götürmüştü. Atatürk, bu çiftlik hakkında şunları anlatmıştır:
-…”Babam vefat etmişti. Annemle beraber dayımın yanına yerleştik. Dayım köy hayatı yaşıyordu. Ben de hayata karıştım. Bana vazifeler veriyor, en de bunları yapıyordum. Başlıca vazifem tarla bekçiliğiydi. Kardeşimle beraber bakla tarlasının ortasındaki bir kulübede oturduğumuzu ve kargaları kovmakla uğraştığımızı hiç unutamam. Çiftlik hayatının diğer işlerine de karışıyordum. Böylece biraz vakit geçince annem mektepsiz kaldığım için endişe etmeğe başladı. Nihayet Selanik’te bulunan teyzemin evine gitmeye ve mektebe devam etmeye karar verildi.”
Atatürk’ün dayısı Hüseyin Ağa yiğit ve cesur bir adamdı. Dayısı Mustafa’ya silah atmayı talim ettirirdi. O’nun cesaretini arttırmak için, “Mustafa! Git, ağacın altında tabancam kaldı. Onu al, bana getir!” derdi. Gece yarısı küçük Mustafa bu ağacın dibine giderek, tabancayı getirirdi. Atatürk bu hatıralarını arkadaşlarına anlatırken:
-…”İlk defasında korktum. Her taraf zifiri karanlıktı. Koca çiftliğin ağaçları arasında yalnız başıma gidip tabancayı almak bana güç gelmişti. Fakat sonraları alıştım. Dayımın maksadı bana cesaret vermekti,(*)” derdi. (Not: Hüseyin Ağa, Selanik eşrafından Süleyman Bey’in çiftliğinde Subaşılık (Kâhyalık) yapmıştır. Bakınız: Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1990, Sf:8)
Atatürk’ün Selânik’ten mahalle ve çocukluk arkadaşı, sonraları Ankara Belediye Başkanı ve Bilecik Milletvekili olan mühendis Asaf İlbay, Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’ye ait şu anısında:
…”Mustafa Kemal’in babasını biz akranlar tabii tanımıyoruz. Yalnız Meşrutiyetin ilan edildiği 23 Temmuz 1908 gecesi yapılan benim evlenme törenimde arkadaşım Mustafa Kemal’de bulunmuştu. O gece Ali Rıza Efendi’nin yakın arkadaşı amcam Üzeyr Bey, ”Ali Rıza Efendi’nin kumral, mavi gözlü, uzun boylu olduğunu Mustafa Kemal’e çok benzediğini, mert, vefalı ve iyi kalpli bir arkadaş olduğunu” anlatmıştı. Küçük yaşta kaybettiği babası hakkında bu dinledikleri Mustafa Kemal’i çok duygulandırmış, hatta cep defterini çıkarıp, amcamın bu sözlerini, belki de o sıradaki duygularını not etmişti.” Demiştir.
Atatürk’ün sonraki yıllara ait bir notundan anlaşıldığına göre babası Ali Rıza Efendi, günümüzde Selanik’te Egnatia Caddesi’nin üzerinde Portakapı Mahallesi’nde bulunan ve 1590’da Sinan Paşa tarafından Hortaçlı Süleyman Efendi adına Camiye çevrilen Selanik Hortacı Camisi hazinesine gömülmüştür.
Atatürk’ün direktifleriyle 12 Nisan 1931 günü kurulan “Türk Tarih Tetkik Cemiyeti” daha sonra “Türk Tarih Kurumu” adını almıştır (1935). Atatürk, hayatının son dönemlerine kadar Kurumun çalışmalarıyla yakından ilgilenmiş, birçok defa çalışma planını kendisi tespit etmiş, birçok toplantıya bizzat katılmış ve 1937’de adını verdikleri “Belleten” yayın hayatına başlamıştır.
Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan “Belleten” isimli derginin 1939’daki Nisan sayısı fevkalade sayı olarak Atatürk’ün aziz hatırasına ithaf olunmuş, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün başyazıları da derginin bu sayısını süslemiştir. Kurumun Asbaşkanı İhsan Sungu Bey’inde çok değerli uzun bir incelemesi yayımlanmıştır:
…”Ebedi Şef’in babası merhum Ali (Rıza) Efendi hakkında şimdiye kadar yayınlanan neşredilen malumat, Atatürk’ün hayatının muhtelif sahaları hakkında Vakit gazetesi muharriri Bay Ahmet Emin Yalman’a bizzat anlattıkları hatıralarda pederleri hakkında söylediklerinden ibarettir. Vakit gazetesinin 10 İkincikânun 1922 tarihli ve 1458 sayılı nüshasında çıkan bu hatıralarda Ebedi Şef:
-…”Çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey, mektebe gitmek meselesine aittir. Bundan dolayı anamla babam arasında şiddetli bir mücadele vardı. Annem, ilahilerle mektebe başlamamı ve mahalle mektebine gitmemi istiyordu. Rüsumatta memur olan babam, o zaman yeni açılan Şemsi Efendi’nin mektebine devam etmeme ve yeni usul üzerine okumama taraftardı. Nihayet Babam işi mahirane bir surette halletti: Evvelâ merasimi mutad ile mahalle mektebine başladım. Bu suretle annemin gönlü yapılmış oldu. Birkaç gün sonra da mahalle mektebinden çıktım. Şemsi Efendi mektebine kaydedildim. Az zaman sonra babam vefat etti.”
Derginin bu sayısında Atatürk’ün babası Ali (Rıza) Efendi’nin arkadaşı Hasip Bey ile 1876 yılında çektirdikleri bir fotoğraftan alınan boy resmi de yayımlanmıştır:
Atatürk’ün babası Ali (Rıza) Efendi’nin bu fotoğrafı, Reisülküttap Hacı Mahmut Efendi’nin oğlu merhum Hasip Bey’in Ankara Cebeci’de ikamet eden gelini Bayan Şahnaz’ın evinde bulunmuştur.
Hasip Bey hakkında bilinenler sınırlıdır. Ancak, Atatürk’ün ailesi gibi Selanik’ten İstanbul’a göç etmek zorunda kalan Hasip Bey’in kızı Hatice Hanım’ın verdiği bilgilerden öğrenilen şudur: Hasip Bey, aslen İstanbul’un Fatih semtinde dünyaya gelmiştir. Ancak 20 yaşında iken Selânik’teki Kalyan Çiftliği’nin sahibi olmak münasebeti ile Selânik’e giderek 1293 sıralarında Selanik’te Islahhane Caddesi’nde Zindan Tekkesi Sokağında Hurmalı Mektep karşısında büyük bir evde oturmuştur. Ali (Rıza) Efendi’nin komşusu ve ahbabıdır.
“Belleten” isimli derginin 1939’daki Nisan sayısında yayımlan Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin bu fotoğrafı Çankırı milletvekili merhum Mustafa Önsay tarafından, Ankara milletvekili Sayın Falih Rıfkı Atay vasıtasıyla 1935’te Atatürk’e takdim edilmiştir.
(Görsel: “ATATÜRK”, Türk Silahlı Kuvetlerinin Ata’sına 100. Yıl Anısı Sf:9’da bulunmaktadır.)Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanımefendi, daha önce babası Ali (Rıza) Efendi’nin arkadaşı Hasip Bey ile 1876 yılında çektirdikleri bir fotoğraftan alınan boy resmi için: …”Mustafa doğduğu zaman bu kılıcı babası O’nun beşiğinin başucuna asarak kılıca saygısını göstermişti. Bu kılıç evde Mustafa’nın oynadığı silahlar arasındaydı.” demiştir.
Mustafa Önsay, Atatürk’ün babası Ali (Rıza) Efendi’nin bu fotoğrafını, dönemin vaktiyle Selânik’te merhum Ali (Rıza) Efendiyi şahsen tanımış olanlardan hayatta bulunan birkaç kişiye göstererek bu hususta onların hatıra ve görüşlerine müracaat etmiştir. Onların bu görüşlerini yazı ile tespit etmiş, sonra kendilerine imzalatmış ve kısmen de mühürlettikten sonra vesikayı Ankara milletvekili Sayın Falih Rıfkı Atay vasıtasıyla Atatürk’e takdim etmiştir.
Ancak, Sayın Atay, Çankaya adlı eserinde:
…”Şark’da büyümüş kimselere çok defa hanedanımsı bir kütük uydurmak isteyenler ortaya çıkar. Mustafa Kemal kendisinden öncesine pek meraklı değildi. Gerçi 1876’da, ilk Kanun-i Esasi’nin ilan edildiği güne rastlayan 23 Aralık’ta Selânik’te kurulmuş Asâkir-i Milliye Taburu’ndaki gönüllü subaylardan biri babası olarak öne sürülmüştür. Resmi ötekilerden ayrılarak büyütülmüştür. İstanbul hürriyetçilerine yardım etmek için toplanan bir milli kuruluşta babasının da bulunmuş olması Mustafa Kemal’in hoşuna gidecek bir şeydi, ama inanmış mıdır? Sanmıyorum. Hatta bir gün alaycı bir dille:
—“Bu bizim peder değildir.” dediği kulağıma gelir,” şeklinde yazmıştır.
Atatürk’ün kurucusu olduğu Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan “Belleten” isimli derginin 1939’daki Nisan sayısında ayrıca şu bilgiler verilmiştir: ”Atatürk’ün Pederleri Ali (Rıza) Efendi’nin 1876’da Selanik’te teşekkül eden Selanik Asakiri Milliye Taburu Subayı kıyafeti ile bir fotoğraf bulunması, Ali (Rıza) Efendi’nin hayatının bir safhasının aydınlatılmasına imkân verdi. Ali (Rıza) Efendi merhumun, “Belleten”imizin bu sayısında neşrettiğimiz resmini tanımış olanlar, bu resmin Ali (Rıza) Efendi’nin resmi olduğunu ve Ali (Rıza) Efendi’nin Selanik Asakiri Milliye Taburu’nda subay olarak bulunduğunu teyit etmişlerdir. Ezcümle:
Keresteci Bay Abdüş: …”Gördüğüm bu resim, merhum Ali Efendi’nin kendisidir. Bizim dükkan komşusu idi. Evine giderdim. Hatta evini yaptırırken yapıya çıkıp zokzokları (arap oyunları) seyrederdik. Odur. Ne iyi ve akıllı bir adamdı.”
1280 doğumlu, Akçe Mescit Mahallesinden Marangoz Bay Osman: …”Kereste tüccarından Ali (Rıza) Efendi merhumu çok iyi bilirim. Gördüğüm resim kendisidir.”
1290 tarihinde Selanik’te doğan ve Islahhane mahallesinde oturan Mehmet Efendi’nin sözleri: …”Kereste tüccarından Ali Efendi merhumu ıslahhane mahallesinde ev yaptırırken çok gördüm o vakit biraz sakalı vardı. Gençliğini hatırlamıyorum. Fakat gördüğüm bu resim ağzından itibaren alnına kadar kendisidir.”
Horhorsu Mahallesinden Subaşı İbrahim Efendi’nin oğlu 67 yaşındaki Kabadayı Abdullah resmi görünce: …” Tanıdım. Kereste tüccarı Ali Efendi merhumdur. Babam ile çok görüşürdü. Kahvehanede birleşirlerdi. Daima görürdü. Bazen hayvanla Lapra Çiftliğine giderdi. İnce ve güzel bir adamdı. Bu resim O’nun kendisidir.”
İpekçi Bay İsmail’de: …”Gördüğüm bu resim sahibini tanıdım. Fakat ismini hatırlayamıyorum. Milliye taburunda zabit idi. Orhaniye gemisinde beraber yanımda bulunurdu. Aynen gözüm önündedir. Bize talim ettiren bu adam idi.”
Selânik Mektubi Kalemi kâtipliğinde bulunmuş olan Hamamcı Bay Mehmet: …”Kereste tüccarından Ali (Rıza) Efendi merhum ile Abdi Hafız’ın Mektebi’nde beraber okuduk. O tarihten sonra ayrıldık. Ali (Rıza) Efendi, bir aralık Katerin’de bulundu. 1293’te ben Asakir’i Milliye Taburunda onbaşı idim. Orhaniye zırhlısı ile İstanbul’a gittik. O zaman askerlik etmiş olanları ve yüksek vazifelerde bulunanları zabit yapmışlardı. Mektupçu Mustafa Rükneddin Bey, taburumuzda kolağası idi. Ali Efendi’nin bu taburda ne rütbede bulunduğunu hatırlamıyorum. Yalnız kendisi Islahhanede Emir Bostanı’nda ve Numan Paşa Camisi avlusunda Asakir Milliye ye askeri talimler yaptırmakta idi.” Demiştir. (Bakınız: Eğitimci, Yazar İhsan Sungu, 1939’da yayımlanan “Atatürk’ün Babası Ali Rıza Efendi ve Mensup Olduğu Asâkir-i Milliye Taburu”)
Sonuç olarak, Atatürk’ün öz babası Ali Rıza Efendi’nin her ne kadar tartışmalı ölüm tarihi veya bahsi geçen fotoğrafındaki söylemleri araştırıp okumuş olsak da, Atatürk’ün babası bellidir ve bir Türk olan Ali Rıza Efendi Atatürk’ün babasıdır. “Babası belli olmayan bir kişi ulusun Atası olamaz” düşüncesine sahip ve bu düşünceyi beyinlere yerleştirmek çabasında gerçekleri saptırarak yaymaya çalışan kalemşörler için bugün de buradaydım.
BABALAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN.