Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder ATATÜRK bu fotoğrafı eşi Latife Hanıma vermişti. Fotoğrafın sol üst köşesinde eski yazıyla “LATİF’E GAZİ MUSTAFA KEMAL” yazıyor ve altta imza “GAZİ M. KEMAL.” Latife Hanımın kızkardeşi Vecihe İLMEN ‘de bulunan ATATÜRK ‘e ait bu fotoğraf ilk kez yayınlanıyordu isim babası olduğu gazetede. Bir de “ATATÜRK’ÜN ÖZEL YAŞAMI” hakkında içinde belkide ilk defa okuyacağımız ayrıntılarla dolu bir de röportaj.
—“Yalçın PEKŞEN :
ATATÜRK ‘ün özel yaşamı konusundaki ayrıntılar çok az bilir. Bunun başlıca nedeni tek eşi Latife Hanım’ın karşılıklı verilen bir sözden dolayı hiç konuşmadan ve yazdığı anılarını yok ettikten sonra vefat etmesidir. ATATÜRK ve Latife Hanım iki yıl, beş ay, beş gün evli kaldılar. Bu sürenin büyük bir bölümünde yanlarında bulunan Latife Hanım’ın kız kardeşi Vecihe İLMEN, ATATÜRK ‘ün evliliği, günlük yaşamı, boşanması, özel merakları, duygu ve düşünceleri konusunda ilk kez, konuşmaya razı oldu. Aşağıda Vecihe İLMEN ‘le yaptığımız konuşmayı sunuyoruz.
—“Sayın Vecihe İLMEN, ATATÜRK ‘le ilk karşılaşmanızı anlatır mısınız efendim?
—“Bundan evvel müsaade ederseniz, iş o noktalara nasıl geldi onu izah edeyim;
Babam UŞAKİZADE Muammer Bey, İzmir’de 1922’de İzmir istirdadını müteakip Aileyi toplayıp Fransa’ya götürüyor. Bunun da nedeni, dedem Sadık Bey’den beri ailemizin İzmir eşrafından oluşudur. İşgal kuvvetleri babamı tazyik ediyorlardı. Teşriki mesaiye zorlayarak babamın etkisinden faydalanmayı düşünüyorlardı.
Bu sırada bir kardeşim çok rahatsızdı ve İsviçre’de tedavisi yapılıyordu. Doktorlar kendisine deniz havası vermişler. Babam Yunanlılarla teşriki mesai yapmamak için bizi topluyor ve Marsilya’ya götürüyor önce. Sonra deniz kıyısında olduğu için İspanyol hududunda Biarritz’e yerleştiriyor.
Latife, benden “8” yaş büyüktü. 1900 doğumlu olduğuna göre “22” yaşındaydı ve Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde Siyasal Bilgiler ve Hukuk okuyordu, ben de liseye gidiyordum. 9 Eylül’de ATATÜRK İzmir’e girince ve düşman denize dökülünce, Babam bu sefer “Ne var ne yok toplayın, vatana dönüyoruz” dedi. Kalktık döndük.
İzmir yangını olup bitmiş. 9 Eylül de yaktılar biliyorsunuz. Biz 14 Ekim’de yurda döndük…”
Görselde: Latife Hanım, kardeşi Vecihe ve Rukiye Hanımlar. Koltukta oturan ATATÜRK ‘ün kayınvalidesi Adviye hanım.
—“ATATÜRK ‘le tanışmanız ne zaman oldu efendim?
—“Kasım 1922’de sanıyorum… Kasım’ın ortalarında…”
—“Nasıl oldu bu tanışma?
—“Onun da hikâyesi uzundur. ATATÜRK İzmir’e girince, Başkumandanlık Karargâhı olarak kullanacağı bir yer aramış… Buca’da saray gibi bir İngiliz’in evini göstermişler. Her tarafta geyik kafaları falan…
-…“BEN BURADA OTURAMAM!..” demiş…
Kordon’da bir ev göstermişler… Bu ev şimdi müze oldu. Orası da biraz kokar… Beğenmemiş…
O sırada İzmir Belediye Reisi olan zat, benim dedemin kâtibi Halim Efendi’ye telefon etmiş:
—“Sizin Köşk’e gidebilir miyiz?” diye…
Tabii babama bile sormadan “Baş üstüne” demişler…
ATATÜRK ‘de:
-…“HEMEN ŞİMDİ GİDELİM” demiş, yani evdekilerin haberi olmadan ATATÜRK Kordon’dan kalkıp Göztepe’ye, bizim eve geliyor. Yanında rahmetli Cevat Abbas, yaveri Resuhi Bey ve Salih BOZOK var. Evde de hiç kimse yok. Yalnız uşaklar, bir de dadım…”
—“Nereye gitmiş evdekiler? Mesela Latife Hanım nerede?
—“Herkesin işi var. Latife Hanımefendi de bir adağı var onu adamaya gitmiş. Bu da enteresandır. Biz Fransa’ya gitmeden önce, Latife, rahmetli Ali Rıza Bey’e bir mektup yazıyor.
Mektup mealen şöyle:
—“ BURALARI DÜŞMAN İŞGAL ETTİ AMA MUSTAFA KEMAL ŞÖYLE YAPACAK, MEMLEKETİ KURTARACAK, KURTULACAĞIZ” gibi.
Bu mektup Yunanlıların eline geçiyor. Latife’yi tevkif edip, yine bizim evin içinde efsun askerleri tarafından gözaltına aldılar.
Latife de, “Biz düşmandan kurtulursak adak yapacağım, askerlere hediyeler vereceğim” demiş.
İşte, lokum, sigara, şeker falan götürüyor adak olarak. Bu sırada da ATATÜRK eve geliyor. Bizim ev Göztepe’de bütün İzmir Körfezine hâkimdir. Çok güzel bir ev.
ATATÜRK evi geziyor, odaları beğeniyor.
Hatta hangi odada yatacağını, nerede çalışacağını falan bile söylüyor ve:
-…“BEN BURADA KALAYIM” diyor.
Ama evin sahiplerini tanımıyor; Babamı bile tanımıyor.
O sıra Latife Hanım dönüyor.
Bir de bakıyor, kapıda o zaman Karadenizli neferler nöbet tutmuş; “Yasak” diyorlar kardeşime…
—“Benim evim burası” diye direnince, teğmen gelmiş; “Peki Hanımefendi” demiş, içeri bırakıyorlar.
Bana Latife anlattı;
ATATÜRK balkonda ayak ayaküstüne atmış oturuyor, sigara içiyor.
Görünce kalkmış.
Latife’ye elini uzatmış;
-…“KARDEŞİM ÖPEYİM” diye sarılınca;
—“Küçük Hanım (Hep Küçük Hanım Derdi,) Ben el öptürmem, hanımların eli öpülür” demiş. Oturmuşlar.
Sonra:
-…“BEN BURAYI BEĞENDİM. MÜSAADE EDER MİSİNİZ BURADA OTURAYIM?” demiş.
—“Tabii, ne demek, şeref duyarız Paşam” demişler.
Sonra hepimiz geliyoruz eve. İş öğreniliyor. Hemen her şeyi selamlığa naklettiler. Beğendiği yerleri ATATÜRK ‘e bıraktılar.”
—“Tanıştıkları sırada ATATÜRK ve Latife Hanımefendi kaç yaşlarındaydı?
—“ATATÜRK 40 – 41 yaşında, Latife Hanım 22 yaşındaydı. Aralarında 19 – 20 yaş fark vardı. Fakat ATATÜRK,
“ARAMIZDA 20 YAŞ VAR AMA BEN SENDEN YAŞLI DEĞİLİM” derdi…”
—“Vecihe Hanım, kardeşiniz ATATÜRK ‘le evliliği konusunda hiç konuşmadan vefat etti. ATATÜRK ‘ün özel yaşamı üzerine açıklık getirmek üzere, acaba bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz? Mesela nasıl evlenmeye karar verdiler, neden ayrıldılar, neler oldu gibi?
—“Aslında ATATÜRK evlenmeyi düşünmeyen birisi idi.
Fakat bizim aile idi ki, başka türlü beraber olamaya imkân yoktu. Aralarında bunu düşünmüşlerdir. Fakat ATATÜRK ile Latife Hanım, hususi hayatları üzerinde hiçbir şey anlatmayacaklarına dair mütekabilden birbirlerine söz vermişlerdir. Ben birçok şeyi bilmeme rağmen, anlatmam imkânsızdır.
—“Örneğin resmen boşanmışlar mıydı? Ve nasıl olmuştu bu boşanma? Mahkeme ile mi? Bunları anlatsanız?
—“Hayır, alaturka ayrılmışlar. Boşadı ATATÜRK…
—“Peki, alaturka mı evlenmişlerdi de alaturka boşandılar?
—“Alafranga gibi evlendiler. Bakın…Masa vardı… Masanın etrafında ATATÜRK ve Latife Hanım…Bir de İzmir Müftüsü…Bir iki de dini zevat… O zaman usul böyleydi. Müftü Lütfü Efendi ATATÜRK ‘e sordu:
—“Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri… Bu Hanımefendiyle yani İzmir Eşrafından Sadık Bey, Oğlu Muammer Beyefendinin Kerimesi Latife Hanımefendiyle evlenmeye razı mısınız?” Aynı şekilde kardeşime sordu.”
—“Peki, evlendikten sonra düğün olmadı mı?
—“Hayır olmadı. Nikâh merasimi yapıldı sadece. Sonradan Bal Mahmut Bey bir şeyler yazdı ki, bu aileyi çok üzmüştür. Güya nikâh olduktan sonra Latife Hanım “Paşam içki içme” demiş. Hiç böyle bir şey söyleyebilir mi? Usuldendir; Nikâhtan sora içilir. O kadar tabii bir şey ki bu…”
—“Boşanma nasıl oldu?
—“ATATÜRK ayrıma arzusu gösterdi. Ayrılalım dedi… Bir yazı yazdı. Bunu bir adamı ile gönderdi; “ARAMIZDA KARAR VERMİŞ BULUNUYORUZ… BU İZDİVACA SON VERME…” diye.”
—“Son vermek istiyorum mu diyordu?
—“ ‘İstiyorum’ demedi. Yazı aynen böyledir. ‘SON VERME…’ diye bitiriyor.”
—“Ve her şey bitiyor?
—“Evet… Alaturka boşanma böyleydi. Yani alafranga evlendiler, fakat alaturka ayrıldılar.”
—“Ayrıldıktan sonra neler odu? Latife Hanım nasıl yaşadı?
—“Hep Ayaz Paşa’da Ekselsiyor Apartmanı’nda babam, annem ve bütün aile birlikte yaşamıştır. Sonra Harbiye’de BİR Apartmanda oturdu. Harbiye Binasının karşısında. Biliyorsunuz, orada bir heykeli vardır ATA ’nın.
“ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ” derken.
Yine O ‘nu oradan seyretmeye gitti. O ‘nu ruhundan, kafasından atamadı.”
—“Anılarını yazmış mıydı?
—“Yazdı…”
—“Ne oldu o yazılar?
—“Büyük bir kısmını imha etti. Kalanları Türk Dil Tarih Kurumu’na yolladık. ATATÜRK ‘le ilgili olan evraklar, mektuplar, kitaplar, vesaireyi…”
—“Efendim, ATATÜRK öldükten sonra bir vasiyetname çıktı mı? Böyle bir şey biliyor musunuz?
—“Hayır, hiçbir şey bırakmadı. Sağlığında ATATÜRK çok ısrar etti. “KENDİSİNE PARA VERELİM” diye, fakat kendisi kabul etmedi. “İhtiyacım yok” demişti…”
—“Tam olarak ne zaman evlendir, ne zaman ayrıldılar?
—“Bunu şuraya yazmıştım. Söyleyeyim… 29 Ocak 1922’de evlendiler. 2 sene 5 ay 5 gün evli kaldılar. Bu kadar anlaşan bir çiftin ayrılması hepimizi çok üzdü. Latife Hanım da kendi kafasına denk bir inssan bulup onu kaybetmenin acısından büyük ıstırap duyuyordu.”
—“Peki, efendim, bu kadar anlaşan bir çift neden ayrıldı?
—“Vallahi çok samimi söyleyeceğim. Son zamanlarda pek yakınlarında bulunamıyordum. Fakat ayrılacaklarına asla ihtimal vermiyordum. O kadar anlaşan, sevişen, mütekabil hürmet ve itimat eden bir çift oldukları için…”
—“Peki, ne oldu birdenbire acaba?
—“Etrafı işte…”
—“Kim etrafı?
—“Etrafı ikiye ayrılmıştı. Biri tekrar Latife Hanım’la ATATÜRK ‘ü buluşturmak için… Nuri CONKER, “Aman Paşam, kadın lakırdısı dinlenir mi? Gelin içelim” demiştir.”
—“Yani siz belli bir hadise bilmiyorsunuz?
—“Söylemedi… Belli bir hadise yok. Bütün mesele, Mustafa Kemal’in hususi hayatına kimse karışmasın… Bütün kabahati bu. Başka bir şey yok…”
—“Anlıyorum… Siz ATATÜRK ‘le ne kadar süre beraber oldunuz?
—“Dediğim gibi, kardeşimle iki buçuk yıl kadar evli kalmışlardır. İzmir’de ve Ankara’da bulundular. Bu zamanın bir, bir buçuk ayı dışında ben de hep kendileriyle birlikte oldum.”
—“O zaman ATATÜRK ‘ün özel yaşamını yakından tanıyorsunuz. Nasıl bir insandı özel yaşamında?
—“Özel yaşamında çok sakin, çok temkinli ve efendi bir insandı. Bir kere bilmem ki, ben odaya gireyim de ATATÜRK ayağa kalkmasın. Hâlbuki ben o zaman on dört – on beş yaşında bir çocuğum… Kendi saygısından herkese karşı müthiş saygılıydı.”
—“Ev içinde günlük yaşamı nasıl geçerdi?
—“Emirberi Bekir ve Ali vardı. Onlar hizmet ederdi. Berberi İsmail Efendi vardı. Kendisi hiç tıraş olmazdı. İsmail Efendi tıraş ederdi.
Bir şeye kızdığı zaman:
-… “MAAŞALLAH EFENDİM” dedi mi, bir delik bulun ve girin.
Kızdığı zaman en çok söylediği bu idi. Bunun dışında fevkalade terbiyeli bir adamdı. Terbiyeli, duygulu, neşeli bir insandı. Herkes kendisine büyük saygı gösterirdi. Ama O da etrafa saygı gösterirdi. Kim olursa olsun herkese, “BU KONU HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUN?” diye sorardı. Biz, “Aman Efendim, bizim haddimiz mi?” dedik mi, “HAYIR, SÖYLE LÜTFEN” derdi. Bir halk olarak herkesin ne düşündüğünü bilmek isterdi, önem verirdi. Sofrada kim varsa hepsinin fikrini alırdı.”
—“Bir günlük ev yaşamını anlatır mısınız?
—“Sabah sekiz, sekiz otuz, dokuz civarında kalkardı. Akşam ki yatış durumuna göre. Hemen yıkanır tıraş olurdu. Sonra sade kahvesini içerdi ve sigarayı yakardı. Kahvaltı pek seyrek isterdi. Zaten çok az yemek yiyen bir insandı. Yalnız fevkalade temizdi. Günde iki defa duş, banyo yapar, haftada bir iki defa da hamama girerdi. Günde en az iki gömlek değiştirirdi.”
—“Kahvaltıdan sonra ne yapardı?
—“Göztepe’de iken kütüphaneye girer biraz okur, Latife Hanım’la benle sohbet ederdi.”
—“Hangi kitapları okurdu? Hangi tür kitaplar?
—“Tarih kitapları okurdu.”
—“Roman okumaz mıydı?
—“Evde çok zengin bir kütüphane vardı. Ben tarih kitapları okuduğunu biliyorum. Roman okuduğuna dair bir fikrim yok. Yalnız hatırlıyorum Zola’nın “Une – Vie” kitabını Latife Hanım’la birlikte okumuştu.”
—“Fransızca olarak mı?
—“Evet Fransızca…”
—“Fransızcası iyi miydi bu kadar?
—“Fransızcası o kadar iyi değildi. Biraz da Almanca anlardı. Fakat o kadar iyi idare ederdi ki, sanırsınız çok iyi biliyor. Fransızcayı Sofya’da Ataşemiliter iken Fethi OKYAR Bey’le birlikte öğrenmiş.”
—“Sanıyorum, Latife Hanım’ın dil bilgisi daha kuvvetliydi?
—“Latife Hanım, Fransızca, Almanca ve İtalyancayı son derece iyi bilirdi.”
—“ATATÜRK başka neler yapardı?
—“Kütüphanede notlar alırdı. Kim gelecek? Tabii kâtibi umumisi, kalemi mahsusu hazırlar, ATATÜRK ‘de notlar alırdı. Fakat elinde kâğıtla veya bakarak konuştuğunu görmedim. Hep irticalen konuşurdu.”
—“Öğle yemeğini nerede yerdi?
—“Öğle yemeğini bazen yalnız yerdi. Bazen iş yemeği gibi arkadaşlarıyla… Bazen de aile arasında. Çok az yerdi.”
—“Sevdiği yemekler nelerdi?
—“Bir börek yapılırdı. Çarpma hamurdan… İçinde beyaz peynir, tavuk falan olurdu. Onu çok severdi… Makarna severdi… “Kuru fasulye sever derler”, ben çok az yediğini gördüm. Balık severdi… Kefal balığı. İzmir’de Topan Kefal derler. Izgarasını… İzmir’in Çuprasını severdi… Ankara’ya gittiğinde de Babam yollardı bu balıklardan Çankaya’ya… Sonra Omlet severdi. Sulu Omlet. Bir de İrmik Helvası ama suluca olacak…”
—“Öğleden sonra ne yapardı?
—“Öğle yemeğinden sonra yatak odasında 10 dakika kadar istirahat alışkanlığı vardı. Ondan sonra gideceği yer varsa oraya giderdi. Gitmediği zaman balkonda otururdu.
Söylemeyi unuttum; bazı sabahlar ata binerdi. Rahmetli Kemalettin Sami Paşa, Yunan Komutanı Trikopis’in atını ona vermişti. Fevkalade terbiyeli bir attı. Ona binerdi. Fakat en sevdiği at, Sakarya isimli attı. O atı Latife Hanım’a hediye etti.
Ayrıldıktan sonra Latife furgona koymuş yollamış:
—“Bu ancak size yakışır” diye…”
—“Sonra akşam yemeğine sıra geliyor galiba?
—“Evet, yedi buçuk, sekize doğru akşam sofrasına otururdu. Bu sofra çok uzun sürerdi hakikatten. En erken on bire kadar, bazen bire ikiye kadar sürerdi. ATATÜRK ‘ün müsaadesi olmadan sofradan kalkılmazdı.”
—“Neler konuşuluyordu sofra da, hatırlayabiliyor musunuz?
—“En çok hikâyeler anlatılırdı. Ya kendisi anlatırdı veya dinlerdi. Bir tanesini hatırlıyorum. Tabii ben küçük olduğum için bu tür tatlı şeyler aklımda kalıyor. Bir keresinde “HAYAT NEDİR?” diye sormuştu. Herkes bir şey söyledi.
O da şöyle dedi: “HAYAT BİR KURU KESTANEDEN İBARETTİR.”
Olayın aslı şu:
Gençliğinde bir gün Selanik’te Olympos Gazinosu’nda arkadaşlarıyla oturuyorlar. Masadan kalkarken elini cebine atıyor, bakıyor para yok. Masa da bir tane kuru kestane kalmış,
-…“HAYAT BİR KURU KESTANEDEN İBARETTİR AMA BU İŞİ BAŞARACAĞIZ” demiş. Bunu anlatırdı.
Sonradan yapacağı işleri taa o zamandan düşündüğünü anlatmak için bu hikâyeyi birkaç kez anlatmıştır.”
—“Kimler gelirdi sofrasına? Yani en yakın arkadaşları kimlerdi?
—“Gelenler değişirdi…
Ama en sık bulunanlar ve en sevdiği kişiler…
Mareşal Fevzi ÇAKMAK ‘ı çok sever, son derece hürmet ederdi. İsmet Paşa’ya çok güvenirdi. Gençler arasında en sevdiği Vasıf ÇINAR, Ruşen Eşref ÜNAYDIN, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, yaveri Muzaffer KILIÇ, Ferit TEK, Şükrü SARAÇOĞLU ‘nu da severdi. Necip Ali’yi çok beğenirdi. Yazarlardan Ahmet Emin YALMAN, Hüseyin CAHİT ve Yunus Nadi Bey’in yazılarına ehemmiyet verirdi.
Sonra sevdikleri…
Fethi OKYAR ve karısı Galibe OKYAR, Ahmet AĞAOĞLU ile karısı Süreyya AĞAOĞLU… En çok da AĞAOĞLU ‘lara giderdi. Haftada bir iki defa giderdi. Tezer TAŞKIRAN ‘ı da çok severdi.”
—“Efendim, İsmet Paşa ile ilişkileri nasıldı?
—“Çok önem verirdi İsmet Paşa’ya… Hiçbir işini İsmet Paşa’ya danışmadan asla yapmamıştır. Belki kararını vermiştir ama İsmet Paşa’ya hep sormuştur. Fevkalade itimat ettiği, fevkalade saydığı bir insandı…”
—“Onu yanına mı çağırırdı?
—“Zaten İNÖNÜ her zaman gelirdi. Akşamüstü veya akşam… Öğle yemeğinde hususi toplantıları olurdu… Dostları arkadaşları… Onlarla iş konuşmaz sadece yemek yenirdi, sohbet edilirdi. Ama İNÖNÜ geldiği zaman, genellikle devlet işlerini konuşurdu.”
—“Şunu sormak istiyorum… İNÖNÜ ile arkadaş gibi mi idiler, yoksa amir – memur ilişkisi mi vardı aralarında?
—“Arkadaş gibi idiler.”
—“Nasıl hitap ederlerdi birbirlerine?
—“İsmet Paşa derdi ATATÜRK. İsmet Bey’de “Paşam” derdi.”… “Gazi Paşa” da derdi… Gazi Paşa lafını severdi ATATÜRK… Fakat sadece yakınları kullanırdı.”
—“ATATÜRK, size ve eşi olan Latife Hanım’a nasıl hitap ederdi?
—“Bana Vecihe derdi, Latife Hanım’a da Latife veya Latif derdi.”
—“Özel sohbetlerinde neler anlatırdı size veya Latife Hanım’a?
—“Bize sık sık Başkumandanlık Meydan Muharebesi’ni anlattığını hatırlıyorum. Neferlerin halini ve açlıktan Yunanlıların bıraktıkları konserveleri, peksimetleri nasıl yediğini anlatırdı.
Bir şey daha hatırladım.
Ben Cumhuriyet’in ilanında da yanındaydım. Yani hanedanın ilgası sırasında…
Bize sık sık Cumhuriyet’ten söz, söz ederdi. Tabii biz Cumhuriyet’in ne olduğunu pek bilmiyoruz. Ama lafı geçerdi.
Bir gün İsmet Paşa’yı çağırttı. Çankaya’da yaver an dairesinde kalıyordu, köşkte kalmıyordu.
-…“SEN OTUR PAŞA” dedi.
Sonra kâğıt kalemi gösterdi,
-…“YAZ dedi, HANEDAN-I ALİ OSMAN MÜLGADIR”.
Ondan sonra yazmaya devam ettiler. Sonra bize anlattığına göre, ATATÜRK, bunları daha Harbiye’de iken düşünürmüş. Krallığı sevmediğini söylerdi. Bu yüzden de Napoelon’u sevmezdi.”
—“ATATÜRK ‘ün eğlence anlayışı neydi, nasıl eğlenirdi?
—“Ata binerdi. İzmir’de de, Ankara’da Çankaya’da da ata binmeyi severdi. Ama İsmet İNÖNÜ daha iyi binerdi.
Sık sık bize de:
-… “HAYDİ BAKALIM, SEVKÜL CEYŞUSULÜ BİNECEĞİZ” derdi.
O önde, refikası, yaver, ben, Rukiye…
‘Sevkül Ceyş’ askeri usulde bir laf. Önümüze ne gelirse, dere, hendek, çukur, tepe, gideceksiniz. At hiç durmadan koşacak…”
Görselde: ATATÜRK ‘ün baldızı Vecihe Hanım Çankaya’da kendi kullandığı bir araba ile misafirini gezdirirken görülüyor.
—“Hiç gezmeye gitmez miydi?
—“Gidecek pek yer yoktu o zamanlar. Ankara ve havalisinde köylülerin, ağaların evlerine giderdi. Bir keresinde bir ağanın evine gittik. Muazzam bir sofra hazırlanmış. Adamın dört karısı varmış, fakat kadınlar sofraya oturmuyor. Kapıya kadar yemekleri getiriyorlar, adam ellerinden alıp sofraya koyuyor…
ATATÜRK:
-…“EeE ağa, karıların neden sofraya oturmuyor?” dedi.
Adam şaşırdı, mırın kırın etti.
Sonra adama:
-…“NEDEN DÖRT KADIN?” dedi.
Adam da: “Din de vardır” deyince,
-…“AMA ANCAK BİR TANESİNİ GEÇİNDİRİRSEN, DAHA DOĞRU OLUR KANAATİNDEYİM.” Diye cevap verdi.”
—“Sayın Vecihe İLMEN, ATATÜRK kadın devrimlerini yaparken Latife Hanım’a danışır mıydı Efendim?
—“Tamamen… Çok uğraştılar birlikte. Erkek kadın yan yana oturmaz, bunlar otururdu. Mesela kadının yüzünün açılması… O çarşafın çıkması… “NE DERSİN LATİFE, ŞÖYLE YAPALIM MI? MESELA SEN ŞÖYLE BİR YAPSAN.”
O SIKMA BAŞ BÖYLE ÇIKTI…
Oturur, konuşurlardı:
”NASIL YAPALIM, NASIL BAŞLAYALIM?”
Görselde: Çankaya’da köşkün kapısında, bir misafir grubu ile birlikte… ATATÜRK ‘ün ayakları dibinde yatan, uzun tüylü siyah köpeğidir.
Kabul günleri yapardı. Cumartesi günü hanımlar gelirdi. Fakat kararlaştırdılar. Hanımlar gelir, otururken, ATATÜRK içeri girecek. İçeri girdi. Var mı o zaman erkekle kadın bir arada otursun. O girdi, arkasından birkaç bey daha girdi ve böyle böyle akşamları kadın – erkek bir arada oturmalar başladı.”
—“Danslar da böyle başlamış galiba?
—“Dans da yaparlardı… Ama daha ziyade Türk musikisi severdi bildiğiniz gibi. Musiki heyeti söylerken, “DUR! ŞURASINI ŞÖYLE OKU” derdi.”
—“İyi anlar mıydı musikiden?
—“Mükemmel anlardı… Ve oynaması… Göbek atmak değil de fakat ciddi musiki ile mendilini alır eline… Döndüre döndüre bambaşka bir dans yapardı.”
—“Efendim alafranga danslar yapmaz mıydı?
—“Yapardı. Vals yapardı… Bir de ağır vals yapardı. Bunları Ataşemiliter iken Avrupa’da öğrenmiş.”—–“En çok sevdiği sanatkâr ve şarkı hangisiydi… Safiye Ayla derler, doğru mu?
—“Safiye AYLA ‘yı severdi. En sevdiği şarkı “Pencere açıldı, piştov patladı, Bilal oğlan” diye bir şarkı vardı. Latife piyano da çalardı. Bu şarkıyı birlikte söylerlerdi. Bunu çok severdi…”
—“Sayın Vecihe İLMEN, ATATÜRK ‘ün dine karşı tutumu neydi? Bu konuda da çok söz edilir. Sizin gördükleriniz, duyduklarınız nelerdir?
—“ ATATÜRK ‘e “dinsiz” diyorlar. Asla dinsiz değildi. Fakat laisizme gönülden inanmıştı. En büyük prensibi laisizm idi. Bunu bir keresinde Yunus Nadi Bey’e söylerken duydum. Bu memleketin din ve devlet işlerinin karıştırılmasından çok ziyan ettiğini biliyordu. Fakat Allah adını her gün zikreden bir adamdı. Din aleyhine tek satır laf ettiğini duymadım.”
—“ATATÜRK ‘ün savaş sırasında çekilmiş fotoğrafları var. Hepsinde son derece şık giyinmiş olarak görülüyor. Giyim – kuşam konusunda tavrı ne idi?
—“Dehşetli meraklı idi elbiseye ve ayakkabıya. Çok zarif giyinirdi. Allah vergisi olarak güzel giyinirdi.”
—“Kim uğraşırdı O ‘nun giyinme meselesi ile?
—“Hiçbir kimseyi bu konularla meşgul etmezdi. Kendisi seçerdi her şeyini. Strongulo diye bir terzi, gömleklerini dikerdi veya Avrupa’dan getirirlerdi. Çok elbisesi vardı. En çok sevdiği redingot ve çizgili pantolondu.”
—“Sanırım hep sivil elbise giyiyordu. Bunun nedeni neydi?
—“Evet, hep sivil elbise giyerdi. Hatta bu konuyla ilgili bir anım vardır. ATATÜRK ‘e demiştim ki, “Paşam, sizi hiç resmi elbise ile görmedik. Acaba resmi elbise ile görmek lütfuna nail olabilir miyiz?”
“VECİHE dedi, BİZ O ELBİSEYİ ÇIKARDIK. ARTIK GİYMİYORUZ.”
Fakat o gün öğleden sonra emirberi ile beni çağırttı. Bekir geldi dedi ki,
—“Paşa, Vecihe Hanım’ı istiyor.”
Öyle pek çağırtmazdı yanına. Korku içinde kütüphaneye gittim. Bir de baktı, müşir üniforması ile ayakta duruyor.
Beni görünce, elini başına götürüp asker selamı verdi ve:
-…“VECİHE HANIM EMİRLERİNİZİ YERİNE GETİRDİM, MEMNUN OLDUNUZ MU?” dedi. Ben nasıl titriyorum, gittim ellerine sarıldım. Ağlayarak teşekkür ettim.”
—“Sayın Vecihe İLMEN, gazetemizin adını ATATÜRK ‘ün koyduğu biliniyor. Sanırım siz de o gün oradaymışsınız. Anılarda böyle geçiyor. Nasıl oldu bu olay? Cumhuriyet adı nasıl ortaya çıktı?
—“Evet oradaydım…Yunus Nadi Bey, Yenigün’ü çıkarıyordu. Çankaya’daki eve sık sık gelirdi. Yine bir gelişinde söz gazeteden açıldı. Çok güzel bir gündü… Bahçe de oturuyorduk, akasya ağaçları arasında. Gazeteden konuşulurken, Yunus Nadi Bey’e dedi ki:
-…“BU GAZETENİN YENİGÜNLÜĞÜNÜ KALDIRALIM ARTIK.”
—“Kaldıralım Paşam” diye cevap verdi Nadi Bey.
-…“BU GAZETENİN İSİM BABASI BEN OLACAĞIM” dedikten sonra şöyle bir durdu, kısa bir süre düşündü,
-…“MUVAFIK GÖRÜR, TENZİP EDERSENİZ CUMHURİYET OLSUN” dedi.
Kalktılar, öpüştüler, gazetenin adı bu şekilde kondu.”
—“Vecihe Hanım, içki konusuna gelmek istiyorum şimdi. Çok içerdi deniyor. Sizin düşünceniz nedir?
—“Evet, içerdi ama efendice içerdi. Gündüz ağzına içki koymazdı. Akşam başlardı yemekle beraber. Sarhoş görünmezdi.
Bir gün İzmir’de tam yemek yiyoruz…
Mühim bir telgraf geldi herhalde. Telgrafı aldı, şöyle bir baktı. Bir ayran istedi içti, bir portakal suyu içti. Sonra sade kahvesini içti. Sanıyorum biraz sarhoş olmuştu, fakat kendine geldi. Hemen telgrafın cevabını yazdırdı, gönderdi.”
—“Ne içerdi? Rakı mı?
—“Asıl rakı içerdi. 1927’de ayrıldıktan sonra Dolmabahçe Sarayı’na beni birkaç kere çağırttı. Bir keresinde şampanya içiyordu. Beni de içmem için zorluyordu. Ben başını çevirdiği zaman içki mi yanımdaki saksıya döküyordum.”
—“Kendisini hiç sarhoş görmediniz mi?
—“Sarhoş olduğunu anlamadım hiç. Ama bazı olaylardan biraz sarhoş olabileceği sonucunu çıkarabiliyorum. Bir gece yemekten sonra yanına sadece yaverini alarak Erkan-ı Harbiye’ye yani Fevzi ÇAKMAK ‘a gidiyor. Gece zamanı olduğu için kapı kapalı. Bir asker nöbet tutuyor.
Asker bunları içeri bırakmıyor:
-…“SEN BENİM KİM OLDUĞUMU BİLİYOR MUSUN?” diyor askere.
Asker de süngüyü göğsüne dayayıp; “Kim olursan ol, yasak” diyor…
Geri döndüler. Fakat bu olay, ATATÜRK ‘ün çok hoşuna gitmiş. O askeri buldurttu. Ertesi gün Köşk’e getirdiler. İki yanağından öptü. Çıkarıp cebinden az bir parası vardı onu verdi dedi ki;
“ASKER, BU KADAR PARAM VAR, BANA FAZLA PARA VERMİYORLAR. AL BU SENİN OLSUN” dedi. Gözleri yaşarmıştı. Ağladığını o zaman gördüm ilk ve son defa…”
—“Vecihe Hanım, sizin birlikte olduğunuz sıralarda ATATÜRK ‘ün sağlığı nasıldı? Bir hastalığı var mıydı?
—“Sağlığında bir şeyler vardı. Fakat belli etmemeye çalışırdı ve üstünde durmazdı. Bazen karnı şişiyordu. Tırnaklarında bir hastalık vardı.
Bir keresinde Doktor Süleyman Numan gelmişti:
—“Paşam, rejime çok dikkat edin” dedi.
Bir seferinde de Alman doktoru Romberg gelmişti.
Ben yanındakilere, “Schade, es istzu spat” (YAZIK ÇOK GEÇ!…) dediğini duydum. Ama niye dediğini bilmiyorum. Sonradan hastalığı ortaya çıktı.
—“Efendim, bir de Latife Hanım hakkında yazılanlar var… Bunlara ne diyorsunuz?
—“Latife Hanım, yaşamı boyunca hiçbir gazeteci ile konuşmadı. Birkaç istisnası vardır. Bir kere Metin TOKER ‘le, bir kere de kızıyla konuşmuştur. Latife Hanım bu konuda konuşmayacağına dair söz vermiş ATATÜRK ‘e. Buna hep riayet etti. Birçok saçma sapan yazılar çıktı. Katiyetle yalan… Ne bir yerli gazeteci, ne de bir ecnebiyle temas etmiştir. Zaten yurt dışına da Latife Hanım olarak değil, “FATMA SADIK” diye çıkmıştır.
—“Niye adını değiştiriyordu?
—“Tanınmasın diye. ATATÜRK öyle arzu etmiş. ATATÜRK ‘ün arzusu ile “FATMA SADIK” diye pasaport çıkarmıştır.
—“Anlıyorum… Ayrıldıktan sonra ATATÜRK ‘ü gördüğünüzde size bir şey dedi mi?
—“Ayrıldıktan sonra ben kendisini mükerrer gördüm.
“VECİHE BAK, dedi; ŞU HALİME BAK, BANA BAKAN KİMSE YOK…”
—“Nasıl olur, etrafında bir sürü insan olmalı?
—“Paşam bunu siz arzu ettiniz. Kimsenin kabahati yok” dedim. 1927 senesinde oluyor bu…”
—“Gerçekten çevresinde bir yakını yok muydu?
—“Manevi kızları vardı. Afet Hanım, Zehra, Nebile diye… Nebile dünya güzeli bir kızdı. Onunla çok görüştük. Ben çok severdim…”
—“Vecihe Hanım, Latife Hanım ile ATATÜRK boşandıktan sonra hiç karşılaştılar mı?
—“Bir kere karşılamışlar Göksu’da… Latife Hanım sandalla dolaşıyormuş. ATATÜRK ‘ün de bir motoru vardı. Adını hatırlamıyorum. Birbirlerini görünce, ATATÜRK kalkmış selam vermiş. Çok ağladı Latife sonradan. Fakat gördüğü günden ölünceye kadar sevdiği bir insandı.” (Kaynak: Cumhuriyet, 10 Kasım 1984, s.1.7.8)
Görselde: Gazi Mustafa Kemal Paşa, kayınpederi Uşşakizade Muammer Bey, kayınvalidesi Adviye Hanım ve baldızları ile birlikte. Latife Hanım, ATATÜRK ‘le babası Muammer Beyin arkasından bakıyor.
Eksiklikler benim fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız.