Vatandaş İçin Medeni Bilgiler:
Vatandaş için Medeni Bilgiler kitabını oluşturan belgeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş ve uygar devletlerarasındaki yerini ancak bilinçli ve özgür düşünceli yurttaşlar yetiştirmekle alabileceği gerçeğini gören Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal (ATATÜRK) ‘İn, bu amaçla 1929 sonbaharı ile Medeni Bilgiler, Prof. Dr. A. Afet İNAN ‘ın imzasıyla çıkmış olmasına rağmen, kitabın orijinal metinleri ATATÜRK ‘ün el yazıları ile çıkmıştır.
Bu konuda Prof. Dr. A. Afet İNAN şunları söylemiştir:
—“Bu kitaplar benim ismimle çıkmış olmasına rağmen, ATATÜRK ‘ün fikirleri ve telkinlerinden mülhem olduğunu tarihi hakikatleri belirtmek bakımından bana düşen bir ödev telakki ediyorum.”
ATATÜRK ‘ün bu kitapta yer alan fikir ve düşünceleri birçok kitap ve makaleye kaynak teşkil etmiştir. Bu fikir ve düşünceler, toplumdaki bireylerin yurttaşlık bilincinin gelişmesine önemli katkı sağlamıştır.
(Kaynak: http://www.ata.tsk.tr/01_hayati/medeni_bilgiler.html)
Mehmed Kemal (KURŞUNLUOĞLU) ise köşesinde şöyle yazacaktı:
(D. 11 Nisan 1921, Ankara – Ö. 14 Eylül 1998, İstanbul)
—“Ortaokulda iken “Medeni Bilgiler” diye bir ders okurduk. Bu iki kitaptı. Birini ATATÜRK ‘ün kızı diye bildiğimiz Afet İNAN yazmıştı. Ötekini de Halk Patisi Genel Sekreteri Kütahya Milletvekili Recep Peker. Afet İNAN ‘ın kitabı açık seçikti. Recep PEKER ‘in kitabı ise ağdalı Osmanlıcaydı.
Afet İNAN ‘ın yazdığı kitabı Ahmet AĞAOĞLU ‘nun kızı Tezer TAŞKIRAN okuturdu. Recep PEKER ‘in kitabını ise bir dönem Ankara Milletvekilliği yapmış — yaşlı Ali Rıza Bey — okuturdu. O yıllarda soyadı yoktu. Ali Rıza Bey’in okuttuğu dersten hiçbir şey anlamazdık. O da anlamadığımızı bildiği için üstümüze varmazdı. Sınavlarda ise kitaptan kopya çekerdik. Kopyanın ne olduğunu o güne değin bilmezdik, bu ağdalı bir dille yazılmış olan kitap bize kopyayı öğretti.
Medeni Bilgiler, bugün okutulan yurttaşlık bilgileriydi. Afet İNAN, Musiki Muallim Mektebi’nde öğretmenliğe Yurt Bilgisi ve Tarih dersleriyle başlamış, Ders Notlarını ATATÜRK görmüş, yeterli bulmamış ve daha genişletilmesini önermiş.
Nasıl genişletilecek?
Bu konuda Türkçe ve Fransızca yazılmış kitaplardan yararlanacak. Başlıyorlar konu üstünde çalışmaya. Ulus’tan başlıyorlar; “Türkiye Cumhuriyeti’ni Kuran Türkiye Halkına Türk Ulusu Denir.”
Bir kez Türk Ulusu bulundu ya, bundan sonrası kendiliğinden geliyor, Afet Hanım’ın yazdıklarını ATATÜRK el yazısıyla düzeltiyor. Kitabın tıpkıbasımında bu el yazısı düzeltmeler yer alır (Çağdaş Yayınları).
Kitabın öteki bölümlerini uzmanlar üstlenir. Vergi bölümünü Başbakanlık Müsteşarı ve İktisat profesörü Kemal TENGİRŞEK, Maliye bölümünü eski Maliye Bakanlarından, sonra Başbakan Hasan SAKA yazar. Bununla da yetinilmez, eski Başbakanlardan Şükrü SARAÇOĞLU bu notları gözden geçirir. Kitabın ikinci bölümü ise Recep PEKER tarafından yazılır. Buna kimse karışmaz. Nitekim kitap, Recep PEKER adıyla yayımlanır.
Afet İNAN ‘ın yazdığı “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” adlı kitabın önemli bölümleri ATATÜRK tarafından kaleme alınmıştır. Kitapta ATATÜRK ‘ün üstünde özenle durduğu konular şunlardır:
“Ulus Nedir? – Devlet Nedir? – Özgürlük, Demokrasi, Karşılıklı Haklar, Ödevler, Görevler nedir?”
Demokrasi, Cumhuriyet, Yurttaşlık gibi konular iyice işlenmiştir. ATATÜRK ‘ün bunları nasıl düzelttiği anlaşılmaktadır. Sonradan Yurttaşlık Bilgisi adıyla uzun yıllar okutulan bu dersler, konuya verilen önemin kanıtlarıdır. Gençlik bu konularda yetiştirilmeye, aydınlatılmaya çağrılmıştır. ATATÜRK ‘ün çağdaş görüşleri, çağdaşlığını yitirmeyen örnekler vermesi açıkça görülüyor. Yalnız gençler değil, yetişkinler de burada dikkate alınmıştır.
“ATATÜRKÇÜLÜK” son zamanlarda yapılan askeri darbelerle sömürüye açılmıştır. Öylelerini görmüşüzdür ki, kendilerine hem “ATATÜRKÇÜ” demişler hem de ATATÜRK ‘ün bütün ilkelerini çiğnemişlerdir.
Devletin başına ATATÜRK ‘ten sonra gelenlere bir bakalım…
Bunlardan hangisi ATATÜRKÇÜDÜR?
Ya da her birinin ATATÜRKÇÜLÜĞÜ ötekinden ayrıdır; BAYAR ‘ın, GÜRSEL ‘in, SUNAY ‘ın “ATATÜRKÇÜLÜKLERİ” birbirine benzer mi?
Hangisinin ileri sürdüğü “ATATÜRKÇÜLÜKTÜR”, hangisi değildir, nasıl ayıracağız?
Hele 12 Eylül rejiminin getirdiklerinin “ATATÜRKÇÜLÜKLE” ilgisi varımdır?
Kimi kınayanlar “GARDROP ATATÜRKÇÜLÜĞÜNDEN” söz ederler ya, işte bunların ki; giyim, kuşam ATATÜRKÇÜLÜĞÜDÜR. ATATÜRK ‘ün fotoğraflarında görülen giysileri vardır ya, “GARDROP ATATÜRKÇÜLÜĞÜ” bunları örnek alarak terziye ısmarlamış, bunları giyip sokağa düştüklerinde “GİYSİ ATATÜRKÇÜSÜ” kesilmişlerdir. Nerede ATATÜRK ‘ün ilkeleri, düşünceleri, uygulamaları?
Geriye dönüp baktıkça ATATÜRK uğruna yapılanları hüzünle, içiniz kararak seyrediyorsunuz, çok yazık!..”(Kaynak: Cumhuriyet , 11 Şubat 1989 Cumartesi, s: 12, Politika ve Ötesi)
Yıl 2010, aylardan Şubat…
Gençliği bu konularda yetiştirilmeye ve aydınlatılmaya çağıran Kastamonu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümünde öğretim görevlisi Ahmet Yaşar ZENGİN, “ATATÜRK Ve İslamiyet” adlı eserinin 162’nci sayfasından 167 ‘ci sayfasına kadar olan bölümünün sonunda;
“1931’de basılan “Medeni Bilgiler” kitabının 364, 365, 366, 367, 368, 369, 370, 402, 403 sayfalarında yer alan bu ifadeler, sonraki senelerde yapılan baskılarda çıkarılmış yani sansürlenmiştir.” demektedir.
Eserde konu ile ilgili yayımlanan sayfalarını sansürsüz olarak aşağıya alıyorum:
“DİNİ KONULARDA KİTAPLAR YAZILMASI”
—“ATATÜRK, dini konularda hassas ve temkinli davranmasıyla bilinen inançlı bir liderlidir. Yaşadığı dönemin siyasi ve sosyal burhanları içerisinde inanca ve ibadete ihtiyaç duyan Türk halkı için ideal bir lider olduğu söylenebilir. O ‘nun çeşitli hareket ve demeçlerinden İslam dininin en azından teoriklerine vakıf biri olduğu anlaşılır.
Eğitime ilerlemeye ve her daim terakkiye olan inancı O ‘nu bu yolda çeşitli çalışmalar yapmaya sevk etmiştir. Çok fazla kitap okuduğu gibi Türk çocuklarının eğitimine katkıda bulunacağına inandığını kitaplarda yazmıştır. Çeşitli konularda yazmış olduğu bu kutupların başında tarih gelmektedir. ATATÜRK tarihi bilgisi oldukça derin bir liderdir. O ‘nun yazdığı kitaplar zamanından sonra da çeşitli eğitim kitaplarına kaynaklık etmiştir.
1931 yılında kendi el yazılarından Afet İNAN ‘a dikta ettirerek derlenen Lise 2 – Orta Zamanlar Ders Kitabında onun dini bilgilerinin de sınırlarını görebilmekteyiz. Her konuda olduğu gibi en hassas ve (age. s:162) önem arz eden din konusunda da doğru bilginin ışığında hareket etmekten yanadır. Çünkü Türk halkının başına gelen felaketlerin ciddi bir yekünü dini bilmemesi ve yanlış yönlendiren çıkarcı insanların oyunlarına alet olmasıdır. Bu nedenle okuyup edindiği bilgileri kendi süzgecinden geçirerek kitaplardaki bazı din bilgisi bölümlerini de yazmaktan geri kalmamıştır. Bunlardan biri olan Lise 2 Ders Kitabından alınan şu bilgiler ATATÜRK ‘ün el yazılarından derlenmiştir:
-…”Bu esasları ihtiva eden cümlelere ayet, ayetlerden mürekkep parçalara da sure derler. İslam ananesinde bu ayetlerin Muhammed’e Cebrail adında bir melek vasıtası ile Allah tarafından vahiy ilham edildiği kabul olunur.
Muhammed birdenbire “Allah’ın Resulüyüm” diye ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve pek iptidai ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunların ıslahı için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur.
Vahiy insanda fikir olarak doğmaz ve bir insan hiçbir şekilde vahiy almaya karar veremez. Bir insanın kendisinde vahiy fikrinin doğması ancak çevresine böyle bir telkinde bulunarak insanlar üzerinde etki sağlamaya çalışması fikrine kapılması şeklinde açıklanabilir. Burada da Muhammed’in aynı kavram içinde bulunduğu çok açık bir şekilde belirtilmektedir. Tenha yerlere çekilerek, yıllarca tefekkürden kastedilen Hira Dağı’nda geçirdiği zamandır.
Vahiy, ilham fikri Muhammed’den evvel de Araplarca meçhul değildi. Bütün iptidai kavimler gibi, Araplar da, şairlerin akıl erdiremedikleri kuvvetlerden ilham aldıklarına inanırlardı. Bu kuvvetler Araplar için cinlerdi. Cinler güya, kâhinlere gayıptan haber vermek kudretini ilham ederlerdi. Bu nevi itikatlar Arabistan da her zaman o kadar canlı ve derin olmuştur ki, Muhammed dahi cinlerin vücuduna samimi olarak inanmıştır.
Arapların şairlerin bir kâhin gibi telakki ederlerdi. Muhammed’in Musa, İsa, dinlerine dair öğrendikleri de, kendisinde bu itikadı kuvvetlendirmiştir. Bu peygamberler de melekler vasıtası ile ilham aldıklarını söylemişlerdi.
Muhammed uzun bir devirdeki tefekkürlerin mahsulü olan ayetleri lüzum ve ihtiyaçlara göre takrir ediyordu. Bununla beraber kendisini tahrik eden kuvvetin tabiat fevkinde bir mevcudiyet olduğunu samimi surette kani idi. Muhammedi harekete getiren ilk amil bu samimi heyecanlar olmuştur.”
Yine aynı kitaptan alınan Bedir Savaşı’yla ilgili bölümde şöyledir:
-…”Muhammed, Medine’de yerleştikten ve az çok teşkilat yaptıktan sonra Mekke ile Suriye arasında gelip giden tüccar kervanlarına tecavüzlere başlamıştı. Suriye’ye ticaret için gitmiş bir kervan hepsi Kureyş kabilesine mensup 70 kadar süvari ile Mekke’ye dönüyordu. Bunların başında Ebu Süfyan vardı. Sahil yolu ile yürüyorlardı. Muhammed bunu haber aldı. Kervanın yanında ne kadar servet olduğunu ve kuvvetlerinin azlığını da öğrenmişti. Muhammed Müslümanları topladı. Onlara vaziyeti anlattı ve bu kervanı vurmak üzere Medine’den hareket olundu.”
ATATÜRK ‘ün bu ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla konu dini bir olay olup olmadığına bakılmaksızın herhangi tarihi bir olay gibi bilimsel tarih metoduyla ele alınmıştır. Konunun dini olması onun olağanüstü bazı anlatımlarda yer bulması sağlayabilirdi, fakat ATATÜRK ‘ün üslubunda kanıtı olmayan iddiaların doğru olarak gösterildiğine tanıklık ediyoruz. Burada diğer bir ayrıntı da Bedir Savaşı’nın ele almış şeklini tarihsel kanıtlara dayanan bir anlatımla ifade edilmiş olmasıdır.
ATATÜRK ‘ün manevi kızı Afet İNAN, Cumhuriyet’in ilanından (29 Ekim 1923) altı yıl sonra “Yurt Bilgisi” dersleri vermeğe başlamıştır. Fikrini almak üzere, okutacağı ders kitabını ATATÜRK ‘e gösterir ve kitap O’ndan onay almaz. (age.s:164) Daha önce de yapmış olduğu gibi beğenmediği ya da eksik gördüğü tüm işleri tamamlamak yahut yeniden yapmak gibi bir hasleti olan ATATÜRK, Afet İNAN ‘a kendi ağzından yeni bir “Medeni Bilgiler” kitabı yazdırır.
Kitap 1931’de Afet İNAN imzasıyla çıkmış; ortaokul ve liselerde ders kitabı olarak okutturulmuştur. Bu kitabın “Millet” bölümünde üzerinde durduğu konu ve söylediği ifadeler dikkat çekicidir:
“Din birliğinin de bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.
Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türklerde birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti, milli hislerini, milli heyecanlarını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, Ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimesinin, her yerde yükseltilmesine hasretmeye mecburdurlar. Bununla beraber, Allah’a kendi milli lisanında değil, Allah’ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe, Allah’a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok asırlar, ne yaptığını bilmeksizin, adeta, bir kelimesinin manasını bilmediği halde, Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler. Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar, Türk milletince, karışık cahil hocalar ağzıyla, ateş ve azap ile müthiş bir muamma halinde kalan dini, hırs ve siyasetlerine alet ittihaz ettiler. Bir taraftan Arapları zorla emirleri altına aldılar, bir taraftan Avrupa’da, Allah kelimesinin (age.s:165) yüceltilmesi parolası altında, Hristiyan milletlerini idareleri altına geçirdiler, fakat onların dinerine ve milliyetlerine ilişmeyi düşünmediler.
Ne onları ümmet yaptılar, ne onlarla birleşerek kuvvetli bir millet yaptılar. Mısır’da, belirsiz bir adam halifedir diye yok ettiler, hırkasıdır diye bir palas pareyi, hilafet alameti ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular, halife oldular. Gâh şarka, gâh garba veya her tarafa birden saldıra saldıra Türk milletini, topraklarını, menfaatlerini benliğini unutturacak, Allah’a mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Milli duyguyu boğan, fani dünyaya kıymet verdirmeyen sefaletler, zaruretler, felaketler his solunmaya başlayınca, asıl hakiki saadete öldükten sonra ahrette kavuşacağını vaat ve temin eden dini akide ve dini his, millet uyandığı zaman onun şu acı hakikati görmesine mani olamadı. Bu feci manzara karşısında kalanlara, kendilerinden evvel ölenlerin ahiretteki saadetlerini düşünerek veya bir an evvel ölüm niyaz ederek, ahiretteki hayatına kavuşmak telkin eden din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. Türk vicdanı umumisi, derhal, yüzlerce asırlık kudret ve küşayişiyle, büyük heyecanlarla çarpıyordu. Ne oldu? Türkün milli hissi, artık ocağında ateşlenmişti. Artık Türk cenneti değil, eski, hukuki büyük Türk cetlerinin mukaddes miraslarının son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra.
Türk milleti, milli hissi; dini hisle değil fakat insani hisle yan yana düşünmekten zevk alır; vicdanında, milli hissin yanında, insani hissin şerefli yerini daima muhafaza etmekle müftehirdir. Çünkü Türk milleti bilir ki, bugün medeniyetin şahranında müstakil ve fakat kendilerine muvazi yürüdüğü umum medeni milletlerle, keşifleri, mütekabil insani ve medeni münasebet, elbette inkişafımızda devam için lazımdır. Ve yine malumdur ki, Türk milleti, her medeni (age.s:166) millet gibi, mazinin bütün devirlerinde keşifleriyle, ihtiralarıyla medeniyet âlemine hizmet etmiş insanların, milletlerin kıymetini takdir ve hatıralarını hürmetle muhafaza eder. Türk milleti, insaniyet âleminin, samimi bir ailesidir.
Türk milleti en eski tarihlerde, meşhur kurultaylarıyla, bu kurultaylarında devlet reislerini intihap etmeleriyle demokrasi fikrine ne kadar merbut olduklarını göstermişlerdir. Son tarih devirlerinde, Türklerin teşkil ettikleri devletlerde, başlarına geçen padişahlar, bu usulden ayrılarak müstebit olmuşlardır.
Kralların ve padişahların istibdadına, dinler mesnet olmuştur. Krallar, halifeler, padişahlar etraflarını alan papazlar, hocalar tarafından yapılmış teşviklerle, ilahi hukuka istinat etmişlerdir. Hâkimiyet, bu hükümdarlara Allah tarafından verilmiş olduğu nazariyesi uydurulmuştur. Buna göre, hükümdar, ancak Allah’a karşı mesuldür. Kudret ve hâkimiyetin hududu din kitaplarında aranabilir. İlahi hukuka mütenit bir mutlakıyet kaidesi önünde, demokrasi prensibinin, ilk aldığı vaziyet mütevazıdır. O, evvela hükümdarı devirmeye değil, onun yalnız kuvvetlerini tahdide, mutlakıyeti kaldırmaya çalıştı. Bu çalışma 400 – 500 sene evvelinden başlar. Evvela, kuvvetin milletten geldiği ve kuvvet gayri muktedir bir ele düşerse iştirak etmesiyledir.”
1931’de basılan “Medeni Bilgiler” kitabının 364, 365, 366, 367, 368, 369, 370, 402, 403 sayfalarında yer alan bu ifadeler, sonraki senelerde yapılan baskılarda çıkarılmış yani sansürlenmiştir. (age.s:167)
Eksiklikler benim fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.
Yazının çok özel görselleri için resimleri tıklayın:
*Yazının her türlü hakkı saklıdır.